Bu
kızda İD yani arzu ve isteklerin yer aldığı alt-benlik hiç doyurulmamış. SÜPEREGO yani yasak ve kuralların
içinde bulunduğu üst-benlik ise
ilkel ve vahşi. Bu ikisinin ortasında kalan EGO
yani benlik ise her şeye
rağmen yıkılmamış. İşte bu çok iyi! Ona yardım etmeli, bu karanlık kuyudan
çıkması için elimi daha da derinlere uzatmaktan çekinmemeliyim.
…
..İnanç ve şüphe gece ile gündüz gibidir, birbirlerinden ayrılmazlar.
…
..Her insan okunacak bir kitap gibidir ama bu kızın kitabı hep kapalı. .. ..
… ..
–Sık sık güler misini?
Ne
tuhaf soru! Düşünüyorum, ben sık sık güler miyim diye. Aslında eskiden her şeyi
bahane eder, gülerdim. Bayılırdım gülmeye. Arkadaşlarım da bilir, kahkahalarım
evin dışına taşardı. Sonra bilmem neden, gülmelerim yavaş yavaş azalmaya
başladı. Giderek daha ağır başlı, daha oturaklı bir kadın oldum. Bir yandan
hayatta herkes gibi benimde yaşadığım irili ufaklı depremler, yaşadıkça hayal
dünyasının yerini alan asıl gerçekler, bir yandan da mesleğim gereği her gün
akşama kadar dinlediğim acılı yaşam öyküleri derken, eskisi kadar sık gülemez
oldum.
… ..
Hayat
insanların duygularını tıpkı dağlar, tepeler gibi şöyle veya böyle erozyona
uğratıyor. Sonbaharda solan çiçekler gibi duygularımızın da giderek suyu
çekiliyor, sararıyor, kuruyor. Bazı insanlarda bu çok daha belirgin oluyor.
Katılaşıyor insanlar., esnekliği, yumuşaklığı kayboluyor. Bu konuda ben kendimi çok şanslı bulurum,
pek solmadım diye, ama Aydın’ı kaybettikten sonra bunun pek de şans olmadığını
fark ettim. Belki kurusam, sararsam, acıyı bu kadar derinden hissetmezdim dedim
kendime. … ..
… ..
-Kadere
inanır mısınız?
İlginç
bir zamanda, ilginç bir soru! Tam da zihnimden onun kaderiyle ilgili düşünceler
hızla akarken soruyor bunu Bana.
-İnanırım.
Değiştiremeyeceğimiz
şeyler vardır hayatımızda. Örneğin dünyaya kimlerin çocuğu olarak geldiğimiz, tamamen bizim
dışımızda gerçekleşir ve bu da neredeyse hayatımızın rotasını çizer. Ama ben
yine de teslimiyetten yana değilim. Hep isyan eden, hep savaşan, hep bir
şeyleri değiştirmeye çalışan bir kişiliğim vardır. Hastalarımı da
genelde hep bu yönde yüreklendirmeye çalışırım. Tarih okuyorsan eğer kaderini
değiştiren nice insan görürsün orada. Senin için de aynen böyle düşünüyorum.
Yeteri kadar iyi savaşırsan kazanabilirsin.
-Onun
için buradayım… Silahsız savaşılabilir mi insan?
İnsan
savaşmak için gerekli silahı kendisi üretmelidir.. Sende göremediğim işte bu!
-Kazanmayı
ne kadar istediğimi … görmüyor musunuz?
-İstediğini
görüyorum ama bunun için savaştığını görmüyorum. Sen içindeki öfkeye teslim oluyorsun. Oysa zeki
bir kızsın. Bir de kendinle barışabilsen! Kendini aşağılamak, çirkinleştirmek,
başkaları
tarafından itilmek, reddedilmek ve sevilmemek için elinden geleni yapıyorsun.
-Bu
da … bir çeşit isyan… olamaz mı?
… ..
-…
Belki bu da bir çeşit isyandır! Ama iki türlü isyan vardır! İsyan etmek için
isyan etmek veya kazanmak için isyan etmek. … ..
… ..
Freud yıllarını
rüyaları ve halk öykülerini, dil ve kalem sürçmelerini, fıkraları, çocukları,
fantezileri ve sanatı inceleyerek geçirmişti. İnsan hayatının
basit ama unutulmuş köşelerinde gerçeği arıyordu. Arzularını daha iyi tanırsa
insanların kendilerini daha az reddedeceklerine, böylece daha özgür, daha
huzurlu olabileceklerine inanıyordu. Her arzuyu tatmin etmemiz gerekmez
diyordu. Sadece onları sözcüklere dökmekle, bastırılmış olanı
bilinçlendirmekle bile kendimizi biraz daha kolay kabullenebilir ve arada
sırada biraz mutlu olabiliriz diye düşünüyordu.
-Onun
için mi siz hep… beni konuşturmak… geçmişte yaşadıklarımı … tek tek anlattırmak
istediniz?
-Psikoterapi
bu zaten.
-Anlattıkça rahatlayacak ve
içimdeki şeytandan kurtulacak mıyım yani?
-İçimdeki şeytan! Kötülüğü çok iyi ayırabiliyor bu kız.
-Öyle umuyorum.
-Ama ben anlattıkça daha
kötü oluyor… o geceler… uyku bile uyuyamıyorum.
-İyi ya, istenen de bu zaten. O
şeytan çıkarken ortalığı biraz karıştırıyor. Biraz yıkıp dökerek, içimize
hançer sokarak çıkıyor dışarı ama şeytanın içimizden çıkarken yaptığı hasar o
kadar da önemli değil, çabuk iyileşir. Yeter ki saklandığı yerden çıkıp gitsin.
… ..
-Freud
insanların otoriteye, özellikle de yıkıcı otoriteye bağımlı olduklarına
inanırdı.Genellikle en güçlü arzumuz, arzularımızı bizim yerimize kontrol
edecek, onları durduracak bir figür bulmaktır. Bu yüzden hükmedilmek, otoriteye
boyum eğmek isteriz derdi. Freud
kalabalık insan gruplarını tehlikeli bulurdu. Hem yasaklayıcı, hem de izin
verici birinin lider rolünü üstlenmesiyle birlikte kalabalıkların ölümcül
tehlikeler yaratabileceğine inanırdı. Tam da o dönemde Freud’un düşüncelerine çok uyan, dünyaya tavizsiz
bakan ve net bir programa sahip bir politikacı çıkmıştı. Hitler nelerden nefret ettiğini çok iyi biliyordu. Yahudilerden,
Versailles Anlaşması’ndan ve Marxistlerden… Ne istediğini de biliyordu; Alman
halkının birleşmesi, güçlü bir ordu, devlete mutlak bir adanmışlık ve güçlü bir
imparatorluk. Almanya’nın güçlenmesi için halkın büyük b ir lider araması ve
onda kendi iradesinin yüce ifadesini görmesi gerektiğini söylüyordu. Bu lider
kendisiydi ve onu oraya getiren de ilahi bir güçtü. Hitler’in halkla ilişkisini neredeyse mistik bir ilişki olarak
değerlendirebiliriz çünkü halk onda iradelerinin somutlaşmış halini görüyor, en
büyük hayallerinin temsilcisi olarak görüyordu. Halka göre Hitler her zaman doğrunun ne olduğunu biliyor ve bunu da mutlak bir
öz güvenle söylüyordu.
-…
.. Düşünüyorum da… özellikle benim gibi insanlar … böyle bir ortamda çok rahat
ederlermiş.
-Neden
özellikle senin gibiler?
-Düşünsenize…
yalnızlık gibi korkunç bir gerçeği bile ortadan kaldırıyor adam. … Führer var… başımızda bize sahip çıkan… yerine göre seven... yerine göre döven … ama bizi her türlü kötülükten
de korumaya hazır ….. bir adam var… Kendi
içinde bile rahat … ve huzurlusun… … İstesen de yanlış yapamazsın… Führer buna izin vermez…
… ..
-Freud’la Hitler’in belki de en önemli benzerliği ikisinin de köpeklere olan
derin sevgisydi. Her ikisi de mutlaka bir köpek besler, onları çok sever ve çevrelerine
sık sık köpeklerini anlatırlarmış. Hitler,
Tanrı’nın kendisini Almanya’nın yeniden doğuşuna önderlik etsin diye seçtiğini
söyleyerek övünüp duruyordu. Feud ise
gerçekleşen korkunç olayların olacağını önceden tahmin etmekten karanlık ve
sessiz bir haz alıyordu. “Faşizm”
diyordu, “kendinden ve tüm
yaptıklarından tamamen emin
görünen buyurgan ve karizmatik bir liderin cazibesiyle başlar.“ Hitler
özel hayatında ne kadar eksantrik, değişken ve tuhaf görünse de kalabalıkların
karşısında rolünü mükemmel oynuyordu. Nihayet bütün enerjileri tek bir
yöne akan gerçek bir erkek, gerçek bir güç çıkmıştı. Ancak Freud için asıl mesele mutlak liderin tam olarak neden insanlar
için bu kadar önemli ve gerekli olduğu sorusuydu. Neden Hitler gibi bir figüre
öylesine saygı gösterilmişti. Hitler artık neredeyse kendini İsa’ya
benzetmeye başlamıştı. … ..
-Acaba
bunları gerçekten inanarak mı söylüyordu… yoksa kürsüde … profesyonel bir
oyuncu gibi mi davranıyordu?
-Ben
söylediği her şeye inandığını düşünüyorum. O günlerden
kalan filmler de bu
düşüncemi destekliyor. Zaten
o kendine inanmasa bu kadar büyük bir kitleyi arkasından sürükleyemezdi. Belki
de o ara kendini gerçekten peygamber sanıyordu. Ferud onu çözebilmek için çok
uğraştı. ”İnsanlar bütünsel varlıklar değildir,” der Freud. Parçalara bölünmüştür ve bu parçalar genellikle
birbirleriyle çatışma halindedir. Bilinçaltını üç bölümde inceler. En altta yer
alan bölüme İD der. İD arzuların toplandığı yerdir.
Şımarık, henüz çok küçük, sürekli tutturan bir çocuk gibidir. İstekleri hiç
bitmez. En üstte yer alan SÜPEREGO
ise bu arzulara genellikle hep karşı çıkar ve onu cezalandırır. Çünkü bu bölüm bizler büyüdükçe, içinde
yaşadığımız toplum uygarlaştıkça, yasalar yürürlüğe girdikçe, din kabul
gördükçe bize sürekli neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyler. Eli sopalı bir
anne babaya benzer SÜPEREGO. Her şeye kızar senin anlayacağın.
… ..
Ben ya
da EGO ise ikisi arasında sıkışır
kalır. Bir yandan insanın bitmek tükenmek bilmeyen arzuları, bir yandan ona
sürekli “dur” diyen, sadece yaptıkları düşündükleri için bile onu cezalandıran
vicdanı arasında ne yapacağını şaşırır. Asıl işi bu ikisini uzlaştırabilmek ve
huzura kavuşturabilmektir. Ama bunu yapmak bizler için o kadar kolay değildir.
-Ceza
derken… neyi kastediyorsunuz?
… ..
-…
.. iç barışı sağlamak hepimiz için zordur.çünkü ben dediğimiz EGO üç efendiye
birden borcu olanzavallının tekidir.
… ..
-Dünyaya
insan olarak gelmek, güzel olduğu kadar da zor bir şey. Temelde hepimiz şu veya
bu nedenle aynı çatışmaları yaşıyoruz. Onun için hiçbir zaman “Tam” olamıyoruz.Yarımız… Bir tarafımız yazken
öbür yanımız kış. İki tarafta birden
baharı bulabilmek kolay olmuyor.
Alkol, uyuşturucu gibi sarhoş eden maddeler genellikle vicdanımızı daha ılımlı,
hükümlerinde daha az sert ve katlanılabilir hele getirir. O yüzden özellikle iç
dünyasında bu dengeyi kurmakta zorlanan insanlar bu maddelere yönelirler.
… ..
..
.. Aslında hepimiz yarımız. Arada
bir duygu azalıp çoğalıyor, o kadar. Mutlu
insan hep mutlu değildir. Mutluluk arada bir bizi yoklayıp geçen
bir duygudur ama bazıları neredeyse hiç tatmaz bu duyguyu.
… ..
-Freud
kalabalıkların Hitler gibi bir
liderle kurdukları ilişkiyi erotik bir ilişki olarak algılıyordu. Hitler de zaten konuşmalarında
kitleleriyle seviştiğini söylerdi. Lider, Freud’un tabiriyle kitleleri
hipnotize eder ve insanlar neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, böyle bir
liderden kolayca öğrenir. Kafası karışmaz, bunun için uzun uzun düşünmesi, iç
sesini arayıp bulması gerekmez. Böylecekişi içdünyasında kendini son derece
rahat ve huzurlu hisseder çünkü inandığı lider ona yapması gereken doğruları
söylemiş, o da yapmıştır. Sorumluluk kendisine ait değildir.
… ..
-Tanrı
gibi mi?
… ..
-…
.. Evet, Tanrı gibi…
Böylece
o kalabalıkta yer alan herkes kendini önemli olayların altına imza atan biri
gibi hisseder. Bu da güç demektir ve insanın bu konudaki arzuları da tatmin
edilmiş olur.
… ..
-…
.. Bu ilişkinin bir başka özelliği de, insanlar arasındaki farklılıkları kaldırıyor
olmasıdır. Yani kalabalıklarda bu yolla
lider, tam bir eşitlik sağlar. O devrin Avusturya’sına geri dönecek olursak, Hitler’in önderliğinde insanlar hep
birlikte Yahudileri suçluyor ve yine hep birlikte büyük bir imparatorluk hayali kuruyorlardı. Düşünsene, böylece
insanların hayallerini birleştiriyor Hitler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder