17 Aralık 2016 Cumartesi

sahabe dönemi iktidar kavgası *

Alevi Sünni Ayrışmasının Arka Planı
-Kitabın arka kapağındaki tanıtımda; “Müslüman siyasal kültürünün oluşumunda Hz. Peygamber sonrasının özel bir yeri vardır. İlk müslüman neslini, bu dönem siyasi olaylarını ve bu olayların aktörlerini incelemek zorundayız. Bu nesille kurduğumuz sevgi bağı, bizi doğruyu ortaya koymaktan alıkoymamalıdır. İslam tarihinde ilk yanlışlıklarsiyasi alanda yapılmış ve daha sonra dinî ve ilmî alanlara sirayet etmiştir. Bu yanlışlıklar sorgulanıp  düzeltilecek yerde kutsanmış ve mukaddes bir  cehaletle karşı karşıya kalınmıştır.Siyasal zihnin ürettiği sorunları çözemediğimizden , bu sorunlar gittikçe derinleşmiş ve kökleşmiştir. Müslüman zihni geleceği, geçmişinde aramaktadır; üstelik bunu ideal nesiller söylemi ile süslemektedir. ... kitap, Hz. Peygamber sonrası siyasi olayları mercek altına almaktadır.” deniliyor.
-Kısa alıntıları paylaşalım; ... .. Müslüman siyasi tarihinde Alevi terimi ilk defa hilafetle ilgili anlaşmazlıklar sırasında kullanılmıştır. Hz. Pegamber’in vefatının ardından ortaya çıkan ve Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra şiddetlenen siyasi iktidar mücadelesinde Hz. Ali tarafını tutanlara ‘Aleviyye’ veya ‘Ş’İatu Alî’, bunların karşısında olan gruplara da ‘Osm’aniyye’ yani ‘Osman taraftarları’, denmiştir. Zamanla ‘Şîatu Osmân’, ‘Osmaniyye’ olarak, ‘Şiâtu Alî’ ise ‘Şîa’ olarak terimleşmiştir. Bu sebeple kitabın adındaki alt başlığın Şii-Sünni şeklinde değil de ‘Alevi Sünni Ayrışması’ biçiminde olması bahsi geçen tarihsel verilerle de ilgilidir.
-Şia, Hz. Peygamber’in vefatından sonra devlet yönetiminin Hz. Ali’ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğu düşüncesini benimseyen çeşitli grupların ortak adıdır. Alevi terimi de Hz. Ali’ye bağlılık noktasında birleşen çeşitli dini ve siyasi gruplar için kullanılmaktadır. Ayrıca Alevilik, ‘Hz. Ali’nin soyundan gelenler anlamında da kullanılmıştır. Emevi ve Abbasi yönetimlerinde siyasi iktidara karşı Hz. Ali soyuna mensup çevrelerde beliren hareketler için de “Alevi’ tanımlamasının kullanıldığı bilinmektedir. Biz de Alevi terimini kullanmanın ülkemiz gerçekliğine daha uygun olacağından hareketle kitabın ismine
yaptığımız bu ekle bu faideyi tercih ettik.
... ..
Müslüman siyasal kültürünün oluşmasında Hz. Peygamber’in vefatının ardından gerçekleşen ve “Ben’i Sa’îde hadisesi” olarak tarihe geçen ilk halife seçiminin özel bir yeri vardır. Hz. Peygamber zamanında dinin güdümünde olan siyaset, Benî Sa’Îde’den sonra dine egemen olmuştur. ... .. Müslüman geçmişimiz, Hz. Peygamber’den sonra din, siyaset ev ilim alanları arasında denge kurma işini başaramamıştır. Başka bir deyişle Müslümanlar, Peygambersiz hayata uyum sağlayamamıştır. Bugün de Müslüman dünyanın en büyük sorunu siyasi alan ile ilgilidir. ... ...
-Bilinçaltı Müslümanlığından bilinçli Müslüman olma aşamasınageçmek zorundayız. Bunun yaolu da geleneğimizi sorgulamaktan geçmektedir.... ..
-Sorunlarımızı çözmek için geleneğimizi iman düzleminde değil, bilgi düzlemindeele almak bir zzorunluluktur. İman zemini çatıştırır. Unutmamak gerekir ki insanlar bilgileri uğruna değil, inançları uğruna savaşırlar. Kur’an’ın önerisi de bilgi temeline dayanan imandır, bunun için Kur’an, ilmi değil ilimsiz imanı eleştirmektedir.
-İnsanın fıtratından kaynaklanan üç temel alan vardır. Bunlar dini alan, ilmî alan ve siyasi alan. Yüce Allah, bireyle sınırlı olan dini alanın ilkelerini belirlemiş ve diğer iki alanı yani ilmî ve siyasal alanları insan aklına, araştırmasına, geliştirmesine ve sorgulamasına bırakmıştır. ... ..
-İnsan, topluluk hâlinde yaşamak zorunda olduğu için siyaset fıtrattandır. Dinde otorite Allah, siyasette otorite egemen olan bireylerin vekil tayin ettiği insandır. İlim elde etmek ve ilim üretmek de insana özgüdür. İlim üretme yeteneği olan hikmet, insanın fıtratında vardır.. ... .. Geçmiş müslüman nesillerin ortaya koydukları uygulamaları ve bu uygulama sonuçlarının Kur’an’ın ortaya koyduğu ilkelerle örtüşüp örtüşmediğini sorgulamak zorundayız. ... ..
-... Müslüman birey ile Kur’an arasına Müslüman geleneği girmiştir. Kur’anın önerilerine uymakla geleneğe uymak karıştırılmıştır. ... ..
-... herbirey doğrudan Yüce Allah’ın muhatabıdır ve bireyin Kur’an’a uyması gerekir. ... ..
-Hz. Peygamber sonrası siyasi olayları mercek altına yatırmamızın sebebi, başlangıçta siyasisiyasi süreçle ilgili olumsuzlukların sonradan nasıl dinî algıyı ve olguyu nasıl bozduğunu ortaya koymaktır. Bu anlamda ‘Hulrfa-i Raşidin’ devrini sorgulamanın riskini elbette ki biliyoruz. ... ..
-Geçmişin gündeminden paçasını kurtarmışolan bir Müslümanı, şaşkınlığa ve hayrete düşürecek en önemli konu, Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre sonra bir kısım sahabenin birbirini öldürecek kadar siyasi çatışmalara girmiş olmalarıdır. Siyasi endişe ve kaygı, hayatın bir parçasıdır. Ancak hayatın tamamına siyasi gözlük ile bakılmaz. Eğer yönetici siyaset, hayatın tamamını kuşatırsa, sorun çözme yeteneğini ve niteliğini kaybeder, kendisi çözülmesi gereken sorun haline gelir. ... ..
-Siyasi yapıdinamik olduğu için, mekân ve milletlere göre farklılık arz edeceğinden belli bir zaman dilimine veya toplumda yapılan siyasi düzenleme evrensel olma özelliği taşımaz. Bundan dolayıdır ki Kur’an, siyasi alanı da kapsamına alacak, bütün insanlarca benimsenebilecek, her zaman ve her yerde uygulanabilecekolan genel ilkelerle yetinmiştir. Başka bir iafade ile Kur’an’ın, siyasi eylemlerin kilometre taşlarını koyduğunu , diğer konuları da çağlarına göre belirlemek üzere Müslümanlara bıraktığını görmekteyiz.
-Genel olarak Kur’an’ın önerdiği siyasi sistem; hürriyet, adalet, eşitlik ve dayanışma ilkelerine dayanmaktadır.... ..
-Kur’an, siyasi idarede  ayrıntıları, zamanve mekâna göre ayarlanmak üzere Müslümanlara bırakmıştır. İslam, siyasi idareyi sınırlandırmadığı gibi, dinsel nitelik taşıyan bir kurum da kurmamıştır. Bunun sebebi, İslam’ın siyasi hayata ilgisizliği değil, siyasi yapının doğasında bulunan dinamikliği ve değişkenliği dikkate almış olmasıdır. İslam, siyasi sürece şer gözüyle bakmaz.Hatta Müslümanın, Kur’an’ın öngördüğü özgürlük, adalet ve kardeşlik ilkelerini gerçekleştirmek için , ‘siyasi iktidarı elinde nulundurması’nı önerir. ... ..
-Hz. Peygamber’in kendinden sonra Müslüman devletinin başına birini tayin etmemesi de, devlet başkanını seçme görevinin ümmete ait olduğunu ortaya koymaktadır. Fakat Hz. Pegamber’den sonra ümmete ait olan bu yetkinin, ümmet tarafından kullanılmadığı görülmektedir. Bunun sebebi de İslam’ın ilk nesillerinin siyasi kültürlerinde aramak zorundayız.... ..
-Hz.Peygamber’in vefat haberi duyulur duyulmaz, ... .. İlk hareket ev sahibi Ensar arasında başladı. Benî Sa’Îde Çardağı’ında toplanarak Müslüman devletinin başına geçecekkişinin kendilerinden olması için fiili bir durum yarattılar.... ..
-Ensarın devlet başkanı seçmek için toplandığını haber alan Muhacirlerinileri gelenlerinden Hz. Ebubekir, Ömer ve Ebû Ubeyde, Ben’î Sa’îde Çardağına geldileri.
-Muhacirlerin temsilcileri geldikten sonra tartışmanın şekli değişti. Muhacirlerin adına katılan ekip, hilafet konusunda asıl söz sahibinin kendileri olduğunu ileri sürerek ... ..   Hz. Peygamber’in de Kureyş’ten olmasını gerekçe göstererek ,Peygamber’in kurduğu devletin başına bir Kureyşlinin geçmesinin zorunlu olduğunu belirttiler. ... ..
-Benî Sa’îde toplantısına Muhacirler adına katılan grup başarılı da oldu. ... .. Kureyş’in iki büyük kabilesi Haşimiler ve Emevilerin bu toplantıda temsilcileri yoktu. ... ..
-Benî Sa’îde deEnsarın çoğunluğunun da desteğini alarak halife seçilen Hz. Ebubekir’e karşı ilk itiraz, Haşimilerden geldi. ... ..
-Hz. Ebubekir’in, kendinden sonra yerine Hz. Ömer’i tayin etmesi özellikle ... ..
-Hz. Ömer’in, kendinden sonra ümmetin halifesini seçmek için seçtiği altı kişilik komitede,Kureyş kabilesi dışında bir kişinin bile bulunmaması ... .. Daha sonra, Kureyş Kavmiyetçiliği, Kureyş’in dışındaki Müslümanların, siyasi idare ile ilgilenmelerine yol açmıştır. ... ..
-Hz.Osman, kendisinin Allah tarafından  belirlenmiş bir yönetici olduğunu düşünmekteydi. Hz. Osman’da görülen bu teokratik yaklaşım, daha sonra Şianın Hz. Ali’nin vasiyet yoluyla imam tayin edildiğiyolundaki görüşü ile pararrellik arz etmektedir. Başka bir iafadeile Şia, imameti siyasi bir mesele olmaktan çıkartarak, bir iman meselesi haline getirmiştir. Ehl-i Sûnnetin ilk dört halifeyi, hilafete geçiş sırasına göre fazilet derecelendirmesine tabi tutulmasının temelinde desiyasi kanaatlerin izlerini bulmak mümkündür.
-Hilafet meselesinde, Şia’nın görüşlerine karşı çıkan Ehl-iSünnet de aynı çelişkiye düşmüştür. Şia, imamet, velayet  ve masumiyet teorilerini geliştirirken , Ehl-i Sünnet de hilafet, biat ve icma’ kavramlarını üretmiştir.Ehl-i Sünnet, ümmetin yanlış üzerine icma’ etmeyeceğini ileri sürerken , Şia da imamın hata yapmayacağını iddia etmektedir. Aralarındaki fark nitelik neğil, nicelik farkıdır. Her iki düşünce tarzı da Kur’anın ilkelerine uygun değildir. ... ..
-Söz konusu siyasi olayların sonuçlarından bağımsız ekol sayılan Mutezilenin (**)  bile beşinci prensibi, siyasi bir nitelişk taşımaktadır.

-(**https://tr.wikipedia.org/wiki/Mutezile)Mu'tezile (Arapçaالمعتزلة), İslam dininde bir itikadi mezhep. Mu'tezile, kelime olarak (i'tezele sözcüğünden türeyerek) "ayrılanlar, uzaklaşanlar, bir tarafa çekilenler" anlamına gelir. Büyük günâh işleyen kimsenin iman ile küfür arası bir mertebede olduğunu söyleyerek Ehl-i Sünnet âlimlerinden Hasan-ı Basrî'nin (ö. 110/728) dersini terk eden Vâsıl bin Atâ (ö. 131/748) ile ona uyanların oluşturduğu mezhep bu isimle anılır.[1][2] Mu‘tezile ise kendini "ehlü'l-adl ve'ttevhîd" ("adalet ve tevhid ehli") diye adlandırır.[1][2] Mu'tezile mezhebinden olan kişiye Mu'tezili denir. Özellikle kader ve kaza konularındaki yorumları ve inançları nedeniyle İslam dinindeki diğer mezheplerden ayrılmışlardır; ama yine de İslâm dininin çoğunluğunu oluşturan mezheplerdenEhl-i Sünnet, Mu'tezile'yi İslam dışı saymamaktadır. Akılcı bir mezhep olan Mu'tezile, mantık kurallarıyla çelişir gördüğü âyet ve hadisleri Ehl-i Sünnet'ten farklı biçimde yorumlamış ve bu yorumlarında akla öncelik vermiştir. Nitekim Mu'tezile mezhebi, gerek akla fazla değer vermesi ve özellikle de Abbâsîler döneminde felsefe ile girdiği yakın ilişkiler dolayısıyla barındırdığı felsefi metot ve görüşleri nedeniyle fazlasıyla eleştirilmiştir. Özellikle de nass (ayet veya hadis) ile akılın çeliştiğini düşündükleri noktalarda sıklıkla nassı akla uygun gelecek şekilde yorumlamaları diğer mezheplerde büyük tepki uyandırmıştır. Modern zamanlardaki bazı araştırmacı ve İslam tarihçileri de Mu'tezile mezhebini akla verdiği önem ve metotları bakımından, çeşitli hususlarda rasyonalist olarak tanımlar.[3] Mu'tezile mezhebinin kendi içinde barındırdığı beş esası vardır, bu esasların ilki olan ve İslâm dininin de ilk esası olan tevhidin bu beş esasın temeli olduğunu öne sürerler.[2] Bazı cemaat ve mezhepler bu düşünceye karşı çıkmıştır.
--Hariciler de siyasi kanaatlerini iman alanına taşıdılar. Kendilerinin siyasi görüşlerini benimsemeyenler in kâfir olduklarına hükmettiler. ... ..
-Diğer siyasi fırkalarda zamanla Haricilerin bu yönteminden etkilendiler.Her görüş sahibi, kendi görüşünün haklılığını ortaya koymak için Kur’an ve hadisten destek aradı. ... ..
-Sahabenin siyasi iktidarda bulunduğu dönemde, siyasi görüş ayrılıklarından dolayı, Müslümanlar arasında kanlı iç savaşların yaşanması, Hz. peygamberden sonra Müslüman siyasi sisteminin kurulamadığının delillerinden biridir. İslam’ın yayılışında büyük hizmeti geçen bu ilk Müslümanların, Peygamber sonrası düştükleri siyasi anlaşmazlıkları, hoş ve meşru göstermek için geliştirilen ve sahabeyi eleştiri dışı tutan düşünceleri asla onaylayamayız. ...
-Sahabenin, yanlızca sahabe olduğu için haklı olduğu, şeklindekidüşüncenin doğru olması mümkün değildir. Onlar, “Bu şeklilde kutsallaştırılınca  tarihten çok dinin yani imanın bir parçası haline” geldiler.Tarihsel olaylar ile Kur’an’ın getirdiği İslam öğretisi karıştırılarak, ilk nesil Müslümanların yaptıklarının dinden sanılması da yanlış olmuştur. ... ..
-Çatışmaları gerisinde siyasi çıkar ve düşünceler yatmaktaydı. ... ..
-Sahabenin yazgı gereği olarak birbirine düştüğü izlenimi verildi. Halbuki çatışmaların gerisinde siyasi çıkar ve düşünceler yatmaktaydı. ... ..

-Kaldı ki, aklı kullanmamak Kur’an’a göre büyük suçtur. Onda, “Allah katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği düşünmeyen yani akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. (8/Enfâl,   22Krş  10/Yûnus,100) buyrulmaktadır. Geçmiş nesillerin kutsanması ve taklit, Müslümanların onurlarını ortadan kaldırmış ve gerçeği görmelerini engellemiştir. 
Peygambersiz hayata intibak
Hz.Peygamber’in siyasi sünneti
Ehliyet Esası
İstişare esası namazda imamlık meselesi
Kırtas hadisesi
Sahabe arasında siyasi çekişme
Benî Sa’îde hadisesi
Hadisenin perde arkası

Benî Sa’îde vakasının değerlendirilmesi

*Sahabe Dönemi İktidar Kavgası  – Ahmet Akyüz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder