… …
Mustafa Ural, bu adamın suçunun kendi suçuyla hiçbir benzerliği olmadığımı seziyordu. Onun düşüncelerini bu adamın ülküsünün tam karşısında olduğunu açık açık yazdığı için atılmıştı buraya. Baştakilerin her iki düşünceye de sağlı sollu, savaş açar göründükleri bir çağı yaşıyorlardı. 1944 yılının 7 Haziran’ı… Bugün, 6 Haziran 1944 de olabilirdi.Tepesindeki lamba, günün kesinliği üstünde açıkça bir şey belirtmiyordu. Acaba, 8 Haziran’da olabilir miydi? Hayır, bu pis odada o kadar çabuk geçemezdi. Verdikleri ekmek sayısından çıkarmak da kolay değildi günün tarihini. İlk gün , hiçbir şey verilmemişti, su bile… Helaya uzun işlemlerden sonra çıkarıldığı için, ertesi gün helanın musluğundan içebilmişti suyunu. Daha ertesi gün, ekmek yerine kılıfsız bir matara uzatılmıştı kapıdan. Ekmeğin kaçıncı gün verilmeye başlandığını kesin olarak hatırlamıyordu.
Öbür uçtan bir zincir şakırtısı koptu. Gelen Sotiri değilse, idamlık Ömer’dir.Doğruydu, tam kapının önünden geçerken göz göze geldiler Ömer’le. Yüklendiği cezanın dokunulmazlığından gelen korkusuzlukla:
“Merhaba!” dedi Ömer. “Allah kurtasın!”
“Merhaba! Sağ ol!”
“Suşun?”
“Daha belli değil!”
“Benimkinden de ağır mı?”
“Öyle olacak.” dedi Mustafa gülümseyerek. “Buraya kapatıldığıma bakılırsa…”