… .. Özellikle zaten bariz olan bir şeyi söyleyeyim izninizle. Ben onlardan biri, yani bir insan değildim. Ben onlardan biri, yani bir insan değildim. O ilk gece, soğuğun, karanlığın ve rüzgârın ortasında, insan olmakla yakından uzaktan hiçbir alakam yoktu. Benzinlikle Cosmopolitan okumadan önce bu yazı dilini de hiç görmemiştim. Sanıyorum siz de ilk kez şimdi görüyorsunuz. İnsanların hikâyeleri nasıl tükettiğine dair fikir verebilmek adına bu kitabı bir insan nasıl hazırlayacaksa ben de öyle hazırladım. Kullandığım kelimeler insanların yazı tipiyle yazılmış, insanların yaptığı gibi art arda sıralanmış insan kelimeleri. En egzotik ve ilkesel formları bile neredeyse anında çevrilebilme yeteneğiniz sayesinde bunun bir sorun yaratmayacağını biliyorum.
Yani, tekrar altını çizeyim, ben Profesör Andrew Martin değilim. Sizin gibi biriydim.
… ..
Kısacası ben kırk üç yaşında bir koca, baba ve Cambridge Üniversitesi’nde ders veren, hayatının son sekiz yılını o vakte kadar çözülemez olduğu düşünülen bir matematik problemini çözmeye adamış bir matematikçi değilim.
Dünyaya adım atmadan önce yandan ayırdığım kahverengi saçlarım yoktu. Aynı şekilde Holts’un “The Planets” bestesi ya da Talking Heads’in ikinci albümü hakkında bir fikrim de yoktu, zira müzik kavramına pek sıcak bakmıyordum. En azından bakmamam gerekirdi. Avustralya şarabı gezegenin diğer bölgelerinden gelen şaraplara kıyasla daha kalitesiz olduğunun tartışılmaz bir gerçek olduğuna inanmam da beklenmezdi. O zaman kadar sıvı nitrojenden başka bir şey içmemiştim.
… ..
Hayır, ben o adam değildim.
O adama karşı bir şey hissediyor da değildim. Yine de adam gerçekti, ben ne kadar gerçeksem, siz ne kadar gerçekseniz, o da o kadar gerçek biri, memeli bir yaşam formu, 2n kromozonlu ökaryotik bir
primat, o gece yarısından beş dakika önce masasının başına oturmuşken erana bakıp sade kahve içen biriydi. (Merak etmeyin, kahve denen şeyi ve onunla yaşadığım talihsiz serüvenleri daha sonra açıklayacağım.) Keşfi yaptığında sandalyesinden zıplamış, zihni daha önce hiçbir insan zihnimin varamadığı bir yere, bilginin en ucuna varmıştı.Keşfini yaptıktan hemen sonra gözcüler tarafından kaçırıldı. Gözcüler benim işverenlerimdi. Profesör Andrew Martin’le karşılaşmam kısacık bir an sürdü. Pek çok açıdan eksik kalsa da okuma yapılmasına yetti bu. Aslında okuma fiziksel açıdan tamdı, ama zihinsel açıdan değil. İnsan beyinleri klonlanabiliyor, ama beyinlerinin içindeki şeyleri, en azından büyük kısmını klonlayamıyorsunuz, bu yüzden çoğu şeyi kendi kendime öğrenmek zorunda kaldım. Dünya gezegenine kırk üç yaşında doğmuş bir bebek gibiydim. Sonraları profesörle normal bir şekilde tanışmamış olmak canımı sıkacaktı, çünkü bu çok işime yarayabilirdi. Bana Maggie meselesini anlatabilirdi mesela. (Ah, ne kadar isterdim bana Maggie’den bahsetmesini!)
… ..
“Seni bir yerden tanıyorum. Yüzün çok tanıdık. Kimsin sen?”
Kendimi yorgun hissediyordum. Işınlanmam, madde değiştirmenin ve biyomontajın da böyle sıkıntıları var işte. Canınız çıkıyor. Kendinize geldiğinizde epey bir enerji kaybetmiş oluyorsunuz.
Kendimi karanlığa bıraktım ve mora, laciverte çalan, evi hatırlatan rüyaların tadını çıkardım. Çatlamış yumurtalar, asal sayılar ve yeri durmadan değişen ufuklar gördüm.
… ..
Uzayın derinliklerinden gelen, dünyadaki insan yapısı ve insana özgü iletişim usulleri başta olmak üzere gerek yapısal gerekse anlayış farklılıklarına sahip olan ve yazarın vurgulamak istediği şakilde insan olmanın ötesinde kabiliyetleri olan bir canlının görevli olarak dünyada yaşadıkları anlatılıyor. Bu yapılırken da insan evladına,bir diğer ifade ile bşz dünyalıların fakına varmadığımız derinlikte bizleri her yönü ile gözlemleyen diğer varlıkların bize bizi anlatıyor olması kendimiz hakkındaki farkındalığımıza katkı sağlıyor.
… ..
Yavaş yavaş keşfediyordum ki insanlar hayatlarını kontrol inanıyor ve de sorular ve testler karşısında bir tür huşu duyuyor, çünkü bu şeklide, seçimlerinde başarısız olan ve doğru cevapları vermek için yeterince çalışmamış diğer insanlar üzerinde belli bir hakmiyetleri olduğunu düşünüyorlardı. Ve pek çok insan başarısız olduğu son test sonucunda benim gibi kendini bir alıl hastanesinde buluyor, daiepam dedikleri beyin boşaltıcı haplar yutuyor ve dik açılarla dolu başka bir boş odaya yerleştiriliyordu. Bu boş odanın öncekinden farkı, insanların bakterileri yok etmek için kullandıkları hidrojen klorürün sıkıntı verici kokusunu soluyor olmamdı.
… ..
… .. Evet, artık her şeyi net bir şekilde görebiliyordum. İnsan olmak insanı delirtiyor. Büyük ve dikdörtgen pencereden dışarı bakıp ağaçlarlabin aları, arabalarla insanları gördüm. İnsan türünün Andrew Martin’in verdiği yeni tabağı tutma kapasitesi olmadığı yeterince açıktı. BUradan çıkmam ve görevimi yapmam gerekiyordu. Karım Isobel’i düşündüm. Aradığım bilgi ondaydı. Onunla birlikte gitmeliydim.
… ..
Pencereye doğru yürüdüm. Kendi gezegenim Vonnadorya’daki pencereler gibi olduğunu sanmıştım ama yanılıyordumç Camdan yapılmıştı bu. Cam dakayadan. O yüzden içinden geçmek yerine burnumu cama çarptım., diğer hastaları kesik kesik güldürdü bu ddurum. Yemekhaneden çıktım, bütün bu insanlardan, inek ve havuç kokusundan kurtulamaya can atıyordum.
… …
Unutma, görevin boyunca asla etki altında kalmamalı ve yozlamamalısın.
İnsanlar şiddet ve hırsla şekillenmiş kibirli bir türdür. Yaşadıkları gezegeni, şu an için erişimleri olan yegâne gezegeni yıkımın eşiğine getirdiler. Ayrımlarla, sınıflandırmalarla dolu bir dünya yarattılar ama kendi aralarındaki benzerlikleri görmeyi beceremediler. Teknolojiyi insan psikolojisinin uyum sağlayabileceğinden daha büyük bir hızla geliştirdiler ve hepsinin delisi olduğu para ve şöhret için ilerletmeye çalışıyorlar hâlâ.
İnsanların tuzağına asla düşmemelisin. Asla bir insanın”bütün suçlarıyla” ilişkisini göz ardı etmemelisin. Gülümseyen her insan yüzü sadece eğilimlerinden ötürü veya dolaylı yoldan olsada hepsinin sorumlu dehşetleri gizler.
Asla yumulamamalı, görevinden kaçmamalısın.
Saf kal.
Mantığını koru.
Kimsenin, yapılması gereken matematiksel kesinliğine müdahale etmesine izin verme.
… ..
Asallar
… ..
Mesala bütün asalların toplamının bütün sayıların toplamıyla aynı olduğunu biliyorlardı, ikisi de sonsuzdu. Bu da bir insan için çok şaşırtıcı bir gerçekti çünkü pek tabii ki sayıların sayısı, asal sayıların sayısından çok daha fazla olmalıydı. Bu gerçekle yüzleşmek onlar için öyle işmkânsızdı ki içlerinden bazıları iyice kafa yorduktan sonra ağzına bir silah dayayıp tetiği çekerek beynini dağıtmayı tercih etmişti.
İnsanlar asalların Dünya’nın havasına çok benzediğini de kavramıştı. Ne kadar yükseğe çıkarsanız hava da asallar da o kadar azalıyordu. Örneğin 100’ün altında 25 tane asal varken, 100’lr 200 arasında 21, 1000’le 1100 arasındaysa sadece 16 tane vardı. Öte yandan , havanın aksine, sayılarda ne kadar yukarı çıkarsanız çıkın etrafta hâlâ asallara rastlayabiliyordunuz. Örneğin 2097593 asal sayıydı ve bu sayıyla arasında milyonlarca başka asal vardı. Yani asal sayıların atmosferi sayısal dünyayı kaplıyordu.
… ..
Sonra,1859’da sağlığı giderek bozulan Bernhard Riemann Berlin Akademisi’nde dünya matematik tarihinin en çok incelenen ve kutlanan hipotezini duyurdu. Hipoteze göre asal sayıların, en azından ilk yüz bin asal sayının bir örüntüsü vardı. Güzel ve temiz bir hipotezdi ve “zeta fonksiyonu”denen bir şey içeriyordu; kendi içinde zihinsel bir makine gibi bir şey, asalların özelliklerini incelemek için kullanışlı, karmaşık görünümlü bir eğri. Sayılar bu fonksiyona konduklarında daha önce hiç kimsenin fark etmediği bir düzen, bir örüntü oluşturuyorlardı. Asal sayıların dağılımı rastgele değildi.
Reinmann bir panik atağın ortasında bu keşfini şık giyimli ve sakallı meslektaşlarıyla, paylaştığında hepsi nefesini tutmuştu. Karanın göründüğüne bütün asal sayılar için geçerli bir aspata ömürlerinin yeteceğine inanmışlardı.Ama Riemann sadece kilidin yerini belirlemiş, anahtarı bulamamış, kısa bir süre sonra da tüberkülozdan ölmüştü.
Zaman geçtikçe arayış daha umutsuz bir hal aldı. Bu süre zarfında matematiğin Fermat’nın Son Teoremi ya da Pointcare Konjektürü gibi diğer bilmeceleri çözülmüş, Alman matematikçilerin uzun zamandır gömülü hipotezi de çözülmesi gereken en son ve en büyük problem olarak kalmıştı. Bu problemi çözmek moleküllerdeki atomları görmekle ya da periyodik cetveldeki kimyasal elementleri tespit etmekle eşdeğer olacak, nihayetinde süper bilgi-sayarları, kuantum fiziğinin açıklamalarını ve yıldızlararası yolculuğu mümkün kılacaktı.
… ..
Asal sayıların dağılımı
… ..
Daniel Russellhemen keşfettiğim üzere, Cambrdge Üniversitesi’nde matematik profesörüydü. Altmış üç yaşındaydı. On dört kitap yazmış, kitaplarının çoğu dünya çapında çok satanlar listesine girmişti. İnternet bana bu adamın Cambridge (şu anda oradaydı), Oxford, Princeton ve Yale gibi itibarı yeterince göz korkutan her üniversitede ders verdiğini ve pek çıok ödülle unvana layık görüldüğünü söylüyorduk. Andrew Martin’le sayısız makale üzerinde birlikte çalışmışlardı ancak kısa araştırmamdan anladığım kadarıyla aralarındaki arkadaşlıktan ziyade iş ilişkisiydi.
… ..
Emily Dickinson
… ..
Küçük taş ne kadar da şen
Yolda avare ve tek başına gezinirken,
Ne meslekte yükselmek gibi kaygıları var,
Ne de korkutuyor gözünü zorunluluklar;
Kahverengili ala mantosunu
Giydirmiş üzerine gelip geçtiği evren;
Güneş kadar hür,
Yarenlik eder ya da parıldar tek başına,
Mutlak görevini getirirken yerine
Gündelik hayatın sadeliğinde
Mutlak görevini getirirken yerine. Bu kelimeler neden ürpertiyordu içimi? … ..
… ..
Daniel Russell
… ..
İğrenç kahve kokusunun yoğunlaştığını hissediyordum.Duvarları kaplayan sertifikalara baktım ve bireysel başarının hiçbir anlamının olmadığı bir yerden yerden geldiğim için şükrettim. “Evime mi? “dedim. “Evim nerede biliyor musun?”
“Tabii ki biliyorum. Andrew, neden bahsediyorsun?”
“Aslına bakarsan adım Andrew değil.”
Sinirle kıkırdadı yine. “Andrew Martin sahne adın mı? Eğer öyleyse senin için daha iyisini bulabilirdim.
“Benim bir adım yok. Adlar bireysel benliği kolrktif iyiliğin üstünde tutan türlere özgü bir semptomdur.”
… ..
Bizim geldiğimiz yer
Bizim -benim ve sizin- geldiğimiz yeri düşündüm.
Bizim geldiğimiz yerde … .
Bizim geldiğimiz yerde aşk ve nefret yoktur. Mantığın saflığı vardır bunun yerine.
Bizim geldiğimiz yerde … .,
Bizim geldiğimiz yerde … .
Bizim geldiğimiz yerde üstün ve kapsamlı matematik bilgimiz sayesinde gelişen teknolojimiz yalnızca dev mesafeler katedebildiğimize değil , kendi biyolojik malzemelerimizi yeniden , yenilememize ve tazelememize de imkan tanıyor. Bu tip ilelemeler karşısında psikolojik açıdan donanımlıyız. Asla kendimizle savaşmadık. Bireyin arzularını kolektif ihtiyaçların önüne koymadık hiç bir zaman.
Bizim geldiğimiz yerde, insanların matematiksel gelişim hızı onların psikolojik olgunluk seviyesini aşarsa harekete geçilmesi gerektiğini anlıyoruz. Mesela Daniel Russell’ın öldürülüp sahip olduğu bilginin silinmesi pek çok kişinin hayatını kurtardı. Dolayısıyla kendisi mantıklı ve meşru bir kurbandı.
… ..
… ..
Köpek ve müzik
… ..
İlgimi çeken bir album koydum. Gustav Holts’tan. The planets - Gezegenler Suiti. İnsanların çelimsiz Güneş sistemi üzerineydi; Dolayısıyla destansı bir hava olması beni şaşırttı. Diğer bir kafa karıştırıcı yanı, adlarını “astroloji karakterlerinden” alan yedi “harekete” bölünmüş olmasıydı. Mesela Mars “Savaş getiren”di. Jüpiter “Neşe Getiren”, Satürn ise “Yaşlılık Getiren”di.
Bu ilkelliği komik buldum. Müziğin ölü gezegenlerle herhangi bir ilgisi olabileceği fikrini de . … …
… .. Newton beni büyük bir çimenlik bulana kadar peşinden sürükledi. Köpeklerin bundan çok hoşlandıklarını keşfetmiştim. Çimenlerde koşup özgür numarası yapmayı ve birbirlerine, “Biz özgürüz, bir özgürüz, bakın, bakın, ne kadar özgürüz,” diye bağırmayı seviyorlardı.Gerçekten üzücü bir manzaraydı ama başta Newton olmak üzere köpeklerin işine geliyordu. Kendilerine yutturmayı seçtikleri bu kolektif yanılsamaya, eski kurt benliklerine karşı hiçbir nostalji duymadan, canı gönülden teslim oluyorlardı.
İnsanların dikkate değer yanlarından biri de buydu, diğer türlerin yaşam biçimlerini şekillendirip asli doğalarını değiştirebilme yeteneği. Belki aynı şey benim de başıma gelebilirdi, ben de değiştirebilirdim, bel kiş de zaten değiştiriliyordum. Kim bilebilirdi? Öyle olmadığını umdum. Hâlâ bana söylendiği kadar saf, bir asal sayı kadar, doksan yedi kadar güçlü ve yalnız olduğumu umdum.
… ..
Denklemlerin Sorunu
… ..
Her neyse, , dersi yaptım. Anladığım kadarıyla “Öklid Sonrası Geometri” diye bir şeyden bahsetmem gerekiyordu…. ..
… ..
Tişörtün üzerindeki Drake Denklemi diye bilinen bir formüldü. Dünya’nın içinde bulunduğu galakside ya da insanların verdiği adla Süt Yolu (*Samanyolu Galaksisi’nin İngilizcesi Milky Way’in motamot çevirisi) gelişmiş medeniyetlerin var olma olasılığını hesaplamak için tasarlanmıştı. … …
… ..
Sonsuzluğa bakmak
… ..
Parlak zekâlı insanlardan biri, Albert Einstein adlı Almanya doğumlu bir fizikçi, türünün kendisi kadar parlak zekâlı olmayan üyelerine görelilik kuramını şöyle açıklamıştı: “Elinizi kızgın bir sobaya soktuğunuzda bir dakika bir saat gibi gelir. Güzel bir kızla geçirdiğiniz bir saatse bir dakika gibidir.”
Peki ya güzel kız bakarken elinizi kızgın sobaya sokmuş gibi hissediyorsanız? O neydi peki? Kuantum mekaniği mi?
… ..
Ay kadar beyaz bir yüz
… ..
… .. Yas tutuyordu Isobel. Yalnızca kocasını değil, bildiği haliyle gerçekliği de kaybetmişti.
Bu süre boyunca benden nefret etti. Ona her şeyi açıklamış,m bunların benim kararım olmadığını, buraya yalnızca insanlığın gelişimini durdurmakniçin, bütün kozmosun iyiliğiiçin geldiğimi, üstelik isteyerek gelmediğimi anlatmıştım. Ama bana bakmıyor çünkü baktığı şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Ona yalan söylemiştim. … ..
… …
*İnsanlar & Matt Haig
Özgün ismi: The Humans
Çeviri: Elif Ersavcı
I.Baskı: Mart 2022
Domingo
*The Planets Animaniacs Track 11 on Animaniacs Producers Tom Ruegger, Sherri Stoner
*Holst: Die Planeten ∙ hr-Sinfonieorchester ∙ Hugh Wolff
*https://www.youtube.com/watch?v=HP5xhyPn58U
*
Gustav Holst (1874-1934) 20. yüzyılın ilk yarısında eserler vermiş ve yaşadığı dönemin müzikal yaklaşımlarının etkisinde kalmış İngiliz besteci ve
müzik eğitimcisidir. Yaşadığı dönemin sosyokültürel şartlarından etkilenmiş, müziğinde geleneksel İngiliz halk müziği
öğelerini, çeşitli inanışlara ve mitolojilere ait sembolleri kendine özgün bir üslup ile kaynaştırmıştır. Gerek yaşadığı dönemde
ve gerekse kendinden sonra gelen bestecilere önemli ölçüde esin kaynağı olmuştur. Bu makale literatür taraması ve araştırma
yöntemleri kullanılarak Gustav Holst’un, en önemli yapıtlarından olan Gezegenler Süiti adlı eserini yazarken esinlendiği
sembolizmin araştırılmasını ve bu sembolizmi bestecinin eserine nasıl yansıttığının incelenmesini konu edinir. Makalede
Gustav Holst’un yaşamı, müzikal anlayışı ve müzikal anlayışına etki eden unsurlar irdelendikten sonra bestecinin Gezegenler
Süiti adlı eserinin ortaya çıkışına etki eden unsurlar incelenmiş ve eserin içerdiği sembolizmin müzikal analiz yapılmıştır.
Semboller gibi soyut kavramların ve düşüncelerin, eser bestelemede temel müzikal malzeme olması açısından, Gezegenler
Süiti oldukça önemli bir örnektir. Söz konusu eserin içindeki sembolizmin ve bu sembolizmin eserin oluşumundaki yerinin
incelenmesinin, besteleme yöntemlerinde düşünsel öğelerin yerinin saptanması yönünde önemli olacağı öngörülmektedir.
*https://eksisozluk.com/the-planets--753656
ken russell bu eser uzerine bir film yapmistir, uzun bir video klip. aklimda kalanlar: "jupiter"de brejnev ve kodamanlar opusuyordu, dudaklar. "venus"te 1960'larin playboy fotograflarini andiran goruntuler vardi. "neptun"de yogiler ve "mars"ta da bol bol ates.
*gustav holst'un orkestra icin besteledigi bir suit. 7 bolumden olusuyor. bolumleri $oyle:
1. mars, the bringer of war
2. venus, the bringer of peace
3. mercury, the winged messenger
4. jupiter, the bringer of jollity
5. saturn, the bringer of old age
6. uranus, the magician
7. neptune, the mystic
*Talking Heads
*https://en.wikipedia.org/wiki/Talking_Heads
*Talking Heads Amerikalı New Wave ve avant-garde müzik grubudur. Grup 1975'te New York şehrinde kurulmuş[1] ve 1991'de dağılmıştır. David Byrne, Chris Frantz, Tina Weymouth ve Jerry Harrison'dan oluşmaktaydı. As üyeler haricinde grubun konserlerinde ve albüm çalışmalarından başka müzisyenler de
yer almaktaydı. Talking Heads yaptıkları New Wave müziği punk, art rock, avant-garde, pop, funk, world music ve Americana tarzlarıyla kombinlemiştir.
Rolling Stone dergisinin 2003'te yayınladığı tüm zamanların en iyi 500 albümü listesinde grubun dört albümü yer almaktadır. Ayrıca Channel 4'un hazırladığı en iyi 100 albüm listesinde de grubun Fear of Music adlı albümü 76. seçildi. Yine Rolling Stone'nun 2011'de hazırladığı tüm zamanların en iyi 100 sanatçısı listesinde grup 100. sırada yer aldı.
*Primat - Vikipedi (wikipedia.org)
*Primatlar veya iri beyinli yüksek memeliler[5] (Latince: Primates), memeliler sınıfının Euarchontoglires üst takımına ait bir takımdır. Maymun adı kimi zaman bütün primatları kapsarken yalnızca simiyenler için de kullanılabilir. Primatları inceleyen bilim dalı primatolojidir.
Primatlar, ıslak burunlu primatlar (Strepsirrhini) ve kuru burunlu primatlar (Haplorrhini) olmak üzere iki alt gruba ayrılır. Kuru burunlu primatlar insanı da içerir. Terim Latince
kökenlidir ve "ilk", "en asil" gibi anlamına gelen prīmās kelimesinden türemiştir.
Goril, orangutan, şempanze, gibon, makak ve insan gibi maymunların yanında, makimsiler, galagolar, cadı makigiller ve lorigilleri de içerir. Primatların kökenleri 80 ila 55 milyon yıl önce tropikal ormanların ağaçlarında yaşamaya adapte olmaya başlayan eteneli memelilerden gelir. 16 familyada
sınıflandırılan 430'dan fazla primat türü vardır.[6] Büyük beyinler, görme keskinliği, renk görme, omuz kuşağı gibi birçok primat özelliği, bu zorlu
ortamlara adaptasyonları ile oluşmuştur. Primatlar çevik ve hızlı canlılardır. Çoğunluğu ağaçlarda yaşar.
Tüm primatlar ellere, ele benzer ayaklara (insan hariç) ve ileri bakan gözlere sahiptir.[6][7]
*Riemann hipotezi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Riemann hipotezi (Riemann zeta hipotezi olarak da bilinmektedir), matematik alanında ilk kez 1859 yılında Bernhard Riemann tarafından ifade edilmiş ve henüz çözülmemiş bir problemdir.
Bu hipotez kısaca şöyledir :
Bazı pozitif tam sayılar, kendilerinden küçük ve 1'den büyük tam sayıların çarpımı (örn. 2, 3, 5, 7, ...) cinsinden yazılamazlar. Bu tür
sayılara Asal sayılar denir. Asal sayılar, hem matematik hem de uygulama alanlarında çok önemli rol oynar. Asal sayıların tüm doğal sayılar içinde dağılımı bariz bir örüntüyü takip etmemektedir ancak Alman matematikçi Riemann, asal sayıların sıklığının;
s ≠ 1 olmak koşuluyla tüm s karmaşık sayıları için
ζ(s)=1+1/2s+1/3s+1/4s+...=∑n=1∞1ns
biçiminde belirtilen ve Riemann Zeta Fonksiyonu olarak bilinen fonksiyonun davranışına çok bağlı olduğunu gözlemledi.
ζ(s)=0
denkleminin tüm çözümleri karmaşık düzlemde bir doğru üzerinde yer almaktadır. Daha kesin bir
söyleyişle, bu denklemin tüm karmaşık sayı çözümlerinin gerçel kısımlarının ½ olduğu tahmin
edilmektedir. Bu iddia ilk 1.500.000.000 çözüm için sınanmıştır. Bu iddianın her çözüm için doğru
olduğunun ispatlanabilmesi halinde asal sayıların dağılımı ile ilgili çok önemli bilgiler edinmek mümkün olacaktır.
18 Kasım 2015 tarihinde Nijeryalı Opeyemi Enoch adlı matematik profesörü, Riemann Hipotezi’ni
çözdüğünü iddia etmiştir. Enoch, hipotezin çözümünü Avusturya’nın başkenti Viyana’daki Uluslararası Matematik ve Bilgisayar Bilimleri Konferansı’nda sundu.
… ..,
*Öklid uzayı - Vikipedi (wikipedia.org)
*Matematikte Öklid uzayı, Öklid geometrisinin üç boyutlu uzayıdır ve bu kavramlar, çok boyutlu olarak genelleştirilir. “Öklid” terimi bu uzayları, Öklid geometrisi olmayan eğimli uzaydan ve Einstein'nın genel görelilik kuramından ayırt eder. Bu adı Yunan matematikçi Öklid'den dolayı almıştır.
Modern matematikte Öklid uzayını ifade etmek için kartezyen koordinat sistemi ve analitik geometri kavramları çok yaygın olarak kullanılır.
Reel koordinat uzayı:
Öklid yapısı:
Ayrıca bakınız:
* Üç boyutlu Öklid uzayındaki her bir nokta üç koordinat ile ifade edilir.
*Analitik geometri - Vikipedi (wikipedia.org)
*Analitik geometri (Osmanlıca: Tahlili hendese, Fransızca: Géometri analytique), geometrik çalışmaya cebrik analizi uygulayan ve cebrik problemlerin çözümünde geometrik kavramları kullanan bir matematik dalı.[1] Bütün bunlar kartezyen sistem denilen bir koordinat sisteminin kullanılmasıyla mümkündür.[1] Kartezyen kelimesi, batıda analitik geometride ilk bilimsel çalışmayı yapan René Descartes'tan gelmektedir.[1]
Fransız düşünürü Descartes'ın çok önemli bir buluşudur. Descartes'a gelinceye kadar geometri problemleri ayrı ayrı yöntemlerle, sistemsiz olarak ve anlak gücüyle çözümleniyordu. Descartes'ın Kartezyen koordinat sistemini kullanarak ve cebir dilini geometriye uygulayarak bulduğu bu yöntemle geometri problemleri cebir denklemelerine çevrildi ve cebirle çözümlendikten sonra geometri diliyle açıklandı. Birçok fizik probleminin çözümü de bu yöntemle kolaylaşmış oldu.
Uzay analitik geometride temel bir konu, bir eğrinin veya belirli şartlar altında herhangi bir doğru veya noktanın kendi hareketiyle meydana getirdiği yüzeyin denklemidir. Denklem, eğriyi meydana getiren her bir nokta kümesi tarafından sağlanan sayısal terimlerle ifade edilir. r, dairenin yarıçapı ise daire denklemi:
x² + y² = r2
Mesela, merkezi başlangıçta olan birim yarıçaplı daire, başlangıçtan, birim uzaklıktaki noktalar kümesidir. Bir çember üzerindeki herhangi bir nokta (x,y) koordinatlarına sahipse, birim yarıçaplı çemberin denklemi :
x² + y² = 1 olur.
Bu denklem, çember üzerindeki her noktanın koordinatları tarafından sağlanır. Benzer şekilde x² + y²= 4 denklemi merkezi başlangıçta ve yarıçapı iki birim olan çemberin denklemidir.
… ..
Kökeni ve ilk yılları:
… ..
*Asal sayıların listesi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Asal sayıların listesi (OEIS'de A000040 dizisi) ile verilir. M.Ö 3. yüzyıldan beri asal sayıların sonsuz sayıda olduğu bilin… ..
mektedir.[1]
*Asal Sayı Nedir? Asal Sayılar Neden Bu Kadar Önemli? - Evrim Ağacı (evrimagaci.org)
*Kendisinden ve 1'den başka böleni olmayan doğal sayılara asal sayılar denir (örneğin 3, 97, 751 veya 1009 gibi). Nadir ve eşsiz olan birçok şeyin insanlar için önemli olması gibi, asal sayılar da matematikte ve bilimde büyük öneme sahiptir.
Bir sayının asal sayı olabilmesi için aşağıdaki üç koşulu sağlaması gerekir:
Söz konusu sayı, doğal sayılar kümesinin bir elemanı olmalıdır.
Sayı, 1'den büyük olmalıdır.
Kendisinden ve 1'den başka böleni olmamalıdır.
Örneğin; 5, 7, 19 ve 53 sayıları bu üç koşulu da sağladıkları için birer asal sayıdır. Ancak 6, 25, 49 ve 57 gibi sayılar üçüncü koşulu sağlamadıkları için asal sayı değillerdir. Bir sayı eğer asal sayı değilse mutlaka bileşik sayı olmak zorundadır. Adından da anlaşılabileceği gibi bileşik sayılar, çarpanlarına ayrıldıklarında birden fazla şekilde yazılabilirler. Örnek verecek olursak 49 sayısını hem
1×491\times 49
1×49 hem de
7×77\times 7
7×7 şeklinde yazabiliriz.
*Grigori Perelman - Vikipedi (wikipedia.org)
*Grigori Yakovleviç Perelman (Rusça: Григорий Яковлевич Перельман; 13 Haziran 1966), Matematikte çözülemeyen en büyük problemlerden biri olan Poincaré hipotezini çözen Yahudi[1][2] kökenli Rus matematikçi.
Yüz yıldır çözülemeyen ve dünyanın en büyük 7 probleminden biri sayılan Poincaré hipotezini 2002 yılında çözen Perelman, çözümünün 4 yıl sonra 2006 yılında kabul görmesinden ve de bu fazla gecikmeye neden olan ABD'deki bazı meslektaşı matematikçilerden gerekli saygıyı görmediğiden onuru kırıldığı için 1 milyon dolar para ödülünü ve matematiğin Nobel'i olarak kabul edilen Fields Ödülü'nü reddetmiştir.
St. Petersburg'daki Steklov Enstitüsü'ndeki görevinden istifa ederek kayıplara karışan Perelman'ın, psikolojik olarak zor bir dönemde olduğu matematikle ilişkisini kestiği belirtiliyordu.
Perelman'ın, uzmanlar tarafından bile zor anlaşılan, Poincaré önermesine çözümü resmen 2006'da kabul edilmiştir. 2010'da düzenlenen bir yarışmada dünyanın en zor matematik problemlerinden birini çözdüğü için milenyum ödülü verilmiş,[3] ödülü almayacağını açıklamıştır.[4] En son 1 milyon doları alabileceğini, bunu matematik eğitiminin gelişimi için harcayabileceğini söylemiştir.
Kökeni ve ilk yılları:
… ..
*Daniel M. Russell - Wikipedia
*Daniel M. Russell is an American computer scientist.
Education:
Career:
Research:
Authored publications and cited works:
*Öklid geometrisi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Öklid geometrisi, İskenderiyeli Yunan matematikçi Öklid atfedilen matematiksel bir sistemdir ve onun Elemanlar adlı geometri üzerine ders kitabında tarif edilmektedir. Öklid'in yöntemi, sezgisel olarak çekici küçük bir aksiyom seti varsaymaktan ve bu aksiyomlara dayanarak birçok başka önermeyi (teoremleri) çıkarmaktan ibarettir. Öklid'in sonuçlarının çoğu daha önceki matematikçiler[1] tarafından ifade edilmiş olsa da, Öklid, bu önermelerin kapsamlı bir tümdengelimli ve mantıksal sisteme[2] nasıl uyabileceğini gösteren ilk kişi oldu. Elemanlar, ilk aksiyomatik sistem ve resmi ispatın ilk örnekleri olarak ortaokulda (lise) hala öğretilen düzlem geometrisi ile başlar. Üç boyutlu katı geometrisi (uzay geometrisi) ile devam ediyor. Elemanlar’ın çoğu, geometrik dilde açıklanan, şimdi cebir ve sayı teorisi olarak adlandırılan şeyin sonuçlarını belirtir.[1]
İki bin yıldan fazla bir dönem için "Öklid" sıfatı gereksizdi çünkü başka hiçbir geometri tasarlanmamıştı. Öklid'in aksiyomları sezgisel olarak o kadar açık görünüyordu (paralellik postülatının olası istisnası dışında), onlardan ispatlanan herhangi bir teorem mutlak, çoğu zaman metafiziksel anlamda doğru kabul edildi. Ancak günümüzde, ilkleri 19. yüzyılın başlarında keşfedilen diğer birçok kendinden tutarlı Öklid dışı geometri bilinmektedir. Albert Einstein'ın genel görelilik teorisinin bir sonucu, fiziksel uzayın kendisinin Öklidsel olmadığı ve Öklid uzayının sadece kısa mesafelerde iyi bir yaklaşım olduğudur (yer çekimi alanının gücüne bağlı olarak).[3]
Öklid geometrisi, noktalar ve çizgiler gibi geometrik nesnelerin temel özelliklerini tanımlayan aksiyomlar üzerinden mantıksal olarak ilerlediğinden, bu nesnelerle ilgili önermeler için tüm bu nesneleri belirlemek üzere koordinatlar kullanılmayan sentetik geometrinin bir örneğidir. Bu, geometrik önermeleri cebirsel formüllere çevirmek için koordinatları kullanan analitik geometrinin tersidir.
… ..
Elemanlar
Aksiyomlar
Paralellik postülatı
İspat yöntemleri
Ölçüm sistemi ve aritmetik
Notasyon ve terminoloji
Noktaların ve şekillerin isimlendirilmesi
Bütünler ve tümler açılar
Öklid gösteriminin modern versiyonları
Bazı önemli veya iyi bilinen sonuçlar
Pons Asinorum
Üçgenlerin denkliği
Üçgenin açıları toplamı
Pisagor teoremi
Thales teoremi
Alan ve hacmin ölçeklendirilmesi
Uygulamalar
Uzayın yapısının bir açıklaması olarak
Sonraki çalışmalar
Arşimet ve Apollonius
17. yüzyıl: Descartes
18. yüzyıl
19. yüzyıl ve Öklid dışı geometri
20. yüzyıl ve görelilik
Sonsuzluk yaklaşımı
Sonsuz nesneler
Sonsuz süreçler
Mantıksal temel
Klasik mantık
Modern kesinlik standartları
Aksiyomatik formülasyonlar
*Öklid dışı geometri - Vikipedi (wikipedia.org)
*Öklit dışı geometriler, alışılmış iç çarpım formülünden ayrı bir biçimde tanımlanmış ve reel uzayla birleşmiş iç çarpım yoluyla elde edilen geometrilerdir. Bu geometrilere Galileo ve Lorentz geometrileri örnek olarak verilebilir. Lorentz geometrisinin öne çıkan farklarından biri de iç çarpımın tanımlanmasında temel maddelerden biri olan pozitif tanımlılığı sağlamamasıdır. Öklit geometrisinde vektörler tek tür iken Lorentz geometrisinde space-like, time-like ve null-like (light-like) olmak üzere 3 tür vektör bulunmaktadır.
Öklit ve Öklit dışı geometrilerinin temel farkı paralel doğruları anlayış biçimleridir. Öklit'in beşinci postülası birbirine paralel olmayan doğruların uzatıldıklarında birbirleriyle kesiceklerini söyler ancak Öklit Dışı geometride düzlemin şeklinde kaynaklı farklılıklardan bu kadar kesin bir yargı yapılamaz.
… ..
*Drake denklemi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Drake denklemi[1] (Green Bank Denklemi ya da yanlışlıkla Sagan denklemi olarak da bilinir)[kaynak belirtilmeli], dünya dışı yaşam arayışında önemli[kaynak belirtilmeli] bir denklemdir.
Samanyolu galaksisi içerisindeki akıllı medeniyetin sayısını hesaplamak için kullanılan denklemdir. İlk kez radyo astronomu olan Frank Drake tarafından 1961 yılında ileri sürüldü. Bu denklem Drake denklemi olarak bilinse de eşitliğin oluşumuna John C. Llly, Carl Sagan ve Otto Struve gibi bilim insanlarının katkısı vardır.[kaynak belirtilmeli]
N=R∗ × fp × ne × fl × fi × fc × L
Bu denklemde:
N iletişim kurmayı umabileceğimiz uygarlıkların sayısı
ve
R* Galaksimizdeki yıllık yıldız oluşma miktarı
fp Bu yıldızlardan kaç tanesinin gezegene sahip olduğu
ne Gezegene sahip yıldız başına düşen toplam yaşama elverişli gezegenlerin ortalama sayısı
fl Bu gezegenlerin arasında herhangi bir şekilde yaşama uygun bir ortamın oluştuğu gezegen sayısı
fi Bu yaşama elverişli gezegenlerden kaçında akıllı hayata geçildiği
fc Bu tür uygarlıklardan uzayda varlıklarına dair tespit edilebilir sinyal bırakabilecek kesim
L Bu tür bir uygarlık tarafından uzayda yayınlanan tespit edilebilir sinyalin süresi
Drake denklemine göre galaksimizde 10.000 akıllı medeniyet var olduğu tahmin edilmektedir.
Çözümleme
… ..
*Klostrofobi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Klostrofobi, genel anlamıyla küçük bir alana ya da odaya girmenin veya kaçmanın korkusu.[1] Birçok durum veya uyaranlar tarafından tetiklenebilir; kalabalık asansörler, penceresiz odalar ve hatta dar boğaz kazaklar da dahildir.[2] Genellikle anksiyete bozukluğu olarak sınıflandırılır ve bu genellikle panik atak ile sonuçlanır.
*Emily Dickinson - Vikipedi (wikipedia.org)
*Emily Elizabeth Dickinson (10 Aralık 1830 - 15 Mayıs 1886), Amerikalı şair.
… …
Yazar uzayın derinlerinden gönderilen, Dünya’daki yaşam modelinden farklı bir ve daha zeki olan bir canlı türünün bakış açısı ile bizi bizlere anlatıyor.
YanıtlaSilOkurken insanlığın çevreye ve kendi türüne verdiği zararları, geliştirdiği teknolojinin kötü amaçlarla kullanımı ile insanlığın sonunu getirecek çabalara dikkat çekiliyor.
SilSatır aralarında sorguladığı (inançlar vb.) kavramları okuyucunun dikkatine sunuyor.
SilDünyada geliştirilen teknolojilerin yanlış veya kötü amaçlarla kullanılmasının insanlığa ve çevreye verdiği zararların daha da artışının önlenmesi maksadıyla; uzaklardan gelen değişik varlıkların söz konusu bilimsel gelişmelerin sınırlanmasına yönelik çabaları anlatılırken; ağacın kurdu gibi insanların kendi yaşam alanlarının giderek kullanılamaz hale getirildiği vurgusu yapılıyor.
SilYazar Matt Haig‘in kendi ifadesi ile “Teknolojik gelişme patolojik bir suçlunun elindeki balta gibidir” (s.269) sözünü anlamlandırmak gerekiyor.
YanıtlaSil