3 Şubat 2024 Cumartesi

O.K. Musti, Türkiye Tamamdır*


 

Oydan kelgen on börim,

Kırdan kelgen kırk börim

Kırk börinin işinde, 

Könek batkı kökbörim.


(*)”Ovadan gelen kırk kurdum,

Kırdan gelen kırk kurdum,

Kırk kurdun içinde,

Kova başlı bozkurdum


Kazak oynaması, 1944

… .. 

“Babası, Selahattin’in gönlünde annesine yenikti. Hele de askeri okula gidince onun hakkında ne anlatacak bir anısı, ne de kişiliğini değerlendirebilecek verileri olduğunu keşfetti. Müzmin bir muhalif miydi, bahtsız bir yurtsever mi, karar veremiyordu. Oysa adamcağız, gencecik dedesini Sarıkamış’ta Enver Paşa’ya, babasını Batum’da Halife’ye sırt çevirenlere şehit vermiş, “Ailemde tek bir dul yoktur ki, kocası yatağında ölmüş olsun,” diyen birkaç kuşaklık bir yetimdi.

“Babasından bahsedilmesinin asıl nedeninin, dindar bir kasaba esnafıyla bir askeri okul öğrencisinin dünya görüşlerinin kaçınılmaz farklılaşması olduğunu sanmıyorum. Alaattin Efendi, beş vakit  namazını hiç kaçırmazmış, Kayseri'de Kuranların toplatıldığı haberi Erzincan’da yayıldığında, Cumhuriyet’e de, Meclis’e de alenen sövmüş. Ancak , Kemal Paşa hayatta olsaydı, bunu yazmazdı’da dermiş. Partililer, Kuran’ın değil, eski yazılı vesaikin toplatıldığını iddia ederlermiş; ‘Ne yapsın hükümet? Eski yazı toplatılsın ki, yeni yazı hızlansın.’ Deyin ki, öyle’ dermiş Selahattin’in babası, ‘Kuran’dan başka eski yazı

var mı ki evlerde?’

Kuranların toplatıldığına Selahattin de inanmazdı. O malûm cümleye, ‘Milletin mukaddesleri ile oynamaya kimse cüret edemez,’ cümlesine aboneydi. Mamafih, yine de bir açık kapı bırakırdı. ‘Toplatılmışsa, yobazların Kuranları toplatılmıştır. Belki de muskaları toplatmışlardır. İrticayı hortlatmaya çalışanlar vardı. Hükümet elbette tedbir alacaktı.”

… ..

Çocuklar için askeri okul kurtuluştu. Aşçı’nın üniformaya duyduğu saygı sonsuzdu. Üniformalıdan gelen her şeye, özbeöz oğulları olsa bile katlanırdı. Erzincan Askeri Lisesi’ne önce ağabeyi Sedat, sonra da kendisi kaydoldular.

“Tevekkülü evde öğrendi Selahattin,” demişti Günay, “gururu askeriyede.”


1944’ün öteki önemli olayı Kasım’daydı.

Asya’da, Tanrı Dağları’nın eteklerinde yaşayan Kulca Kazakları ayaklandılar. Doğu Türkistan Cumhuriyeti Hükümeti’ni kurdular. Alihan Töre, Cumhurbaşkanı oldu ve “Bağımsız Doğu Türkiştan Hükümeti’nin Başkanı sıfatıyla ve ay yıldızlı armasıyla doğrudan doğruya Çin Hükümetine istiklal savaşı ilan etti”.

… ..

… .. 

Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi ile Alma Ata arasında,Targabatay, Altay ve Tanrı Dağları ile çevrili bölgede yaşayan bu insanlar, uranyum yatakları üzerinde hayvan otlatacak kadar “çağdışı”ydılar.

“Safiyetlerinin bedelini 1899’dan başlayarak, sırasıyla bir Rusların bir Çinlilerin saldırılarına uğrayarak ödediler. ‘Soykırım’ kelimesi gündeme hiç gelmedi. Çünkü, bir, bu bölge Batılıların meselesi değildi; ikincisi, Kazaklar, her şeye karşın, çarpışmadan boyun eğecek adamlar değillerdi. Ne ki, birkaç ay sonra bağımsızlıklarını yitirdiklerinde bir milyon Kazak’tan ancak birkaç yüz bini hayattaydı.”

… ..

Hindistan hükümetinin kendi halkına bakacak hali yoktu ki, Kulca Kazaklarıyla uğraşsın! Perişan paryaları içeri almadı. Yıllarca iki ateş arasında kaldılar. Neden sonra buyur edildiklerinde, iki yüz bin nüfuslu oba birkaç bine inmişti.

Türkiye’nin de Hindistan’dan kalır yanı yoktu. Hatırlarsın, bu yıllarda ’Bizim, Kıbrıs’ diye bir problemimiz yoktur’da demiştik. Kazaklara da aynı şeyi yaptık. Kendi derdimizin kendimize yettiğini lisanı münasiple duyurduk. Başımızı öte yana, Batı’ya, çevirdik! O birkaç bin Kazak da dünyanın orasına burasına savruldu! Ta ki, yine Batı’dan birisi, bir Amerikalı misyoner, devreye girip bir avuç mülteciyi de Türkiye’nin kabul etmesinde ısrarlı oluncaya kadar! Ancak o zaman lütfettik de, aldık. Bir avuç Kazak’ın da Türkiye’ye serpilmesine izin çıktı.

… ..

‘Sen’, dedi Abdülmuttalip, ‘Rus’a benziyorsun.’

Bu, bir askeri okul öğrencisine, hele de o yıllarda, söylenecek söz değildi!

Selahattin ayağa kalktı, Karşısında dikilen kısacık çocuğu tepeden aşağı süzdü. Yumruklarını sıktı ama üniformalıydı. Kendisine hatırlattı, gevşedi.

‘Sende Çinli’ye benziyorsun,’ dedi.

Sarı ırktan olmakla suçlanmak da bir o kadar kötü olsa gerekti. Ne ki kanından emindi Abdulmuttalip,...  …

… ..

.. .. Annesini hatırladı. Onu ve Türkiye kadınlarını “pasif kılan şeyin Arap İslamiyeti” olduğuna ilişkin iddiaların doğru olabileceğini düşündü. Baksana, eskiden bizim kadınlarımız erkek gibiymiş!

“Neydi o akşamki türkü?”

“Hangisi?”

“Dombirayla çalınan?”

“Tanacakın bolanda

Ay kemale dolanda

Töseginin basınan

Castığının astınan

Kıdır gelip darıay.

Bul üydin iyesi

Ming cılkılı

Barlalarının mingeni

Cora-cora tay olsın

Caoralatıp kelgende

Könileri cay olsun


(*)Tan vakti yaklaştığında

Ay kemale doğduğunda

Döşeğinin başından

Yastığının altından

Hızır gelip kutsasın

B üüüyün sahibi

Bin atlı bey olsun

Çocuklarının bindiği

Rahvan-rahvan geldiğinde

Gönülleri şen olsun.


“Bir tane daha vardı?”


“Yençi dağlarını yitirdik

Kadınlarımız güzelliğini elimizden aldılar

Sılan dağlarını yitirdik

Hayvanlarımızı besleyemez olduk.


“Selahattin de benim gibi, ‘Mezar taşlarını, koyun mu sandın?’ diye başlamış olmalı,” dedi Günay.

“Çok yer kaybettik biz, çok!” diye içini çekmiş, “Atatürk olmasaydı,” diye Vagit’i işaret etmiş,

“Atatürk olmasaydı, bu bile kalmazdı!”

Abdülmuttalip, hiç etkilenmemiş, gözleri dağlarda, öylece dikilmiş durmuştu.

Selahattin, üstelemiş olmalı,

“Değil mi?”

… ..

Selahattin’i saran hüzün, Abdülmuttatip’e de bulaştı,

“Türk’ün dostu yoktr.”

“Yoktur.”

“Çok var mıyız? Memlekette, Orta Asya’da?”

“Varız ya. Sizden, Oğuzlardan var. Kireyler var. Kıpçaklar var. Kırgızlar vae. Daha bir sürü boy var işte. Dünyanın en büyük milleti biziz elhamdülillah.”

… ..

… .. 

… .. İbrahim Hakkı … .. 

… .. Ona çekicigelen, Hazret’in kadınlarla olan ilişkisiydi ama açıkça destekleyebilmiş olmasının nedeni efeenedinin bilime olan düşküğnlüğüdür. İbrahim Hakkı’nın Mesih Bey’in -sonradan bir kitap yazdı, oradan biliyorum- ‘esercik’ dediği, astronomi kitapları var. Çok da hoş bir âdeti var, eserlerini de amca oğluna hediye etmiş. İşte birisinde, mevsimleri, ayları, günleri kısayıp uzayıp kısalmasını, bütün bunların nasıl ve neden olduğunu anlatıyor. Ayın hilâl  vedolunay hallerini , efendim, ışığını güneşten güneşten aldığını anlatıyor. Takımyıldızları anlatıyor. Bir başka esercikte, gezegenleri anlatıyor. Takımyıldızları anlatıyor, ay yılını güneş yılına çevirmeyi öğretiyor. Ve manzum yazıyor.

Şimdi, Selahattin’in her şeye rağmen bizim kuşağımızın insanı olduğunu unutma. Bizim kuşağımıza, Osmanlı'nın bilimsel takıldığını rüyasında görse, hayra yormamak belletilmiştir. Hele de Allah’ın Erzurum’unda, Allah’ın bir hacısı bu meselelere kafa yormuş, yazmış olsun, inanılır gibi değildir! Selahattin’i heyecanlandıran, İbrahim Hakkı Efendi’nin bu tarafı oldu. Derken, Marifetname’nin zannettiği gibi bir tür İslâm ilmihali değil, madenlerden bitkilere, hayvanlardan , oradan insan anatomisine, elemanlara, bunlardaki değişime,oradan aritmetik, geometri ve coğrafyaya kadar bir yığın ’bilimsel konu içeren bi fen kitabı olduğunu keşfetti.

Şimdi, sıkı dur: İbrahim Hakkı Efendi, evrim teorisini Darwin’den önce, evet tam yüz yıl öncekuran adam!

Marifetname’nin yazılışı 1757, Darwin’in ki 1859!

Al sana bir komplo teorisi: Darwin, Cambridge’i bitirdiği sene , beş yıl süren bir dünya seyahatine çıkar Beagle adlı gemiyle. İbrahim Hakkı’nın kitabının 1836’da tekrar basıldığını biliyoruz. Eee? Olamaz mı?”

“İnşallah bunu Selahattin’e söylememişsindir!” 

“Söyledim tabii!  dedi, Günay, muzip muzip, “Böyle bir şey, Ülkücülere söylenmez de kime söylenir? Böylesi bir duyuma onlardan başka kim sahip çıkar? Evrim kuramını Darwin’den önce bir Türk’!ün kurduğuna senin takım ihtimal olsun verir mi? Öldür Allah, verir mi?”

“Yani” dedim ama haksız değildi.

“Hazret, apaçık söylüyor: ‘İzdivaç ve imtizac-ı anasırdan medeniyet hasıl olup andan hayvanat vücuda gelmiştir ve hayvan kemalini buldukta insan zahir olmuştur.’ Yani, hayvalar elemanların birleşme ve kaynaşmasından meydana gelmiş, hayvanlar olgunlaştıkları zaman da insanlar ortaya çıkmışlardır.”

BUnunla da bitmiyor. Başlangıç, balçık çamurdur, diyor, sonra bundan taşın çeşitli aşamalarına geçilmiş, oradan da demir, bakır, kalay, gümüş ve altın gibi madenlere varılmıştır. Lal, yakut, ve zümrüt aşamalarından sonra gelen mercandan bitkiler hayata gelir, oradan da tohumsuz, sonra da tohumlu bitkiler mertebesine ulaşılır. Tohumlu bitkilerin bir sonraki aşaması ağaçlarve hurmadır. Hayvan aşamasına, hurma aşamasına varılır. “Ta fiil ve surette insan müşabih olan nesnas ve maymun mertebesin bulmuştur. Ve ol mertebeden dahi urucedip suret-i insana gelmiştir.’ Canlılar tekamül edegelirler, ta ki fiilde ve görünüşte insana benzeyen insanımsıyla ve maymuna gelinceye kadar. Bu aşamadan kalkarak suret-i insan meydana getirirler!”

Müthiş değil mi?

İbrahim Hakkı, bununla da kalmamış, dünyanın ve gökteki tüm varlıkların kesin olarak küre şeklinde olduğunun kanul edilmesi gerektiğini de yazmıştı.

“Rasyonel otorite, akılcı otorite ne kadar öenmli!” dedi Günay, kendi kendisine konuşur gibi.

“1750’lerin Erzurum’u! Sanırsın ki, millet ‘şeriata uymaz!’ diye ayağa kalkacak. Kalkmıyorlar, çünkü İbrahim Hakkı, bir otoriteyi, İmam Gazali’yi öne sürüyor. Gazali’nin ‘Filozofların Tutarsızlığı’ isimli kitabı var, ‘Tehafüt el-Felasife’. Ben deki DR. Karlıdağa’nın çevirisi, oradan biliyorum. İlk sayfadaki sunuş yazısı bir alıntı ile başlar: ‘Şeriata, şeriat yolunun dışında bir yolla yardım etmek isteyen kimsenin zararı, şeriata şeriat yoluyla darbe vurmak isteybn kişinin zararından daha çoktur. Yani, örneğin, astronomlar, dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtladıkları halde, bu bulguya şeriata uygun değildir diye karşı çıkmak ‘gerekli ve mümkün’ değildir. Bilimsel verileri reddeden şeriat olmaz. Evrenin Tanrı tarafından yaratıldığı kabul edildikten sonra dünya ister küre olsun, ister düz, farketmez ve dine zarar vermez.”

Gazali , “At tutulması, yeryüzünün Güneş ile Ay arasına girmesiyle ayın ışığının yok olmasından ibarettir,“ diye yazmıştı, “Çünkü Ay ışığını güneşten alır. Yeryüzü biçimindedir. Gök, onu her yandan çevreleyerek kuşatır. Ay, Dünya’nın gölgesine düşünce Güneşin ışığı ondan kesilir… Bu konuları iptal etmek için tartışmaya girmenin dini vecibe olduğunu zanneden kimse, dine karşı suç işlemiş olur. Zira bu hususlar hesabi ve geometrik kanıtlara dayanmaktadır ve o konuda şüphe yoktur. Bu konulara muttali olup delillerini  araştıran , Ay’ın ve Güneş tutulmasının vakitlerini, miktarlarını haber veren kimseye, bu şeriata aykırıdır dense, o kimse bu konuda şüpheye düşmez aksine şeriat konusunda şüpheye düşer. Şeriata  şeriat yolunun dışında yardım etmek isteyen kimsenin zararı, şeriata şeriat yoluyla darbe vurmak isteyen kişinin zararından daha çoktur.”

Tahmin edeceğiniz gibi, Rodoplu, El Gazali’nin 1058-1111 yılları arasında yaşadığına işaret etmeden duramadı’

“Buna karşın, garibim Galilei’nin engizisyon mahkemesinde yargılandığı yıl 1633’tür. Oysa, Marifetname, Erzurum müftüsünün topladığı mollalar kurulu tarafından ‘şeri şerife’ uymayan bir tarafı olmadığı gerekçesiyle aklanmıştı. Dahası, İbrahim Hakkı’nın ders vermesi istendi, hatta şart koşuldu! İşte böyle canım! Şekilde görüldüğü gibi, eppur si muove! (*Her şeye rağmen dönüyor!) 

Selahattin’den uzaklaşma pahasına da olsa, bu ‘rasyonel otorite’ meselesini hatırlatmakta  yarar var. Rodoplu, rasyonel otoriteyi, zaman içinde kendisini yok eden diye tanımlardı; öğretmenin öğrencisinin, ustanın çırağının üzerindeki otorite, boynuz kulağı geçtiği zaman ortadan kalkan otorite. … ..

… ..

Hareketi aydınlar başlatmıştı,

“Ve aydınların her yerde her zaman yaptıkları gibi, onlar da önce dile ve edebiyata el attılar. Gerekçeler de aynıydı: Resmi yazışmalarda Almanca kullanılıyordu, seçkinler Almanca’yı tercih ediyorlardı, edebiyatçılar Almanca’yı ediyorlardı, Çekçe, köylülerin dili olmaya itilmişti, yok oluyordu.” … ..

… ..

Kür Şad ve Kırk Arkadaşı


Gözsüz at koşturdum, gönül tat almadı,

Her şeyden vaz geçtim

Yalnız tek savaşlık ışık ver!

Gök Börü’nün duası

Bozkurtların Ölümü”, 1946


… ..

… .. 

Şimdi ekonomi dediğin emirle yönetilir mi? Yönetilmez. Hele de 1930 krizi ki, içinden ABD çıkamıyor! Drahmi düştükçe düşüyor, millet aç! Venizelos, rezil-ü rüsva oldu. Huyu da bozuldu. Giritli olduğunu unuttu, kardeş Kıbrıs adasındaki milliyetçilik mücadelesini desteklemedi. Türklerle İnönü görüştü, Yunan onuru’nu ayaklar altına aldı. Makedonya’dan vazgeçebilirmiş gibi, gitti Yugoslavlarla barıştı!

Neticeyi kelam, ‘32’ye kadar durdu duramadı, hadi gene komünist Papaanastasiyu! Üç ay sonra tekrar Venizelos. Yine olmadı, , hadi Tsaldari. Hadi tekrar Venizelos ve bir suikast daha! Yaralandı. Uslanmaz Albay Patrias’tan ‘bir darbe’ daha ve General Kondilis’e muhteşem geri dönüş!

Kondilis, 1935 Mart’ında geldi, Ekim’inde Cumhuriyet yönetiminin lâfzın ı da ortadan kaldırdı! Sen sağ ben selâmet! Kralı geri çağırdılar. Hadi gene Venizelos Paris’e! Bu defa kesin ve son iltica! Ve Böyyük Giritliyi gıyaben idama mahkûm ettiler!

… ..

… ..

Beterin beteri vardır derler ya, doğrudur. Kral II. Georgios’tan daha beteri, onun 1947 Nİsan’ında ölümü üzerine tahta çıkan kardeşli Paulos’tu. Venizelos’un Paulos’u! Şimdi, bu Paulos da Kayzerr Wilhelm’in büyük kızı, Brunswick Prensesi Frederika ile evliydi ve Frederika iflah olmaz bir faşistti! O kadar ki kadın, Hitler Gençliği denilen örgütlenmenin liderlerinden birisiydi! İkinci Dünya Savaşı süresince Ankara üzerinde Alman istihbarat servisleri hesabına çalıştı. Şimdi, bakma yok Konstantinos, yok Georgios filan diyoruz ama bu hanedan zaten Yunan değil, Danimarka asıllıdır ve ülkenin pusulasını her zaman Batı Avrupa’ya yöneltirler. Paulos zaten silik  bir adamdı. Buna bir de Frederika’nın faşist sultası eklenince, o korkunç ‘Terminus Harekât’ başladı.

… ..

Batı Trakya Türk Devleti bu sıralarda, Osmanlılar Edirne dahil bütün Rumeli’yi , Midye-Enez hattı Bulgaristan’a bırakmaya hazırlanırken kuruluyor.

1913, Ortaköy, Kırcali, Dedeağaç, Gümilcine sancağı, Karasu Nehri ‘ne kadarki bölge, ‘Garbi Trakya Hükümeti Mavakkatesi’. Gümilcine Belediye Başkanı Arifzade, Devlet Başkanı, Trakya Genelkurmay Başkanı İttihatçı Süleyman Askeri Efendi, Hükümet Başkanı oldu.Bizimkiler, o dönemde, İttihatçılarla birlikte hareket ettiler, çünkü ‘kurda kuşa teslim eden’ sultanları sevmezlerdi.

… ..

Daha, başta Namık Kemal, Mithat Paşa olmak üzere Yeni Osmanlılar, sonra da İttihatçıların çoğu, sonra da İttihatçıların çoğu, Talat Paşa, Rıza Tevfik, Kâzım Karabekir, hatta Mustafa Kemal, Bektaşi’ydiler. Batı Trakya Devleti Hükümeti’nin başkanlığını deruhte eden Kuvvayı Milliye kumandanı bu Süleyman Askeri Efendi de öyle. Rahmetli, İmparatorluğu kurtarmak için cepheleri dört dönüp çarpışanlardandı. Nitekim, Batı Trakya Geçici Hükümeti’nin Başkanlığını yaptıktan üç yıl sonra, 1915’te, Irak cephesindeydi. Öyle onurlu bir adamdı ki, komuta ettiği kuvvetler, Şuaybe civarındaki Bercissiye ormanlarının orada, İngilizilerin karşısında bozguna uğradığında intihar etti. Senin Şükrü Amca’nın Kut-ül Amare’de çarpıştığı İngilizler, aynı kıtalardır. Şuaybe’den sonra Kut’a yürüdüler.”

… ..

… .. Bir devrimci olarak beni özellikle ilgilendiren, Ahmet İhsan,’nın, âdemimerkeziyetçiliği savunmuş belediyeler, meslek odaları, kooperatifler gibi sivil toplum kuruluşlarını güçlendirmeye çalışmış olmasından çok, hazretin bu anlayışa meteryalist Batı düşüncesinden değil, İslâmi yoldan varmış olmasıdır.

… ..







s.16

*O.K. Musti, Türkiye Tamamdır  & Alev Alatlı

Alfa Yayınları

Birinci Basım: Kasım 1994




*Kazaklar (Slav) - Vikipedi (wikipedia.org)

*Kazaklar,[1] (farklı dillere göre Kozak, Kosak, Cossack, Kossak, Kazak, Rus Kazakları olarak da adlandırılırlar) Ukrayna ve Güney Rusya yerli halklarının karışımı ile 15. yüzyıl dolaylarında Dinyeper ve Don nehirleri civarında ortaya çıkan etnik topluluk. Kazaklar, bugünkü Kazakistan'da yaşayan ve Türkî kökenli olan Kazaklar'la karıştırılmamalıdır. Kazak sözcüğü Eski Türkçede maceracı-özgür insan anlamındadır.

Tolstoy'un aynı adlı eserine de konu olan Kazaklar Rus ordularında özellikle sınır bölgelerin korunması gibi görevlerde kullanılmışlardır. Rusların Orta Asya ve Sibirya'yı ele geçirmelerinde bu savaşçı topluluğun payı çok büyüktür.




*Doğu Türkistan Cumhuriyeti - Vikipedi (wikipedia.org)

*Doğu Türkistan Cumhuriyeti (Uygurca: شەرقىي تۈركىستان جۇمھۇرىيىتى Sherqiy Türkistan Jumhuriyiti, Basitleştirilmiş Çince: 东突厥斯坦共和国; Geleneksel Çince: 東突厥斯坦共和國; pinyin: Dōng Tūjuésītǎn Gònghéguó), bugünkü Çin Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin kuzey kesminde Gulca (Çince: 伊寧)'da 12 Kasım 1944'te Sovyetler Birliği siyasi müdahalesi ve Kızıl Ordu'nun askerî desteğiyle kurulan, 20 Ekim 1949'da Çin Komünist Partisi'ne itaat eden ve Aralık 1949'de Çin Halk Kurtuluş Ordusu'nun bölgeye konuşlandırılmasıyla Çin'e ilhak edilen cumhuriyet.

Dönemin Çin Cumhuriyeti'ne karşı bir "isyan"' olarak algılayan Çin Milliyetçi Partisi (Kuomintang)'nin literatüründe "isyan"ın ilk meydana geldiği Gulca'nın Çince adından Yining Hâdisesi (伊宁事变/伊寧事變 yīníng shìbiàn) olarak, olaya olumlu yaklaşan Çin Komünist Partisi'nin literatüründe ise İli, Tarbagatay ve Altay olmak üzere üç bölgede varlığını sürdürdüğü için Üç Vilayet İnkılabı (Uygurca: ئۈچ ۋىلايەت ئىنقىلابى Üch Wilayet Inqilabi, Basitleştirilmiş Çince: 三区革命; Geleneksel Çince: 三區革命; pinyin: Sānqū Gémìng) olarak adlandırılmıştır.

Tarih

Cumhuriyetin kuruluşu:

6 Eylül 1944'te binlerce SSCB'li Kazaklar isyanı çıkarmış ve 8 Ekim 1944'te Nilka (尼勒克)'yı işgal etmiştir. 12 Kasım 1944 (Çin kaynaklarına göre 7 Kasım: Ekim Devrimi kutlama günü) tarihinde isyancılar İli bölgesini (bugünkü İli Kazak Özerk İli 伊犁哈薩克自治州) işgal etmiştir. 1945'te SSCB destekli Kazak birlikleri Altay (阿勒泰) ve Tarbagatay (塔城) bölgelerini işgal etmiş ve İli bölgesindeki Doğu Türkistan Cumhuriyetine iştirak etmiştir.

Abdülkerim Abbasov gibi SSCB yanlısı Uygur aydınları isyanın önderleri arasındaydı ve bu cumhuriyete sadece Uygurlar değil Doğu Türkistan'da ikamet eden bütün Türk-müslümanı çatısı altına toplamayı amaçlıyordu.

Devlet başkanı Alihan Töre Saghuniy (Uygurca: Elihan Tore Shakirjan Khoja ogli, Çince: 艾力汗 吐烈 àilì hàn tǔliè) ve başkan yardımcısı Gulca'lı Akimbeg Hoca ve Burhan Şehidi (Uygurca: بۇرھان شەھىدى، Çince:包爾漢 bāoěr hàn) getirilmiştir. Ancak SSCB vatandaşlığına sahip olan çekirdek kadroları tarafından yönetiliyordu ve bir müddet sonra Ahmetcan Kasımi (Uygurca: Ehmetjan Qasimi; 阿合买提江 哈斯木 pinyin:āhémǎidījiāng hāsīmù) egemenliğine sahip olmuştur.

Urumçi'ye ilerleme:

Yeni oluşturan Doğu Türkistan Cumhuriyeti ordusu (İli Millî Ordusu: yaklaşık 25.000 nefer) ve Osman Batur komutasındaki Kazak Kerei boyuna bağlı (yaklaşık 20.000 atlı), Eylül 1945'te Urumçi'ye doğru ilerlemeye başlamış ve Manas Nehri'nin kıyılarında Kuomintang ordusu ile karşı karşıya gelmiştir.

Bu durumda Kuomintang Şincan Eyaleti Hükûmeti, SSCB'ye başvurarak aracı olmasını istemiştir. SSCB savaş yanlısı Alihan Töre'yi SSCB'e kaçırmış ve böylece bir çatışma patlak vermemiştir.

Sincan Eyalet Birleşik Hükûmeti:

1946'de SSCB'nin isteğiyle Doğu Türkistan Cumhuriyeti ile Kuomintan Şincan Eyalet Hükûmeti birleştirilerek Şincan Eyalet Birleşik Hükûmeti (新疆省連合政府 xīnjiāng shěng liánhé zhèngfǔ) kurulmuştur. Başkanlığına Zhang Zhizhong (張治中 zhāng zhìzhōng), Ahmetcan Kasımi ise başkan yardımcısı olmuştur. Fakat bir yıl sonra Birleşik Hükûmeti bölünmüş ve Ahmetcan Kasımi ve yandaşları Üç bölgeye geri dönerek tekrar Kuomintang'ın kontrolünden çıkmıştır.


Çin Halk Cumhuriyetine ilhak

1949'de Çin İç Savaşını kazanan Çin Komünist Partisi Şincan'ı ilhak etmek için Deng Liçun (鄧力群 dèng lìqún) yollayarak müzakereyi başlattı. Mao da mektubu göndererek Pekin'de düzenlenecek olan Halk Siyasi Danışma Konferansına davet etmiştir. Ancak 27 Ağustos 1949 tarihinde Ahmetcan Kasimi, Abdülkerim Abbasov, Derilhan Sugurbayov, İshak Beg Mononov başta olmak üzere cumhuriyetin önderlerini taşıyan uçak Almatı'dan kalkarak Pekin'e doğru uçarken kaybolmuştur (daha sonra Baykal gölü civarında düştüğü anlaşılmıştır).

Aralık 1949'da Çin Halk Kurtuluş Ordusu bölgeye girerek konuşlandırılmış ve Doğu Türkistan, Çin'e ilhak edilmiştir.


*Dombra - Vikipedi (wikipedia.org)

*Dombra (Kazakça: домбыра, dombyra, Başkurtça: думбыра), uzun boyunlu ve yaylı Türk çalgısıdır. Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan gibi Orta Asya ülkelerinde yaygın olarak kullanılmaktadır.




*
Batı Trakya Bağımsız Hükûmeti - Vikipedi (wikipedia.org)

*Batı Trakya Bağımsız Hükûmeti (Osmanlı Türkçesi: önce غربی تراقیا حكومت موقته‌سی; Garbî Trakya Hükûmet-i Muvakkatesi/Batı Trakya Geçici Hükûmeti,[5][6] sonra غربی تراقیا حكومت مستقله‌سی; Garbî Trakya Hükûmet-i Müstakilesi/Batı Trakya Bağımsız Hükûmeti; günümüzde Batı Trakya Türk Cumhuriyeti[7][8] olarak adlandırılmaktadır), 31 Ağustos 1913 tarihinde Batı Trakya’da kurulmuştur.

Balkan Savaşları sonrasında Batı Trakya'da Türkler ve Pomaklar[9] başta olmak üzere çoğunluğu Müslüman ahali tarafından kurulan 52 gün yaşamış bir devletti. Kuvâ-yi Milliye tabiri ilk defa Batı Trakya mücadelesinde kullanılır. Bu hükûmet Osmanlı Devleti tarafından tanınmamıştı.[10] Batı Trakya bölgesi henüz kendisine ait olmayan Yunanistan siyasi sebeplerden dolayı böyle bir devlete sıcak bakıyordu, hatta kendi iradesi ile Dedeağaç'ı bu devlete teslim etmişti. Bulgaristan ve Osmanlı Devleti ise yine siyasi sebeplerden dolayı bu devletin sonunu istediler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder