21 Haziran 2022 Salı

Efsane

Efsaneler bazen denizden, bazen aşktan ve ateşten gelirler. Aşktan ve ateşten ve denizden gelenler, bazen ışık olurlar ve bütün zamanı aydınlatırlar… Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dâhildir. Bir çağı haritalarda bulamazsınız. Derine, insana ve tarihin denizlerine  açılmak gerekir. Girdaplarda yüksek idealler saklanabilir.


Bu kitapta İstanbul, Gırnata, Madrid, Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı. Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla yeniden çizildi. Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı, varlık da yokluğa. Ve hep bir yol vardı. kalplerden denizlere. Derin denizler, büyük aşklar için atlas olup dokundu. İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü. Barbaros Hayreddin Paşa’yı… Sonra, bir gül sepeti getirdi. Isırılmış üç elmayı anlattı….


… .. Farklı bir gündü. Dünyayı titreten elçileri aynı gün gelmişlerdi. Önce düşman, sonra dost… Piri Reis sevinçle içeri girdi. Kucaklaştılar. Şadlık doyumluk oldu, meclis sabaha kadar şad eyledi. Meğer yüce sultanımız Yavuz Sultan Selim Han -Allah devletini daim eylesin-, Piri Reis'imizi kabul etmiş. Hilatler giydirip izzet ü ikramda bulunmuş.  Bu hususta anlattıkları orada bulunanlara taze can bağışladı. dediğine göre sultan, bir vakitler Şehzade Korkut’a yaslanan Oruç ve Hızır kardeşleri çoktan affetmiş, iki kardeşin Haçlı denizlerinde İslam adına yaptıkları cihatlara gıpta edip rahmetli Oruç Reis'e “Nasreddin (dinin yardımcısı)”, Hızır Reis’ de “Hayreddin (dinin hayırlı evladı)” diye lakap biçip hilatler göndermiş. Hediyelerini saltanat hediyesi olarak çattırdığı iki kadırgaya yükletmiş. Çeşit çeşit hediyelerle birlikte elmas kabzalı iki kılıç ile  iki sorguç ve bir sancak-ı şerif yollatmış. Sevinçle anlatıyordu:

“Hızır Hayreddin babamız! Padişah-ı dü-cihan, şevketlü hükârımız Selim Han hazretleri -ömrü uzun olsun- ‘Bak a reis,’ dedi, gözümün içine bakarak ve elbette başımı eğdim; sultanın yüzüne bakılır mı, güneş kamaştırmaz mı, sonra gür seda ile ferman buyurdu, ‘Verdiğim kadırgalardan birine Hızır lalam bizzat kendisi binsin. Sorguçlarımdan birini kuşansın! Cümle peşkirleri makbulüm olmuştur; Bundan böyle her ne ki ihtiyacı

olur, eşiğime arz etsin! O sırada bütün devletular, vezirler, ağalar, beyler oradaydı. Hepsi tahsinler okuyup sizin   için dualar ettiler, aminler dediler

… ..Hızır Reis'in adı artık herkesin dilinde Hayreddin Paşa veya Kaptan Paşaydı. Kaptan paşa kadırgasının pruvasında da bunu teyit eden bir Osmanlı sancağı dalgalanıyordu. Bir alt gönderdeki yeşil Cezayir sancağımız üzerinde ise bir nakış artmıştı. Bu, sultan Süleyman'ın adına izafeten Hz. Süleyman’ın mühründeki yıldız idi. İç içe geçmiş iki üçgenden  ibaret olan bu altıgen yıldız eskiden beri Müslümanlar tarafından kullanılan bir tılsım gibiydi. Hz. Süleyman Allah’tan cinlere ve rüzgara hükmedebilme gücünü istediğinde… .. 



 

*Efsane & İskender Pala

Arkadaş yayınevi

Birinci Baskı Pan yayıncılık :1998



bu çerçeveden bakınca: Efsane - İskender Pala (bucerceve.blogspot.com)






3 yorum:

  1. BARBAROS FRANSA’DA NAMAZ KILARKEN
    1867’de Sultan Abdülaziz, Fransa’nın Toulon limanına çıktığı zaman halk, bu göz kamaştıran kişiliği görmek için yollara dökülmüş, bir “Türk” görmenin keyfini yaşamak için çırpınmıştı.
    Abdülaziz’den tam 324 yıl önce Toulon Limanı’na, bu defa neredeyse 150 gemilik dev bir Osmanlı filosu yanaşıyordu. Mürettebat ve levent toplamı 30 bini bulan ve yürüyen bir şehri andıran Osmanlı donanması, 20 Temmuz 1543’te önce Marsilya limanına ulaşmış ve şehirdekileri top ateşiyle selamlamıştı.
    Türk gemileri yardımlarına geldiği için sevince gark olan Fransızlar, Osmanlı Kaptan-ı Deryası’nı görülmemiş törenlerle karşılamışlardı. Barbaros, şehrin ileri gelenlerinin verdiği ziyafette baş köşeye konulan bir tahta oturtulmuştu ve herkesin nazarları, bu efsane denizciye odaklanmıştı.
    Sonra Nice şehrine geçildi. Şehir, Fransızların o zamanki baş belası Şarlken’in kuvvetlerinin elindeydi ve zaten Barbaros, Fransa Kralı I. François tarafından Nice’i kurtarması için davet edilmişti.
    Kış yaklaşmıştı. Mecburen ertesi bahar harekâta devam edilecekti. Lakin İstanbul’a gidip dönmek daha da masraflı bir işti. Barbaros, Fransa ile ek bir anlaşma yaparak ihtiyaçlarının karşılanması ve leventlerin maaşlarının verilmesi şartıyla kışı Fransa’da geçirmeye karar verdi.
    Toulon Limanı, kışlamak için en uygun yerdi. Ama nasıl? Barbaros karşılaştığı her aksilikte burnundan soluyordu. Bu nasıl işti? Güya kendilerini yardıma çağırmış olan Fransızlar savaşa bile doğru dürüst hazırlanmamışlardı.
    Ne böyle muazzam bir orduyu besleyebilecek erzak toplamışlardı, ne de yeterli para tahsis etmişlerdi. O zamanlar bir şehri dolduracak kadar kalabalık sayılan bu kadar asker nerede yatıp kalkacak, nerede yiyip içecekti?
    Barbaros’un adamları ile Fransız makamları arasındaki tartışmalar tatsızlıklara yol açıyordu. Hatta yeniçeriler, bu işe kendilerini bulaştıran Fransız Sefiri Polin’i öldürmeyi bile planlamışlardı. Nihayet evler boşaltıldı ve askerler yerleştirildi.
    Boşalttıkları ahaliyi Müslümanlarla temas kurmasınlar diye (Müslüman olacaklarından korkuyorlardı çünkü) ücra köylere yerleştirmişlerdi. Toulon şehri, kısa bir zamanda eni konu bir Müslüman şehrine dönmüştü.
    Kadılar göz açıp kapayıncaya kadar mahkemelerini kurmuşlardı; müftüler din hizmetleri veriyordu; gemilerde bulunan tüccarlar da hazır gelmişken bir şeyler alıp satmanın derdine düşmüşlerdi.
    Dağ gibi leventlerinin aç kalmasına tahammül edemeyen Barbaros, sonunda bir Fransız tüccardan borç almak zorunda kaldı.
    Bütün çağdaş Fransız kaynakları, “Türk Mahallesi”ndeki düzen ve disiplinden söz ediyor, idarecilikteki başarılarını ve âdil davranışlarını övüyorlardı.
    Bu arada subaylar ve idareciler birbirlerine hediye vermekle meşguldü. Barbaros, Fransız komutan Orsini’ye, üzerine 12 Osmanlı padişahının resmedildiği abanoz ve fildişinden bir kutu hediye etmişti. Fransızların mukabil hediyesi ise bir yerküre üzerine yerleştirilmiş saat olmuştu.
    Nisan 1544’te Osmanlı donanması bu tatsız seferden, en azından Güney Fransa’nın işgaline engel olmayı başarmış olarak geri dönüyordu. Tabii Fransız Büyükelçisi Montluc’ün şu unutulmaz cümlelerini Avrupa topraklarına serperek: “Türklerin herhangi bir kimseyi incittiklerine dair şikâyet olmamıştır. Nazik davranmışlardır. İaşeleri için aldıkları her şeyi, karşılığında para vererek almışlardır.”
    O günleri yaşayan Toulonlular, Türklerin gelişiyle birlikte namaz kılınmaya başlanan şehrin birden sükûnete büründüğünü ve “Sancakbeyleriyle dolu ikinci bir İstanbul” haline geldiğini anlatmışlar birbirlerine yıllar yılı.

    YanıtlaSil
  2. İSPANYOL FUTBOL TAKIMI DEPORTİVO VE BARBAROS HAYRETTİN PAŞA
    İspanyol futbol takımı Deportivo La Coruna takımının “Türkler” lakabı almasının ve taraftarlarının maçlara Türk Bayraklarıyla katılmalarının sebebinin Barbaros Hayrettin Paşa’ya uzandığını biliyor muydunuz?
    Adı bütün Avrupa’da destanlaşmış olan Barbaros Hayrettin Paşa Akdeniz’e hükmettiği sıralarda, Akdeniz’de kendisine en büyük rakip olarak İspanya, İtalya, Avusturya, Almanya ve Hollanda tahtlarına da sahip dünyanın en büyük hristiyan devleti İspanya İmparatorluğu’yla büyük savaşlar yapmakta ve yeryüzünde kan akıtan bu imparatorluğu leventleriyle sarsmaktaydı. Öyle ki, İspanyollar şımarık çocuklarını “Sus yoksa Barbaroşa gelip seni yer” diyerek korkutmaktaydı.
    İşte bu mücadeleler esnasında İspanya’nın yiğitliği ile ünlü Galicia bölgesinin delikanlıları Hayrettin Paşa ve Türkler’le çeşitli konularda işbirliğine girmişler.
    Bu işbirliğini içlerine sindiremeyen komşu kent Vigo Halkı ise ihanet saydıkları bu durum karşısında La Coruna’lılara “Türkler” adını takmışlar. Buna karşılık, La Coruna Halkı da Celta Vigo’lulara Portekizliler’e yakınlıkları sebebiyle “Portekizliler” adını vermişler.
    İki komşu şehir arasında yüzyıllardan beri süregelen bu rekabet günümüzde ise özellikle futbolda kendini göstermektedir. Celta Vigo’lular, Deportivo’lulara Türkler’le yaptıkları işbirliği nedeniyle; Deportivo’lular da Celta Vigo’lulara Portekiz’lilere yakınlıkları nedeniyle, “Hain” yakıştırması yapmaya ve rakiplerince takılmış bu adları birbirlerinin inadına zevkle sahiplenmeye devam etmektedirler.
    Celta’lı futbolseverler derbi maçlarda “Türkler dışarı” diye tezahürat yaparken, Deportivo’lular da “En büyük Türkiye” diyerek takımlarını desteklemektedirler.
    Vigo şehrinin takımı Celta’da çok sayıda Portekiz taraftar derneği kurulmasına karşılık La Coruna takımı Deportivo’da da ateşli Türk dernekleri kurulmuş. İşte bu sebeple Deportivo La Coruna’nın her oynadığı maçta sahaya asılmış çok sayıda Türk bayrağı görebilirsiniz.
    Ayrıca ülkede düzenlenen uluslararası fuar, kongre ve spor müsabakalarında Türk Bayrakları’nın Deportivolular tarafından aşırıldığına da şahit olabilirsiniz.
    La Pasion Turca derneğinin başkanı Ricardo yapılan söyleşide Türk bayrağına sahip çıkmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiriyor.
    Ricardo, Deportivo La Coruna’nın Şampiyonlar Ligi’nde Yunan takımı Panathinaikos’la oynadığı maçta açtıkları 20 metreyi aşan Türk bayrağını anlatırken;
    "İnanın Riazor Stadı’nda yüzlerce Türk bayrağı vardı. Stadın bir ucundan diğer ucuna bir Türk bayrağı astık.
    Yunanlılar sahaya çıktıklarında dev Türk bayrağının yanı sıra yüzlerce ateşli taraftarın ellerindeki ay yıldızlı bayrakları görünce neye uğradıklarını şaşırdılar.
    Dünyanın hiçbir yerinde kendi ulusunun bayrağının dışında, başka ülke bayrağına bu kadar çok sahip çıkan bir taraftar grubu bulamazsınız" dedi.
    Derlemedir.

    YanıtlaSil
  3. http://bucerceve.blogspot.com/2013/02/efsane-iskender-pala_19.html?m=1

    YanıtlaSil