10 Ekim 2024 Perşembe

Kayıp Aydınlanma*


 

999 senesinde birbirlerinden yaklaşık 400 kilometre uzakta, bugünün Özbekistan ve Türkmenistan sınırları içinde yaşayan iki genç adam mektuplaşmaya başladılar. … .. Yazışma büyük olanın, büyükse de sadece yirmi sekiz yaşındaydı, o sekiz yaşındaki ahbabına bilim ve felsefeye ilişkin bir çok konuda bir soru listesi göndermesiyle başlamıştı. Neredeyse tüm sorularının yankısı bugün bile duyulmaya devam etmektedir. Her ikisinin de dört uzun mektup göndermesiyle bu yazışma bugünün internet ortamına benzer şekilde âdeta bir akademik kan davası başlatmıştı.

Ortada, yıldızların arasında başka bir güneş sistemi daha var mı, yoksa kainatta yalnız mıyız, diye soruyordu. Altı yüz sene sonra Giordano Bruno (1548-1600), dünyadan başka gezegenlerin de bulunduğunu söylediği için kazığa bağlanıp diri diri yakılacaktı. Bu iki adam, muhtemelen eşsiz olsak da, yalnız olmadığımızdan emin görünüyorlardı. Ayrıca dünyanın bugünkü hâliyle mi yaratıldığını yoksa zaman içerisinde evrime mi uğradığını sorguluyorlardı. Bu noktada, Yaratılış kavramını kabul ediyorlar, ancak dünyanın sonrasında şiddetli değişikliklere uğradığına vurgu yapıyorlardı. Bu açıkça dile getirdikleri jeolojik evrim kabulü, Orta Çağ Hıristiyanlığı kadar sahip oldukları İslam itikadına da aykırıydı. Bu aykırılık genç olanlardan birisini rahatsız etmiş, diğerini ise hiç etmemişti. İlki, yani İbn-i Sina dinî olarak daha kabul edilebilir kılmak için anlaşılması güç de olsa bir açıklama getirmişti. Ancak iki genç adam da jeolojik evrimi ve hatta sekiz asır incesinden Darvinizm’in temel noktalarını sezmişlerdi. 

Bilim tarihinde geleceğe bu kadar cesurca sıçrayan çok az sayıda fikir alış-verişi vardır ki bu alış veriş bugün, gelişmemiş olarak görülen ve bilimsel başarılarından değil, sadece tabii kaynaklarından ötürü kıymet atfedilen bir bölgede bin sene evvel gerçekleşmişti. Bu  alış-verişten haberdarız, zira el

yazmalarının nüshaları muhafaza edilmişti. Bu nüshalar yaklaşık bin sene sonra basılabildiler. Yirmi sekiz yaşındaki Ebu Reyhan el Birûni (973-1048) Aral Gölü kenarında doğmuş ve coğrafya, matematik, trigonometri, mukayeseli din, astronomi, fizik, jeoloji, psikoloji, mineraloji ve farmakoloji bilimlerinde öne çıkmıştı. Genç olan Ebu Ali el Hüseyin İbn-i Sina (980?-1037) ise günümüzde Özbekistan sınırlarında yer alan, o zaman ilim merkezi, görkemli Buhara kentinde büyümüştü. Tıp, felsefe, fizik,kimya, gökbilimi, ilahiyat, klinik farmakoloji, psikoloji,ahlak ve müzik teorisi alanlarında nam salacaktı. İbn-i Sina’nın temel eserlerinden El-Kanun Fi’ Tın (Tıbbın Kanunu) sonunda Latinceye tercüme edildiğinde Batı’da modern tıbbın başlamasına vesile olmuştu. Modern tıbbın İncil’i haline gelen eser 1500’den önce onlarca defa basılmıştı.Hintliler kanun sayesinde bugün bile devam eden tıp okullarını kurmuşlardı. Birûni ve İbn-i Sina modern zamanların olmasa da, klasik dönem ile rönesans arasındaki zaman zarfının en büyük iki bilim adamı olarak görülmektedirler.

Bu iki dev isim arasında bir husumet meydana getiren bu yazışmaya ileride dönmek icap edecektir. Ancak bir detaya not düşmek gerekir. Yazışmaların bir noktasında İbn-i Sina tehditkâr bir tavırla, Birûni’nin iddialarının otorite kabul edilenlerininkiler ile uyuşup uyuşmadığını kontrol edebileceğini söylemiştir. Bu, bilimin her biri kendi uzmanlık yapısına sahip farklı safhalarının olduğunu bildiren çığır açıcı bir ihtardı. Dolayısıyla bir filozof ve tıp uzmanı olarak Birûni’nin her safhaya ilişkin değerlendirmelerinin geçer akçe olmayabileceğini göstermekteydi. Eşit derecede önemli olarak, bugün bizim hakem değerlendirmesi dediğimiz bir işlev gören, çok sayıda, rekabetçi ve birbirlerinden haberdar bilim adamları ve düşünürler zümresinin varlığını da göstermektedir. İnb-i Sina ve Birûni bilim tutkularından kesinlikle yalnız değillerdi. Her ikisi de kabiliyetlerini diğer bilginlerle girdikleri münazaralarda keskinleştirmişlerdi … .. 

…..

Tüm tartışmaların göbeğinde yer alan otorite sahibi isim Aristoteles idi. Bağdat’taki Hıristiyanlar yakın bir zamanda Gökyüzü Üzerine’yi Arapçaya tercüme etmişlerdi. Her iki genç de tercümeyi okumuşlardı ve şimdi de gözlemlenebilir delilin kitapta yer alan iddiaları doğruladığını mı yoksa çürürttüğünü mü tartışıyorlardı. Birûni Aristo’nun gözlemleri ile kendisininkiler arasındaki uyuşmazlıkları tespit etmeye başlamıştı. İbn-i Sina ise böylesi bir telaşa kapılmadan kendi iddialarını, sorgulanmaya açık olduklarını göstererek, Aristocu bir teori dâhilinde kendisin dahi sorgulandığını belirtiyordu.

Birûni de İbn-i Sina sa bilimsel keşfin tam da özünü yakalamışlardı. Thomas Kuhn'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı isimli başyapıtında belirttiği gibidönüm noktası olan büyük bilimsel keşifler nadiren bir “Evraka” anı meselesiydi. Daha ziyade , Kuhn’a göre bilim, gözlemlenebilen gerçeklik ile meşhur bir şekilde paradigma diye adlandırdığı teorik kabul arasındaki uyuşmazlıkların yavaşça birikmeye başladığı kümülatif bir süreçti. Dönüm noktaları böylesi uyuşmazlıkların ve “anomalilerin” yığılmalarının yeni bir teoriyi ya da paradigmayı doğurduğu zamanlarda ortaya çıkmaktaydı. Önceden aykırı kabul edilen yeni paradigma umulan hâline gelmekteydi. İbn-i Sina ve Birûni anomalileri tanımlıyor,elekten geçiriyor ve teste tâbi tutuyorlardı.. Orta Asya’daki birçok meslektaşları gibi gayretleri daha sonra ortaya çıkacak dönüm noktalarına yol açmıştı ve bu büyük dönüm noktalarını meydana getiren süreçte kendileri merkezî bir konundalardı. Orta çağdaki Orta Asyalılar birden fazla dâhiyane dönüm noktası oluşturmuşlardı. Bu bilim adamları ve bilginlerin gerçekleştirdiklerine bakarken, başı çektikleri süreçleri görmezden gelinmemelidir.

… ..

… ..

Bu bilim adamları ve düşünürler ordusu çalışmalarını bir fanus içerisinde yürütmüyorlardı. Filozoflar ve din adamları en yeni fikirleri tüm ayrıntıları ile tartışıyor, bazen fikir sahiplerini alkışlıyor, bazen de yerden yere vuruyorlardı. Titiz ve talepkâr bilginler akılla sadece neyin bilineceğini değil, neyin bilinemeyeceğini de sürekli olarak sorguluyorlardı. Herkese açık bir entelektüel ve felsefî bir ortam vardı. Aynı vakitte, aynı yerde ölümsüz eserler yaratan şairler ve müzisyenler de bu ortama coşku katıyorlardı. Bilim adamları ve bilginler kadar önemli olan bu yaratıcı isimler bugün bile hayranlık uyandıran şaheserler vücuda getiriyorlardı. 

Tam anlamıyla bir Aydınlanma Çağı yaşanıyordu. Orta Asya’nın dünyanın ilim merkezi olduğu bu zamanda kültür baharı söz konusuydu. Hindistan, Çin, Orta Doğu ve Avrupa, fikirleri sayesinde  yarattıkları  zengin gelenekleriyle böbürleniyorlardı. Ancak 1000’li yıllarda beş asır boyunca tüm diğer bölgeleri tesiri altına alan ve kabarık dalgalarüzerinde yelkenler fora diyen tek bir bölge vardı; Orta Asya. Klasik dönem ile modern çağı birbirine bağlayacak olan zaman ve coğrafya arasında köprü kuruluyordu. Bugünün Avrupalıları, Hintlileri, Çinlileri ve Orta Doğuluları farkında olduklarından daha fazla Orta Asya’da İbn-i Sina ve Biruni’nin döneminde zirveye ulaşan olağanüstü kültür ve entelektüel çoşkunluğun mirasçısı konumundadırlar.


Zaman ve Mekân

… ..

İbn-i Sina ve Bîruni’nin de parçası olduğu bu bilim ve kültür döneminin ne zaman sona erdiğini soran soru kadar can sıkıcı olanı yoktur. En fazla kabul edilen bitiş tarihi Cengiz Han’ın 1219 baharında başlattığı istilâdır. Ancak bu tarihin hem çok erken hem de çok geç olduğu söylenebilir. Erkendir, çünkü birçok göz alıcı kültürel gelişme bu tarihten sonra yaşanmıştır. Geçtir, çünkü tüm aklî soruşturmayı, mantığı ve İslam hümanizminin sorgulanabilir kılan kültürel ve dinî kriz Moğol istilasından bir asır evvel, Gazalî isminde Orta Asyalı bir din bilgininin mantık ve aklın kullanımına katı sınırlar getirerek sebep ve sonuç hakkında kabul edilmiş varsayımları yıkıp “filozofların tutarsızlığı” diye nitelediği düşüncelere karşı kıyasıya saldırdığını ortaya çıkarmıştır. Gazali’’nin bizzat kendisinin de ince zekâya sahip incelikli bir düşünür olmasından ve münzevi hayatıyla ilgi toplamasından ötürü yaptığı saldırılar daha da etkili olmuştur.

… ..



Oyuncuların Tanıtımı

… ..

Birincisi bu dönemin, bilginin ansiklopedilik yapılarını titizlikle biriktiren ve sonrasında en az altı sahada katkı sunan bir hezarfenler (*Metin boyunca yazarın birden fazla alanda uzmanlaşmış olma manası vermek için kullandığı polymath kelimesine karşılık olarak hezarfen  kelimesi tercih edilmiştir.)  (polymath) ve ferdi düşünürler çağı olduğunu unutmamak gerekir. … ..

… ..  Orta asya’nın ansiklopedilerine galebe çalmamıştı. ‘adeta Orta Asya’nın Aydınlanma Çağı, Fransız Diderot’un 

… ..

İkincisi ise ferdi düşünürlere ve bilim adamlarına yönelik değerlendirmeleri, bu isimlerin bilinen eserlerinin bütün hâlinde intikal etmesinden ötürü hatalı olabileceği gerçeğidir. … ..  İbn-i Sina'nın kimidsi birkaç sayfa kimisi ise birkaç cilt olan 400’den fazla kitap risale yazdığı bilinmektedir, ancak bunlardan sadece 240 tanesinin ise bir kısmı yayımlanmıştır. Birûni’nin ise 180 adet eser günümüze ulaşmıştır. Sorun bununla da bitmemektedir. Hiç transkript edilmemiş

, elden ele geçmemiş ve günümüz bilim dillerine tercüme edilmeleri bir yana kendi orijinal dillerinde, yani Arapça ve Farsça dahi yayımlanmamış çok sayıda el yazması eser arşivlerde çürümektedir. … .. Birûni’nin sadece 13 eseri yayımlanmıştır ki bu da tüm eserlerinin yüzde yedisine tekabül etmektedir. … ..

… ..

… .. Astronomide bugünkü Özbekistan’ın batısında doğan, yeryüzünün derecesinin uzunluğunu ölçmek için çalışmalar yürüten  ve enlemlere bağlı yatay güneş saatlerini yorumlamak için tablolar geliştiren Orta Asya’nın önde gelen gökbilimcileri arasındaki Harezmi ile başlanabilir. Küresel astronominin sorunlarına sayısal çözümler getirmek üzere rub tahtasını (çeyrek daire sinüsü) kullandığı bir âlet geliştirmiştir Birûni astronomik araştırmalarının sonunda yeryüzü yörüngelerinin dairevi değil, elips şeklinde olduğu ve  güneşin tepe noktasının (apojesinin) öngörülebilir şekilde değişiklik gösterdiği neticelerine ulaşmıştı. Bilimsel projeleri çözmekte “doğa felsefesini” kullanan Aristo ve takipçilerine karşı yaptığı cüretkâr çıkışta Birûni bu tarz meselelerin sadece matematiksel astronomi ile halledilebileceğini savunuyordu.  … ..

… ..

.. ..  Uluğ Bey yıldız yılının süresini Kopernik’ten daha doğru bir şekilde hesaplamıştı ve tespit ettiği dünyanın eksen eğikliği öylesine isabetliydi ki bugün bile kabul görmektedir. Uluğ Bey'in talebesi Ali Kuşçu kuyruklu yıldızların hareketlerinin dünyanın döndüğünün ampirik bir kanıtı olarak kabul etmiş ve astronomiyi “doğa felsefesinden” tamamen bağımsız kılan ilk isim olmuştu. 

Matematikte, birçok aritmetik ve geometrik problemde yer alacak köklerin  kullanımıyla çözülebilen bir denklemden teorisini ilk defa ortaya koyan isim Harezmî idi. Netice olarak , o alana ismini veren algebra (Kitab’ül Cebir ve’l Muhasebe, Cebir ve Muhasebe kitabı) eseriydi. Algoritma terimi de kendi isminin bozulmuş halidir. Harezmî küresel astronomi alanını daha ileriye taşımış ve Hindistan’da keşfedilen onluk sistemi kullanılır hâle getirmiştir.  Türkmenistan’da yer alan Merv’den dostu Mervezî tanjant ve kotanjant üzerine öncül çalışmalar yürütmüştür. Birunî de Hindistan’da bilinen sıfır kavramı ile ilgili negatif sayıları bölgeye taşıyan çok sayıdaki Orta Asyalı bilim adamından biri olup sayıları bölgeye taşıtan çok sayıdaki Orta Asyalı bilim adamlarından biri olup, bu ikisinin kullanımında çığır açmıştır. Birçok Orta Asya’lı bilim adamı trigonometrinin geliştirilmesinde ve daha sonra yedinci asırda İtalya’da yeniden keşfedilecek olan bağımsız bir alan olarak tesis edilmesinde öne çıkmak için âdeta birbirleri ile yarışmışlardır.

Bir şair olan (evet bir şair!) Ömer Hayyam tarafından üçüncü dereceden denklemlerin geometrik teorisinin oluşturulması, aynı aritmetik dili oranlara uyarlaması gibi dâhiyane bir buluştu. Üçüncü dereceden denklemlerin on dört tipini tanımlayan, tasnif eden ve önceleri üzerinde çalışanların içinden çıkamadığı bu denklemlerin çoğuna geometrik kanıtlar sunan ilk isim Hayyam’dı. Üstelik Hayyam irrasyonel sayıları sayı olarak kabul eden , ilk olmasa bile, ilk bilim adamlarından birisiydi. Öklid’in paralel çizgilerin kesişemeyeceğine ilişkin ortaya attığı fikri kanıtlamak için yeni paraleler teorisini ortaya koymuştu. İki Rus bilim tarihçisi Hayyam’ın paraleller teorisindeki bazı önermelerinin kendisinden tam yedi yüz yıl sonra yaşayan “Lobachebski ve Riemann’ın Öklitçi olmayan geometrilerinin ilk önermeleri ile esasen aynı” olduğu kanatine varmışlardı. 

… ..

Orta Asya’daki düşüncenin kendisiyle iftihar etmesi gereken alanlardan birisi de sakinlerinin hiçbir bölgede görülmeyen ve bitmek bilmeyen bir tutkuyla peşinden koştukları felsefeydi. Yazılanlar tüm Müslümanlar ve Batı’daki Hıristiyanlar üzerinde büyük tesirler bırakmıştı. Kozmopolit, bireyci ve en içten şekilde hümanist olan Orta Asya felsefesi,kendisini eleştirenlerin nazarında ise şüpheci ve dine mugayir ve hürmetsizdi. Felsefe en üst noktasına Aristo’dan sonra “Muallim-i Sâni” (İkinci Öğretmen) denilen Farabi ve birçoklarına göre akıl ile vahyi, mantık ile metafiiziği ve Aristo ile Neoplatonculuğu başarıyla harmanlayan İbn-i Sina ile ulaşmıştı.  Büyük Alman bilgini Mez Avrupa Rönesansı hümanizminin Orta Çağ’daki bu erken felsefî sorgulamanın infilakı olmaksızın vücut bulamayacağı tespitinde bulunmuştu.

… ..

… .. Aynı vakitlerde Batı’da ise Aristocu mantık yerini Skolastik düşünceye bırakmıştı. … ..

… ..  İbn-i Sina’nın çalışmaları Buhara kütüphanesine girmek içinizin aldıktan sonra ivme kazanmıştı. … ..

… ..

… .. Başta İslam itikadına akıl çerçevesinde yaklaşma hususunda oldukça ısrarcı olan Mutezililer olmak üzere kimisi dine akıl çerçevesinde yaklaşmaya ağırlık vermişti. Orta Asyalılar tarafından kurulmamış olsa da bu önemli ve ihtilaflı itikadî mezhep en ateşli destekçilerini Orta Asya’da bulmuştu. … ..

… ..

Öte yandan bölgede inançları sadece vahiy ya da hadislerin üzerine bina edenler de vardı. İslam’ın ikinci kaynak kitabı hadis külliyatı bir Orta Asyalıya, Buhârî’ye aitti ve Sünnilerce (keza Şiilerin de ekseriyetince) değişmez kabul edilen diğer altı hadis kitabının beşi de Orta Asyalılar tarafından derlenmişti. Sünni İslam’ın dört mezhebinden birisi burada kurulmuş, bir diğeri de en çok bu bölgede yaygınlık kazanmıştı. Sünni ortodoksinin en kuvvetli destekçisi ve neredeyse de bu gayeyi hem akılcılara hem de gelenekçilere karşı çıkan akım ise tasavvufdu. Bu akımda kendisini muhtelif yerlerinde etkili olan Necmeddin Kübra, Ahmet Yesevî, Bahaeddin Nakşibend’in pirleri oldukları tarikatler burada kurulmuştu.

Aydınlanma Çağı sanat ve edebiyatta mükemmel başarılarla doludur. Belhli Mevlana Celaladdin Rumî ve Ömer Hayyam gibi mutasavvıf şairlerin bugün bile dünya çapında bir okur kitlesi vardır. … … ..

… . İranî halkların mükemmel bir panoramasını veren diğer milli destanlar için bir standart oluşturmuş olan Şehnâme’nin yazarı Firdevsî Horasanlı idi ve Şehnâme’nin büyük bir kısmı bugünkü İran’da değil Orta Asya’da geçmektedir. … ..

… ..

… ..

Peki Orta Asyalı entelektüellere oturup derin düşüncelere dalmaları için kim para veriyordu. Bu vazifenin hükümdarlara ait olduğunu düşünen Birunî “ancak bu sayede âlimlerin zihinlerini yaşam ihtiyaçlarının günlük tedirginliklerinden kurtarabilirler ve dikkatlerini insan tabiatının esasında yer alan daha fazla ün ve şeref elde etmeye yoğunlaştırabilirler,” demekteydi … ..

… ..Dünyevi becerileri olanlardan bazıları idareci olarak istihdam ediliyorlardı. Vaktinin önünde giden bir bilim adamı ve filozof olarak tanıdığımız İbn-i Sina  Samanîlerin himayesinden istifade etmiş ve daha sonra birkaç yıl boyunca Büveyhî hükümdarı Şems’üd Devle döneminde bugün başkanlığı tekabül ettiği söylenebilecek bir vazife yürütmüştür. Kendi sultanı için yazdığı bir kitabı ile meşhur Nizamülmülk de siyasi figürdü. Ancak aralarında Yusuf Has Hacib örneğinde bu durum işe yaramıştı. Homeros’ın İlyada’sından çok daha uzun bir milli destan kaleme almış büyük şair Fırdevsî ise vaad edilen para için ömür boyu beklemişti. Parası ancak öldükten sonra gönderilmişti. … .. 

… ..

… .. Bereket ki, birçok asır boyunca, aralarında gaddarlıkları ile nam salmış olanların da yer aldığı bölgenin hükümdarları bilge kimselere sahip çıkmayı vazife olarak görmüşlerdir. … ..

… ..



Üç Soru: Sorması Kolay, Cevaplaması Zor

… ..

… ..  Birincisi, bu asırlarda Orta Asyalı bilim adamları, filozoflar ve düşünürler ne tür başarılar elde etmişlerdir? İkincisi bu neden olmuştur? Son olarak bu verimli ve çalkantılı fikir hareketinin  neticesi ne olmuştur?

Bu soruların her birinin cevaplanması beraberinde ciddi zorluklar taşır. İlki astronomiden İslam ilahiyatına kadar çok fazla sayıda disiplin ve sahayı ilgilendirir.  … ..

… ..

… .. İkinci yaklaşım, İslam âleminin en tanınmış müneccimi olan ve Batı’da da bir o kadar saygı duyulan Ebu Maşer el-Belhî ile buluşları bugün bile geçerliliğini koruyan Hucendî veya Ferganî gibi gökbilimcilere eşit derecede kıymet verilmesine sebep olmaktadır.

… ..

… ..

Tüm bunların sonunda ne olduğunu soran üçüncü soru daha zorlayıcıdır.  … ..

… ..   Gibbon Roma’nın çökmesiyle ilgili olarak kamu ahlakının çökmesinden, özel askerî birliklerin bozulmasına ve mistik Hıristiyanlığın tesirine kadar çok sayıda parlak hipotez ileri sürmüştü.  … ..

… ..

İşte elinizdeki çalışma bu soruların cevabını bulmaya çalışmaktadır. … ..

… ..

İlk başta şiirle birlikte sanatların en yücesi olarak görülen musiki meselesi gelmektedir. Orta Asyalıların Helenistik Yunan üstatlarını geride bırakıp Avrupalılara yol gösterdikleri alanlardan birisi de musiki icrası ve özellikle de musiki nazariyatıydı. İslam’ın gelmesinden çok önce telden ses çıkartmak üzere yayı icat etmişlerdi.  .. ..

… ..   Kabiliyetli bir udî olan Filozof Farabi, Kitab’ül Musiki el,Kebir (Büyük Musiki Kitabı) isimli bir eser kaleme almıştı. Musiki nazariyatının  yapı taşlarından biri olarak görülen bu eser Latinceye tercüme edilerek Avrupa’nın musikiye bakış açısını derinden etkilemiştir. … ..

… ..

… .. 

Yukarıda sürekli olarak erkek düşünürlerden bahsedildiğini gören bazı okurlar “peki ya kadınlar nerede?” sorusunu sorabilirler. … .. 

… ..

… ..  Kadınlar genelde Orta Çağ siyasetinin perde arkasındalardı.  … .. 

… ..

Altın Çağ boyunca  Orta Asya göçebe fatihlerinin hâkimiyeti altındaydı. Kadınlar kocalarının uzun süreli yolculuklarında işleri nasıl idare edeceklerini gayet iyi biliyorlardı. On birinci  asrın kuvvetli hanedanlığı Karahanlılar sekiz sene boyunca bir kadın tarafından idare edilmişti. Herkese korku salan Timur’un savaş alanı dışındaki hayatını tamamen annesi, kıs kardeşi ve en kıdemli karısı yönlendiriyordu. On üçüncü asırda Orta Asya’daki Moğol hükümdarının kızı silahla mağlup edebileceği bir erkekle evlenmeyeceğini söylediğinde kimse şaşırmamıştı. Kadınların siyasi güce sahip oldukları açıktı. Ancak bu göçebe topluluklarda kadınlar entelektüelbir figür olarak ortaya çıkmamışlardı. … .. 

… ..

… ..  Şimdi İslamiyet öncesi Orta Asya’nın kayıp dünyasına göz atalım.



Dünya Düşkünü Kentliler,

Kadim Topraklar

… ..

… ..   Yunan coğrafyacı daha M.Ö. birinci asırda Orta Asya’yı “bin kentli toprak” diye tarif etmişti. … .. 

… .. Ceyhun'un (kadim Oksus Nehri) yetmiş kilometre güneyinde kurulmuş olan Belh bugünkü Afganistan ile Tirmiz kentiydi.Bugün Türkmenistan’da kalan ve M.S. 500’de bile devasa bşir kadim kent olarak görülen Merv vardı. Bu kentlerin çoğu o dönemde dünyadaki en büyük kent olduğu söylenen ve surları 25 kilometreyi bulan Xian (Şiyan) ile boy ölçüşebilecek niteliktelerdi. … ..

… .. Bugün Kazakistan’da kalan Otrar civarında yaklaşık yüz tane köy vardı … ..

… . Bir diğer önemli nokta da Hazar Denizi’nden bugün Çin’de kalan Sincan’a ve Afganistan’dan İndus Vadisi’ne kadar serpilmiş olan çok sayıdaki nispeten daha küçük sayılabilecek kentlerin varlığıdır. … ..

… .. Çeç (şimdiki ismi Taşkent); İran’da Serahs; Sincan’da Kaşgar, Hoten ve Turfan; Afganistan’da Kabil, Herat ve Gazne. Bazılarında ise bugün ya nüfus çok azalmış ya da kent tamamen ortadan kaybolmuştur; Fergana Vadisi’nde Aksikent, İran’ın kuzeydoğusundaki Horasan vilayetine bağlı Tus ve Nişabur; Türkmenistan’da Ürgenç; Kazakistan’da Otrar ya da Ordukent; Tacikistan'da Hisar.

… ..

… .. Kazakistan’ın güneyinde kalan eski ismiyle İspicap, yeni ismiyle Sayram, muhtelif milletlerden oluşan ahalisinin Akdeniz, Hindiskentlerdendi. … ..

tan, Çin ve arada kalan bölgelerden gelen revaçtaki ürünlere ulaşımının olduğı tipik kentlerdi.  … ..

Tüm bunlar İndus Vadisi’nde Harappa ve Mezopotamya'da Sümerler medeniyetlerinin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra gerçekleşmişti. Gonur Tepe ve Marguş kazılarını yapan arkeolog Victor Sarianidi Orta Asya’daki Ceyhun Nehri vadisinin Nil, İndus ve Fırat-Dicle vadilerinden sonra kent medeniyetinin ortaya çıkışında dördüncü noktayı oluşturduğunu öne sürmektedir. … ..

… ..


İklim Değişikliği Var mıydı?

… .. 

Bir Yoğun Medeniyet

… ..

Kıymetli Tacirler

… ..

Beş bin sene önce Afgan lacivert taşı iyi tanınıyordu. … .. Günümüzde Sincan’da kalan Hoten kentinden çıkarılan yeşim taşı, bugün Afganistan ve Tacikistan sınırlarındaki Bedehşan’dan gelen zümrrüt, Özbekistan’daki zengin madenlerdeki altın ve Afganistan'daki bakır lacivert taşı gibi kâr payı yüksek mallar vardı. … ..

… ..

… .. Pakistan’ın kuzeyinde, Orta Asya ile birleşen bir bölgesinde izine rastladıkları kayıp mum tekniği de Orta Asyalı demir-çelik ustalarının uzmanlık sahasıydı. Mısır’dan, Merv ve diğer merkezlere cam üfleme tekniğini getiren Yahudi zanaatkârlar M. S. dördüncü asrın sonu itiabrıyla Belh’den Çin’e mal satar olmuşlardı.

…..

Aynı hikâye bir diğer Çinli icadı için de geçerliydi; kağıt. Uzun zaman boyunca Semerkant ve Büyük Orta Asya’nın başka bölgelerinde kağıt üretiminin Arap ordularının M.S. 752’de bugün Kazakistan-Kırgızistan sınırında kalan Talas’ta Çinlileri mağlup edene kadar yapılmadığı düşünülmüştü. Esir edilen Çinliler arasında kağıt ustaları olduğu ve bu ustaların zanaatı Semerkant’ta öğrettikleri söyleniyordu.  … ..

… ..

Orta Asyalılar kağıt  üretimine başlar başlamaz ürünü ciddi biçimde geliştirmişlerdi. Erken dönem Çin kağıtları dut veya bambu liflerinden ya da bu ikisinin karışımından yapılırdı.Böyle olunca kağıt hem sert hem de dayanıksız oluyordu. Orta Asyalıların kendi ürettikleri pamuğun liflerinden yapılacak bir kağıdın daha dayanıklı ve Çinlilerin sattıklarına kıyasla daha esnek olabileceğini fark etmeleri uzun sürmedi. Üstelik pamuk üretimi o kadar fazlaydı ki, üretecekleri kağıt Çinlilerinkinden daha ucuza gelecekti. Ardından asırlar boyunca Çin’de değil, Semerkant’ta üretilen kağıt kalitede dünya standardının belirleyiiicisi olmuştu. … .. 

… ..


İmparatorluk Çapında Rant Arayışı

… ..

Tarihte bu işgallerin ilk bilineni M.Ö. 523 senesinde gerçekleştirilmiştir. Pers bölgesindeki Ahameniş İmparatorluğu Kralı Büyük Darius ordularıyla Belh ve civarı üzerine yürümüştür. Yunan tarihçi Heredot, savaşın neticesinde Darius’un Belh ve komşu topraklarında kendi ordusunda Batı’ya karşı savaşmaları için on binlerce genç erkek istemiş olduğunu kaydetmiştir. Böylece Yunan medeniyetinin kaderi Termoplae Muharebesi ve Perslerle yapılan diğer savaşlarla belirlenirken  Atina ve diğer Yunan şehir devletlerinin orduları Orta Asyalılara karşı birleşmişti. Persler hem kent sakinlerine hem de civar bölgelerde yaşayan İskitlere zulmetmişler ve bu iki Orta Asyalı grubu Batı’da yan yana savaştırmışlardı.  Ancak daha sonra bu kentler ve idarecileri bozkırlardaki göçebeleri savaşçı olarak tutmanın daha mantıklı olduğunu fark etmişlerdi. Bu uygulama Aydınlanma Çağı boyunca ve on altıncı asra kadar devam edecekti. Darius’un Pers imparatorluğu genelde “merkezileşmiş” diye tanımlanmaktadır. Oysa kadim Doğu’da hükmetmek, Romalıların yaptığı gibi bir hukuk sistemini belirlemek bir yana, belli bir bölge ve o bölgenin idaresi üzerinde tam kontrol sağlamak manasına bile gelmez. Hükmetmek daha ziyade haraç alabilmek manasındadır. Haraç sayesinde küçük kasaba ya da bölgelerden imparatorluğun başkentine kadar uzanan bir hiyarerşik güç yapısı sağlanırdı. … .. 

… ..

Büyük İskender Perslerin başkenti Persopolis’i yok ettikten sonra M.Ö. 329’da Orta Asya ve Afganistan’a gemiş ve Baktriyalılarla, Soğdlara ve Merginâlılara (Belh bölgesi, Merv ve Efrasiyab halkı) , yani bölgenin başlıca kentlerinin yarli halklarına karşı üç yıl sürecek kanlı bir savaş başlatmıştı . Daha sonra İskender’in M.Ö.  323’de ölmesi üzerine generalleri topraklarını paylaşmıştı. Bu generallerden Selevkos Orta Asya’nın çoğunun da dahil olduğu Mezopotamya’dan Hindistan’a uzanan geniş toprakların yönetimini eline almıştı. Merkezi Belh’de olan Baktriya Krallığı’nın Yunan idarecileri başta Selevkos İmparatorluğu’na boyun eğmişlerdi. Fakat kısa bir süre sonra Selevkos’un varislerinin Babil’de haraç toplamaya muktedir olmadıklarını fark etmişti. Durumu idrak edince fiilen bağımsızlık ilan edip altın ssikka bastırmaya başlamışlardı. Bağımsız Yunan Baktriya orduları başarılı bir şekilde M.Ö. 180’de Hindistan’ı işgal etmişlerdi. Böylece devletleri bir kıta devletine dönüşmüş, Orta Asya merkezli bir Yunan-Hint medeniyeti halini almıştı.  Kısa bir süre sonra Baktriyalı tacirler, Hindistan’ın güneyi ile Mısır’daki İskenderiye gibi çok uzak bölgelere bile gider olmuşlardı. Bu geniş kapsamlı irtibatlar Orta Asya’daki Yunan devleti tarihe karıştıktan sonra bile devam etmişti. Dolayısıyla Romalı lirik şair Propertius’un sevgilisi defalarca Baktriya’ya seyahat etmiş olan bir grup genç kızdan bahsetmesi garip değildi.

Orta Asya’daki bu mağrur Yunan Krallığı  M.Ö. 129’da istilâcı göçebelere karşı Çin himayesine girerek neredeyse iki asır boyunca ayakta kaldıktan sonra yıkılmış oldu. … ..

… ..

Roma’nın Orta Asya’daki siyasî çıkarı, Strabon’nun da belirttiği üzere, uzak bölgede yer alan Part İmparatorluğu'nun kendisine rakip hâline gelmesi ve tehdit oluşturmaya başlamasıydı. Part hanedanlığı Horasan'a yerleşmiş ve zaman içerisinde  nakliyat ve ticaret için kilit noktalar üzerindeki hâkimiyetlerini kuvvetlendirmiş İranî kabileler arasında çıkmıştı. … ..

… .

Strabon endişelenmekte haklıydı. Part ordusu M.Ö. 53’te Roma generali Crassus’u bozguna uğratarak Levant’ın büyük bölümünü ele geçirmişti. … ..

… ..



Atlar, Üzengiler ve Göçebeler

Orta Asya'daki varlıklarını hissettiren geleneksel imparatorluklar yerel hayatta mesafe ve eleman eksikliğinden ötürü faal bir rol üstlenemiyorlardı. Yapabildiklerinin en iyisi paranın değerini korumak ve ticaretin önündeki engelleri kaldırmaktı. Yoksa imparatorluk çapındaki rant arayışı ile yetiniyorlardı. … .. 

… ..

Bu bölgelerde atlar ve üzengiler yokken çobanlar ve sürüleri olurdu. Ancak bu durum M.Ö. 1000 yılında insanların at binmeye başlamasıyla hızlı bir şekilde değişime uğramıştı. … ..

… ..  o vakte kadar bozkırın yerleşik insanları, artık göçebe olmuşlardı. Ancak bu keskin değişim yine Orta Asya'da bir yerlerde, M.Ö. 300 gibi geç bir tarihte eyer ve üzenginin icadı ile mümkün olmuştur. Bu basit âletler ata binen kişi ellerini serbestçe kullanabiliyor, geriye doğru da dâhil olmak üzere istediği yöne ok atabiliyor ve bütün gün eyer üstünde durabiliyordu. … ..

… ..

Avrupalıların barutu etkin bir biçimde kullanmayı keşfettikleri on beşinci asra kadar en büyük askerî yenilik at binmek olmuştu. Bu arada bozkırlarda yaşayan Türkî ya da Moğol-Türk kabileler yeryüzündeki en etkili askeri güç hâline gelmişlerdi. … ..

 … ..

… . M.S.  beşinci asırda önceleri göçebe olan Fergâna Vadisi’indeki birkaç Türk boyu tarıma başlamış ve yerleşik hayata geçmişlerdi.  … ..

… ..


Kent Kültürü

Orta Asya’da olduğu gibi Roma’da da toplumun hayatına ve hissiyatına ses vermek şairlere ve tarihçilere düşüyordu. Catullus, Virgil, Horca ve Ovid gibi seçkin Latin şairlerin hepsi  kentliydi ve imparatorluğun başkentindeki telaşlı hayata doymuşlardı. Hepsi pastoral hayaller kuruyorlar ve her fırsatta dünyaya huzur içerisinde bakmalarına imkan sağlayan kent dışındaki evlerine kaçıyorlardı. … ..

… ..  

… .. Sürecin devam ettiği yedinci asırda Belh, Tirmiz ve Buhara’nın yıldızı sönüyor, Horasan’daki Tus ve Merv gibi merkezlerinki ise parıldıyordu. On birinci asır şairi Firdevsî’nin bölgeye ilişkin destanı Şehname’yi kaleme almasının ve kısa bir süre sonra, Birûni’nin El âsâr-ül Bâkiye (Mazdien Kalanlar) isimli geniş hacimli bir eserini bölgenin köklü geçmişine adamış olup eserde mevcut sorunlar için geçmişten ne tür dersler çıkarılabileceğine kafa yormuş olmasının ardında hiç şüphesiz geçmişlerinin önemli ve bugün için derslerle dolu olduğu düşüncesi vardı.

… ..

…. ..

Meziyetler, Fikirler ve İnançlar Kazanı


Okuryazarlık ve Matematik Bilgisi


… ..

… .. Asırlar sonra Müslümanlar birbirleriyle rekabet hâlindeki dört İslam mezhebinden birini seçmek zorunda olduklarında Orta Asyalılar günlük meselelere en pratik çözümü getiren ve ticaretin mevcut kurallarına pek karışmayan Hanefiliği tercih etmişlerdi. Ne o dönemde ne de bugün İslam âleminin hiçbir yanında Hanefilik bu kadar benimsenmemiştir.

Okuryazarlık ve matematiğe olan ilgi ile sınırlı değildi. Orta Asya’nın birçok bölgesinde toplumsal ve iktisadi hayatı yazılı kanunlar düzenlemekteydi. Çin kaynakları İslamiyet öncesi Soğdiana’nın kanunlarının yazılı olduğunu ve mabetlerin birinde saklı tutulduğunu bildirmektedir. Evlilik, boşanma, mülkiyet  ve vergilendirme ile ilgili meselelerin tamamı yazılı kanunlarla düzenlenmişti.Karmaşık toplumlara sahip olan Orta Asya devletleri üzerine iyi düşünülmüş kanunlara ihtiyaç duymaktaydı. İktisadî olarak hayatî önem arz eden sulama meselesi mülkiyet hakları, kamulaştırma yetkisi, toprak sahiplerine tazminat ödenmesi gibi açılardan ele alınıyordu. … ..

… ..


Bilim

… ..

Sulama tarıma elverişli arazileri değerli ve nadir bir mala dönüştürüp üleştirilmesinde azamî özen gösterilmesini gerekli kılmıştı. Asırlarca toprakla ilgili çalışmalarda, uygulayıcılar ve araştırmacılar birçok uygun olmayan arazileri ölçmüşlerdi. Orta Asyalıların geometrinin bilinen tekniklerini derlemeleri, uygulamalı cebirin ilk sistemi üzerine çalışma yürütmeleri ve trigonometriye alan açmaları oldukça doğaldı.Bu yöndeki ilk büyük adım dokuzuncu asırda, bölgenin en sulak alanı olan Harezm’in birikmiş tecrübesi temel alınarak atıldı. Orta Asya’daki bu bölgenin ve başka bölgelerinin matematikçilerinin ikinci ve üçüncü dereceden cebir denklemlerini çözebilmek için kurallar koymalarına önayak olmuş olan bu saha çalışmasının uygulamadaki ihtiyaçları karşılamak üzere edinilen sayısal yeteneğe çok şey borçluydu. 

Benzer şekilde geceleri de yol alabilen tacirler güneş, ay, ve yıldızların döngüleri hakkında geniş malumat sahibiydiler. Bu bilgi gökbiliminin kapısını aralamıştı, zira bu döngüleri ölçmek ve anlamak isteği uyanmıştı. Ayrıca göklerde olup biten ile insan arasında doğrudan bir bağkuran yıldız ilminin (astroloji) hazırlanması ve hem güneş hem de ay tutulmalarının hatasız hesap edilmesi gerekiyordu. … ..

… ..

… ..  Soğdlar tarafından kaleme alınan ve Çinceye tercüme edilen kırk kadar kitabın içinde gökbilimi ve diğer bilim dallarıyla ilgili olanlar da var mıydı? Mug Tepesi’nde bulunan yedinci asra ait yıldız ilmi hakkındaki belgelerden ne öğrenilebilir? Sasanileri bir gökbilimi okulunun olduğu Merv’e taşıyan astronomik tablolar neler söylemektedir? Harezm, Baktriya, Partya, Toharistan ve Soğdiana’da kullanılanın gelişmiş takvim sistemleri İslamiyet öncesi asırlarda Orta Asya’daki bilime dair nasıl ipuçları vermektedir? Birûni’nin  on birinci asrın başlarında takvim sistemleri üzerine yaptığı çalışmalarında Harezm takviminden yola çıkmış olduğunu muhakkak belirtmek gerekir. Birûni bir ayı otuz gün kabul eden bo Orta Asya sisteminin Babil, İbrani ya da Hint takvimlerinden daha üstün olduğu kanaatine varmıştı.

… ..

… ..   Bölgedeki kültürün uzun süre bir parçası olan uygulamalı geometrideki uzmanlaşmayı sağlayan küresel geometri gibi zorlukları göğüslemelerindeki hız da bu durumla alakalıydı.

Tıpta da benzer bir süreç işliyordu. Bu kadim toplumlarda tıp ile iktidar arasında yakın bir ilişki vardı, zira hekimler hükümdarın ve ailesinin sıhhatini tehlikelerden korumaya muktedirlerdi. … ..  Buhara civarındaki kadim ticaret merkezi Peykent’te bulunan beşinci asra ait bir aczanenin ilaç hazırlamak ya da yeni ilaçlar elde etmek için gerekli tüm ekipmana sahip olduğu görülmüştür. Yoğun bir ticaret merkezinin göbeğinde olması hasebiyle eczanenin müşteri kitlesi halk olsa gerekti. Kuzeyde yer alan Horasan’dan Harezm’e kadarki bölgede de benzer eczanelerin bulunmuş olması profesyonel tıbbın yaygın olduğunun bir göstergesidir. … ..

… ..


Bir Sürü Kayda Geçmiş Kelime


… ..

Bir açıdan bakıldığında bu tanımlama hem doğrudur hem de Orta Asya haricinde yer yüzünde başka hiçbir yerde olmayacak kadar isabetlidir. Orta Doğu, Avrupa, Çin ve Hindistan’ın birleştiği nokta Orta Asya’dır. Bu sebeple Owen Lattimore’un tabiriyle “Asya’nın mihveridir. … ..

… ..

Bölgenin asıl dil stoku İranî dillerdi. İranî diller hem Zerdüşt kitaplarının kadim dilini hem de Baktriya, Soğdiana ve Harezm dillerini içermekteydi. Yunanlıların gelişine kadar ya da Büyük İskender’in (M.Ö. 356-323) zamanından önce  bu dil gruplarının hiçbiri kendi alfabesini geliştirmemişti. Sonrasında İskender’in halefleri tarafından Baktriya’da kurulan Selevos İmparatorluğu Belh’te konuşulam yerel dilini Yunan alfabesiyle yazmaya başlamıştır. Efrasiyab’taki (Semerkant) Soğdlar ve kuzeydeki Steplara komşu olan kasabalarda yaşayan Harezmliler benzer bir süreci takip etmişler ancak Yunan harfleri yerine Tevrat ve İsa’nın dili olan Arami alfabesini seçmişlerdi. Orta Asya’da Arami alfabesinin kulanılması şaşırtıcı değildi, zira bölgeye gelip giden veya yerleşmiş olan Suriyeli tacirlerle daha sonraları gelecek olan Hıristiyan misyonerler Aramicenin akrabası olan Süryaniceyi konuşuyorlardı. 

Erken dönemdekiTürkî halklar da başarılı bir runik alfabe icat etmişlerdi. Keseleri ve bazı eb eşyalarını süsleyen bu yazı aynı zamanda Tükçe ve Uygurca yazılan güzel şiirleri sunmak için de kullanılıyordu. … .

… ..

İslamiyet öncesi Orta Asya’da kitap adedinin çok olduğunu ve hemen her yere yayıldığını varsaymak için tüm sebepler mevcuttur. Bir asır önce Aurel Stein Doğu Türkistan’ın kurak mağaralarında bölgenin yerleşik Uygurlarından ve diğer milletlerden kalma on beş bin cilt kitaple karşılaşmıştı. Sankritçe, İbranice, Farsça, Süryanice (Aramice) ve Soğdça yazılmış olan bu kitapların kimi telif kimi tercüme eserlerdi.  … ..

… .. 

… ..Dolayısıyla İslamiyet öncesi dönemde Orta Asya’nın ana kentlerinin Doğu Türkistan’daki kentlerden daha fazla kitaba sahip olduğunu iddia etmek mesnetsiz olmayacaktır. … ..

… ..

Genel kabulün dışında kitap, dolayısıyla okuma ve yazmanın, bu denli yaygın olmasının ardındaki ittirici güç geniş ölçekli kağıt üretimi yapılıyor olmasıydı. … ..

… ..

… .. Bloom dokuzuncu ve onuncu asırdaki Abbasiler ve Bağdat’tan bahsediyordu, ancak “Kağıt devrimininArap fethinden önce başladığı ve her şeyden önemlisi Orta Asya’da yoğunlaştığı açıktır. Bloom’a göre “İpek Yolu” aynı zamanda bir “Kağıt Yoluydu” ve Çin’den değil Orta Asya’dan başlıyordu.

… ..



Zerdüşt ve Aydınlık ile Karanlığın Dünyaları


… ..

… .. En erken dönemlerden itibaren bu sürekli yanan ateşleri muhafaza etmek Orta Asya’da dini uygulamanın ana unsuruydu…. ..

… ..

Bu ibadetin altında aydınlık ile karanlık ve iyi ile kötü arasında bitmeyecek olan bir mücadele olduğunu varsayan dünya görüşü vardı. Bu dürtüyü yeni bir dine , yani Zerdüştlüğe dönüştürmek Zerdüşt peygambere düşmüştü. … …

… .. Zedüştlükte ilah olarak kabul edilen Ahura Mazdal’ın karanlığı temsil eden Ehriman ile sürekli bir mücadele hâlinde olduğuna inanılmaktadır. … ..

… .. 

… .. İlk olarakBelh’de vaaz veren Zerdüşt’e kısa zamanda Orta Asya’da ve İran’ın batısındakşi topraklarda birçok insan inanmıştı.

… ..

… ..

… .. Alman filozof Nietzsche’nin modern dünyada İyi ve Kötü’nün öldüğünü ilan etmek için “Böyle Buyurdu Zerdüşt” (Alnmnacada Zarathustra) ifadesini kullanması gayet anlaşılırdır. 

… ..

… ..

M.S.üçüncü asırda kurulan Sasani İmparatorluğu Zerdüştlüğü resmi din olarak ilan ederek ruhbanlığın kontrolüne bırakmıştır. … ..

… ..  İran’ın batısından gelen Mani (216-274) Zerdüştlükten ve Hıristiyanlıktan gelen fikirleri birleştirmişti. … ..

… ..  Çin ve Hindistan’a uzanan ticaret yolları üzerinde hemen her yere yerleşen Maniheist cemaatler Batı ile Doğu ve Doğu ile Batı arasında âdeta kültür taşımacılığı yapıyorlardı. … ..

… ..


Panteon’u Taşıyan Yunanlılar






*Kayıp Aydınlanma &  S. Frederick Starr

Arap Fetihlerinden Timur’a Orta Asya’nın Altın Çağı 


Özgün adı: Lost of Enlightenment Central Asia’s Age from The Arab Conquest to Tamerlane

Çeviren : Yusuf Selman İnanç

Kronik Kitap  



*Giordano Bruno - Vikipedi (wikipedia.org)

*Giordano Bruno (1548; Nola, Napoli Krallığı[1] - 17 Şubat 1600; Roma, Papalık Devleti), İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültist. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranıdır. Ona doğacı coşkunluğun düşünürü de denilebilir. Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik'in tezini savundu. Evrenin sonsuz ve eş dağılımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edildi ve Roma'da konuşamaması için yüzüne demir maske geçirilerek diri diri yakılarak idam edildi.

… ..



















*
İbn Sina - Vikipedi (wikipedia.org)

*İbn Sînâ (Farsça: ابن سینا) veya Ebu Ali Sînâ[1] (Farsça: ابوعلی سینا) ya da Batılıların söyleyişiyle Avicenna[2] (/ˌævɪˈsɛnə, ˌɑːvɪ-/; y. 980 – Haziran 1037),[3] İslam'ın Altın Çağı döneminin en önemli doktorlarından,[4] astronomlarından,[5] düşünürlerinden,[6] yazarlarından[7] ve bilginlerinden biri olarak kabul edilen Fars[8][9] polimat ve "polimerik erken tıbbın babası" olarak bilinen tabiptir.[10][11]

Buhara yakınlarındaki Efşene köyünde (Özbekistan) 980 civarında dünyaya gelmiş ve 1037 yılında Hemedan şehrinde (İran) ölmüştür. Tıp ve felsefe alanına ağırlık verdiği değişik alanlarda 200 kadar kitap yazmıştır. Batılılarca modern Orta Çağ biliminin kurucusu ve tabiplerin önderi olarak bilinen İbn-i Sina, "Büyük Üstat" ismiyle de tanınır. Tıp alanında yedi yüzyıl boyunca temel kaynak eser olarak süregelen "El-Kanun fi't-Tıb" (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap, değişik Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyıl ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur.[12][13][14][15][16][17]

İbn Sînâ, Kuşyar isimli bir tabibin yanında tıp eğitimi almıştır. Değişik konular üzerine, 240'ı günümüze kadar gelen 450 kadar makale yazdı. Elimizdeki yazılarının 150 tanesi felsefe, 40 tanesi de tıp üzerinedir. Eserlerinin en ünlüleri, felsefe ve fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabü'ş-Şifa (İyileşme Kitabı) ile El-Kanun fi't-Tıb'dır (Tıbbın Kanunu). Bu iki eser, Orta Çağ üniversitelerinde okutulmasıyla birlikte, Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur.

Sâmânî sarayı kâtiplerinden Abdullah bin Sina'nın oğlu olan İbn Sînâ; babasından, ardından ünlü bilgin Nâtilî'den ve Hanefi fakihi İsmâil ez-Zâhid'den dersler aldı. Geometri (özellikle Öklid geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahiv, tıp ve doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin el-İbane'si[18] aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini iyileştirince (997), saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Gürgan'da Şirazlı Ebu Muhammed'den destek gördü. Tıp Kanunu kitabını da Gürgan'da yazdı. Çağında tanınan bütün Antik Yunan filozoflarının ve Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir.

Yaşadığı dönem:

İbn Sina, Bizans Greko-Romen, Fars ve Hint metinlerinin çevirilerinin yoğun bir şekilde incelendiği ve genellikle İslam Altın Çağı olarak bilinen dönemde geniş bir eser külliyatı oluşturmuştur. Kindi okulu tarafından tercüme edilen Greko-Romen (Orta ve Yeni Platoncu ve Aristotelesçi) metinler, Fars ve Hint matematik sistemleri, astronomi, cebir, trigonometri ve tıp üzerine de çalışan İslam entelektüelleri tarafından yorumlanmış, yeniden düzenlenmiş ve önemli ölçüde geliştirilmiştir.[19]

İran, Büyük Horasan ve Orta Asya'nın doğu kesimindeki Samani hanedanlığı ile İran ve Irak'ın batı kesimindeki Büveyhîler, ilmi ve kültürel gelişim için gelişen bir atmosfer sağladı. Samaniler döneminde Buhara, İslam dünyasının kültürel başkenti olarak Bağdat'a rakip oldu.[20] İbn-i Sina burada Belh, Harezm, Gorgan, Rey, İsfahan ve Hemedan'ın büyük kütüphanelerine erişebiliyordu.

Çeşitli metinler (Behmenyar ile Ahd gibi) İbn Sina'nın zamanın en büyük âlimleriyle felsefi konuları tartıştığını göstermektedir. Aruzi Samarqandi, İbn Sina'nın Harezm'den ayrılmadan önce Biruni (ünlü bir bilim adamı ve astronom), Ebu Nasr Iraki (ünlü bir matematikçi), Ebu Sehl Masihi (saygın bir filozof) ve Ebu el-Hayr Hammar (büyük bir hekim) ile nasıl tanıştığını anlatır. Kuran ve Hadis çalışmaları da gelişti ve İslam felsefesi, fıkıh ve teoloji (kelam) bu dönemde İbn Sina ve muhalifleri tarafından daha da geliştirildi.


Hayatı:

İlk yılları ve eğitimi:

Yetişkinliği:

Sonraki yılları ve ölümü:

Felsefe:

Metafizik doktrin:

Tanrı'nın Varlığına İlişkin Argüman:

El-Birûni Yazışmaları:


Teoloji:

Dindar bir Müslüman olan İbn Sina, rasyonel felsefeyi İslam teolojisi ile uyumlu hale getirmeyi amaçlamıştır. Öncelikli amacı, Tanrı'nın varlığını ve dünyayı yaratmadaki rolünü akıl ve mantık yoluyla bilimsel olarak ortaya koymaktı. İbn Sina'nın İslam teolojisi ve felsefesi hakkındaki düşünceleri derin bir etki yaratmış ve yüzyıllar boyunca İslam dini okullarının müfredatının ayrılmaz bir parçası olmuştur. İslam teolojisi üzerine peygamberler ve Kur'an kozmolojisi ile kendi felsefi sistemi arasındaki ilişki gibi konuları kapsayan birkaç kısa risale yazmıştır.[44]

İbn Sina zaman zaman felsefenin gerçek peygamberliği yanılsamadan ayırt etmenin bir aracı olduğunu ima etse de, potansiyel siyasi sonuçları nedeniyle bunu açıkça ifade etmekten kaçınmıştır. Kısa eserlerindeki odak noktası, diğer filozoflar tarafından daha iyi keşfedilen epistemolojik meselelere girmeden felsefi ve teolojik fikirlerini açık bir şekilde açıklamak olmuştur.[45]

İbn Sina'nın felsefesinin daha sonraki yorumları üç farklı ekole ayrılmıştır: (Tusi gibi) onun felsefesini daha sonraki siyasi olayları ve bilimsel gelişmeleri yorumlamak için bir sistem olarak uygulamaya devam edenler; (Razi gibi) İbn Sina'nın kelam eserlerini onun daha geniş felsefi kaygılarından ayrı olarak ele alanlar; ve (Gazali gibi) onun felsefesinin bazı kısımlarını çeşitli mistik yollarla daha büyük manevi içgörüler elde etme girişimlerini desteklemek için seçerek kullananlar. Razi gibi kişiler tarafından savunulan teolojik yorum, nihayetinde medreselerde baskın hale gelmiştir.[46]

İbn-i Sina Kur'an hakkında derin bir bilgiye sahipti ve Kur'an ayetlerini yorumlayan ve İslam peygamberlerinin önemini vurgulayan beş risale yazdı. Peygamberlerin filozoflardan daha üstün görülmesi gerektiğini savunmuştur.[47]

İbn Sina genellikle Sünni Hanefi düşünce ekolü ile ilişkilendirilir. Hanefi hukuku eğitimi almış, önemli Hanefi hukukçuları hocası olarak kabul etmiş ve Ali ibn Memun'un Hanefi mahkemesinde görev yapmıştır.[48] İbn-i Sina erken yaşlarda, İsmaili misyonerlerin kendisini din değiştirmeye yönelik girişimlerine "ikna olmadığını" söylemiştir ve Orta Çağ tarihçisi Şehîrüddîn Beyhakî onun Saflık Kardeşleri'nin bir takipçisi olduğuna inanmıştır.[49][50]

Düşünce Deneyleri:

Diğer Katkıları:

Astronomi ve Astroloji:

Fizik:

Kimya:

Ruhbilim:

Akıl:

Bilimlerin sınıflandırılması:

Mirası:

Klasik İslam Medeniyeti:

Orta Çağ ve Rönesans:

Günümüzde İbn Sina:

Eserleri:




*Bîrûnî - Vikipedi (wikipedia.org)

*Bîrûnî (4 Eylül 973 Kat - 13 Aralık 1048 Gazne),[1][2] İslam'ın Altın Çağı'ndaki çalışmaları ile bilinen hezârfen. Tam adı



 Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birûnî'dir (Farsça: بیرونی, Arapça: ابو الريحان محمد بن احمد البيروني).

Batı dillerinde adı Alberuni veya Aliboron olarak geçer. Matematik, doğa bilimleri, coğrafya, tarih ve tıp alanındaki çalışmalarıyla tanınır.

Hayatı:

Bîrûnî, Orta Asya'da tarihi bir bölge olan Harezm'de doğdu. Küçük yaşta babasını kaybetti. Harezm'de Afrigoğulları (Âl-i Irak) hanedanı tarafından korundu, sarayda matematik ve astronomi eğitimi aldı. Buradaki hocaları İbn-i Irak ve Abdussamed bin Hakîm'dir. Bu dönemde daha 17 yaşındayken ilk kitabını yazdı. Harezm, Me'mûnîler hanedanının yönetimine girince Bîrûnî de İran'a giderek bir süre burada yaşadı. Daha sonra ise Ziyârîler tarafından korunmaya başlandı. El-Âsârü'l-Bâkıye adlı kitabını Ziyârîlerin sarayında yazmıştır. İki yıl da burada çalıştıktan sonra memleketine geri döndü ve Ebu'l Vefâ ile gökbilim ve astroloji üzerine çalışmaya başladı.

1017'de Gazneli Mahmut, Harezm'i zapt ettiğinde Birûnî de Gazne şehrine gelerek burada Gazneliler'in himayesine girdi. Sarayda büyük itibar gördü ve Gazneli Mahmut'un Hindistan seferine katıldı. Burada Hint bilim adamlarının dikkatini çekti ve Hint ülkesi alınınca da Nendene şehrine yerleşerek bilimsel çalışmalarına burada devam etti. Sanskritçeyi öğrenerek Hint toplumunun yaşamı ve kültürü üzerine çalıştı.

Buradan tekrar Gazne şehrine döndü ve yaşamının geri kalan kısmını bu şehirde tamamladı. Bu dönem Bîrûnî'nin en verimli zamanı sayılmaktadır. Uzun zamandır hazırladığı Tahdîdu Nihâyet'il Emâkin adlı eserini bu döneme denk gelen 1025 yılında yayımladı. Astronomi üzerine yazdığı Kanûn-i Mes'ûdî adlı eserini Gazneli Mahmud'un oğlu Sultan Mesud'a ithaf etmiştir. Birûni, 13 Aralık 1048 tarihinde ölmüştür.

Genel görüş Birûni'nin İrani kökenli olduğu yönündedir.[3][4][5][6][7][8][9] Bununla beraber bazı kaynaklarda Türk kökenli olduğu ya da olabileceği belirtilmektedir.[1][10][11][12]


Kişiliği:

Çalışmaları:

Matematik:

Astronomi:

Diğer bilimler:

Eserleri:




*Yahudi tarihi - Vikipedi

*Yahudi tarihi, Yahudi halkının, inancının ve kültürünün tarihidir. Yahudi tarihi yaklaşık altı bin yıllık bir süreyi ve yüzlerce farklı topluluğu kapsadığından, burada ancak genel bir şekilde ele alınabilmektedir. Aşağıda sıralanan ana maddelerde ve bu maddede belirtilen her ülkedeki Yahudi topluluklarının ayrı tarihlerine ek bilgiye ulaşılabilir.

MÖ 10. yüzyıl ile MÖ 586'(Babil sürgünü) arasında İsrail genelinde çoktanrıcılık normaldi.[1] İsrailoğulları arasında yalnızca Yahveh'ye tapınma ancak sürgünden sonra ve geç bir dönemde (muhtemelen Makkabiler (MÖ 2. yy) dönemi) kurumsallaşır ve monoteizm Yahudiler arasında yerleşir.[2] Bazı İncil bilginleri, bir zamanlar Aşera'ya İsrail'in ulusal 

Antik Çağlarda Yahudi tarihi (MÖ 37 yılına kadar):

İsrailoğulları:

İlk iki döneminde, Yahudi tarihi büyük ölçüde Bereketli Hilal olarak adlandırılan bölgeninki ile aynıdır. Bu tarih, Nil, Dicle ve Fırat nehirleri arasında uzanan topraklara yerleşen insanlar ile başlar. Mısır ve Babil'deki kadim medeniyet merkezleri, Arabistan çölleri ve Anadolu'nun dağları ile çevrili olan Kenaan ülkesi (daha sonra sırasıyla İsrail, Yehuda, Yahudiye Eyaleti, Coele-Suriye, Filistin, Levant ve nihayet tekrar İsrail adlarını almıştır) medeniyetlerin buluşma noktasıydı. Eski zamanlarda kurulmuş ticaret yollarının kestiği bölge, Akabe Körfezi ile Akdeniz kıyılarında önemli limanlara sahipti. Özellikle Akdeniz kıyısındaki limanlar bölgeyi, Bereketli Hilal'de yaşayan diğer kültürlerin de etkisine açık hale getirmiştir.

Geleneksel rivayetlere dayalı olarak, dünyanın her yerindeki Yahudiler büyük ölçüde İsrail diyarına yerleşmiş olan kadim İsrailoğullarının soyundan geldiklerine inanır. İsrailoğulları ise, ortak soylarını hepsi de Hud'un kanından olan İbraniler İshak ve Yakub üzerinden biblik ataları İbrahim'e kadar izlerlerdi. Yahudi geleneklerinde, İsrailoğullarının Yakub'un Mısır'a yerleşen on iki oğlunun (bunlardan birinin adı da Yehuda'dır) torunları olduklarına inanılır. Mısır'da, soyları genellikle II. Ramses olduğuna inanılan, Mısır firavunu tarafından köle edinilir. Sonra da Musa peygamberin önderliğinde Mısır'dan Kenaan'a göç ederler. (Mısır'dan Çıkış). Bu olay, İsrailoğullarının her biri Yakub'un oğullarından birinin ismini alan on iki kabileye bölünmüş bir halk hâline gelişinin başlangıcına da işaret eder.

Yahudi geleneği ve Kutsal Kitap (ilk kitabı Tekvin'den son kitabı olan Malaki'ye kadar), İsrailoğullarının kırk bir yıl boyunca çölde dolaştıktan sonra Kenaan ülkesini Yeşu'nun yönetiminde fethettiklerini, ele geçirdikleri toprakları da on iki kabile arasında bölüştüklerini anlatır. On iki kabile, bir süre Hakimler olarak bilinen bir dizi hükümdar tarafından yönetilir.

Bununla birlikte, modern bilim adamlarının fikir birliği, İsrail'in büyük ölçüde Mısır'da değil Kenan'da yerli kökenlerini gösteren arkeolojik kanıtların "ezici" olduğu ve "Mısır'dan bir Çıkışa veya Sina üzerinden 40 yıllık bir hac yolculuğuna yer bırakmadığı" şeklindeki akademik görüşü desteklemektedir.[6]

Pek çok arkeolog, Musa ve Mısır'dan Çıkış'ın arkeolojik araştırmasını "meyvesiz bir arayış" olarak değerlendirdi ve terk etti.[6] Arkeologlar ve Mısırbilimciler tarafından yapılan bir asırlık araştırma, tartışmalı bir şekilde, Mısır esareti ve kaçış ve vahşi doğada seyahatler hakkındaki Exodus anlatısıyla doğrudan ilişkili olabilecek hiçbir kanıt bulamadı ve bu da Demir Çağı İsrail'in - Yahuda ve İsrail krallıkları olduğu fikrine yol açtı. —kökenleri Mısır'da değil, Kenan'dadır.[7][8] En eski İsrail yerleşimlerinin kültürü Kenanlıdır, kült-nesneleri Kenan tanrısı El'e aittir, yerel Kenan geleneğinde çanak çömlek kalıntıları ve kullanılan alfabe erken Kenanlıdır. "İsrailli" köyleri Kenan bölgelerinden ayıran neredeyse tek işaret, domuz kemiğinin olmamasıdır, ancak bunun etnik bir işaret olarak mı yoksa başka faktörlerden mi kaynaklandığı tartışma konusu olmaya devam etmektedir.[9]

Bunun ardından, Saul'un hakimiyeti altında bir İsrail monarşisi kurulmuş ve Kral Davud ve Süleyman hakimiyetinde devam etmiştir. Kral Davud (önce bir Kenan daha sonra da Yevus şehri olan) Kudüs'ü fethederek kendisinin başkenti yapmıştır. Süleyman'ın hükümdarlığının ardından, ülke on kabileden oluşan İsrail (kuzeyde) ve Yehuda ve Benyamin (güneyde) kabilelerinden oluşan Yehuda olmak üzere iki krallığa bölünmüştür.

İsrail, M.Ö. 8. yüzyılda Asur hükümdarı V. Salmanasar tarafından fethedilmiştir. Kimi zaman İsrail'in On Kayıp Kabilesi olarak da adlandırılan bu on kabileye dair genel kabul görmüş bir tarihi kayıt bulunmamaktadır.

Babil sürgünü:

Milattan önce 6. yüzyılın başlarında, Yehuda Krallığı, II. Nebukadnezar yönetimindeki Babilliler tarafından Kudüs Kuşatması sonrası yıkılmıştır. Yehudalı seçkinler Babil'e sürülmüş, ancak Babil'in daha sonra Persler tarafından fethedilmesinin ardından bunların en azından bir kısmı Ezra ve Nehemya peygamberlerin önderliğinde anavatanına dönmüştür. Zerdüştlüğün Pers İmparatorluğu'nun devlet dini olmasından ötürü, Zerdüştlüğün Yahudiliğin gelişimine ne ölçüde etki ettiği akademisyenler arasında hâlen tartışılan bir konudur (Bkz. Hristiyanlık ve dünya dinleri).


Sürgün sonrası dönem:

Helenistik Yahudilik:

Sürgün sonrası dönem:

Haşmonayim Krallığı:

Roma yönetimi (MÖ 63 – MS 400 arası):

Diaspora:

Geç Roma dönemi:

Orta Çağ:

Bizans:

İslam ve Haçlı dönemleri:

İspanya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu:

Avrupa:

Erken Modern dönem:

Osmanlı dönemi:

Avrupa::

Avrupa Aydınlanması ve Haskala (18. Yüzyıl)

19. yüzyıl:

20. yüzyıl:

Siyonizm:

Holokost:

İsrail devletinin kuruluşu:

21. yüzyıl:



*Türklerin İslam'a geçişi - Vikipedi

*Türklerin İslam'a geçişi, Türklerin İslam dininden önce mensup oldukları Tengricilik inancından vazgeçip dinlerini değiştirmeleridir. Yaklaşık 10. yüzyıla kadar Tengricilik dini Türkler arasında en yaygın din olmuştur. Türklerin İslam diniyle ilk teması Şii ve Alevilerin dördüncü İmam olarak kabul ettikleri İmam Zeynel Abidin'in Türkler tarafından Kerbela'da koruma amaçlı Horasan'a götürmeleriydi. İslamiyet öncesi Türkler ile Müslüman Arapların ilk karşılaşması 7. yüzyıl döneminde Hilafet-İmamet çekişmeleriyle gerçekleşmiştir.[1]

Hz.Peygamberin ardından meydana gelen Siffin savaşının ardından başlayan Emeviler döneminde İslam daha çok Arap milliyetçiliği ekseninde gelişmekte olan bir dindi. İslam Devleti yeni fetihlerle oldukça genişlemiş, Alevilerin ve Şiilerin Türk desteğiyle yerleştikleri Maveraünnehir'e kadar ulaşmıştır.[2]

Emevîlerin 8.yy’ın başlarında İran bölgesini fethederek Maveraünnehir’e ulaşmasıyla Türkler ile Araplar arasındaki çatışmalar sertleşir. Bahsi geçen bölgede, İran halkların yaşadığı, Türklerin kontrolündeki şehir devletleri de bulunur. Türkler, birçok boydan ve devletten oluşur. Arapların ilk teması bölgedeki Türgiş ve Hazar Türkleri’yle gerçekleşir. Türk-Arap savaşları bu şehirlerin kontrollerini sağlamak adına özellikle Türgişlerle Emevîler arasında yaşanır. Şehirler birçok kez el değiştirir. Türgiş Kağanı Suluk Çor, Araplar tarafından Ebu Müzâhim (sıkıntı verenlerin babası) olarak adlandırılır. Türk-Emevî savaşları, Emevîler 750 yılında yıkılıncaya kadar devam eder. İslam devletinin yönetimini Abbasi Hanedanlığı ele geçirince, Türk-Arap ilişkilerinde yeni bir sayfa açılır. 751 yılında Araplar ile Çinliler arasında yaşanan Talas Muharebesi’nde Karluk Türkleri Abbasilerin yanında yer alarak Abbasilerin zaferini sağlamışlardır. Bu savaşla, Karluk Türkleri İslamiyet’i daha yakından tanıma fırsatı bulmuş, az da olsa bir kısmı İslamiyet’i kabul etmiştir. Arapların ilk temasları tüm Türklerle değil Türklerin çok küçük bir kısmıylaydı. İç Asya’daki Gök Türkler gibi güçlü Türk devletleriyle etkileşimleri sınırlıydı. Türklerin ilk kez topluluklar halinde İslam’a geçişleri Araplarla karşılaştıktan yaklaşık 300 yıl sonrasına denk gelmektedir. Burada da tüm Türklerin değil farklı boyların çok farklı zamanlarda yüzyıllara yayılmış bir süreçte İslam’ı kabul ettiği görülür.[3]

Türkiye Türklerinin ataları Oğuz Türkleri 10. yüzyılın ilk çeyreğinde kitlesel olarak İslamiyeti kabul etmeye başladılar.[4] Oğuz Türkleri İslam'ı Sünni İranlılar aracılığıyla öğrendi.[5] Türkçedeki temel İslami terminolojinin çoğunlukla, Arapça değil, Farsça olması buna bir örnektir; ilgili sözcüklerden bazıları namaz, abdest, günah, oruç, peygamber, yarı Farsça Müslüman, hoca, pir, dergah, hüda.[6]


8. yüzyıl:

Hazar Türkleri:

Türgeş Boyları:

Abbasiler dönemi:

Talas Muharebesi:

İlk Müslüman Türk Devletleri:




* Hazerfan : Farsçadaki "hazar" yani "bin" sözcüğü ile, Arapçadaki "fann" yani "beceri, hüner, teknik" ya da kısaca "fen" anlamındaki sözcüğün birleşiminden geliyor. Yani "bin fenli" demek…


*Denis Diderot - Vikipedi

*Denis Diderot (5 Ekim 1713 - 31 Temmuz 1784), Fransız yazar ve filozof.

Aydınlanma Çağı'nın en önemli kişiliklerinden biri. Yazdıkları ve felsefesi Fransız Devrimi'ni hazırlamıştır. Yeni felsefi ve bilimsel düşünceleri ve bilgileri Avrupa ölçeğinde yayma amacıyla tasarlanan ünlü Ansiklopedi'nin (Encyclopédie) baş editörüydü. Birinci cildi düşün ve ülkü arkadaşı D'Alembert yayımlamıştı. İkinci ciltten başlayarak 7. cildin sonuna dek D'alembert ve Diderot birlikte editörlük yapmışlar, bu noktada d'Alembert'in editörlükten çekilmesinden sonra 35. cildin sonuna dek editörlüğü tek başına Denis Diderot yürütmüştür.

Yaşamı:

… ..

1728 tarihli Chambers Ansiklopedisi'nin İngilizceden Fransızcaya çevrilmesi, yeniden düzenlenip geliştirilmesi işini 1746'da kabul etti. Proje gittikçe büyüdü; Diderot ansiklopedinin yayıncısı oldu. Bu, yıllar boyu onun ana işi ve gelir kaynağı oldu.

Jean-Jacques Rousseau ile 1742'de tanışmış olan Diderot; 1746 ile 1749 yılları arasında onunla yakın dost oldu, sık sık bir küçük meyhanede baş başa tartışıyorlardı. Diderot, bu dönemde çevirilerinin yanı sıra özgün eserler meydana getirdi. İlk özgün kitabı olan Felsefe Konuşmaları' 1746'da yayımlandı. Ertesi yıl yayımlanan Filozofça Düşünceler adlı eseri Fransa Parlamentosu tarafından toplatıldı, mahkeme kararıyla yakıldı. 1749'da Görenler İçin Körler Hakkında Mektup adlı eserlerini yayınladı. Bir yandan da edebiyat alanında denemeler yaptı Boşboğaz Mücevherler (Les Bijoux indiscrets) romanı ile Beyas Kuş (L'Oiseau blanc: conte bleu) masalını yazdı. Bir çocuk masalı olan Beyaz Kuş'u yazdığını duyan polis evini bastı ve 1749'da tutuklandı, 28 gün Vincennes Şatosu'na kapatıldı. Serbest kaldıktan sonra enerjisini daha çok Ansiklopedi çalışmalarına verdi.

Diderot'nun bir diğer evliliği ise, 1755'te Sophie Volland ile gerçekleşti. Volland diğer insanlar tarafından evde kalmış bir kadın olarak görülüyordu, ancak Diderot fikirlerinden bahsettiği ve içten bulduğu Volland'tan çok etkilenmişti.[2]

Edebiyat alanında da birçok katkısı bulunan Diderot'nun başlıca özelliği romanları şekil ve içeriğinin yanı sıra, felsefi olarak da incelemesiydi. Romantizm akımının öncüsü ve hümanist olan Diderot; zengin kiliseler kontrolünde bir endüstri olarak gördüğü Hristiyanlık dinini reddetmiş ve birçok dincinin saldırılarına maruz kalmıştır. Her ne kadar Ansiklopedi genel olarak elit kesim tarafından ilgiyle karşılanmış olsa da, kimi çevrelerde de tepki ile karşılandı. Cizvitlerin eleştirileriyle karşı karşıya geldi.

Diderot 31 Temmuz 1784 tarihinde Fransa'da 70 yaşında ölmüş, Saint-Roch Kilisesi'nin mezarlığına gömülmüştür.





*Transkript (eğitim) - Vikipedi

*Eğitimde transkript, bir öğrencinin bir ders boyunca, giriştiği tüm dersler (veya konular), kazanılan notlar ve verilen dereceler ve ödüller de dahil olmak üzere tam kayıt geçmişine sahip sertifikalı bir kaydıdır (envanter).




*Rubu tahtası - Vikipedi

*Rubu tahtası ya da sinüs kadranı (Arapça: Rub‘ul mujayyab, الربع المجيب), Batlamyus’un yüksekliklerin ölçülmesi için öngördüğü büyük çaplı duvar kadranlarından ilham alınarak İslâm astronomları tarafından geliştirilmiş ve asırlarca kullanılmış bir araçtır. İslâm dünyasında bilinen en eski duvar kadranı 5 m. yarıçapında olup milâttan sonra IX. yüzyılda Şam'da kullanılmıştır. X. yüzyılda Rey şehrinde Hâmid b. Hıdır el-Hucendî tarafından yapılan ve “es-Südüsü’l-fahrî” adı verilen 20 m. çapındaki duvar kadranı bilinmektedir. Uluğ Beyin XV. yüzyılın ilk yarısında yaptırmış olduğu 40 m. çapındaki kadran Semerkant’taki gözlem evinde kullanılmıştır. Rubu tahtası olarak adlandırılan taşınabilir kadranlar ilk defa XI veya XII. yüzyıllarda adı bilinmeyen Müslüman bir astronom tarafından muhtemelen Mısır’da gerçekleştirilmiştir.

Arapça adı, Arapça "çeyrek" anlamına gelen "rub" ve "sinüsle işaretlenmiş" anlamındaki "mujayyab" kelimelerinden gelmektedir.[1] King'e döre rubu tahtası, Harezmi tarafından 9. yüzyıl Bağdat'ında tarif edilmiştir.[2]

Tanımı ve kullanılması:

... ..


**Bir rubu tahtası örneği











*Batlamyus - Vikipedi

*Klaudyos Batlamyus (Grekçe: Κλαύδιος Πτολεμαίος Klaudios Ptolemaios), İskenderiyeli Yunan matematikçi, coğrafyacı, astronom ve müzik teorisyeniydi[2] ve üçü daha sonra Bizans, İslam ve Batı Avrupa bilimi için önemli olan yaklaşık bir düzine bilimsel tez yazmıştır. MS 100–170 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir.[3]

Geç İskenderiye Dönemi'nde yaşamış (MS 2. yüzyılın ilk yarısı) ünlü bilim adamlarındandır. Hayatı hakkında hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Müslüman astronomlar 78 yaşına kadar yaşadığını söylemektedir.[kaynak belirtilmeli] Yunan asıllı bir Mısırlı veya Mısır asıllı bir Yunan olduğu iddia edilmektedir.[kaynak belirtilmeli

Kitapları:

Batlamyus, iki önemli yapıtın yazarıdır: Büyük Bileşim ve Coğrafya. Bu yapıtlar Avrupa'daki Orta Çağ'ın bitişinde önemli yere sahiptir. Kitapların Latinceye çevrilişi ancak 12. yüzyılda yapılmıştır.

  • Büyük Bileşim (Arapça: Kitab el Macisti, Latince: Almagest, Yunanca: Mathematike Syntatksis), Yunan ve Babil uygarlıklarının gökbilim bilgilerinin bir derlemesidir. Derlemenin çoğu kendisinden üç yüzyıl önce yaşamış olan Hiparkus'a dayanır. Yapıtta Dünya merkezli bir Güneş Sistemi modeli önerilir. Bu model, Kopernik'in güneş merkezli modeline dek Batı ve İslam dünyalarında geçerli model olarak kabul edilmiştir. Kitapta ayrıca düzlem ve küresel trigonometri hakkında bir inceleme bulunmaktadır.[4]

  • Batlamyus'un diğer önemli yapıtı Coğrafya da bir derlemedir. Çağının Roma İmparatorluğu'nda bilinen coğrafya bilgileri bu kitapta toplanmıştır.

Batlamyus astronomi, matematik, coğrafya ve optik alanlarına katkılar yapmıştır; ancak en çok astronomi çalışmalarıyla tanınır. Zamanına kadar ulaşan astronomi bilgisinin sentezini yapmış ve bunları Mathematike Syntaxis (Matematik Sentezi) adlı yapıtında toplamıştır. Bu eser daha sonra Megale Syntaxis (Büyük Derleme) olarak anılmış ve Arapçaya çevrilirken başına harf-i tarif takısı olan el- getirildiği için, ismi el-Mecistî biçimine dönüşmüştür; daha sonra Arapçadan Latinceye çevrilirken Almagest olarak adlandırıldığından, bugün Batı dünyasında bu eser Almagest adıyla tanınmaktadır.

Almagest, on üç kitaptan oluşur;

  • Birinci Kitap, kanıtlarıyla birlikte yer merkezli dizge'nin ana çizgilerini verir;

  • İkinci Kitap, Menelaus'un teoremiyle, küresel trigonometri bilgilerini ve bir kirişler tablosunu içerir; burada örnek problemler de çözülmüştür;

  • Üçüncü Kitap, Güneş'in hareketini ve yıllık süreyi anlatır;

  • Dördüncü Kitap, Ay'ın hareketini ve aylık süreyi konu edinir;

  • Beşinci Kitap, aynı konularla ilgilidir. Ay'ın ve Güneş'in mesafelerini tartıştığı gibi, bir usturlabın yapılışı ve kullanılışı hakkında da ayrıntılı bilgiler sunar;

  • Altıncı Kitap, gezegenlerin kavuşumları ve karşılaşımlarını, Güneş ve Ay tutulmalarını inceler;

  • Yedinci ve Sekizinci Kitap, durağan yıldızlarla ilgilidir; meşhur devinme tartışmasını, Batlamyus'un durağan yıldızlar kataloğunu ve gök küresi aleti yapabilmek için gerekli yöntem bilgisini içerir;

  • Geriye kalan beş kitap ise devingen yıldızların, yani gezegenlerin hareketlerine ayrılmıştır ve yapıtın en özgün kısmıdır.



Coğrafya araştırmaları:

Optik araştırmaları:

Astrolojik çalışmaları:




*Deneycilik - Vikipedi

*Deneycilik, empirizm veya ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha (tabula rasa) gibidir.

Deneycilik akılcılığın karşıtıdır. Akılcılığa karşıt olarak deneycilik, yalnızca duyum ve deneyimle temellenen bilgileri bilgi olarak kabul etmektedir. Bu tanıma göre, insan bilgisinin tek kaynağı deneyim ya da duyumdur. Bilginin kaynağında aklı gören rasyonalizm geleneğine karşıt olarak deneycilik her tür bilginin sonradan deneyimle, duyumlarla elde edildiğini ileri süren bir felsefi temele sahiptir.

… ..




*Öklid - Vikipedi

*Öklid (Grekçe: Εὐκλείδης Eukleídēs; MÖ 330 - 275 yılları arasında yaşamış, İskenderiyeli bir matematikçidir. Megaralı Öklid'den ayırmak için bazen İskenderiyeli Öklid[1] olarak anılır, genellikle "geometrinin kurucusu"[1] veya "geometrinin babası" olarak anılan bir Yunan matematikçiydi. Ptolemy I (MÖ 323–283) döneminde İskenderiye'de aktifti. Elemanlar, yayınlandığı zamandan 19. yüzyılın sonlarına veya 20. yüzyılın başlarına kadar matematik (özellikle geometri) öğretimi için ana ders kitabı olarak hizmet veren, matematik tarihindeki en etkili çalışmalardan biridir.[2][3][4] Elemanlar’da, Öklid, küçük bir aksiyom setinden, şimdi Öklid geometrisi olarak adlandırılan şeyin teoremlerini çıkardı. Öklid ayrıca perspektif, konik kesitler, küresel geometri, sayı teorisi ve matematiksel kesinlik üzerine eserler yazdı.

Öklid gelmiş geçmiş matematikçiler içerisinde adı geometri ile en çok özdeşleştirilen kişidir. Geometri dünyasında kapladığı bu seçkin yeri kendisinin büyük bir matematikçi olmasından çok, geometrinin başlangıcından kendi zamanına kadar bilinen ismi ile Öğeler adını taşıyan kitabında toplamasına borçludur. Öklid derlemesinin tutarlı bir bütün olmasını sağlamak için, kanıt gerektirmeyen apaçık gerçekler olarak 5 aksiyom ortaya koyar. Diğer bütün önermeleri bu aksiyomlardan çıkarır.

Eğitimini Akademi'de tamamladıktan sonra İskenderiye’de büyük bir matematik okulu kuran Öklid, çağlar boyu matematikle ilgilenen hemen herkesin gözdesi olmuştur. Geometriyi ispat ve aksiyomlara dayalı bir dizge olarak işleyen 13 ciltlik kitabı “Elementler” bu alandaki ilk kapsamlı çalışmaydı. Kendinden önceki Tales, Pisagor, Platon, Aristoteles gibi matematikçi ve geometricilerin çalışmalarını temel alan Öklid’in bu yapıtı, iki bin yıl boyunca önemli bir başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır. Düzlem geometrisi, aritmetik, sayılar kuramı, irrasyonel sayılar ve katı cisimler geometrisi Öklid’in kitabında ele aldığı başlıca konulardı. Öklid’in her önermeyi daha önceki önermelerden çıkarma yöntemi, kendisine atfedilen “geometrinin babası” sözünü de haklı kılar. Kitapta yer alan aksiyomlara, teoremlere ve ispatlara dayanan sentez yöntemlerinin Batı düşüncesi üzerindeki etkisinin Kitabı Mukaddes'ten sonra ikinci sırada yer aldığı söylenir. Russell, Öğeler'in bugüne kadar yazılmış en büyük kitap olduğunu ileri sürer. Einstein ise “Gençliğinde bu kitabın büyüsüne kapılmamış bir kimse, kuramsal bilimde önemli bir atılım yapabileceği hayaline kapılmasın” der.

Öklid geometrisi 19. yüzyılın başına kadar rakipsiz kaldı. Hatta 20. yüzyılın ortalarına kadar bile orta öğretimde geometri, Öklid'in öğelerine bağlı olarak okutuldu.

Öklid'in yaşamı konusunda hemen hemen hiçbir şey bilinmiyor. Önceleri bir Yunan kenti olan Megara'da doğduğu sanıldıysa da, sonradan Megaralı Öklid'in, Öğeler'in yazarı İskenderiyeli Öklid'den yüzyıl kadar önce yaşamış olan bir felsefeci olduğu ortaya çıkmıştır.

Öklid üzerinde çalıştığı proje hakkında diyor ki: "bir doğru istenildiği kadar uzatabilir." ve "İki noktadan bir ve yalnız bir doğru geçer."

Biyografi:



*Skolastik felsefe - Vikipedi

*Skolastik felsefe/düşünce, Latince kökenli schola (okul) kelimesinden türetilen scholasticus teriminden gelmektedir ve kelime anlamı olarak okul felsefesi demektir. Bu anlam önemlidir, zira skolastik felsefe, Orta Çağ düşüncesinde doğrunun zaten mevcut olduğu düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanan bir yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır.

… ..





*Mutezile - Vikipedi

*Mutezile (Arapça: المعتزلة), İslam dininde bir itikadi mezhep. Mutezile, sözcük olarak (i'tezele sözcüğünden türeyerek) "ayrılanlar, uzaklaşanlar, bir tarafa çekilenler" anlamına gelir. Büyük günâh işleyen kimsenin iman ile küfür arası bir aşamada olduğunu söyleyerek Ehl-i Sünnet âlimlerinden Hasan-ı Basrî'nin (ö. 110/728) dersini terk eden Vâsıl bin Atâ (ö. 131/748) ile ona uyanların oluşturduğu mezhep bu adla anılır.[1][2] Mutezile ise kendini "ehlü'l-adl ve'ttevhîd" ("adalet ve tevhid ehli") diye adlandırır.[1][2] Mutezile mezhebinden olan kişiye Mutezili denir. Özellikle kader ve kaza konularındaki yorumları ve inançları nedeniyle İslam dinindeki diğer mezheplerden ayrılmışlardır; ama yine de İslam dininin çoğunluğunu oluşturan mezheplerden, Ehl-i Sünnet, Mutezile'yi İslam dışı saymamaktadır.[kaynak belirtilmeli] Akılcı bir mezhep olan Mutezile, mantık kurallarıyla çelişir gördüğü âyet ve hadisleri Ehl-i Sünnet'ten farklı biçimde yorumlamış ve bu yorumlarında akla öncelik vermiştir. Sonuç olarak Mutezile mezhebi, gerek akla çok değer vermesi ve özellikle de Abbâsîler döneminde felsefe ile girdiği yakın ilişkiler dolayısıyla barındırdığı felsefi metot ve görüşleri nedeniyle fazlasıyla eleştirilmiştir. Özellikle de nass (ayet ya da hadis) ile aklın çeliştiğini düşündükleri noktalarda sıklıkla nassı akla uygun gelecek biçimde yorumlamaları diğer mezheplerde büyük tepki uyandırmıştır. Modern zamanlardaki bazı araştırmacı ve İslam tarihçileri de Mutezile mezhebini akla verdiği önem ve yöntemleri bakımından, çeşitli konularda rasyonalist olarak tanımlar.[3] Mutezile mezhebinin kendi içinde barındırdığı beş ana öğesi vardır, bu öğelerin ilki olan ve İslam dininin de ilk öğesi olan tevhidin bu beş ana öğenin temeli olduğunu öne sürerler.[2] Bazı cemaat ve mezhepler bu düşünceye karşı çıkmıştır.[kaynak belirtilmeli]

Ehl-i Sünnet tarafından kurulan kelâm ilmi hicrî 4. asırdan (miladî 9. yüzyıldan) itibaren ortaya çıkmış olmakla birlikte, bu ilmi ortaya çıkaran etkenler arasında Mutezile'nin ayrı bir yeri vardır. Hatta kelâm ilminin Mutezile'nin öncülüğünde doğmuş olduğu söylenebilir.[kaynak belirtilmeli] Bu mezhep, aynı zamanda iyi bir edebiyatçı ve tefsirci olan Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf (ö. 235/850), Nazzâm (ö. 231/845), Câhiz (ö. 255/869), Bişr bin Mutemir (ö. 210/825), Cübbâî (ö. 303/916), Kadı Abdülcebbar (ö. 415/1025) ve Zemahşerî (ö. 538/1143) gibi büyük kelâmcılar yetiştirmiştir.[kaynak belirtilmeli]

Ortaya çıkışı:

Mutezile mezhebinin iman görüşü:

Mutezile mezhebinin esasları:

Tevhid:

Adalet:

Söz ve Tehdit:

İki Konum Arasındaki Bir Konum:

Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker:

Mutezile ile Ehl-i Sünnet arasındaki farklar:

Yöntem ve felsefenin Mutezile'ye etkisi:





*Sünnilik - Vikipedi

*Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat ("mânevî alanda çizilen yolu benimseyenler"), kısaca Ehl-i Sünnet ya da Sünnîlik (Arapça: أهل السنّة ehlü’s-sünne), İslam dininin dünya üzerindeki iki büyük kolundan biri (diğeri Şîa) ve %77-80'lik bir oran ile en büyük mensubunun bulunduğu mezhepler grubudur.[3] Zaman zaman Sünnî İslam veya Sünnî mezhebi ifadesi de kullanılır. Günümüzde Sünnîlik, kendi içerisinde günümüzde yaşayan iki akaid mezhebi (Mâtürîdiyye - Eş'ariyye), dört fıkıh mezhebini (Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî) içermektedir.


Sünni itikad mezhepleri:


Sünni fıkıh mezhepleri:

Sünni fıkıh mezhepleri Hanefi, Şafiî, Maliki ve Hanbeli mezheplerinden oluşur. Bu dört mezhepten ilki olan Hanefî mezhebi Mâtûridîlik'e bağlı iken Hanbeli, Şâfiî ve Mâlikîler Eş'ârîye bağlıdırlar. Ehl-i Sünnet'in İtikadi mezhepleri olan Eş'ârî ve Mâtûridî mezhepleri arasında inançsal açıdan büyük farklılık yoktur. Fıkhi konularda yani uygulama ve ibadetlerde dört fıkhi mezhep arasında bazı farklılıklar görülür.

Hanbelî mezhebinden ayrılan[kaynak belirtilmeli] Takıyyüddin İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi alimlerin fıkhi görüşleri günümüzde, 18. yüzyılda Arabistan'da dinsel ve siyasal bir hareket olarak ortaya çıkan Vehhâbîlik çerçevesinde yorumlanmış biçimiyle varlığını sürdürmektedir. İbn-i Teymiyye'nin görüşlerini daha aşırı yola sokan Suudi Arabistan Vehhabileri'dir. Vehhabiler'in bazı itikadi inançları Ehl-i Sünnet'ten farklıdır. Bu sebeple bazı Sünniler, Vehhabileri Ehli Sünnet'ten saymazlar.

Sünni mezhepler (fıkıh okulları) dört tanedir:

Bu dört Sünni fıkıh okulu dışında da fıkıh okulları olmasına karşın daha az sayıda izdeşe sahip olmuş ve diğer dört mezhep dışında daha az tanınmışlar ve zamanla yok olmuşlar ve izdeşleri tarafından kayıt altına alınamamışlardır.

Sünniler, her Müslümanın bu mezheplerden birini benimseyip, uygulamalarını seçtikleri bu mezhebe göre yapmaları gerektiğine inanırlar ve mezheplerin birleştirilmesi denen Telfik-i Mezahib'i uygun (câiz) görmezler.


Hadis ve sünnet anlayışı:





*Firdevsî - Vikipedi

*Firdevsî (Farsça: حکیم ابوالقاسم فردوسی توسی, d. 940, Tus - ö. 1020 ay.), Samanîler ve Gazneliler dönemleri İran edebiyatının önde gelen Fars şairdir.[1]

Eski İran tarihine büyük ilgi duyan Firdevsî, Pehlevi dilinde yazılmış eserleri okuyabilmek için Zerdüşt rahiplerden veya babasından Pehlevice öğrendi. Arapçası şiir yazacak kadar iyiydi.[2]

Başlıca yapıtı Şehnâme'yi (60.000 beyitten oluşur; ilk insandan III. Yezdigirt dönemine kadar İran tarihi anlatır) tamamlayınca 1010 yılında Gazneli Mahmut'a sunan Firdevsî, bağlanan aylığı az bulduğu için sultanı ağır biçimde hicvedince Gazne'den göçmek zorunda kaldı. Bir süre Herat'ta ve Taberistan emiri Şehriyar'ın yanında kaldıktan sonra, Tus'a dönerek orada öldü. Firdevsî'nin soyca bir Dihkan ailesinden olduğu söylenir. Doğum yılı kesin olarak bilinmemektedir. Firdevsî, Gazneli Mahmut'un fikirler aldığı bilginlerden de bir tanesidir. Firdevsî gibi bilginlere Gazneli Mahmut maddi ve manevi yönden destek olmuştur.

Şii olmasına rağmen, Şehnâme'de ilk üç halifeyi över ve Turanlılar ile İranlılar'ın eski İran hükümdarlarından Tur ve İr'in soyundan geldiklerini söyleyerek bu iki halkı kardeş sayar.[2]




*Şehnâme - Vikipedi

*Şehnâme veya Şahnâme (Farsça: شاهنامه), Firdevsî'nin eski İran efsaneleri üzerine kurulu manzum destanıdır. İran edebiyatının en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilir. 977 ila 1010 arasında yazılmıştır. 60.000 beyit civarında hacime sahiptir. Tek şair tarafından yazılan en uzun epik şiirlerdendir.[1]




ŞEHNÂME (ÖZET-METİN) Yaratılış 19 

Hz. Peygamber ve Ashabına Övgü 20 

Şehnâme’nin Yazılış 20 

Sultan Mahmud’a Övgü.......................................................................21 

Kiyûmers’in Hikâyesi..................................................................21 

Hûşeng’in Padişahlık Yılları.................................................................     23 

Tahmerûs (Tahmurs)’un Saltanatı.......................................................          24 

Cem, Dahhâk ve Feridûn Dönemi........................................................           25 

Selm, Tûr ve İreç.........................................................................32 Minûçehr.................................................................34 

Sâm’ın  Oğlu Zâl.......................................... ..........35

Zâl’in Oğlu Rüstem............................. ......... .........37 

Nevzer’in Padişahlık Yılları....................................38 

Zev’in  Saltanatı.....................................................39 

Gürşasb’ın Padişahlık Yılları................................40 

Keykubâd’ın Hikâyesi.........................................41 

Keykâvûs’un Hikâyesi..........................................42 

Sührâb’ın Hikâyesi...............   ...................  ....46 

Siyâvûş’un Hikâyesi..........................................48 

Efrasiyâb’ın Rüyası ve Siyâvûş’la Macerası..........50 

Keyhüsrev’in Hikâyesi.........           ...............53 

Luhrasb’ın Hükümdarlık Yılları.......... ........67 

Güştasb ve İsfendiyâr’ın Hikâyesi.......................68 

Behmen ve Kızı Hümây........    .............70 

Dârâb, Dârâ ve İskender...........................................71 

skender Sonrası İran.........................................77 

Behrâm-ı Gûr’un Hikâyesi.................................78 

Kubâd ve Nûşirevân’ın Hikâyesi................................................79 

Hüsrev-i Pervîz Dönemi........................................82 

Son Dönem...................................................84




*Fârâbî - Vikipedi

*Fârâbî[a] (Farsça: الفارابي) (872,[3] Fârâb[4] - 950/951, Şam[4]), 8. ve 13. yüzyıllar arasındaki İslam'ın Altın Çağı'nda yaşamış ünlü filozof ve bilim insanıdır. Aynı zamanda gök bilimci, mantıkçı ve müzisyendir.[5]

Mantık ilmine yapmış olduğu katkıları ve düzenlemeleri sayesinde Fârâbî Orta Çağ İslam aydınları arasında Muallim-i Sânî ya da Hace-i Sâni (İkinci Üstat / Magister secundus) olarak bilinir. Hace-i Evvel (Birinci Üstat / Magister Primus) ise Aristo'dur.[6] Farabi'nin hayatı, halefi olduğu Kindi gibi çok az bilinir. Bağdat, Halep ve Mısır'da bulunduğu, hayatının önemli bir kısmında Halep'teki Şii Hamdani hanedanı tarafından desteklendiği bilinmektedir. Etnik kimliği tartışmalıdır. Kimi kaynaklara göre Fars kimilerine göre Türk kökenlidir. Ancak Farabi, bütün eserlerini Arapça yazmıştır. Farabi, Aristo'nun temel eserlerinin birçoğunu Arapçaya yeniden çevirmiş, bu eserlerin daha iyi anlaşılabilmesini sağlayan şerhler yazmıştır. Bu yanıyla hem İslam dünyasında antik felsefenin anlaşılmasını sağlamış hem de Arapçanın bir felsefe dili hâline gelmesine büyük bir katkı yapmıştır.[7]

Farabi'nin bu büyük katkısının yanında İkinci Üstat kabul edilmesinin ana nedeni İbn-i Haldun'a göre onun mantık alanında yaptığı çalışmalardır.[8] Farabi, Aristo'nun 6 ciltlik temel mantık kitabı Organon'un tüm bölümlerini içeren çeviriler ve şerhler kaleme aldı ve Organon'u iki bölüm daha ekleyerek 8 cilte çıkardı. Mantık ifadeleri, onu ifade etmek için kullanılan dil ve bilgi ile ilişkili olduğu için Farabi'nin mantık dışında dil felsefesi ve epistemoloji üzerinde de yoğun şekilde durduğu görülür. Farabi'nin diğer bir çalışma alanı doğa felsefesi, metafizik ve psikoloji olmuştur. Doğa anlayışı dönemin Batlamyusçu dünya merkezli görüşüne uygundur. Farabi'nin geliştirdiği sudûr teorisi ise Neoplatoncu ve İsmaili kökenlere dayanır. Bu anlayış daha sonra İbn-i Sina tarafından geliştirildi. Farabi'ye atfedilen kitapların sayısı 100 ile 160 arasındadır.[8][9]

Farabi, Kindi'nin kurucusu olduğu kabul edilen ve İslam felsefesi içinde rasyonal/Aristocu eğilimi ifade eden Meşşaîlik akımının ikinci kurucusudur. Pek çok takipçisi olduğu için bazı felsefe tarihçilerine göre bir Farabi okulundan söz edilebilir. Yahudi filozof Maymonides etkilendiği felsefeciler içinde en büyük övgüyü ona yapar: "Mantık hakkındaki eserlere gelince, sadece Ebu Nase el-Farabi'nin eserlerinin çalışılması yeterlidir. Onun tüm eserleri kusursuz ve mükemmeldir. O eserler incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Çünkü o büyük bir adamdır." Batı'da Farabi'nin eserleri İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd'ün eserlerinden daha az tercüme edilmişse de Farabi'nin eserleri Aristo düşüncesinin yeniden anlaşılmasında merkezi bir öneme sahip olmuş, arkadan gelen felsefi zenginliğe ilk açılımı yapmıştır. İbn-i Rüşd ve Endülüslü filozoflar Farabi'yi mantık, psikoloji ve siyaset konularında önemli bir otorite olarak görürler.[10]




*Epistemoloji - Vikipedi

*Epistemoloji (Antik Yunanca ἐπιστήμη, epistēmē 'bilgi' ve -loji) ya da bilgi felsefesi, bilgiyle ilgilenen bir felsefe dalıdır. Epistemologlar, bilginin doğası, kaynağı ve kapsamı, epistemolojik gerekçelendirme, inancın rasyonelliğini ve diğer çeşitli konuları incelemektedir. Epistemoloji, felsefenin etik, mantık ve metafizikle birlikte dört ana dalından biri olarak[1][2] kabul edilir.

Epistemolojinin temel soruları

  • Bilgi nedir?

  • Bilginin kaynağı nedir?

  • Bilginin değeri nedir?

  • Doğru bilgi var mıdır?

  • Bilginin sınırı nedir?

  • Bilginin yöntemi nedir?

  • İnsan neyi bilebilir?


… ..


*Otrar - Vikipedi

*Otrar (Yengi-kent, Yangı Kent, Farab, Turar, Tarban veya Tutarband), Kazakistan'ın güneyinde kent. Siriderya kıyısındaki Otrar'ın adı genelde Moğol felaketiyle anılır. Burası, İslam dünyasının en büyük düşünürlerinden Farabi'nin doğduğu kentti.[1] Farab aslında bölgenin adıydı ve Otrar bu bölgenin merkeziydi. Çingiz'in yerle bir ettiği Otrar'ın kalıntıları geniş bir alana yayılmaktadır.

Ayrıca, 1405'te Çin seferine çıkan Timur da Otrar'da ölmüştür. Otrar vahası, arkeolojik kalıntıları, Orta Çağ yerleşim yerleri ve sulama yapıları ile 200 km² bir alanı kapsar.






























Otrar (Yangı/Yengi-Kent) Bölgesi:

Otrar kenti, Oğuz döneminde "Yengi-Kent"(yani Yeni Kent, Yeni Şehir) adıyla anılmaktaydı.[2] Aynı dönemde Oğuz Yabgularının da kışlağıydı.[2] Ak-Hunlar çağındaysa çok önemsiz bir yerdi. Burada daha önceki çağlara ait bulgular ele geçmemiştir.[3]

Kentin gelişim çağı, 5.-8. yüzyıl arasına yani GökTürk ve Türgeş çağına denk gelir.[3]

Otrar'ın 400x300 m büyüklüğünde bir iç kalesi ve oldukça da geniş duvarları vardır.[3]

813-818'de Arap istilasına uğrayan kent, 10. yüzyılda yeniden yükselmiş ve öyle anlaşılıyor ki en gönenç dönemini Karahanlılar çağında yaşamıştır.[3] Moğol istilası sırasında uğradığı felaketin izleri bugün bile görülebilmektedir.




*Afganit Taşı Nedir, Özellikleri, Faydaları | Doğal Sağlık

*Mavi rengi ile göz alıcı bir güzelliğe sahip olan Afganit taşı adını bulunduğu ve çıkarıldığı yer olan Afganistan’dan almıştır. Yarı saydam veya yarı saydam olarak bulunan bu taş kristal bir yapıya sahiptir. Renk tonları ise açık maviden başlar koyu maviye kadar ulaşan bir renk skalasında bulunur. Yaygın olarak sodalit grubu mineraller ile meydana gelen bir taştır. İşlenmesi kolay olarak görünse dahi gevrek bir yapıya sahip olması sebebi ile oldukça kırılgandır. Bu çok değerli olan taş gerek takı olarak gerek süs eşyası olarak kullanılır. Hatta öyle ki kütle halinde bile kullanıma sahiptir.




*Ahameniş İmparatorluğu - Vikipedi

*Ahameniş İmparatorluğu ya da Hehamenişiler (İngilizce telaffuz: [əˈkiːmənɪd]; 𐎧𐏁𐏂, Hšassa (Eski Farsça), İmparatorluk), MÖ 6. yüzyılda Büyük Kiros tarafından kurulan, tarihteki ilk Pers devletidir.


Tarihçe

MÖ 550'de Persler Büyük Kiros önderliğinde birleşerek kuzeydeki Medler'i yıkmış ve bir devlet haline gelmişlerdir. Bundan sonra Kyros fetih hareketlerine girişmiştir. Bu fetihlerde ise Babil, Fenike gibi zengin yerleri fethedip ülkeyi zengin bir krallık haline getirmiştir. Urartu, Manna devletini, Lidya'yı ve Krezus'un servetini ele geçirip tüm Anadolu'yu hakimiyeti altında birleştirmiştir. Anadolu'yu ele geçirdikten sonra Babil'e saldırmış ve orayı da fethedip kendini Babil kralı ilan etmiştir. Bundan sonra ise Mısır'a saldırma hazırlıklarına başlamış, kuzeydoğuyu sağlamlaştırmak için İskit-Saka imparatorluğu ile savaş yapmış ve bu savaşların birinde Kraliçe Tomris'in ordusuna mağlup olarak ölmüştür.

Yerine ise oğlu Kambis geçmiştir. Kambis devrinde Mısır fethedilmiş, Kartaca'ya kadar Pers ordusu ilerlemiş ancak Karacalıları geçememiştir. Kambis döneminde İranlı kabileler ayaklanmışlardır, bunlar Gomata isimli bir Med rahibinin başını çektiği Mecusilerdir.

Kambis Mısır dönüşü ölmüş, yerine ise ünlü Pers İmparatoru I. Darius geçmiştir. İlk olarak kabile isyanlarını bastırmış ve çeşitli alanlarda devrim niteliğindeki hareketlere girişmiştir. I. Darius da fetih hareketlerine girişmiş, İmparatorluk sınırları doğuda Hindistan'a dayanmıştır. Kafkasya'ya doğru İskitlere karşı da sefer yapmış ama başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra batıya yönelip, Trakya, Makedonya ve Ege'ye saldırıp buraları ele geçirmiştir.

Bunun üzerine Spartalılar, Darius ve oğlu I. Serhas'e karşı Salamis Deniz Savaşı'nı yapmışlardır. Salamis Deniz Savaşı'nda elde edilen ganimetlerin bütünü Büyük İskender'in fethinde ele geçirilmiştir.

II. Artaserhas döneminde devlet hızla çözülmeye başlamış, İmparatorluk'ta ayaklanmalar olmuş, Mısır bağımsızlığını ilan etmiştir. İsyanlar güçlükle bastırılmış ama daha sonra III. Darius döneminde Ahameniş İmparatorluğu'na Büyük İskender son vermiştir.

Ahameniş İmparatorluğu tarihte Ortadoğu'da kurulmuş olan en büyük imparatorluklardan biridir. Ege'ye ve Hindistan'a uzanan, gerçek anlamda bir imparatorluk gerçekleştirilmiştir.[11]



*I. Darius - Vikipedi

*Büyük Darius (MÖ 549 - MÖ 485, Eski Farsça: 𐎭𐎠𐎼𐎹𐎺𐎢𐏁, Xerxes Dārayawauš), MÖ 522 - 485 yılları arasında Pers İmparatoru. Modern Farsçada adı داریوش (Dâryûş), İbranice kaynaklarda דַּרְיָוֶשׁ (Daryaweş) Antik Yunancada Δαρεῖος (Darios), Latince ve Romalı tarihçilerin notlarında ise Darius biçiminde geçer. Ayrıca Darius yaptığı fetihler ile Persler için çok önemli sayılır.

İktidara 28 yaşında geldi ve kısa sürede kendisini büyük bir askeri lider ve daha büyük bir yönetici olarak kabul ettirdi. Tahta çıkışı gizemle kaplıdır, bazıları tacı almak için bir darbe düzenlediğini öne sürmektedir.

Darius saltanatının ilk yıllarında çok sayıda ayaklanmayla karşı karşıya kaldı, ancak seçkin imparatorluk muhafızları Ölümsüzler'in yardımıyla bu isyanları etkili bir şekilde bastırdı. İmparatorluğun sınırlarını genişleterek doğu sınırını İndus Nehri'ne, batı sınırını ise İstanbul Boğazı'nın ötesine kadar ilerletti.

Ancak Darius en çok idari ve örgütsel becerileriyle hatırlanır. İmparatorluğu satraplık adı verilen ve her biri satrap adı verilen atanmış yerel görevliler tarafından yönetilen 20 eyalete ayırdı. Her eyaletten alınacak yıllık vergi miktarını belirledi ve eyaletlerin faaliyetlerini izlemek ve tebaalarını aşırı vergilendirmediklerinden emin olmak için ajanlar gönderdi. Darius ayrıca sikke bastırarak hem vergilendirmeyi hem de ticareti geliştirdi.

Sulama sisteminde önemli iyileştirmeler yaparak imparatorluk genelinde tarımı ve yerleşimi teşvik etti. Ayrıca Efes'ten imparatorluğun idari merkezi Susa'ya kadar 1.500 milden fazla uzanan Kral Yolu da dahil olmak üzere bir dizi yol inşa etti. Yol bakımlıydı ve tüccarlar tarafından üç ayda ya da kraliyet gönderileri tarafından sadece bir haftada geçilebiliyordu.

Darius'un yönetimi altında Zerdüştlük devlet dini haline geldi ve çok geniş bir alana yayılan imparatorlukta birlik ve kimlik duygusu sağladı. Darius hoşgörülü bir hükümdardı ve diğer inançlara sahip tebaasının kendi tanrılarına ibadet etmelerine ve kültürel geleneklerini sürdürmelerine izin verildi.

Darius otuz yılı aşkın bir süre hüküm sürdü ve yönetim, ticaret ve altyapı alanlarındaki başarılarıyla hatırlanır. Ünlü Maraton Savaşı da dahil olmak üzere Yunanlılara karşı kaybettiği savaşlara rağmen, kalıcı bir miras bıraktı. Darius Pers tarihinin en büyük hükümdarlarından biri olarak anılmaktadır.[1]

… ..


I. Darius (MÖ 522 - MÖ 486) yönetimi altında Ahameniş İmparatorluğunun en geniş sınırları


























*İskender - Vikipedi

*İskender (Grekçe: Αλέξανδρος Γʹ ὁ Μακεδών, Aleksandros III ho Makedon; M.Ö. 20 Temmuz 356 – M.Ö. 10 Haziran 323), asıl adıyla III. Aleksandros veya yaygın adıyla Büyük İskender, Yunan Antik Makedonya Krallığı'nın M.Ö. 336–323 yılları arasındaki kralıdır.[1][2][3] M.Ö. 356 yılında Pella'da doğdu ve 20 yaşında babası II. Filip'in yerine tahta geçti. İktidarının uzun yıllarını Güneybatı Asya ve Kuzeydoğu Afrika'da eşi benzeri görülmemiş büyük askerî seferlerle geçirdi ve 30 yaşına geldiğinde Yunanistan'dan Kuzeybatı Hindistan'a kadar uzanan antik dünyanın en büyük imparatorluklarından birini oluşturdu.[4][5] Hükümdarlığı süresince girdiği hiçbir muharebede yenilmeyen Büyük İskender, pek çok uzman kişi tarafından tarihin en başarılı askerî komutanlarından birisi olarak kabul edilir.[6]

…..

Adı:

Soyu ve çocukluk yılları:

Eğitimi:

Filip'in Varisi:

Naiplik ve Makedonya'nın yükselişi:

Sürgün ve geri dönüş:

Makedonya Kralı:

Tahta çıkışı:

İktidarın sağlamlaştırılması:

Antik Sikkeleri:

Büyük İskender Gümüş Tetradrahmileri:

Büyük İskender Gümüş Drahmileri:

Büyük İskender Altın Stater Sikkeleri:

Balkan Seferi:


Asya'nın fethi:

Pers İmparatorluğu'nun fethi:

Anadolu:

MÖ 336'da II. Filip; Amyntas, Andromenes ve Attalus'la birlikte Parmenion'u ve 10.000 kişilik bir orduyu, batı sahillerinde ve adalarda yaşayan Yunanları Ahameniş yönetiminden kurtarmak için bir saldırı hazırlığı yapmak üzere Anadolu'ya göndermişti.[71][72] İlk başta her şey yolunda gitti. Anadolu'nun batı kıyısındaki Yunan şehirleri ayaklandı, ta ki Filip'in ölümünün ve yerine küçük oğlu İskender geçtiğinin haberi gelene kadar. Filip'in ölümüyle birlikte Makedonların moralleri bozuldu ve ardından paralı asker Rodoslu Memnon komutasında, Magnesia civarında Ahamenişler tarafından mağlup edildiler.[73][74]

Tahta çıkışından beri Pers İmparatorluğu'nu ele geçirmeyi tasarlayan Büyük İskender, II. Filip'in kurduğu orduyu beslemek ve 500 talente ulaşan borçları ödemek için gerekli kaynakları bulma düşüncesiyle hemen sefer hazırlıklarına girişti. Kral naibi olarak yönetimi Sibonlu Antipatros'a bıraktıktan sonra MÖ 334 ilkbaharında toplam 30 bin piyade ve 5 binin üzerinde süvariden oluşan ordusuyla yola çıktı. Bu ordunun içinde 14 bin Makedonyalı ve Helen Birliği'ne bağlı 7 bin asker yer alıyordu. Silah ve güç dağılımı açısından çok iyi düzenlenen orduya mühendis, mimar, bilim insanı, saray görevlisi ve tarihçiler de eşlik ediyordu.

Homeros'tan aldığı esinle önce İlion'u (Troya) ziyaret ederek Akhilleus'un mezarına çelenk koyan İskender, Pers ordularıyla ilk kez Granikos Savaşı'nda karşı karşıya geldi. Bu çarpışmada elde ettiği zafer ona Batı Anadolu'nun kapılarını açtı. Yunanistan'da izlediği politikanın tersine, tiranları sürerek demokrasilerin kurulmasına önayak oldu. Ama kentleri fiilen kendine bağlama yoluna gitti. Karya'daki Miletos (Milet) ve Halikarnassos (Bodrum) kentlerinin direnişini kırarak yöneticilerini teslim olmaya zorladı. MÖ 334-MÖ 333 kışında Batı Anadolu'nun fethini tamamladıktan sonra, MÖ 333 ilkbaharında Akdeniz kıyı yolunu izleyerek Perge'ye ulaştı. Söylenceye göre Frigya'dan geçerken, Asya'ya hükmedecek kişinin çözebileceğine inanılan Gordion düğümünü kesti. Gordion'dan Ancyra'ya (Ankara) yöneldi, oradan da Kapadokya ve Kilikya Kapıları (Kilikiai pilai; bugün Gülek Boğazı) üzerinden güneye indi.


Doğu Akdeniz ve Suriye:

Mısır:

Asurya ve Babil:


İmparatorluğun ve Doğu'nun düşüşü:

MÖ 330 ilkbaharında Media'ya girerek, başkent Ekbatana (Modern Hamedan)'yı aldıktan sonra, Yunan askerlerinin geri dönmesine izin verdi. Pers topraklarını içine alan yeni bir imparatorluk kurmayı ve "Asya'nın efendisi" olmayı amaçlayan İskender, daha doğudaki toprakları ele geçirmeye yönelik yeni bir sefer başlattı. Kısa sürede yerel satraplara boyun eğdirerek Hazar kıyılarına, oradan da Afganistan içlerine ulaştı. Bu fetihler sırasında Makedonyalı ve Pers bileşimine dayalı yeni bir yönetim sistemi oluşturduğundan, eski komutanlarıyla baş-gösteren anlaşmazlıklar giderek derinleşti. Kendisine suikast girişimiyle suçladığı Parmenion'la oğlunu ortadan kaldırarak ordusunu yeni baştan düzenledi. MÖ 330-329 kışında Helmand Irmağı'nı izleyerek kuzeye doğru ilerledi. Bu sırada Baktriya satrabı Bessus'un genel bir ayaklanma başlatması üzerine, Hindukuş Dağları'nı aşarak karışıklıklara son verdi. Bu harekâtı yürütürken Siriderya'ya kadar ilerledi ve burada İskitlerin sert direnişiyle karşılaştı. Başka göçebe halkların da ayaklanmasıyla büyük güçlükler çıkaran bu direnişi ancak MÖ 328 sonbaharında bastırabildi. Davranışlarıyla giderek bir Doğu despotuna dönüşen İskender, Pers hükümdarları gibi giyinmeye ve proskinesis (hükümdar karşısında yere kapanarak selamlama) uygulaması gibi Pers geleneklerini benimsemeye başladı. Bu arada Baktriane prenseslerinden


Roksana'yla evlendi. Kendini tanrılaştırmaya giriştiyse de, Makedonlar ve Yunanlarca alaya alınınca bundan vazgeçmek zorunda kaldı. Bir komploya karıştığı gerekçesiyle tarihçi Kallisthenes'i hapse attırması bilgin ve filozoflar arasındaki desteğini yitirmesine neden oldu.


Hindistan'ın fethi:


İmparatorluğun sağlamlaştırılması:

Ölümü ve halefleri:


























*Persepolis - Vikipedi

*Persepolis (Pers dilinde: Parsa, Farsça: تخت جمشید/پارسه, Taht-ı Cemşîd[1]), İran'ın Fars Eyaleti'ndeki Şiraz şehrinin 60 km kuzeydoğusundadır.

Kuruluşu:

Pers İmparatorluğu'nun başkenti olan Persepolis, MÖ 6. yüzyıl sonlarına doğru Pers Kralı I. Darius (Dara) tarafından kurulmuştur. Darius'dan sonra tahta çıkan I. Serhas (Xerxes) ve Artakserkses (Ardaşir) şehri büyüterek çeşitli anıtlarla doldurmuşlardır.




*Part İmparatorluğu, Arsakes İmparatorluğu[3] (Orta Farsça: اشکانیان Eşkâniân) olarak da bilinen, eski İran'da önemli bir siyasi ve kültürel güç olup Medler'den ve Ahamenişler'den sonra gelen üçüncü yerel hanedanlıktır. Hanedanın adı, MÖ 247 yılında, Helenistik krallık Selevkoslar'ın yönetiminde bir satraplık konumunda olan İran'ın kuzeydoğusundaki Parthia bölgesini ele geçirdikten sonra bağımsızlığını ilan eden Parni kabilesi lideri I. Arsakes'tan gelmektedir. Arsakes'in adı onursal bir unvan olarak kendisinden sonra gelen bütün Part kralları tarafından kullanıldı.


Selevkoslar
'ın hakimiyeti altında bulunan İran'ı, MÖ 3. yüzyılın sonlarına doğru ele geçirmeye başlayan Partlar, I. Mithridatis döneminde Mezopotamya'yı Selevkoslar'ın elinden alarak imparatorluğu büyük ölçüde genişletti. MÖ 140'tan itibaren çok uluslu bir imparatorluk haline gelen Part İmparatorluğu'nun genişlemesiyle birlikte, başkent günümüzde Türkmenistan sınırları içinde bulunan Nisa’dan, Dicle kıyısındaki günümüzde modern Bağdat’ın güneyinde yer alan Tizpon'a taşınmıştır. Tizpon'un yanı sıra belirli dönemlerde Ekbatan ve Susa gibi şehirler imparatorluğa başkentlik yaptı. Partlar'ın zirve zamanında yönettiği bölgeler arasında İran'ın tamamı ile günümüz ülkelerinden; Irak, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Türkmenistan, Tacikistan, Pakistan ve Afganistan'ı kapsıyordu.

Ahameniş İmparatorluğu'nun mirasçıları olduğu iddiasıyla "Şehinşah" (Kralların Kralı) olarak adlandırılan Part hükümdarları, II. Mithridatis döneminden itibaren hem Yunanların hem de Ahamenişlerin soyundan geldiklerini iddia etmeye başladı. II. Mithridatis döneminin son yıllarında MÖ 95 yılından itibaren "Partların karanlık çağı" adı verilen bir karışıklık dönemine giren imparatorluk, II. Orodes'in MÖ 57'de kontrolü kesin olarak sağlamasından sonra tekrar büyük bir güç haline geldi.

Partların ilk düşmanları batıda Selevkoslar ve doğuda İskitlerdi. İmparatorluk batıya doğru genişledikçe Ermenistan Krallığı ve Roma ile çatışmaya başladı. Roma ve Partlar, Ermenistan'a sahip olmak için birbirleriyle yarıştı. Ağır süvariyi icat eden Partlar, bundan dolayı Roma İmparatorluğu'nun doğudaki en büyük düşmanıydı. Partlar MÖ 53'te Carrhae Muharebesi'nde Romalı prokonsül Marcus Licinius Crassus'u büyük bir yenilgiye uğrattılar. Birkaç yüzyıl boyunca Roma-Part savaşları sırasında Romalılar Mezopotamya'yı işgal ederek Seleukia ve Tizpon şehirlerini ele geçirdiler ancak hiçbir zaman ellerinde tutamadılar. Persis Eyaletinin satrabı olan I. Erdeşîr'in ayaklanıp IV. Erdevân'ı 224'te öldürmesiyle Part İmparatorluğu yıkıldı ve İran ile Yakın Doğu'nun çoğunu, 7. yüzyılda Müslümanların fethetmesine kadar yöneten Sasani İmparatorluğu kuruldu. Son Part Kralı VI. Vologases son sikkesini 228 yılında bastırdı. Akdeniz Havzası'ndaki Roma İmparatorluğu ile Çin'deki Han Hanedanlığı arasındaki İpek Yolu ticaret yolunda bulunan imparatorluk, büyük bir ticaret merkeziydi.

… ..



*Gaius Valerius Catullus - Vikipedi

*Hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir. Suetonius, Ovidius da dahil olmak üzere önemli kaynaklara göre Verona, İtalya'da doğmuştur. Verona'nın önemli ailelerinden birinden birine mensuptur. Verona'daki nüfuzuna rağmen hayatının en önemli kısmını Roma'da geçirmiştir.

Catullus'un ailesinin (babasının Julius Sezar'ı ve Vali Gaul'ü ağırladığı) Garda Gölü mevkiinde Sirmio'da bir kırevleri vardı.[1] Burada Sezar ve Namurra hakkında yazdıkları için, sonraları özür dileyecektir, hatta pişmanlık duyacaktır.[2]

Catullus'un şair arkadaşları C. Licinius Macer Calvus, Marcus Furius Bibaculus ve C. Helvius Cinna hatip Hortensius ve tarihçi Nepos kitaplarının adandığı kişilerden bazılarıdır.




*Publius Vergilius Maro - Vikipedi

*Publius Vergilius Maro (15 Ekim MÖ 70 - 21 Eylül MÖ 19), ünlü bir Romalı şairdir. Roma İmparatorluğu'nun destanı olarak kabul edilen Aeneis'in de yazarıdır.

Dante'nin İlahi Komedya'sındaki ana karakterlerden biridir. Vergilius bu eserde cehennemde Dante'yi gezdirmeye yardımcı olmuştur.

… ..



*Ovidius - Vikipedi

*Publius Ovidius Naso (20 Mart MÖ 43, Sulmona - MS 17, Constanţa (bugün Köstence)), Augustus döneminde yaşamış Romalı şair. Genelde aşk, terkedilmiş kadınlar ve mitolojik temalı şiirler yazan Naso, Publius Vergilius Maro ve Horatius ile beraber, Latin edebiyatının üç kanonik şairinden biriydi. Genelde hüzün beyitlerinin en büyük hocası olarak kabul ediliyordu. Şiirleri, orta çağ'ın sonuna kadar Avrupa sanatı ve edebiyatını önemli ölçüde etkilemiştir.

… …



*Soğdya - Vikipedi

*Soğdya (Özbekçe: Sugʻd; Tacikçe: Суғд - Eski Farsça: Suguda; Farsça: سغد; Antik Yunanca: Σογδιανῆ; Eski Türkçe:[2]𐰽𐰆𐰍𐰑𐰴; Karahanlıca:[3] سغداق), Orta Asya'da geniş tarihi ve coğrafi bir alan.

MÖ 6. yüzyılda yazılı olarak belirlenen Soğdiana adı İran halklarından Soğdlar'ın yerleşik oldukları bölgeyi niteler. Behistun yazıtlarında, I. Darius MÖ 552 - 485 yılları arasında İran'ı yönetmiş olan imparator zamanında Soğd'lar eski bir İran dini olan Zerdüştlüğe inanırlardı.

Divân-ı Lügati't-Türk'te Soğd: "Balasagun ile Buhara ve Semerkand arasında Türkleşmiş bulunan bir ulus." diye geçer.[4]

4. yüzyıldan sonra Soğd'lar İpek yolu boyunca doğuya doğru Lop Nur bölgesine, Tarım Havzasına, Sha Chau, Liangzhou, Ling (Xiazhou'nun güneyinde) şehirlerine hatta Orta(İç) Moğolistan'na kadar kendi ticari koloni, yerleşim birimlerini ve birçok küçük prenslik'leri kurdular, böylece İpek Yolu ticaretini kontrol ettiler. Sasaniler zamanında İslâm dininin İran ve Orta Asya'da genişlemesi sonucu Soğd'lar İslâm'a çevrildiler. 10. yüzyıldan itibaren Türk Hanedanlıklarının etkisi ve baskısı altında Türk kültürünü benimsediler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder