23 Ekim 2020 Cuma

Yıl 1925. Büyük Atatürk, genç Cumhuriyet’in  yurttaşlarına ve dış ülkelere şu tarihi mesajı veriyordu: Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler ve meczuplar memleketi olamaz…”

Yıl 2002. Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını yaşıyor… Geçtiğimiz yüzyılın başında, İngiliz işbirlikçisi Derviş Vahdeti, Sait Molla, Dürizade Abdullah, İskilipli Atıf gibi mürtecilerin tasfiyesi üzerine Cumhuriyet kurulmuştu. Bugün, küreselleştiği iddia olunan dünyada, gerçek anlamda küreselleşen Türkiye vatandaşı mürteciler, İngiltere’nin yanı sıra, ABD, Almanya Libya, Suudi Arabistan gibi ülkelerden yönetilmeye, yönlendirilmeye devam ediyorlar. Yalnız bir farkla ki ABD’den gelen kimi müritler, Türkiye’de milletvekili seçilip “türban krizi” yarattıktan sonra tekrar ana vatanlarına geri dönerken, kimi dervişler de, milletvekili olmadıkları halde, Türk Hükümeti’ne dışarıdan bakan olarak girebiliyor, yabancı taleplerinin takipçiliğini yapabiliyor. Ve bu araştırma konusu olan, yasadışı hocaefendi sanını (!) kullanmayı yeğleyen kimi şeyhler de, sanki gizli bir mübadele protokolü varmış gibi, kendi ülkesinden yeni vatan ABD’ye rahatlıkla hicret edebiliyor…

    Yeni binyılın şeyhlerinin, dervişlerinin, müritlerinin ve meczuplarının amaçlarının da değiştiği gözlemleniyor. Artık amaç, bir şeriat devleti kurmak değil. Şeriat, iktidarı, parayı, her türlü geçirmenin sadece simgesel , klişeleşmiş adı. Mürtecilik yani gericilik de artık salt dinsel anlamda kullanılmıyor. Tam bağımsız bir devleti ve kazanımlarını ortadan kaldırarak, düyunu umumiye döneminde  olduğu gibi, ülkeyi uluslararası finans merkezlerinin denetimine sokmak da, geriye gitmek anlamında mürtecilik olarak değerlendiriliyor. Aynı şekilde, koşulsuz AB teslimiyetçiliğini savunarak, devlet egemenliğini kayıtsız şartsız ulusa değil, Brüksel’e bağlamaya çalışanlar da, Hürriyet  ve İtilaf Fırkası’nın uzantıları olarak bu anlamda mürteciliği temsil ediyor. Anavatan kavramını Türkiye sınırlarından çıkarıp, AB sınırlarına mal edenlerin milliyetçi-muhafazakârlığı ile, IMF, Dünya Bankası ve AB çıkarlarının sözcülüğünü yapanların yeni solculuğu, tıpkı Fethullah Gülen’in ve müritlerinin din ve vatan anlayışı ile birebir örtüşüyor…

… .. Karşı tarafta ise, ülkeyi etnik ve mezhepsel esasa dayalı olarak bölmeye, yeraltı-yerüstü ekonomik kaynaklarını

pazarlamaya, din devleti kurmaya ve halkın dinsel inançlarını sömürmeye, hatta Cumhuriyet’in başına numara koymaya kararlı, zengin, güçlü, dış destekli, örgütlü vatan hainleri ve işbirlikçileri ile peşlerinden sürükledikleri ulusal bilinçten yoksun diğer bir kesim…

İşte Köstebek adlı bu çalışma, içinde bulunduğumuz kapkara dönemde, devletimizin altını  nasıl oyulduğunu, nasıl zaafa düşürüldüğünün binlerce örneğinden sadece birine ışık tutuyor: Türk Devleti’nin istihbarat birimlerine sızmış, kadrolaşmış fethullahçılara…

    Şeyhleri ABD’de yaşayan, ancak kendi ülkesinde Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan; CIA, M16, ve BND gibi yabancı ülke istihbarat örgütlerine taşeronluk yapan bir cemaate mensup müritlerin, asli görevi kendileri ile mücadele etmek olan istihbarat birimlerinde kadrolaşabileceğini, devletin gücünü, devleti savunanlara karşı kullanılabilecek düzeye gelebileceklerini kim tahmin edebilir ki? “Köstebek” bu ihanet öyküsünün adıdır…

Siz, hiç Fethullahçıları devlete karşı bir tehdit olarak algılayan, şikâyet eden ya da onlarla uğraşan bir PKK’lı, Brüksel ya da Köln merkezli bir terörist ya da bir TÜSİAD üyesi ya da bir siyasal parti lideri ya da bir ikinci cumhuriyetçi ya da bir azınlık mensubu ya da misyoner ya da Hükûmet üyesi ya da bir Başbakan gördünüz mü? Nitekim, fethullahçıları kontr-espiyonaj kapsamında iç ve dış tehdit odağı olarak tanımlayan ve mücadele konsepti geliştiren gelmiş-geçmiş bir İçişleri Bakanı, bir Emniyet Genel Müdürü ve bir MİT Müsteşarı da göremezsiniz, gösteremezsiniz… Haklı olarak sorarsınız, kendi iç güvenliğini ağlamayan, sızıntılara engel olamayan bir ulusal istihbarat birimi, nasıl olur da ülkenin güvenliğini sağlar?! Bu sorunun yanıtı, doğal olarak olumsuzdur. Önünüzde iki tercih vardır; ya çoğunluğun yaptığı gibi bu çelişkiye karşı başınızı çevirir, fark etmemiş gibi yaparsanız veya risk üstlenerek araştırmaya ve mücadeleye başlarsınız…

Fethullahçılar, Türkiye’de Mevleviler, Bektaşiler, Cerrahiler gibi salt dinsel inancı yaşamaya çalışan bir cemaat değildir. Uluslararası alanda at koşturan, son derece tehlikeli bağlantılarıyla, ekonomik kaynakları ve eğitim kurumlarıyla, Türkiye’nin yüz yüze olduğu en tehlikeli tehdit odağıdır. Örgütlenme modeli itibariyle bir eşi yoktur; örgütlenme modeli olarak, tamamı CIA denetimindeki Moon, Falun-Gong, Scientology, gibi tarikatlarla benzeşmektedir. Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve değerli alana, eğitime tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler. İşte bu yasa dışı yapılanmanı, eğitimin yanı sıra, en az onun kadar önemli olan istihbarat alanına yönelmesinde, birtakım stratejik gerekçeler rol oynamaktadır:

1.    Tüm dünyanın pek çok merkezinde uygulanmakta olan terörist ve de köktendinci ideolojik yaklaşımların yaptığı gibi, devlete ya da yabancı devletlere karşı silahlı mücadele vererek hedefe varmanın mümkün olmadığını en iyi kavrayan dinsel organize suç örgütü, Fethullahçılardır. Mevcut sistemi yıkmak yerine, takiyyeyi ön plana çıkararak, devlet yapısıyla çatışmayacak bir örgütlenmeyle, zaman içinde devletin stratejik kurum ve kuruluşlarının içine sızmak ve ele geçirmek, bu yasadışı yapılanmanın ”ılımlı” görüntüsünün altındaki en önemli neden ve etkendir.

2.    Fethulahçılar, istihbarat birimlerine sızmakla, kendileri,ne gelebilecek her türlü operasyonu önceden haber alma, önleme ve karşı operasyonu başlatma olanağına sahip olmaktadırlar. Bu durum, onlara sadece savunma değil, saldırı olanağı da sağlamaktadır.

3.    Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmakta zorlanan ama buna rağmen yılmaksızın girişimlerini sürdüren Fettthullahçılar, istihbarat birimlerindeki kadrolarını, alternatif Silahlı Kuvvetler olarak algılanmaktadırlar. Bu durum, onların kendilerini güvende hissetmelerine yol açmaktadır. Nitekim, emniyet Fethullahçıların toplanma ve eğitim merkezlerine "ışık kışlaları”, emniyet içindeki kadrolarına da genel bir ifadeyle “ışık orduları” denilmektedir. Fethullahçıların emniyet içindeki kadrolarına da genel bir ifadeyle “ışık orduları” denilmektedir. Fethullahçıların emniyet içindeki kadroları, TSK’ya karşı “denge” sağlama çabalarının bir sonucudur. Devletin ele geçirildiği, sistemin bütünüyle değiştirildiği, sistemin bütünüyle değiştirildiği, “Çin Seddi’ne otağ kurulduğu” en son aşamada, alternatif Silahlı Kuvvetlerin TSK’ya karşı kullanılması olanağından, moral anlamda sıkça söz edilmektedir.

 *Köstebek FETÖ teörör örgütünü ilk deşifre eden kitap & Sabahattin Önkibar

Birinci basım:2002

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder