… ..
Arsa! Siz, Macar bozkırlarının çocukları, sizin evlerinizden dışarı adımınızı atmanız bile yeterli Siz o an artık dışardasınız, uçsuz bucaksız ovaları, başınızın üzerindeki o gökyüzü denen mavi fanusu hemen hissedersiniz. Sizin gözleriniz uzaklara bakmaya, büyük mesafelere alışmıştır. Hiçbir zaman yüksek binaların arasına sıkışıp yaşama sizler, Budapeşte çocukları için boş arsa, bozkır, ova, çayır demektir. Bir taraftan artık yıkılmaya yüz tutan tahta perdelerde, diğer taraflardan da binalarla çevrilen bu bir karışlık toprak, onlar için sonsuzluk ve özgürlük anlamına gelir. Şimdi, yani ben bunları anlatırken Pal Sokağı’ndaki arsada da dört katlı bir ev duruyor. O evde oturan bir sürü aile bir zamanlar bu arsanın birkaç yoksul Budapeşteli çocuğun mutlu gençliğini yaşadığı yer olduğunu bilmiyor.
Burası o zamanlar boş bir arsaydı, arsalar zaten boş olduğu için arsa olarak anılır, değil mi? Tahta perdeler Pal Sokağı tarafındaydı. Arsa sağdan ve soldan büyük birer binayla çevrelenmişti. Arkada ise, evet, arkada aslında arsayı paha biçilmez kılan şey vardı: Arkada bu arsaya bitişik bir başka arsa daha vardı
Arkadaki bu arsa buharlı hızar makinesiyle çalışan bir keresteci tarafından kiralanmıştı ve boydan boya kereste yığınlarıyla kaplıydı. Tomruklardan kesilmiş keresteler ve yakacak odunlar öbek öbek kareler şeklinde arsaya dizilmişti. Bu büyük kereste yığınları arasında küçük yollar bile bırakılmıştı. Böylece arsada gerçek labirentler oluşmuştu. Üst üste yığılarak oluşan kare şeklindeki bir sürü kereste yığını arasında elli belki de altmış küçük sokak vardı. Bu labirentlerin arasında yol bulmak hiç de kolay olmazdı. Bu sokaklar arsanın ortasındaki, küçük ahşap binanın da bulunduğu meydana ulaşırdı. İşte bu bina buharlı hızar makinesinin bulunduğu binaydı. Garip, esrarlı ve ürküntü veren bir binaydı bu. Yaz aylarında yeşil yaban asması yapraklarının arasından sürekli dumanların yükseldiği narin bacası
görülürdü. Baca, belli aralıklarla, neredeyse saat dakikliğinde gökyüzüne gürültüyle beyaz dumanlar püskürtürdü. Böylesi durumlarda insan uzaktan bu sesleri duyduğunda, tahta yığınlarının arasında bir türlü harekete geçemeyen bir lokomotif olduğunu düşünebilirdi. Binanın etrafında hantal at arabaları bekleşirdi. Zaman zaman arabalar binaya doğru yaklaşır ve ardından da çatırtılar patırtılar duyulurdu. Binanın çatısının hemen altında bir pencere vardı. Pencerenin yanına tahtadan yapılmış tekne gibi bir şey inşa edilmişti. At arabası binaya yaklaşıp, çatının altındaki bu tahta teknenin dibinde yerini alınca, tekneden arabaya doğru küçük tahta parçaları, sobalık odunlar dökülmeye başlardı. Koca arabaya moloz ve tahta parçaları neredeyse yağmur gibi yağardı. Araba tamamen dolduğunda arabacı içeriye doğru seslenirdi. O an içerideki makine sesi kesilir, baca da duman üflemeye ara verirdi. Binaya büyük bir sessizlik hâkim olur, arabacı atlarını dehler, atlar da yakacak odunla dolu arabayı çekmeye koyulurlardı. Ardından sıra başka arabaya gelirdi … ..… .
*Pal Sokağı Çocukları & Ferenec Molnar
Macarca aslından çeviren: Tarik Demirkan
Yapı Kredi Yayınları
20.Baskı: İstanbulü Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder