-Kitabın arka kapağındaki tanıtımda; “Müslüman siyasal kültürünün
oluşumunda Hz. Peygamber sonrasının özel bir yeri vardır. İlk müslüman neslini,
bu dönem siyasi olaylarını ve bu olayların aktörlerini incelemek zorundayız. Bu
nesille kurduğumuz sevgi bağı, bizi doğruyu ortaya koymaktan alıkoymamalıdır.
İslam tarihinde ilk yanlışlıklarsiyasi alanda yapılmış ve daha sonra dinî ve
ilmî alanlara sirayet etmiştir. Bu yanlışlıklar sorgulanıp düzeltilecek yerde kutsanmış ve mukaddes
bir cehaletle karşı karşıya
kalınmıştır.Siyasal zihnin ürettiği sorunları çözemediğimizden , bu sorunlar
gittikçe derinleşmiş ve kökleşmiştir. Müslüman zihni geleceği, geçmişinde
aramaktadır; üstelik bunu ideal nesiller söylemi ile süslemektedir. ... kitap,
Hz. Peygamber sonrası siyasi olayları mercek altına almaktadır.” deniliyor.
-Kısa alıntıları paylaşalım; ... .. Müslüman siyasi tarihinde Alevi terimi
ilk defa hilafetle ilgili anlaşmazlıklar sırasında kullanılmıştır. Hz. Pegamber’in
vefatının ardından ortaya çıkan ve Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra
şiddetlenen siyasi iktidar mücadelesinde Hz. Ali tarafını tutanlara ‘Aleviyye’
veya ‘Ş’İatu Alî’, bunların karşısında olan gruplara da ‘Osm’aniyye’ yani
‘Osman taraftarları’, denmiştir. Zamanla ‘Şîatu Osmân’, ‘Osmaniyye’ olarak,
‘Şiâtu Alî’ ise ‘Şîa’ olarak terimleşmiştir. Bu sebeple kitabın adındaki alt
başlığın Şii-Sünni şeklinde değil de ‘Alevi Sünni Ayrışması’ biçiminde olması
bahsi geçen tarihsel verilerle de ilgilidir.
-Şia, Hz. Peygamber’in vefatından sonra devlet yönetiminin Hz. Ali’ye ve
onun soyundan gelenlere ait olduğu düşüncesini benimseyen çeşitli grupların
ortak adıdır. Alevi terimi de Hz. Ali’ye bağlılık noktasında birleşen çeşitli
dini ve siyasi gruplar için kullanılmaktadır. Ayrıca Alevilik, ‘Hz. Ali’nin
soyundan gelenler anlamında da kullanılmıştır. Emevi ve Abbasi yönetimlerinde
siyasi iktidara karşı Hz. Ali soyuna mensup çevrelerde beliren hareketler için
de “Alevi’ tanımlamasının kullanıldığı bilinmektedir. Biz de Alevi terimini
kullanmanın ülkemiz gerçekliğine daha uygun olacağından hareketle kitabın
ismine
yaptığımız bu ekle bu faideyi tercih ettik.
yaptığımız bu ekle bu faideyi tercih ettik.
... ..
Müslüman siyasal kültürünün oluşmasında Hz. Peygamber’in vefatının
ardından gerçekleşen ve “Ben’i
Sa’îde hadisesi” olarak tarihe geçen ilk halife seçiminin özel bir yeri
vardır. Hz. Peygamber zamanında dinin güdümünde olan siyaset, Benî Sa’Îde’den
sonra dine egemen olmuştur. ... .. Müslüman geçmişimiz, Hz. Peygamber’den sonra
din, siyaset ev ilim alanları arasında denge kurma işini başaramamıştır. Başka
bir deyişle Müslümanlar, Peygambersiz hayata uyum sağlayamamıştır. Bugün de
Müslüman dünyanın en büyük sorunu siyasi alan ile ilgilidir. ... ...
-Bilinçaltı Müslümanlığından bilinçli Müslüman olma aşamasınageçmek
zorundayız. Bunun yaolu da geleneğimizi sorgulamaktan geçmektedir.... ..
-Sorunlarımızı çözmek için geleneğimizi iman düzleminde değil, bilgi
düzlemindeele almak bir zzorunluluktur. İman zemini çatıştırır. Unutmamak
gerekir ki insanlar bilgileri uğruna değil, inançları uğruna savaşırlar.
Kur’an’ın önerisi de bilgi temeline dayanan imandır, bunun için Kur’an, ilmi
değil ilimsiz imanı eleştirmektedir.
-İnsanın
fıtratından kaynaklanan üç temel alan vardır. Bunlar dini alan, ilmî alan ve siyasi alan. Yüce Allah, bireyle
sınırlı olan dini alanın ilkelerini
belirlemiş ve diğer iki alanı yani ilmî
ve siyasal alanları insan aklına, araştırmasına, geliştirmesine ve
sorgulamasına bırakmıştır. ... ..
-İnsan, topluluk hâlinde yaşamak zorunda olduğu için siyaset fıtrattandır. Dinde otorite Allah, siyasette
otorite egemen olan bireylerin vekil tayin ettiği insandır. İlim elde
etmek ve ilim üretmek de insana özgüdür. İlim üretme yeteneği olan hikmet,
insanın fıtratında vardır.. ... .. Geçmiş müslüman nesillerin ortaya koydukları
uygulamaları ve bu uygulama sonuçlarının Kur’an’ın ortaya koyduğu ilkelerle
örtüşüp örtüşmediğini sorgulamak zorundayız. ... ..
-... Müslüman birey ile Kur’an arasına Müslüman geleneği girmiştir.
Kur’anın önerilerine uymakla geleneğe uymak karıştırılmıştır. ... ..
-... herbirey doğrudan Yüce Allah’ın muhatabıdır ve bireyin Kur’an’a
uyması gerekir. ... ..
-Hz. Peygamber sonrası siyasi olayları mercek altına yatırmamızın
sebebi, başlangıçta siyasisiyasi süreçle ilgili olumsuzlukların sonradan nasıl
dinî algıyı ve olguyu nasıl bozduğunu ortaya koymaktır. Bu anlamda ‘Hulrfa-i
Raşidin’ devrini sorgulamanın riskini elbette ki biliyoruz. ... ..
-Geçmişin gündeminden paçasını kurtarmışolan bir Müslümanı, şaşkınlığa
ve hayrete düşürecek en önemli konu, Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre
sonra bir kısım sahabenin birbirini öldürecek kadar siyasi çatışmalara girmiş
olmalarıdır. Siyasi endişe ve kaygı, hayatın bir parçasıdır. Ancak hayatın
tamamına siyasi gözlük ile bakılmaz. Eğer yönetici siyaset, hayatın tamamını
kuşatırsa, sorun çözme yeteneğini ve niteliğini kaybeder, kendisi çözülmesi
gereken sorun haline gelir. ... ..
-Siyasi yapıdinamik olduğu için, mekân ve milletlere göre farklılık arz
edeceğinden belli bir zaman dilimine veya toplumda yapılan siyasi düzenleme
evrensel olma özelliği taşımaz. Bundan dolayıdır ki Kur’an, siyasi alanı da
kapsamına alacak, bütün insanlarca benimsenebilecek, her zaman ve her yerde
uygulanabilecekolan genel ilkelerle yetinmiştir. Başka bir iafade ile
Kur’an’ın, siyasi eylemlerin kilometre taşlarını koyduğunu , diğer konuları da
çağlarına göre belirlemek üzere Müslümanlara bıraktığını görmekteyiz.
-Genel olarak Kur’an’ın önerdiği siyasi sistem; hürriyet, adalet,
eşitlik ve dayanışma ilkelerine dayanmaktadır.... ..
-Kur’an, siyasi idarede
ayrıntıları, zamanve mekâna göre ayarlanmak üzere Müslümanlara
bırakmıştır. İslam, siyasi idareyi sınırlandırmadığı gibi, dinsel nitelik
taşıyan bir kurum da kurmamıştır. Bunun sebebi, İslam’ın siyasi hayata
ilgisizliği değil, siyasi yapının doğasında bulunan dinamikliği ve değişkenliği
dikkate almış olmasıdır. İslam, siyasi sürece şer gözüyle bakmaz.Hatta
Müslümanın, Kur’an’ın öngördüğü özgürlük, adalet ve kardeşlik ilkelerini
gerçekleştirmek için , ‘siyasi iktidarı elinde nulundurması’nı önerir. ... ..
-Hz. Peygamber’in kendinden sonra Müslüman devletinin başına birini
tayin etmemesi de, devlet başkanını seçme görevinin ümmete ait olduğunu ortaya
koymaktadır. Fakat Hz. Pegamber’den sonra ümmete ait olan bu yetkinin, ümmet
tarafından kullanılmadığı görülmektedir. Bunun sebebi de İslam’ın ilk
nesillerinin siyasi kültürlerinde aramak zorundayız.... ..
-Hz.Peygamber’in vefat haberi duyulur duyulmaz, ... .. İlk hareket ev
sahibi Ensar arasında başladı. Benî Sa’Îde Çardağı’ında toplanarak Müslüman
devletinin başına geçecekkişinin kendilerinden olması için fiili bir durum
yarattılar.... ..
-Ensarın devlet başkanı seçmek için toplandığını haber alan Muhacirlerinileri
gelenlerinden Hz. Ebubekir, Ömer ve Ebû Ubeyde, Ben’î Sa’îde
Çardağına geldileri.
-Muhacirlerin temsilcileri geldikten sonra tartışmanın şekli değişti.
Muhacirlerin adına katılan ekip, hilafet konusunda asıl söz sahibinin kendileri
olduğunu ileri sürerek ... .. Hz.
Peygamber’in de Kureyş’ten olmasını gerekçe göstererek ,Peygamber’in kurduğu
devletin başına bir Kureyşlinin geçmesinin zorunlu olduğunu belirttiler. ... ..
-Benî Sa’îde toplantısına Muhacirler adına katılan
grup başarılı da oldu. ... .. Kureyş’in iki büyük kabilesi Haşimiler ve Emevilerin
bu toplantıda temsilcileri yoktu. ... ..
-Benî Sa’îde deEnsarın çoğunluğunun da
desteğini alarak halife seçilen Hz. Ebubekir’e karşı ilk itiraz, Haşimilerden
geldi. ... ..
-Hz. Ebubekir’in, kendinden sonra yerine Hz. Ömer’i tayin etmesi
özellikle ... ..
-Hz. Ömer’in, kendinden sonra ümmetin halifesini seçmek için seçtiği
altı kişilik komitede,Kureyş kabilesi dışında bir kişinin bile bulunmaması ...
.. Daha sonra, Kureyş Kavmiyetçiliği, Kureyş’in
dışındaki Müslümanların, siyasi idare ile ilgilenmelerine yol açmıştır. ... ..
-Hz.Osman, kendisinin Allah tarafından
belirlenmiş bir yönetici olduğunu düşünmekteydi. Hz. Osman’da görülen bu
teokratik yaklaşım, daha sonra Şianın Hz. Ali’nin vasiyet yoluyla imam tayin
edildiğiyolundaki görüşü ile pararrellik arz etmektedir. Başka bir iafadeile
Şia, imameti siyasi bir mesele olmaktan çıkartarak, bir iman meselesi haline
getirmiştir. Ehl-i Sûnnetin ilk dört halifeyi, hilafete geçiş sırasına göre
fazilet derecelendirmesine tabi tutulmasının temelinde desiyasi kanaatlerin
izlerini bulmak mümkündür.
-Hilafet meselesinde, Şia’nın görüşlerine karşı çıkan Ehl-iSünnet de
aynı çelişkiye düşmüştür. Şia, imamet, velayet
ve masumiyet teorilerini geliştirirken , Ehl-i Sünnet de hilafet, biat
ve icma’ kavramlarını üretmiştir.Ehl-i Sünnet, ümmetin yanlış üzerine icma’
etmeyeceğini ileri sürerken , Şia da imamın hata yapmayacağını iddia
etmektedir. Aralarındaki
fark nitelik neğil, nicelik farkıdır. Her iki düşünce tarzı da Kur’anın
ilkelerine uygun değildir. ... ..
-Söz konusu siyasi olayların sonuçlarından bağımsız ekol sayılan
Mutezilenin (**) bile beşinci prensibi,
siyasi bir nitelişk taşımaktadır.
-(**https://tr.wikipedia.org/wiki/Mutezile)Mu'tezile (Arapça: المعتزلة), İslam
dininde bir itikadi mezhep.
Mu'tezile, kelime olarak (i'tezele sözcüğünden türeyerek) "ayrılanlar,
uzaklaşanlar, bir tarafa çekilenler" anlamına gelir. Büyük
günâh işleyen
kimsenin iman ile küfür arası bir mertebede olduğunu
söyleyerek Ehl-i
Sünnet âlimlerinden Hasan-ı
Basrî'nin
(ö. 110/728) dersini terk eden Vâsıl bin Atâ (ö. 131/748) ile ona uyanların oluşturduğu mezhep bu
isimle anılır.[1][2] Mu‘tezile ise kendini
"ehlü'l-adl ve'ttevhîd" ("adalet ve tevhid ehli") diye
adlandırır.[1][2] Mu'tezile mezhebinden olan kişiye Mu'tezili denir. Özellikle kader ve kaza konularındaki yorumları ve inançları nedeniyle İslam dinindeki diğer mezheplerden ayrılmışlardır; ama yine de İslâm dininin çoğunluğunu oluşturan mezheplerden, Ehl-i Sünnet, Mu'tezile'yi İslam dışı saymamaktadır. Akılcı bir mezhep olan Mu'tezile, mantık kurallarıyla çelişir gördüğü âyet ve hadisleri Ehl-i Sünnet'ten farklı biçimde yorumlamış ve bu
yorumlarında akla öncelik vermiştir. Nitekim
Mu'tezile mezhebi, gerek akla fazla değer vermesi ve özellikle
de Abbâsîler döneminde felsefe ile girdiği yakın ilişkiler
dolayısıyla barındırdığı felsefi metot ve görüşleri nedeniyle fazlasıyla eleştirilmiştir.
Özellikle de nass (ayet veya hadis) ile akılın çeliştiğini düşündükleri
noktalarda sıklıkla nassı akla uygun gelecek şekilde
yorumlamaları diğer mezheplerde büyük tepki uyandırmıştır. Modern
zamanlardaki bazı araştırmacı ve İslam tarihçileri de Mu'tezile mezhebini akla
verdiği önem ve metotları bakımından, çeşitli hususlarda rasyonalist olarak
tanımlar.[3] Mu'tezile mezhebinin kendi içinde
barındırdığı beş esası vardır, bu esasların ilki olan ve İslâm dininin de ilk
esası olan tevhidin bu beş esasın temeli olduğunu öne
sürerler.[2] Bazı cemaat ve mezhepler bu
düşünceye karşı çıkmıştır.
--Hariciler de siyasi kanaatlerini iman alanına taşıdılar. Kendilerinin
siyasi görüşlerini benimsemeyenler in kâfir olduklarına hükmettiler. ... ..
-Diğer siyasi fırkalarda zamanla Haricilerin bu yönteminden
etkilendiler.Her görüş sahibi, kendi görüşünün haklılığını ortaya koymak için
Kur’an ve hadisten destek aradı. ... ..
-Sahabenin siyasi iktidarda bulunduğu dönemde, siyasi görüş
ayrılıklarından dolayı, Müslümanlar arasında kanlı iç savaşların yaşanması, Hz.
peygamberden sonra Müslüman siyasi sisteminin kurulamadığının delillerinden
biridir. İslam’ın yayılışında büyük hizmeti geçen bu ilk Müslümanların, Peygamber
sonrası düştükleri siyasi anlaşmazlıkları, hoş ve meşru göstermek için
geliştirilen ve sahabeyi eleştiri dışı tutan düşünceleri asla onaylayamayız.
...
-Sahabenin, yanlızca sahabe olduğu için haklı olduğu,
şeklindekidüşüncenin doğru olması mümkün değildir. Onlar, “Bu şeklilde
kutsallaştırılınca tarihten çok dinin
yani imanın bir parçası haline” geldiler.Tarihsel olaylar ile Kur’an’ın
getirdiği İslam öğretisi karıştırılarak, ilk nesil Müslümanların yaptıklarının
dinden sanılması da yanlış olmuştur. ... ..
-Çatışmaları gerisinde siyasi çıkar ve düşünceler yatmaktaydı. ... ..
-Sahabenin yazgı gereği olarak birbirine düştüğü izlenimi verildi.
Halbuki çatışmaların gerisinde siyasi çıkar ve düşünceler yatmaktaydı. ... ..
-Kaldı ki, aklı kullanmamak Kur’an’a göre büyük suçtur. Onda, “Allah
katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği düşünmeyen yani akletmeyen
sağırlar ve dilsizlerdir. (8/Enfâl, 22Krş
10/Yûnus,100) buyrulmaktadır. Geçmiş nesillerin kutsanması ve taklit,
Müslümanların onurlarını ortadan kaldırmış ve gerçeği görmelerini
engellemiştir.
Peygambersiz hayata
intibak
Hz.Peygamber’in
siyasi sünneti
Ehliyet Esası
İstişare esası namazda
imamlık meselesi
Kırtas hadisesi
Sahabe arasında
siyasi çekişme
Benî Sa’îde hadisesi
Hadisenin perde
arkası
Benî Sa’îde vakasının
değerlendirilmesi
*Sahabe Dönemi İktidar Kavgası – Ahmet Akyüz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder