18 Ağustos 2020 Salı

günahın üç rengi*

 Hepimiz hayatın içinde bir şekilde yaralanıyoruz. Özellikle bizi dünyaya getiren yakınlarımızdan alıyoruz bu yaraları. Anne babalarımız genellikle bilmeden, bir yandan bilinç dışımızı özene bezene doldururken, bir yandan da kaderimizi çizdiklerini fark etmiyorlar. İnsanın karanlık ve kuytu delhizlerinde saklanan hayatın kirinin, pasının, tozunun yansıması herkeste aynı değildir.

Daha her birimiz küçücükken doldurulan bu delhizlerde başlıyor kaderimiz yazılmaya. Bu karanlık yumağın içindeki acımasızlığı, korkuyu, bencilliği, kıskançlığı, hırsı, öfkeyi, saldırganlık duygusunu ve doymak bilmeyen cinsel istekleri fark etmek, dayanabileceğimizin çok üzerinde bir rahatsızlık hissi verir bizlere. İşin en acıklı yanı ise, bu yumağın şekillenmesinde em büyük rolün, yine en yakınlarımızla olan ilişkilerimizden  kaynaklanıyor olmasıdır.

Hastalarımı dinlerken ne zaman, nerede ve kimler tarafından yaralandıklarını gördükçe her zaman içim sızlar. Yaralayanlar ise genellikle yaraları en derin olanlardır. Bu zincir eğer bir yerlerinden kırılmazsa kuşaklar boyu sürüp gider. Çocuk yetiştirirken  bunları unutmayalım. Unutmayalım ki, çocuklarımızın kaderi güzel olsun.

… ..

Benim hastalarımın çoğu hanımdır. Eğer bir erkek kalkıp psikiyatriye geliyorsa, mutlaka çok önemli bir nedeni vardır. Kadınlar kadar kendilerine ilgi göstermez erkekler. Çok zorda kalmadıkça gelmezler. … ..

 … .. Çok ilginç şeyler anlatıyor Şevket Bey. Umduğumdan çok farklı, çok derin sorunlar bunlar. Yıllardır çok şey dinledim insanlardan. Hiçbiri, diğerine benzemedi. Ve yıllar sonra işte böyle, yine şaşkın, yine merakla dinliyorum hastalarımı. Ve diyorum ki içimden, “hayat hiç de göründüğü gibi düz ve basit değil.Bu senaryoyu yazan, bizden çok önde. … ..

Herkesin düşünceleri, buna bağlı oluşan duyguları, kendi dünyasını oluşturur. Yani iç dünyalar benzersizdir, tektir, bir takım benzerlikler gösterse de başkalarına yabancıdır. Hepimiz kendi dünyalarımızın hapishanesinde, vazgeçemediğimiz düşünce ve duygularımızla adeta tutsaklığımızı yaşarız. Arzularımız, beklentilerimiz, korkularımız ve düşünce tarzımızdan kaynaklanan ıstıraplar kol gezer bu hapishanede. Halbuki dünya, kokladığımız şeylerden ibaret değil. Yani bütün bu dış dünyayı oluşturan ögelerin dışında bir de iç dünya dediğimiz ruhsal dünyamız var. Düşüncelerimizle, duygularımızla, algılarımızla, yorumlarımızla, heyecanlarımızla, aşklarımızla renklendiririz bu eşsiz dünyalarımızı. Dolayısıyla herkesin dünyasının  farklı ve eşsiz bir rengi vardır. İnsanların dertlerini, üzüntülerini, birbirinden çok farklı sorunlarını paylaşırken, yeni dünyalar keşfetmek, ayni bu paylaşım, bu katılım, bu armoni, bir başkasını anlamak, onu yaşatmak gibi olağanüstü bir duygu yaratır insanda. Bu da yaşamanın en gerçekçi tariflerinden biri değil midir?

… ..    Acının ilacı sevgidir, dostluktur.

 

 


*günahın üç rengi & Gülseren Budayıcıoğlu

Birinci basım 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder