10 Haziran 2020 Çarşamba

hayata dön*

… Acı katlana katlana bu kızın yüreğini doldurmuş. Yaşadığımız acılar, taşıyabileçeğimizin çok üzerine çıkınca işte böyle taş gibi olur insan. Beyin ilginç bir organdır. Bir insanın o anda acı hissedip hissetmeyeceğine o karar verir. Beyin tarafından izin verilmeyen hiçbir acı hissedilmez çünkü bir acı eşiği vardır. O eşiği aşan, yani  insanın tahammül edemeyeceği acıyı beyin bloke eder. Bir anne hatırlıyorum. Gencecik oğlunu bir hiç yüzünden kaybetmiş bir anne. Cenazeye pembe elbiselerle gelmişti. Herkes katıla katıla ağlarken, bir tek ağlamayan oydu. Bomboş, buz gibi donmuş gözlerle bakıyordu etrafına. Bazen ağlayabilmek bile lüks galiba. … ..
… ..Güç çok güçlü bir mıknatıstır ve güce tapanları kendine çeker… Bir kız bende gücü görüyor. Bu, aslında insanca bir refleks! İnsanlar gücün etrafında toplandıklarında kendilerini daha güvende hissederler. Yani üç bir çeşit alternatif Tanrı’dır. Her ne kadar Tanrı’ya şimdilik küsmüşse de, güçten vazgeçmiyor. Bu konuları uzun uzun konuşabilmeliyiz onunla ama buna ne ben hazırım, ne de o. … ..
… .. Yaşadıkların öyle hafife alınacak türden şeyler değil galiba ama Tanrı’ya kızma. Bunu sana o yapmadı. Bazen insanların başına da kötü şeyler gelebilir. Bazen güçlü olabilmek için önce zayıf olmak, acı çekmek gerekebilir. Belki bu yaşadıkların sayesinde çok güçlü, hayatta çok başarılı bir kız olacaksın.. … ..
Biz istesek de istemesek de acı bu dünyada hep var… ve var olmaya devam edecek… Bunu ne siz durdurabilirsiniz, nede ben… İşte buradayım… ve size teslim ettim kendimi … Üstelik hiç anlatamam sandığım bazı şeyler anlattım size… Belki bir gün devamını da anlatırım… Ama siz de bırakıp gitmeyin beni… Korkuyorum.
… ..
Bu kızda İD yani arzu ve isteklerin yer aldığı alt-benlik hiç doyurulmamış. SÜPEREGO yani yasak ve kuralların içinde bulunduğu üst-benlik ise ilkel ve vahşi. Bu ikisinin ortasında kalan EGO  yani benlik ise her şeye rağmen yıkılmamış. İşte bu çok iyi! Ona yardım etmeli, bu karanlık kuyudan çıkması için elimi daha da derinlere uzatmaktan çekinmemeliyim.
… ..İnanç ve şüphe gece ile gündüz gibidir, birbirlerinden ayrılmazlar.
… ..Her insan okunacak bir kitap gibidir ama bu kızın kitabı hep kapalı. .. ..
… .. –Sık sık güler misini?
Ne tuhaf soru! Düşünüyorum, ben sık sık güler miyim diye. Aslında eskiden her şeyi bahane eder, gülerdim. Bayılırdım gülmeye. Arkadaşlarım da bilir, kahkahalarım evin dışına taşardı. Sonra bilmem neden, gülmelerim yavaş yavaş azalmaya başladı. Giderek daha ağır başlı, daha oturaklı bir kadın oldum. Bir yandan hayatta herkes gibi benimde yaşadığım irili ufaklı depremler, yaşadıkça hayal dünyasının yerini alan asıl gerçekler, bir yandan da mesleğim gereği her gün akşama kadar dinlediğim acılı yaşam öyküleri derken, eskisi kadar sık gülemez oldum.
… ..
Hayat insanların duygularını tıpkı dağlar, tepeler gibi şöyle veya böyle erozyona uğratıyor. Sonbaharda solan çiçekler gibi duygularımızın da giderek suyu çekiliyor, sararıyor, kuruyor. Bazı insanlarda bu çok daha belirgin oluyor. Katılaşıyor insanlar., esnekliği, yumuşaklığı kayboluyor. Bu konuda ben kendimi çok şanslı bulurum, pek solmadım diye, ama Aydın’ı kaybettikten sonra bunun pek de şans olmadığını fark ettim. Belki kurusam, sararsam, acıyı bu kadar derinden hissetmezdim dedim kendime. … ..
… ..
-Kadere inanır mısınız?
İlginç bir zamanda, ilginç bir soru! Tam da zihnimden onun kaderiyle ilgili düşünceler hızla akarken soruyor bunu Bana.
-İnanırım. Değiştiremeyeceğimiz şeyler vardır hayatımızda. Örneğin dünyaya kimlerin çocuğu olarak geldiğimiz, tamamen bizim dışımızda gerçekleşir ve bu da neredeyse hayatımızın rotasını çizer. Ama ben yine de teslimiyetten yana değilim. Hep isyan eden, hep savaşan, hep bir şeyleri değiştirmeye çalışan bir kişiliğim vardır. Hastalarımı da genelde hep bu yönde yüreklendirmeye çalışırım. Tarih okuyorsan eğer kaderini değiştiren nice insan görürsün orada. Senin için de aynen böyle düşünüyorum. Yeteri kadar iyi savaşırsan kazanabilirsin.
-Onun için buradayım… Silahsız savaşılabilir mi insan?
İnsan savaşmak için gerekli silahı kendisi üretmelidir.. Sende göremediğim işte bu!
-Kazanmayı ne kadar istediğimi … görmüyor musunuz?
-İstediğini görüyorum ama bunun için savaştığını görmüyorum. Sen içindeki öfkeye teslim oluyorsun. Oysa zeki bir kızsın. Bir de kendinle barışabilsen! Kendini aşağılamak, çirkinleştirmek, başkaları tarafından itilmek, reddedilmek ve sevilmemek için elinden geleni yapıyorsun.
-Bu da … bir çeşit isyan… olamaz mı?
… ..
-… Belki bu da bir çeşit isyandır! Ama iki türlü isyan vardır! İsyan etmek için isyan etmek veya kazanmak için isyan etmek. … ..
… ..
Freud yıllarını rüyaları ve halk öykülerini, dil ve kalem sürçmelerini, fıkraları, çocukları, fantezileri ve sanatı inceleyerek geçirmişti. İnsan hayatının basit ama unutulmuş köşelerinde gerçeği arıyordu. Arzularını daha iyi tanırsa insanların kendilerini daha az reddedeceklerine, böylece daha özgür, daha huzurlu olabileceklerine inanıyordu. Her arzuyu tatmin etmemiz gerekmez diyordu. Sadece onları sözcüklere dökmekle, bastırılmış olanı bilinçlendirmekle bile kendimizi biraz daha kolay kabullenebilir ve arada sırada biraz mutlu olabiliriz diye düşünüyordu.
            -Onun için mi siz hep… beni konuşturmak… geçmişte yaşadıklarımı … tek tek anlattırmak istediniz?
-Psikoterapi bu zaten.
-Anlattıkça rahatlayacak ve içimdeki şeytandan kurtulacak mıyım yani?
-İçimdeki şeytan! Kötülüğü çok iyi ayırabiliyor bu kız.
-Öyle umuyorum.
-Ama ben anlattıkça daha kötü oluyor… o geceler… uyku bile uyuyamıyorum.
-İyi ya, istenen de bu zaten. O şeytan çıkarken ortalığı biraz karıştırıyor. Biraz yıkıp dökerek, içimize hançer sokarak çıkıyor dışarı ama şeytanın içimizden çıkarken yaptığı hasar o kadar da önemli değil, çabuk iyileşir. Yeter ki saklandığı yerden çıkıp gitsin.
… ..
-Freud insanların otoriteye, özellikle de yıkıcı otoriteye bağımlı olduklarına inanırdı.Genellikle en güçlü arzumuz, arzularımızı bizim yerimize kontrol edecek, onları durduracak bir figür bulmaktır. Bu yüzden hükmedilmek, otoriteye boyum eğmek isteriz derdi. Freud kalabalık insan gruplarını tehlikeli bulurdu. Hem yasaklayıcı, hem de izin verici birinin lider rolünü üstlenmesiyle birlikte kalabalıkların ölümcül tehlikeler yaratabileceğine inanırdı. Tam da o dönemde  Freud’un  düşüncelerine çok uyan, dünyaya tavizsiz bakan ve net bir programa sahip bir politikacı çıkmıştı. Hitler nelerden nefret ettiğini çok iyi biliyordu. Yahudilerden, Versailles Anlaşması’ndan ve Marxistlerden… Ne istediğini de biliyordu; Alman halkının birleşmesi, güçlü bir ordu, devlete mutlak bir adanmışlık ve güçlü bir imparatorluk. Almanya’nın güçlenmesi için halkın büyük b ir lider araması ve onda kendi iradesinin yüce ifadesini görmesi gerektiğini söylüyordu. Bu lider kendisiydi ve onu oraya getiren de ilahi bir güçtü. Hitler’in halkla ilişkisini neredeyse mistik bir ilişki olarak değerlendirebiliriz çünkü halk onda iradelerinin somutlaşmış halini görüyor, en büyük hayallerinin temsilcisi olarak görüyordu. Halka göre Hitler her zaman doğrunun ne olduğunu biliyor ve bunu da mutlak bir öz güvenle  söylüyordu.
-… .. Düşünüyorum da… özellikle benim gibi insanlar … böyle bir ortamda çok rahat ederlermiş.
-Neden özellikle senin gibiler?
-Düşünsenize… yalnızlık gibi korkunç bir gerçeği bile ortadan kaldırıyor adam. … Führer var… başımızda bize sahip çıkan… yerine göre seven... yerine göre döven … ama bizi her türlü kötülükten de korumaya hazır …..  bir adam var… Kendi içinde bile rahat … ve huzurlusun… … İstesen de yanlış yapamazsın… Führer buna izin vermez…
… ..
-Freud’la Hitler’in belki de en önemli benzerliği ikisinin de köpeklere olan derin sevgisydi. Her ikisi de mutlaka bir köpek besler, onları çok sever ve çevrelerine sık sık köpeklerini anlatırlarmış. Hitler, Tanrı’nın kendisini Almanya’nın yeniden doğuşuna önderlik etsin diye seçtiğini söyleyerek övünüp duruyordu. Feud ise gerçekleşen korkunç olayların olacağını önceden tahmin etmekten karanlık ve sessiz bir haz alıyordu. “Faşizm” diyordu, “kendinden ve tüm yaptıklarından tamamen emin  görünen buyurgan ve karizmatik bir liderin cazibesiyle başlar.Hitler özel hayatında ne kadar eksantrik, değişken ve tuhaf görünse de kalabalıkların karşısında rolünü mükemmel oynuyordu. Nihayet bütün enerjileri tek bir yöne akan gerçek bir erkek, gerçek bir güç çıkmıştı. Ancak Freud için asıl mesele mutlak liderin tam olarak neden insanlar için bu kadar önemli ve gerekli olduğu sorusuydu. Neden Hitler gibi bir figüre öylesine saygı gösterilmişti. Hitler artık neredeyse kendini İsa’ya benzetmeye başlamıştı. … ..
-Acaba bunları gerçekten inanarak mı söylüyordu… yoksa kürsüde … profesyonel bir oyuncu gibi mi davranıyordu?

-Ben söylediği her şeye inandığını düşünüyorum. O günlerden 
kalan filmler de bu düşüncemi destekliyor. Zaten o kendine inanmasa bu kadar büyük bir kitleyi arkasından sürükleyemezdi. Belki de o ara kendini gerçekten peygamber sanıyordu. Ferud onu çözebilmek için çok  uğraştı. ”İnsanlar bütünsel varlıklar değildir,” der Freud. Parçalara bölünmüştür ve bu parçalar genellikle birbirleriyle çatışma halindedir. Bilinçaltını üç bölümde inceler. En altta yer alan bölüme İD der. İD arzuların toplandığı yerdir. Şımarık, henüz çok küçük, sürekli tutturan bir çocuk gibidir. İstekleri hiç bitmez. En üstte yer alan SÜPEREGO ise bu arzulara genellikle hep karşı çıkar ve onu cezalandırır.  Çünkü bu bölüm bizler büyüdükçe, içinde yaşadığımız toplum uygarlaştıkça, yasalar yürürlüğe girdikçe, din kabul gördükçe bize sürekli neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyler. Eli sopalı bir anne babaya benzer SÜPEREGO. Her şeye kızar senin anlayacağın.

… ..

Ben ya da EGO ise ikisi arasında sıkışır kalır. Bir yandan insanın bitmek tükenmek bilmeyen arzuları, bir yandan ona sürekli “dur” diyen, sadece yaptıkları düşündükleri için bile onu cezalandıran vicdanı arasında ne yapacağını şaşırır. Asıl işi bu ikisini uzlaştırabilmek ve huzura kavuşturabilmektir. Ama bunu yapmak bizler için o kadar kolay değildir.

-Ceza derken… neyi kastediyorsunuz?

… ..

-… .. iç barışı sağlamak hepimiz için zordur.çünkü ben dediğimiz EGO üç efendiye birden borcu olanzavallının tekidir.

… ..

-Dünyaya insan olarak gelmek, güzel olduğu kadar da zor bir şey. Temelde hepimiz şu veya bu nedenle aynı çatışmaları yaşıyoruz. Onun için hiçbir zaman “Tam” olamıyoruz.Yarımız… Bir tarafımız yazken öbür yanımız kış. İki tarafta birden baharı bulabilmek kolay olmuyor. Alkol, uyuşturucu gibi sarhoş eden maddeler genellikle vicdanımızı daha ılımlı, hükümlerinde daha az sert ve katlanılabilir hele getirir. O yüzden özellikle iç dünyasında bu dengeyi kurmakta zorlanan insanlar bu maddelere yönelirler.

… ..

.. .. Aslında hepimiz yarımız. Arada bir duygu azalıp çoğalıyor, o kadar. Mutlu insan hep mutlu değildir. Mutluluk arada bir bizi yoklayıp geçen bir duygudur ama bazıları neredeyse hiç tatmaz bu duyguyu.

… ..

-Freud kalabalıkların Hitler gibi bir liderle kurdukları ilişkiyi erotik bir ilişki olarak algılıyordu. Hitler de zaten konuşmalarında kitleleriyle seviştiğini söylerdi. Lider, Freud’un tabiriyle kitleleri hipnotize eder ve insanlar neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, böyle bir liderden kolayca öğrenir. Kafası karışmaz, bunun için uzun uzun düşünmesi, iç sesini arayıp bulması gerekmez. Böylecekişi içdünyasında kendini son derece rahat ve huzurlu hisseder çünkü inandığı lider ona yapması gereken doğruları söylemiş, o da yapmıştır. Sorumluluk kendisine ait değildir.

… ..

-Tanrı gibi mi?

… ..

-… .. Evet, Tanrı gibi…

Böylece o kalabalıkta yer alan herkes kendini önemli olayların altına imza atan biri gibi hisseder. Bu da güç demektir ve insanın bu konudaki arzuları da tatmin edilmiş olur.

… ..

-… .. Bu ilişkinin bir başka özelliği de, insanlar arasındaki farklılıkları kaldırıyor olmasıdır. Yani kalabalıklarda  bu yolla lider, tam bir eşitlik sağlar. O devrin Avusturya’sına geri dönecek olursak, Hitler’in önderliğinde insanlar hep birlikte Yahudileri suçluyor ve yine hep birlikte büyük bir imparatorluk  hayali kuruyorlardı. Düşünsene, böylece insanların hayallerini birleştiriyor Hitler!



*Hayata Dön &  Gülseren Budayıcıoğlu
Birinci basım 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder