18 Aralık 2021 Cumartesi

Vatanı Sattık Bir Pula - Namık Kemal’in Romanı *

Başkaldırı ve Yeni Osmanlılar

Bir Yıldız Doğuyor

Abdüllatif Paşa’nın Sofya’daki görevi sona ermiş ve aile yeniden İstanbul’a taşınmıştı. Dedesinin dostları Kemal’e Tercüme Odası’nda iş buldular.

Orada hem Fransızca öğreniyor hem de aydın gençlerle sohbet ediyordu. İşinden çıktıktan sonra Beyazıt’ta sahafları dolaşıyor ucuz kitaplar alıyordu. En büyük zevki buydu. ,

Yıl 1861, Namık Kemal Tercüme Dairesi’nde hem çok başarılı bir genç, hem de kitap kurdu olmuştu. Sahaflar çarşısında bir gün eski kitapları, el yazmalarını karıştırırken eline taş baskısı bir yazı tutuşturdular.

“Bu kaç para?”

“Yirmi para ver, heter.”

Kemal yirmi paraya o kağıdı, içinde ne olduğunu bilmeden aldı. Bir cde baktı, bir ilahi:


Hakk-tealâ azamet âleminin pâdişehi

Lâ-mekândır olamaz devletinin taht-gehi


Yani günümüz Türkçesiyle şöyle bir şey:

Yüce Tanrı evrenin padişahıdır. Ne meskeni vardır, ne de başkenti.

Kemal takıldı bu sözlere. Bu ilahiyi olsa olsa Derviş Yunus söylemiştir diye düşünmüştü. Sordu soruşturdu, hayır bu sözler Yunus Emre’nin değil, Şinasi adında bir gazetecininmiş. Peki, kimmiş bu Şinasi Efendi? Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkaran bir Osmanlı aydını. 

Namık Kemal işini gücünü bırakıp düştü bu Şinasi Efendi’nin peşine. Sonunda ona ulaştı ve :

“Üstadım, “dedi. “Ben sizin hayranınızım, ne olur beni yanınıza alın. Sizin muininiz (yardımcınız) olayım!”


Şİnasi baktı bu gençte iş var:

“Tamam, “dedi. “Yarın sabah gel, yanımda çalışmaya başla!”

İşte Namık Kemal’in yıldızı böyle doğdu. Şinasi’yi tanıdıktan sonra Namık Kemal Yercüme Dairesi’ndeki işini askıya aldı ve bütün gününü gazeteciliğe yöneltti.

Şİnasi bu yetenekli gencin eğitimine, aydınlanmasına özem gösteriyor ve her alanda onu yetiştiriyordu. Namık Kemal’de de yetenek varmış ki kısa zamanda hocasından çok şeyler öğrendi ve öğrendiklerini değerlendirmeye başladı. Böyle böyle İstanbul’un ünlü gazatecilerinden biri oldu. 

Namık Kemal’in yazıları ilgiyle izleniyor, halkta ve hükümet çevrelerinde geniş yankılar uyandırıyordu. Sadrazam Âli Paşa bile bu yazılardan dolayı kendisine bir nişan vermişti. Kemal,  yazılarında o zaman baş gösteren Girit isyanının acımasızca bastırılmasını öneriyor, Avrupa devletlerinin de Osmanlı İmparatorluğu’nun içişlerine karışmasını ve devleti parçalamaya yönelik çalışmalarını öfkeyle eleştiriyordu.

Genç gazetecinin yazılarını hayranlıkla izleyenlerden biri de Veliaht Murat Efendi’ydi. Murat Efendi, Sultan Abdülmecit’in en büyük oğluydu. Amcası Abdülaziz ölecek olursa taht ona kalacaktı. 

İşte o dönemde Veliaht Murat Efendi’yle Namık Kemal’i yakınlaştıran bir olay oldu. Bu olayın bir dostluğa yol açabileceği kimin aklına gelirdi ki?

… ..

Ziya Bey’in sözünü ettiği agâh Efendi , İstanbul’da gazetecilerin piri sayılıyordu. 1831’de yayınlanan ilk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi hükümetin ilk resmi organıydı. Ceride-i Havadis adlı ikinci gazeteyi de bir İngiliz yayınlamıştı. Agâh Efendi ise bu ilk gazeteden 30 yıl sonra çıkartılan Tecüman-ı Ahvâl’in kurucusu ve sahibiydi. Agâh Efendi ile birlikte gazeteyi yöneten Şinasi Bey ise 24 sayı sonra Tecüman’ı bırakmış ve gazeteden ayrılmıştı.

… ..

Hünkârla Mustafa Fazıl Paşa arasında buzlar erimişti. Artık aralarından su sızmıyordu. Hatta Abdülaziz Londra’dan ayrılacağı sırada prense:

“İstanbul’a dönmene izin veriyorum,” dedi. “İstersen benimle birlikte dönebilirsin….”

… ..

Londra’ya gitmiş olan Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Bey ve Agâh Efendi orada bir gazete çıkaracaklardı.Ama kısa süre sonra aralarında bir anlaşmazlık başgösterdi. Ali Suavi, Muhbir’i Londra’da yayınlamak istiyordu. Namık Kemal ile Ziya Bey ise Hürriyet adında yeni bir gazete çıkarmaktan yanaydılar. Bu işler için İstanbul’dan bir dizgi ustasıyla, gerekli hurufatı da getirtmişlerdi.

Paşa, hünkârla barıştığı halde, Genç Osmanlılar’a desteğini sürdürecekti. Bu iş için 250 bin frank ayrılmıştı. Mustafa Fazıl Paşa Londra’daki Osmanlılar’ı maaşa bağlıyordu. … ..

… ..

Hürriyet’in ilk sayıları rahatça İstanbul’a sokuldu, her yerde dağıtıldı, kahvelerde, vapurlarda herkesin elinde Hürriyet vardı. … .. 

O yıllarda Beyoğlu’nda Mösyö Coq adındaki Fransız’ın kurduğu bir kitapçı dükkânı vardı.Bu Mösyö Coq Napolyon zamanında Waterloo Savaşı’nda yararlık göstermiş, seksen yaşlarında emekli bir askerdi. … .. Hürriyet’in üçüncü sayısını dükkânının vitrinine yerleştirdi. Gelen geçen dükkânın önünde birikerek gazeteyi okuyordu.

Bu durum hükümeti rahatsız etti. Zaptiye Nazırı, Beyoğlu mutasarrafına gazetenin vitrinden kaldırılması için emir verdi. Mutasarrıf Paşa hazretleri de bunun üzerine Mösyö Coq’un dükkânına iki zaptiye göndererek gazeteleri indirmeye kalktı. .. .. O zamanlar kapitülasyonlar var, yabancıların işlettikleri dükkânlar da yabancı toprağı sayılıyor. Mösyö Coq  zaptiyeleri kollarından tuttuğu gibi kapı dışarı etti.

Bununla da yetinmedi, hemen o gün Fransız Elçiliğine başvurarak Osmanlı Hükümeti’nin kendisinden özür dilemesini istedi. … .. 

… .. Sadrazam hemen Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa’yı Sadarete çağırıp:

“Paşa, paşa, bir çuval inciri berbat ettin,” dedi. “Beğendin mi yaptığın işi? Biz sana dikkatli ol, olay çıkmasın dememiş miydik?”

Hüsnü Paşa baktı ki bu yüzden nazırlık gidecek, hemen Mösyö Coq’un dükkânına giderek:

“Azizim Mösyö Coq,” dedi. “Kusura bakmayın bir yanlışlık olmuş, dükkânıza giren zaptiyeleri ben bir güzel haşladım, sonra da işten attım. Hükmetim adına sizden özür dilerim….. “ … …

… ..

Namık Kemal … ..  Hüseyin Vasfi Paşa adında bir arkadaşı ile Cenevre’de  İnkılap adıyla bir gazete çıkarmaya karar verdi. … .. 1870 yılının Mayıs ayında yayınlanmaya başladı. İlk yazılarının birinde şöyle diyordu:

… ..

… .. Abdülaziz tahta çıktığında devletin iki milyon lira borcu olduğunu üzülerek açıklamıştı. On yıl içinde bu borç yüz milyona yükseldi ... ..

Namık Kemal ile Ziya Bey’in Paris’te keyifleri yerindeydi. Ziya Bey bir süredir kafasında tasarladığı “Terkib-i Bend” başlıklı uzun şiiri orada yazmaya başladı. … ..


İç bâde, güzel var ise akl u şuûrun

Dünyâ imiş ya yoğ imiş umûrun!


*** *** ***


Onlar ki verir laf  ile dünyaya nizamat

Bin türlü teseyyüf bulunur hanelerinde 

(Sözle dünyayı düzene sokmaya kalkanların)

Evlerinde bin türlü karışıklık bulunur)


*** *** ***


Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

(İnsanın lafına değil, işine bakılır

Kişinin aklının derecesi yarattığı eserle belli olur)


*** *** ***


Bed asla necabed mi verir hiç üniforma

Zerdüz palan vursan eşek yine eşektir

(Üniforma kötü insanlara hiç soyluluk verir mi?

Altın palan vursan yine eşektir)


*** *** ***


Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir

Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir

(Nasihatla uslanmayanı azarlamalı

Azarla uslanmayanı da pataklamalı)


*** *** ***


Eyvâh bu bâziçede bizler yine yandık

Zirâ ki ortada bilmem ne kazandık

(Eyvah! Bu oyunda bilmem ne kazandık

Çünkü zarar ortada bilkmem biz ne kazandık)

… ..

Ziya Bey…  .. kaside


Diyar-ı küfrü beldeler, kâşelergördüm

Dolaştım mülkü İslamı bütün viraneler gördüm

(Kâfirler diyârını, yani batılı ülkeleri gezdim, kentler güzel

köşkler gördüm, Müslüman ülkelerini dolaştım, hep yıkıntılar gördüm.)


Felatun Paşa .. ..

“Beyefendi, Hidiv İsmail Paşa hazretleri kaleminizin ne derece güçlü olduğunu ve milleti nasıl sürüklediğinizi biliyor. Bundan önce bazı yanlışlar olmuş. Siz İsmail Paşa biraderi Mustafa Fazıl Paşa’nın hizmetinde bulunmuşsunuz. Hidiv Paşa şimdi sizin  dostluğunuzu kazanmak istiyor. Size kırk bin altınlık bir çek yolladı. … .. Karşılığında beklediği çok ufak iki şey var, birincisi Hürriyet gazetesinde İsmail Paşa’yı desteklemeniz, ikincisi de İstanbul Hükmeti’nin Mısır konusundaki tutumunu eleştirmeniz. 

… ..

Bu gerginlikler olurken Mustafa Fazıl Paşa dönek bir politika izliyordu. İstanbul Hükümeti ile barışmış ve Babıâli’nin dümen suyundan giderek İsmail Paşa’yı devirerek yerine Mısır Hidivi olmayı aklına koymuştu. Artık Yeni Osmanlıların desteğine ihtiyacı kalmamıştı.

… ..

Reşat Bey … ..

Şimdi Fazıl Paşa’n ın en büyük rakibi olan İsmail Paşa’dan bir milyon frank almak Reşat Bey’in inandığı ahlak kurallarına ters düşüyordu. Ziya Bey’in bu sözlerini demogoji olarak yorumladı. Mısırlı prenslerin her ikisi de Yeni Osmanlılar’a kendi kişisel çıkarları için yardım ediyorlardı. … ..

… ..

Avrupa’da Sosyal Devrimler ve Paris Komünü

Yeni Osmanlılar’ın Paris’e , oradan da Londra’ya geçtikleri dönemde bütün Avrupa sosyal ve siyasal devrimlerle kaynıyordu. Önce 1830 yılında, sonra da 1848’de Fransa’da büyük halk eylemleri baş göstermişti. Paris’te ve Brüksel’de işçiler kitle halinde bu başkaldırılara katılmış ve karallık rejimi sona ermişti. 

Ama 1850’den sonra tutucu güçler iktidarı ele geçirmişlerdi. İşçi eylemleri gelişiyordu. 28 Eylül 1864’te Londra’da bütün Avrupa ülkelerinden gelen işçi temsilcilerinin katılımı ile büyük bir toplantı düzenlendi ve Uluslararası İşçi Derneği kuruldu. Buna Enternasyonal adı verildi. Bu toplantıya Almanya’dan İngiltere’ye sığınmış olan Karl Marx adında bir düşünür yol veriyordu. … ..

Marx, o dönemde geçim sıkıntıları içinde yaşamını sürdürüyordu. Yorgundu, hastaydı, bir yandan da Kapital adlı yapıtını yazıyordu. … .. 

… .. 

Londra’daki  ilk toplantıdan sonra Enternasyonal ikinci toplantısını 1868’de Brüksel’de, üçüncü toplantısını da ertesi yıl İsviçre’nin Basel kentinde düzenledi. Marx, Kapital adlı yapıtını tamamlayarak bu kongreye sundu. Ve Kapital işçi sınıfının İncil’i gibi karşılandı.

Yeni Osmanlılar ise bu gelişmelerin hiç farkında değillerdi. Onlar kendi sorunlarıyla uğraşıyorlardı. 

… .. 

1870 yılında Avrupa’da gergin günler yaşanıyordu. O günlerde İspanya’da bir ayaklanma sonucu II. İzabel devrilince tahta kimin geçeceği tartışılıyordu. İktidarı elinde bulunduran General Prim, Alman Hohenzollern Hanedanından Prens Leopold’ü tahta oturtmak istiyordu. Alman Başbakanı Bismark bu öneriye sıcak bakıyordu ama Fransa İmparatoru III. Napolyon buna karşıydı. Hava gerginleşti, sonunda 15 Temmuz 1870’te Napolyon Almanya’ya savaş ilan etti. Bu konu Yeni Osmanlılar’ı pek ilgilendirmiyordu.

Fransa, İngiltere’nin desteğinden yoksundu. İmparator Napolyon hastaydı ve morali bozuktu. Yenilgiler üst üste geldi ve sonunda III. Napolyon 2 Eylül 1870’te Sedan’da büyük bir yenilgiye uğrayarak 80 bin askeriyle Almanlara teslim oldu. Ardından Almanlar Paris’i kuşattılar. Bunun üzerine Paris halkı direnişe geçti.

Halk temsilcileri 4 Eylül’de Hôtel de Ville denen bugünkü belediye binasına toplanarak Cumhuriyet’i ilan ettiler. Yönetimi Thiers ele aldı.

... ..

Namık Kemal bu olayları Londra’da izliyor ama mektuplarında Fransa’nın içine düştüğü bunalımlardan hiç söz etmiyordu.   

… ..

… .. Fransa ordusu yıpranmış ve askerin morali iyice bozulmuştu. Hepsi büyük bir eziklik içindeydeler. 28 Ocak 1871’de Almanlarla ateşkes anlaşması imzalandı. İmparator III. Napolyon zaten dört ay önce savaşı yitirmiş durumdaydı. Ama Paris’i savunan askerler ve vatanseverler direnişten yanaydılar. Direnişçiler 18 Mart’ta bir bildiri yayınlayarak kentte bağımsız bir direnişi yönetiminin kurulacağını açıkladılar.

İki gün sonra Paris’te seçimler yapıldı. İşçiler 92 üyeyle mecliste çoğunluğu oluşturdular. Bunların 17’si Enternasyonal’in temsilcisiydi. Böylece Paris’te bağımsız ve devrimci bir halk yönetimi kurulmuş oluyordu. Buna Paris Komünü adı verildi. Versay’a çekilen eski Fransız Hükümeti de Komüncülere savaş ilan etti. Paris’te kıtlık baş gösterdi. Halk kahramanca direniyordu. Ama Almanlardan destek gören işbirlikçi hükümet büyük bir güçle Paris’e saldırıyordu. Kent bombalar altında inliyordu.

24-28 Mayıs’ta Paris’te çok acı günler yaşandı. Buna Kanlı Hafta adı verildi. Sonunda Komüncüler yenik düştüler. Paris teslim oldu ve kentte korkunç bir kıyım yaşandı. Komü’ü yöneten devrimcilerin bir çoğu zindanlara gönderildi.Paris Komünü dünyanın devrim tarihinde unutulmaz izler bırakarak yok edilmiş oldu.

… ..

Ne yazık ki Mithat Paşa’nın sadrazamlığı topu topu seksen gün sürdü. Bütün düşmanları ona karşı birleşmiş gibiydi. Yeniliklere, değişimlere karşı bir cephe oluşturulmuştu. Çünkü Mithat Paşa önceki dönemlerde yapılmış yolsuzlukların üzerine gidiyordu. Banker Köçeoğlu Agop aracılığıyla Avrupa’dan on milyon borç alınmıştı. Oysa devletin milyonlarca açığı vardı. Mithat Paşa alınan borçların nerelere gittiğini araştırınca kıyamet koptu. Zaten her zaman yolsuzlukların üzerine gitmek çok sakıncalıdır. Çoğu zaman bu işlere girişenler görevden alınır, zindanları boylarlar. Bütün ülkelerde yolsuzluklarla savaşanların başına türlü belalar gelmiş ama tarih onları bir kahraman olarak sayfalarına geçirmiştir.

Ortada yüz bin liralık bir açık vardı. Mithat Paşa bunu araştırıyordu. Oysa bu para Saray’a verilmişti. Paşa, Saray’ı halkın gözünde küçük düşürmek, israf, zevk ve eğlenceyle suçlamak istiyor diye söylentiler yayıldı. Mithat Paşa, Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Sultan’a bir mektup yazarak durumunu açıklamaya kalktı ama fayda etmedi. Abdulaziz, Mithat Paşa’ya takmıştı bir kez. 

… ..


Namık Kemal … ..

Vatan Şiirleri


Vatanı ataşe bizler yaktık

Yandı da seyrine baktık

Fahr edip (övünerek) bir de nişanlar taktık

Yakışır mıydı bu hiç merdâne (mertliğe) 

Çalışıp benzemeye şeytane


Vatanı düşmana teslim ettik

Göz göre göre milleti tesmim ettik (zehirledik)

Sanki her vacibi (gerekeni) tetmim ettik (tamamladık)

Çekelim bir nazar-ı im’ane (süzerek bakalım)

Bu mudur lâyık olan im'ane (inanç bunu mu gerektirir)



Namık Kemal … ..

Vatan Şarkısı


Top patladı alevleri etrafa saçılsın

Cennet kapısı can veren ihvana (kardeşlere) açılsın

Dünyada ne gördük ki ölümden kaçılsın

Kavgada şehadette bütün kam alırız (zevk alırız) biz

Osmanlılarız can veririz nam alırız biz



Namık Kemal … ..

Vatan Kasidesi


Ne efsunkar imişsin ah ey didarı hürriyet

(Ne büyüleyici imişsin ey özgürlüğün güzel yüzü)

Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten 


… .. Gemiyle İstanbul’dan bu üçüncü ayrılışıydı. Birincisinde bir Fransız gemisiyle Avrupa’ya kaçmıştı, ikincisinde Magosa’ya sürgüne gönderilmişti, üçüncüsü de Midilliye sürgün yolculuğu. Daha 37 yaşındaydı. Kim bilir daha neler görecekti?


Midilli Sürgünü

Midilli Yolculuğu

… .. Sürgün yerinin Midilli olmasından ne ölçüde olduğunu anlatarak şöyle diyor:

Rakip ölsün de ona cennet-i âlâ’da yer versin, umurumda değil. “Bana “İstanbul’dan defol, maaşını da, yol paranı da veririz. Canın nereye isterse oraya git” dediler. Biz de Midilli’yi seçtik. Burası cennetten ayrılmış da adam olanları barındırmak için yeryüzüne yerleştirilmiş gibi güzel bir yer. Yalnız bir kötülük var, ahlakımı bozacak! Meğer devlete hiç hizmet etmeden maaş almak ne tatlı bir şeymiş!

… ..


Nesime Hanım’ın Bunalımları

… .. Annesinin dışlanması ve yalnızlığı Ekrem’i çok üzüyordu. Daha ufak yaşlardayken bazı geceler sayıklar ve ikide bir hastalanırdı. Nesime Hanım bu rahatsızlıklara hep cinlerin sebep olduğunu söyler ve oğluna  kurşun döktürmek için eve bir kurşuncu kadın çağırırdı. 

Kurşuncu kadın bohçasını açar, içinden bir kepçe ve bir kurşun parçası alır, kurşunu kepçeye yerleştirerek ateşin üzerinde eritirdi. Sonra çocuğun başını bir çarşafla örter ve kepçeyi çarşafın üzerine uzatarak çocuğun başı üzerinde gezdirirdi. O sırada öteki eline de bir kâse su alır ve dualar mırıldanarak kurşunu suyun içine dökerdi. Bir yandan da şöyle derdi:

“Hanım senin çocuğa nazar değmiş.”

Nesime Hanım:

“Yaa ben de öyle düşünmüştüm” diye yanıt verir.

“Hanım çocuğa nazar değmiş ama onun da kabahati var, bir yere basmış, perileri ürkütmüş. Bak suyun üstündeki şu yuvarlağa. İşte bu yuvarlak peri padişahının gözüdür. Hemen bir karatavuk kes, kanını da yatsı ezanında bahçeye dök.”

Kurşuncu kadın bazen de çocuğu üç kez kapısının eşiğinden atlatırdı. Sonra kurşun dökülen suya ekmek doğrar ve bu ekmekler dört yol ağzındaki köpeklere verilirdi. Bazen de tasta kalan su cin ve perilere ikram olsun diye köşelere serpiştirilirdi.

Sudaki kurşun çok kirli görünürse kadın nazarın çok büyük olduğunu ya da cinlerin ve perilerin çok güvendiklerini söylerdi. Eğer su temizse yüreğini temiz olduğu ve hastalığının çabuk geçeceği anlatılırdı.

Bazen de Nesime Hanım oğlunu Zindankapısı’ndaki  Babacafer Türbesi’ne götürürüdü. Babacafer, Abbasi Halifesi Harun Reşit tarafından elçi olarak Bizans İmparatoru’na gönderilmiş, imparatoru kızdırdığı için zindana atılmış ve orada zehirlenerek öldürülmüştü. 

Türbenin duvarında iki büyük tespih  asılı dururdu. Türbedear, çocuğu bu tespihlerin içinden üç kez geçirir, sonra da annesine iki kağıt parçası verirdi. Bunların biriyle tütsü yapılacak, öteki de suya atılacak ve bu su içilecekti.

Nesime Hanım işte bu tür kerametlere inanır, Namık Kemal de bunları duyunca çılgına dönerdi.

… ..


Namık Kemal’’in 93 Harbi (1877-1878) günlerinde halkın dilinden düşmeyen bir de taşlama yazmıştı:


    Edepsizlikte tekleriz

    Kimi görsek etekleriz

    Haktan da yardım bekleriz

Ne utanmaz köpekleriz



Geldik vatan kavgasına

Düştük rütbe yağmasına

Daldık dünya safasına

Ne utanmaz köpekleriz

 

İnsan mı neyiz seçilmez

Bir zehirdir ki içilmez

Tavrımızdan da geçilmez

Ne utanmaz köpekleriz


Biz bakmadan sağ ü sola

Düşman girdi İstanbul’a

Vatanı sattık bir pula

Ne utanmaz köpekleriz


Dalkavuklukla irtişkâb(yiyicilik)

İşte etti bizi harab

Sen söyle ey Şevketmeab

Ne utanmaz köpekleriz


Vatanın girdik kanına

Leke getirdik şanını

Cümlemizin bok canına ,

Ne utanmaz köpekleriz



Vatan Mersiyesi

Namık Kemal’in Midilli’de bulunduğu dönemde 13 Temmuz 1878’de Berlin Anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşma Osmanlı Devleti için büyük bir yenilginin belgesiydi. 

Berlin Anlaşması’yla Osmanlılar Sırbistan’ın, Karadağ’ın ve Romanya’nın egemenliklerini tanıyorlar Baserabya Rusya’ya bırakılıyor, Bulgaristan üç bölgeye ayrılıyor, birinin başına bir Bulgar prensi geçiriliyor, Bosna Hersek Avusturya tarafından işgal ediliyor, Ruslar Kars’ı, Ardahan’ı ve Batum’u ele geçiriyor ve Anadolu’da Ermenilerin oturduğu bölgelerde yeni bir yönetimin kurulması isteniyordu. Bu anlaşmayla devle büyük yaralar almıştı.

İşte o sıralarda… .. Berlin yenilgisinden söz ederken…  bir vatan mersiyesi söylemeye başladı:


Âh  yaktık şu mübârek vatanın her yerini

Saçtık eflâke kadar dûdunu (dumanını) âteşlerini

Kapadı gözde olanlar çıkacak gözlerini

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



Silmedik bunca yetîmin gözünün yaşlarını

Taşa topraklara sürdük o güzel başlarını

Vatanın bağrına vurduk vatanın taşlarını

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



Bu felaket yakışır mı yüreği dağlılara

Hançer– zulm urulur mu hiç eli bağlılara

Tepelettin bizi yâ Rab bu Karadağlılara

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



İşte can verdi vatan dînine hürriyetine

Buyurun kanlı musallâye HUdâ hürmetine 

Hakk-a  karşı duralım er kişi niyyetine

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



Vatan evladına Moskof gibi rahm etmediler (acımadılar)

Hastaya bakmadılar, yâreliye gitmediler

Dittiler etlerini, tiftiğini ditmediler

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



Bulunaydı seni bizler gibi üç tane seven

Yüzüne bakmağa da kasdedemezdi düşmen

Etiğini besledin halk yedi âh vatan

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



Doymadı gözlerimiz kan ile dolsun

Babalar ağlayadursun, analar saç yolsun

Yüzümüz yerde sürülsün, başımız taş olsun

 Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



Vatan eyvâh hakîr oldu, perîşân oldu

Düşman İstanbul’a girdi bu da mı şân oldu

Memesinden dökülen süt yerine kan oldu

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini


… ..


Mustafa Kemal Paşa I. İnönü Savaşı’nın zaferle sona ermesinin ardından 13 Ocak 1921’de mecliste yaptığı bir konuşmada şunları söyleyecektir:


Milletimiz bugün bütün mazisinde olduğundan daha çok ecdadından ümitvardır. Cennette vatanımızın bekçisi olan Namık Kemal demiştir ki:


Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



Ben bu kürsüden ve yüce Meclis Reisi sıfatıyla yüksek hayatinizi teşkil eden bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına ve bütün millet adına diyorum ki:


Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini



Ünlü edebiyetçı İsmail Habib Sevük yıllar sonra Cumhuriyet’teki yazısında bu olayı şöyle anlatacaktır:


Namık Kemal öldüğü zaman Atatürk altı yaşındaydı. Otuzaltı yıl sonra Sakarya’yı kazanıp Gazi ve Müşir (Mareşal) olduğu zaman kırk yaşındadır. 1922 Martı’nın birinci günü. Müşir ve Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Büyük Millet Meclisi’nde mali yılbaşı vesilesiyle meşhur nutkunu söylüyor. O gün Sakarya’dan altı ay sonra ve Dumlıpınar’dan altı ay öncedir. Nutkun sonunda “Vatan Mersiyesi”ni”dayasın” ve ikinci mısradaki “yoğimiş” kelimesini “bulunur” şekline koyarak o çelik şartlayışlı sesiyle şu tarzda okuyunca:


Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini





*Vatanı Sattık Bir Pula - Namık Kemal’in Romanı  & Hıfzı Topuz

Özgün adı: Buchmendel 

Türkiye İş Bankası Yayınları

Almanca aslından çeviren : Gülperi Sert

1.Basım : Nisan 2021


 

2 yorum: