9 Ekim 2024 Çarşamba

Büyük Oyun*


 

… .. Her şey 19. yüzyılın ilk yıllarında, Rus askerlerinin, o vakitler acımasız Müslüman ve Hıristiyan aşiretlerinin yaşadığı Kafkasya üzerinden güneye, İran'ın kuzey kesimlerine doğru yürüyüşe geçmesiyle başladı. Rusya’nın bundan iki yüz yıl önce Sibirya üzerinden doğuya doğru başlattığı büyük yürüyüş gibi, ilk başta bu da Britanya’nınn çıkarları için ciddi bir tehdit oluşturuyor gibi görünmedi. Evet, Büyük Katerina Hindistan üzerine yürüme düşüncesini zaman zaman aklından geçirmiş, oğlu Pavel 1801’de bu istikamette bir istila kuvveti gönderecek kadar ileri gitmişti; bu kuvvet Pavel’in kısa bir süre sonra ölmesi üzerine alelacele geri çağrılacaktı. Ama bir şekilde , o günlerde kimse Rusları fazla ciddiye almadı ve en yakın Rus karakolları, Doğu Hindistan Kumpanyası’nın mülkiyetindeki topraklara gerçek bir tehdit oluşturamayacak kadar uzaktaydı.

… .. 

Bir avuç İngiliz’inde katıldığı çok sert ve uzun bir direnişten sonra da olsa, Kafkas aşiretlerinin başlarını ezen Ruslar, bundan sonra haris bakışlarını doğuya çevirdiler. Orada, Hindistan’ın kuzeyine düşen, çöller ve dağlarla kaplı uçsuz bucaksız bir coğrafyada kadim Müslüman hanlıkları Hive, Buhara ve Hokand yer alıyordu. Rusların buralara doğru ilerleyişi hız kazanırken, Londra’yı ve Kalküta’yı giderek büyüyen bir telaş sardı. … ..

 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, eski İpek Yolu’ndaki tarihi kervan şehirlerinin birer birer Rusların eline geçmesinden dolayı Orta Asya nadiren manşetlerden iniyordu. Sanki her hafta, Rusların ilerleyişi hep başı çeken yaman biniciler olan Kazaklarım Hindistan’ın kötü korunan sınırlarına biraz daha yaklaştığını bildiren haberleri de beraberinde getiriyordu.1865’te surlarla çevrili büyük bir şehir olan Taşkent çara boyun eğdi. Bundan üç yıl sonra , sıra Semerkant ve Buhara’ya geldi, beş yıl sonra da Ruslar ikinci girişimlerinde Hive’yi aldı. Rus ateşli silahlarının  o yiğit am direnmekte yeterince mahir

olmayan insanlara uyguladığı katliam dehşet vericiydi. … ..

… ..

… .. Ne var ki geçmişin acı derslerinden çok az şey öğrendiği görülüyor. Ruslar Aralık 1979’da, Britanya’nın 1842’de, hiç de farklı olmayan koşullarda Afganistan’da yaşadığı yaşadığı talihsiz tecrübeleri anımsamış olsalardı, aynı korkunç tuzağa düşmeyebilir, böylece yaklaşık 15.000 Rus gencinin, yanı sıra sayısı bile bilinmeyen onca masum Afgan’ın canını esirgemiş olurlardı. Moskova Afganların yenilmesi imkânsız bir hasım olduklarını çok geç anladı. Afganlar, özellikle kendi seçtikleri sahalarda, müthiş savaşma becerilerinden hiçbir şey kaybetmedikleri gibi, son savaş tekniklerini de hızla benimsemişlerdi. … …

… .. 

Sarı Tehlike

… … 

Rusya o tarihlerde sık sık savaşa giren on-onbeş prenslikten oluşuyordu. Ortak düşmana direnmek üzere

birleşemeyen bu prenslikler, 1219-1240 arasında teker teker o zalim Moğol savaş makinesine yenik düştüler. Moğollar bir bölgeyi fethettiklerinde, hâkimiyetlerini haraçgüzar prenslerden oluşan bir sisteme dayatma mekanizması

izliyorlardı.  

…..

Ruslar iki yüzyılı aşkın bir süre boyunca, Moğol -ya da ölüm tacirlerinin , imparatorluklarının batı kanadının idari merkezi olan altın direkli büyük çadırdan hareketle

kendilerine verdikleri isimle Altın Ordaboyunduruğu altında, hiçbir gelişme göstermeden azap çekeceklerdi. İstilacıların neden oldukları dudak uçuklatıcı maddi yıkıma ilaveten, talancılıkları Rus ekonomisini mahvedecek,

ticaret sanayiyi durma noktasına getirecek, Rus halkını toprak kölelerine çevirecekti. Rusların tarihlerinin bu kara dönemi için kullandıkları tabirle Tatar tahakkümü yıllarında, mevcut Bizans sisteminin üzerine bindirilen Asya tipi idare usullerinin ve başka Doğu âdetlerinin ülkeye girişine tanık olundu.

Dahası, Batı Avrupa’nın serbestleştirici rüzgârlarıyla teması kesilen halkın dünya görüşü ve kültürü giderek

doğululaştı. “Rusu” kazıyın, altından Tatar çıkar deniyordu.

Bu arada, Rusya’nın düşkün halinden ve askeri zayıflığından yararlanan Avrupalı komşuları, ellerini kollarını sallaya sallaya ülke topraklarından lokmalar koparmaya başladılar.Alman prenslikleri, Litvanya, Polonya,İsveç, hepsi kervana katıldı. Moğollar haraçlar ellerine geçmeye devam ettiği müddetçe istiflerini bozmadılar zira Asya’daki toprakları onları daha fazla endişelendiriyordu. Ahşap yapılardan oluşan Rus şehirlerinden çok daha parlak, kıyas kabul etmeyecek kadar zengin ve görkemli merkezler olan Semerkant ve Buhara, Herat ve Bağdat o topraklardaydı. Batıda Avrupalı hasımları ile doğuda Moğollar arasında sıkışıp ezilen Ruslar, böylece o gün bugündür dış ilişkilerinde sıkışıp ezilen Ruslar, böylece, o gün bugündür dış ilişkilerinde sorun yaratan paranoyak bir istila ve kuşatılma korkusu

geliştireceklerdi. 


… ..

Rusları Moğol zulmünden kurtarıp özgürleştiren adam, Büyük İvan olarak da bilinen Moskova büyük prensi III. İvan’dı. Moğol fethi sırasında Moskova, güçlü komşularının gölgesinde kalmış ve onlara ram olmuş küçük ve önemsiz bir taşra şehriydi. Ama haraçgüzar

prensler arasında, yabancı hükümdarlara haraç ödemede ve saygı göstermede MOskova prenslerinden

daha titiz olanı yoktu. … ..

… ..

… .. Kendi iç çekişmelerine dalmış olan Moğollar, Moskova'nın nasıl büyük bir tehdit haline geldiğini iş işten geçene kadar görenmediler.

Restler 1480’de çekildi. … ..

… ..

Bu hanlıkların ilk ikisini ele geçirip hızla büyümekte olan Moskova imparatorluğu topraklarına katmak, İvan’ın haleflerinden Korkunç İvan’a düştü. İntikama susamış askerleri 1553 yılında Volga’nın yukarı çığırındaki Kazan Kalesi’ne şiddetli bir saldırı düzenleyerek, tıpkı Moğolların Rusya’nın büyük şehirlerini yerlke bir ettiklerinde yaptığı gibi, müdafileri kılıçtam geçirdiler. Bundan iki yıl sonra,

Volga

’nın Hazar Denizine döküldüğü yerde, Astrahan Hanlığı  benzer bir akıbete uğradı. Sadece, geriye kalan son Tatar kalesi Kırım hâlâ dayanıyordu; daha sonra da burayı Ruslar karşısında kıymetli bir kalkan olarak gören Osmanlılar

sultanlarının korumasından yararlandığı için varlığını sürdürebildi. Böylece Kırım Tatarlarının ara sıra düzenledikleri akınlar hariç , Moğol tehdidi ebediyen ortadan kaldırılmış oldu. … ..

… ..

Gözlerini Hindistan’a doğru çeviren ilk çar Büyük Petro oldu…. ..

… .. Petro … …    kendi sınırları ile Hindistan sınırları arasında yarı yolda bulunan Hive’ye sahip olmanın kendisine bölgede ihtiyaç duyduğu ikmal üssünü sağlayacağını görüyordu. … ..

… ..

…  .. Ama 1725 yılında ölümünden uzun bir süre sonra, … .. vasiyeti hakkında tuhaf ve ısrarlı bir hikâye dolaşmaya başladı.

Rivayete göre, Petro ölüm döşeğindeyken vârislerine ve haleflerine gizlice, Rusya’nın tarihsel yazgısı olduğuna inandığı şeyin, yani dünyaya hâkim olma ülküsünün peşini bırakmamalarını

buyurmuştu. Bunun anahtarı da Hindistan ve İstanbul’a sahip olmaktı. ve onlardan … … istemişti.

… ..    Ama Katerina da Petro gibi genişlemeci bir hükümdardı. Türkleri İstanbul’dan atmayı ve şehirde, kendi sıkı denetimi altında,

Bizans

hâkimiyetini yeniden kurmayı düşlediği bir sır değildi. Bu, donanmasına, hâlâ büyük ölçüde bir Türk gölü olan

Karadeniz’den, o dönemde adeta bir Britanya gölü haline gelmiş olan Akdeniz’e erişim imkânı sağlayacaktı. … ..

… ..

… …    Henüz yirmili yaşlarında olan ve Fransızların Hindistan’da  Britanyalılar karşısında yenilgilerin öcünü almak için yanıp tutuşan Napoleon Bonaparte, yırtıcı bakışlarını doğuya çevirmişti. Avrupa'da daha yeni elde ettiği zaferlerin verdiği özgüvenle, şimdi de güç ve zenginliklerinin kaynağı olan Hindistan’la

bağlarını koparıp bu en büyük emperyal gani

meti ellerinden alarak, küstah Britanyalıların kibrini kırmaya and içmişti. Bunun ilk adımının Yakındoğu'da stratejik bir köprübaşı tutmak olduğuna inanıyordu. “Hindistan’ı ele geçirmek için, ilk önce kendimizi

Mısır’ın efendileri yapmak zorundayız” diye açıkladı.



Napoleon Kâbusu


Yeni Hindistan genel valisi Lord Wellesley, Napoleon’ın 40.000 askerle Mısır’a çıktığı haberlerini ilk defa Ben”galli bir yerlinin ağzından duydu.  Bu …   .. haberi veren adam, Kalkütaya Kızıldeniz kıyısındaki Cidde’den , süratli bir Arap teknesiyle  yeni gelmişti. … .. 

… ..

… .. Amiral Horaito Nelson, sonunda İskenderiye’nin doğusundaki Abukir Körfezi’nde demirlemiş armadaya rastgeldi. 1 Ağustos 1798’de düşman donanmasını tuzağa düşürüp imha etti; baskından sadece iki gemi kurtulup kaçabildi.Nelson böylece, Napoleon’un Fransa’yla bağlantısını kopararak ikmal hatlarını kesti  … …

… ..   Napoleon, Britanyalıları Hindistan’dan sürme ve doğu’da büyük bir Ransız imparatorluğu kurma düşünden hiçbir şekilde vazgeçmemişti.  .. …

… … 

Ne var ki Avrupa’da harekete geçmeden önce, St. Petersburg’dan şaşırtıcı bir teklif alacaktı. Büyük Katerina’ın halefi Çar I. Pavel’den 1801 yılı başında gelen teklif, onu, Britanyalılardan öcünü aşlma ve Doğu’daki emellerini daha kolay gerçekleştirme fırsatını sunuyordu. Tıpkı Napoleon gibi Britanyalılardan hazzetmeyen Pavel, Katerina’nın bir yüz yıl önce geri çevirdiği Hindistan’ı işgal planını yeniden canlandırmaya karar vermişti. … ..

… …

… …   Napoleon hâlâ ikna olmuş değildi ve Pavel’in bu tehklikeli girişimde güçlerini birleştirme teklifini

geri çevirdi. .. .. 

… .. 

… .. Çar Aleksandr Eylül 1801’de İran’ın kendi nüfuz alanında gördüğü eski ve bağımsız Gürcistan Karallığı’nı işgal etti; böylece, Rus askerleri Tahran’a şahın rahatını kaçıracak kadar yaklaşmış oldular.  Ama İranlılar şnfiale kapılsalar da Rusların daha güneye

satkarak şahın egemenliği altındaki Hıristiyan Ermeni başkenti Erivan’ı kuşattıkları Haziran 1804’e kadar iki

devlet arasında savaş başlamadı.

Şah Britanyalılara acil rica mesajları göndererek, onlara, saldırıya uğraması halinde kendisine yardım etmeyi kabul ettikleri

anlaşmayı hatırlattı. Ama o zamandan beri işler değişmişti. Britanya ve Rusya, Avrupa’da giderek büyüyen  Napoleon  tehdidine karşı artık müttefiktiler. Napoleon 1802’de, devrimden beri Fransa

’yı yöneten beş kişilik Direktuvar yönetimini devirdikten sonra, kendisini Birinci Konsül atamış, iki yıl sonra da başına imparator tacını takmıştı. Şimdi gücünün zirvesindeydi ve Avrupa’nın tamamı ayaklarının altına serilene kadar tatmin olmayacağı açıktı. Bu nedenle, Britanyalılar şahın Ruslara karşı yardım talebini göz ardı etmeyi tercih ettiler. 

… ..

… .. Avusturya ve Prusya’ya botyun eğdiren Napoleon, 1807 yazında da Rusları Friedland’da yenilgiye uğratarak, onları barış istemeye ve amacı Britanya’ya diz çöktürmekolan Kıta Ablukası denen ambargo sistemine katılmaya mecbur etti. Barış görüşmeleri Tilsit’te

(bugün Sovetsk), Niemen Nehri ortasında büyük bir gizlilik içinde yürütüldü. … ..

… ..

… .. Fransa Batı’yı, Rusya da Hindistan da dahil olmak üzere Doğu’yu alacaktı. Ama Aleksandr Doğu ile Batı’nın buluşma noktası olan İstanbul’u kendisine isteyince, Napoleon başını iki yana sallamıştı. “Asla” demişti, “çünkü bu sizi dünyanın imparatoru yapar.” Bundan kısa bir süre

sonra Londra’ya, nasıl Aleksandr’ın babası Hindistan’ın istilası için Napoleon’a bir plan sunduysa, Napoleon’unda yeni müttefiki benzer ama büyük ölçüde iyileştirilmiş bir plan sunduğu istihbaratı ulaştı. … ..İlk adım, aralarında paylaşacakları İstanbul’un ele geçirilmesi olacaktı. Ardından, mağlup Türkiye ve dost İran topraklarını boydan boya geçerek beraberce Hindistan’a saldıracaklardı. … ..

… ..

Britanya ile İran arasındaki ilişkiler şimdi gene dostane bir nitelik kazanmıştı ama Londra ile Kalküta’nın

ilişkileri iyi değildi.  ….  … bir buçuk yüzyıl boyunca Britanya Hindistanı ile Britanya hükümeti arasındaki ilişkileri gerecek bir rekabetin başlangıcını oluşturdu.


… ..

Yeni anlaşmayla, şah, başka hiçbir büyük devletin kuvvetlerinin Hindistan’a saldırı amacıyla topraklarından geçmesine izin vermeyeceğini ya da kendisinin Britanya’nın veya Hindistan’ın çıkarlarına zarar verecek ilişkilere girmeyeceğini taahhüt etti. Buna karşılık, İran bir saldırgan tarafından tehdit edilecek olursa, Britanya yardım için asker gönderecekti. … ..

… ..

… .. İran’ın askeri coğrafyası hakkında keşfedilecek ne varsa keşfetmek için orada bulunan, dikkatle seçilmiş küçük bir

subay grubu refakat ediyordu.

Ama her şey bundan ibaret değildi. Daha doğuda, bir istilacının İran’dan sonra geçmek zorunda olacağı Belucistan ve Afganistan’ın yaban topraklarına, Britanyalı başka subaylar

şimdiden işe koyulmuş, Malcolm için gizlice istihbarat topluyorlardı. Bu, sağlam sinirler ve güçlü bir

serüven duygusu gerektiren tehlikeli bir oyundu. 


Büyük Oyunun Provası


1810 baharında… ..

… .. Noşki ile Afganistan-İran sınırının 650 kilometre kuzeybatısına düşen, surlarla çevrili kadim Herat şehri arasındaki … ..

… ..

… ..   Herat … ..   Afganistan’ın İran sınırında bulunan şehir Asya’yı boydan boya geçen büyük kervan yolları ağının üzerinde yer alıyordu. Çarşılarında Hokand ve Kaşgar, Buhara ve Semerkant, Hive ve Merv’den getirilmiş mallar satılıyor, batıya da İran’ın kadim kervan şehirleri Meşhed, Tahran, Kirman ve İsfehan’a uzanan başka yollar gidiyordu. Ama batı tarafından istilaya uğramaktan korkan Hindistan'daki Britanyalılar için Herat’ın daha kaygılandırıcı bir özelliği vardı. Şehir, Hindistan’a giden geleneksel fetih yollarından birinin üzerinde yer alıyordu; Hasım bu yol üzerindeki iki büyük geçitten -Hayber ve Bolan geçitleri- birine erişebilirdi. Daha da kötüsü, şehir uçsuz bucaksız çöller ve aşılması dağ sıralarıyla kaplı bölgede, koca

bir ordunun yiyecek ve su ihtiyacını karşılama kapasitesine sahip -ya da bir Hindistan’da böyle olduğuna inanılan- zengin ve bereketli bir vadide yer alıyordu. … ..

… ..

… .. 


Rus Umacısı


Napoleon’un askerleri 1812 yazında,onları bekleyen korkunç sona doğru yola çıktıkları Baltık şehri Vilnus’ta, üzerinde iki levha olan basit bir anıt bulunur. Bu iki levha bütün hikâyeyi anlatır. Anıtın Moskova’ya bakan tarafında, Napoleon Bonaparte 1812’de buradan 400.000 kişiyle geçti” diye yazar. Öteki tarafta iseNapoleon Bonaparte 1812’de buradan 9.000 kişiyle geçti” cümlesi yer alır. 

… ..

… .. Artık Tanrı tarafından dünyayı Napoleon’dan kurtarmakla görevlendirildiğine inanan Aleksandr, onları sadece kendi sınırlarının ötesine sürmekle yetinmedi. 30 Mart 1814’te zafer nidaları eşliğinde Paris’e girdi…. ..

… ..

… .. Aleksandr 1814’te toplanan Viyana Kongresinde, Avrupa haritasının yeniden çizilmesi yani Polonya’nın tamamının kendi kontrolü altına girmesini isteyince, … ..   Alksandr Polanya’yı Avusturya ve Prusya’yla paylaşmaya razı olunca kesildi. … .. Ama aslan payı Rusya’ya gitti. Gene de Napoleon St. Helena’ya güvenle hapsedildiğinde, Rusya’nın Avrupa’da sahip olduğu sınırlar, sonraki yüzyıl boyunca batıdaki ilerlemesinin limitini oluşturacaktı. … ..

… ..

… .. Rusların, Büyük Petro’nun ölüm döşeğinde verdiği söylenen, dünyayı fethetme buyruğunu yerine getirmeyi planladıklarını iddia etti.

İlk hedefleri İstanbul olacak, bunu, sultanın muazzam büyüklükte ama can çekişen imparatorluğundan geriye kalanların yutulması

izleyecekti . … ..

… ..

… .. Parçalanmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun, sonunda da Hindistan’a giden en kestirme yolun anahtarı olan Osmanlı başkenti, Rusya’dan gelebilecek bir saldırıya karşı üç yönden savunmasızdı. Bu saldırı hatlarından biri, bugün Romanya’yı oluşturan topraklardan geçerek, Karadeniz’in batı kıyısından aşağı uzanıyordu. Diğeri, gene Karadeniz üzerinden Kırım’dan aşağıya iniyordu. Üçüncüsü ise Kafkasya’dan başlıyor ve Anadolu üzerinden batıya yöneliyordu. Aleksandr sultanın yakın doğu topraklarına sahip olunca, ya İran üzerinden -Napoleon’dan ele geçirilen belgeler onun böyle bir rotayı uygun bulduğunu göstermişti- ya da Basra Körfezi’nden deniz yoluyla taşınacak bir kuvvetler -bu yolculuk bir aydan kısa sürüyord Hindistan’ın üzerine yürüyecek duruma gelecekti.

….. ..

… … Türkler ve İranlılar da uzun zamandır benzer endişeler taşıyorlardı ve 1811 yazında, yani Napoleon’un Rusya’yı işgal etmesinden kısa bir süre önce, aralarındaki savaşma konusunda anlaştılar. … ..

… ..

Bütün Yollar Hindistan’a Çıkar


Hindistan’ın göz kamaştırıcı zenginlikleri aç gözleri hep üzerine çekmiş ve ülke hükümdarları sürekli istila tehdidiyle yaşamayı, Britanyalıların buraya ilk kez ayak basmasından çok önce öğrenmişlerdi. Bu tehdidin geçmişi çok eski zamanlara , Doğu Hindistan Kumpanyası’nın Avrupalı rakiplerini ülkeden kovmasından yaklaşık 3.000 yıl önce, birbirini takip eden Aryan istilacı dalgalarının kuzeydoğudaki geçitleri aşıp güney doğuya doğru inmeye zorlandığı tarihlere kadar uzanıyordu. Bunu, Pers Kralı Darius’un yaklaşık MÖ 500’deki ve Büyük İskender’in ondan iki yüz yıl sonraki uzun sürmeyen istilaları arasında, büyük Müslüman fatih Gazneli Mahmud (Gazne bugün Afganistan sınırları içindedir) Kuzey Hİndistan’a en az 15 akın düzenleyerek, büyük miktarlarda ganimeti başkentini güzelleştirmek için ülkesine götürdü. Gazne’yi ele geçiren Gurlu Muhammed de (Gur bugün Pakistan’ın kuzeyinde yer almaktadır) 1175-1206 arasında Hindistan’a yönelik altı istila girişimine önderlik etti ve komutanlarından biri Delhi hükümdarı oldu. Timurlenk’in askerlerinin 1398’de yağmalanmasından sonra, gene Orta Asyalı bir savaşçı olan Türk Babür, Kabil’den hareketle Hindistan’ı işgal etti ve 1526 yılında başkenti Delhi olan büyük Babürlü İmparatorluğunu kurdu. Ama o tarihte bile Asyalı istilacıların sonuncusu olmadı. İran hükümdarı muhteris Nadir Şah 1939’da, başını 16.000 Peştun atlının çektiği bir orduyla, hâlâ  Babürlü İmparatorluğunun  başkenti olan Delhi’yi kısa bir süre için ele geçirdi ve dünyaca ünlü Taht-ı Kavus ile Kuh-i Nur (“Işık Dağı”) elmasını alıp ülkesine götürdü. Son olarak Afgan hükümdarı Ahmed Şah Dürrani 1756’da Kuzey Hindistan’ı istria ederek, Delhi’yi yağmaladı ve geçitlerden aaşırıp geri götürebileceği kadar ganimeti ülkesine taşıdı.

Bu istilacıların hepsi Hindistan’a karadan ulaşmıştı ve Portekizli denizcilerin 15.yüzyılın sonunda Avrupa’dan Hindistan’a giden deniz yolunu açmalarına kadar, denizden bir istilacının gelme olasılığı Babür hükümdarı için bir endişe kaynağı olmadı. Britanyalıların kendileri bu yoldan geldikleri için, Kinneir’in bugün “risk değerlendirmesi” denen bir hesapla, ilk önce denizden gelebilecek istilanın başarı olasılığına bakmasın belki de doğaldı. Neticede, Hindistan’ın yaklaşık 5.000 kilometrelik kıyın şeridi, sürpriz bir saldırı karşısında savunmasız görünüyordu. Sadece Britanyalılar değil, Portekizliler, Hollandalılar ve Frnasızlar da bun yolla gelmişlerdi; 711 yılı gibi erken bir tarihte de 6.000 kişilik bir Arap ordusu  Basra Körfezi’nden dışarı açılarak Sind’i fethetmişti. Wilson, Rusların da aynısını yapabilecekleri uyarısında bulunmuştu.

… .. 

İstilacıyı bekleyen son büyük engel, muazzam İndus nehri ile kollarının oluşturduğu akarsu ağıydı. İstilacının Hindistan’ı fethetmeyi umut başlamadan önce 2.250 kilometre uzunluğunda nehri geçmesi gerekiyordu. … ..

… ..

… .. istilacının İndus’ugeçmeye çalışabileceği iki bariz nokta olduğunu not etmişti. Daha önceki bazı istilacıların yaptığı gibi Kabil ve Hayber geçidi üzerinden ulaşmaya çalışacak olursa, büyük ihtimalle Attock’u seçecekti. … ..

İstilacı, Afganistan üzerinden gelir ve Kandahar’dan geçip Hindistan’ın diğer büyük kapısı Bolan Geçidini aşan daha güneydeki yolu tutacak olursa, İndus’u muhtemelen  Atak’ın 500 kilometre aşağısındaki Multan yakınlarından geçmeyi deneyecekti. Moğol ordusu vakyttişyle İndus’u  bu noktadan yüzerek geçmişti … ..

… ..

Neticede, istlacıların Hindistan’a gelmek için tutacağı bütün yollar Afganişstan’dan geçiyordu. … ..

… ..


Tuhaf Bir Köpek Hikâyesi

… ..

… ..

… .. Afganistan’a uğramadan Buhara’ya doğudan, Çin Türkistanı’ndaki Kaşgar üzerinden yaklaşmaya karar verdi. Oraya ulaşmanın en kolay yolu, Ladakh’ın başkenti Leh’e doğru ilerlemek ve oradan Karakurum geçitlerini aşmaktı. Moorcroft Buhara’ya bu yoldan yaklaşarak, Çin Türkistanı’nın pazarlarını Britanya mallarına açmayı da umuyordu. … ..

… ..


Fırtına Yaklaşıyor

… ..

Tıpkı Rusya’nın Kafkasya’daki maceralarının Londra’da endişe yaratması gibi, Paskebiç’in batıya, Türkiye’ye doğru ilerlemesi de Nikolay’ın nihai hedefinin İstanbul ve Boğazlar olabileceği korkusuyla alarm zillerini çaldırdı. 1829 yazına gelindiğinde, büyük garnizon şehri Erzurum Peskeviç’in eline geçmiş, böylece, doğudan gelen yol neredeyse savunmasız kalmıştı. Bu sırada, Rus askerleri sultanın Avrupa topraklarında da savaşa savaşa, bugünkü Romanya ve Bulgaristan üzerinden güneye, İstanbul’a doğru ilerliyordu. Erzurum’un teslim olmasından iki ay sonra, Avrupa topraklarındaki Edirne şehri bu birliklerin eline geçti. BUndan sadece birkaç gün sonra da Rus süvari birlikleri Osmanlı başkentinin 6,5 kilometre yakınına ulaştılar. Generallerin işi bitirmek üzere başkente girmek için St. Petersburg’a baskı yapmalarıyla, yaşlı Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu nihayet ufukta belirmiş gibi oldu.  …. ..

… ..  Yabancı sefirler , Rusların başkente saldırması halinde, bunu Hıristiyan azınlıklara- tam da Nikolay’ın çıkarlarını temsil etme iddiasında olduğu insanlar yönelik kitlesel bir katliamın izleyebileceği uyarısında bulundular. Bunun doğuracağı jeopolitik sonuçlar da endişe vericiydi. Rusların İstanbul’u işgal edip Boğazlar’a hâkim olmasıyla Osmanlı İmparatorluğu parçalanacak olursa, bunun Britanya, Fransa ve Avusturya gibi büyük Avrupa devletleri arasında, imparatorluktan geriye kalanları paylaşmaya yönelik bir kapışma izleyecekti. Bunun sonucunda genel bir Avrupa savaşı çıkabileceği gibi, Doğu Akdeniz’deki Britanya ve Fransız üsleriyle, Rusya’nın güney kanadı kalıcı bir tehdit altına girecekti. Sultana ileride bu imtiyazın bedeli ödetilecek olsa bile, köhne imparatorluğuna el sürmemek her bakımdan daha güvenliydi

… ..  Bu şekilde , büyük güçler arasında büyük çatışmanın önüne geçilmiş oldu. Zira Britanyalılar ve Fransızlar, Boğazlar’ın Rusların eline geçmesini önlemek için donanmalarını bu hayati suyoluna gönderme hazırlıklarına başlamışlardı bile. Birkaç gün içinde Türklerin teslim koşullarının ana hatları belirlendi ve 14 Eylül 1829’da, Edirne’de bir barış anlaşması imzalandı. Antlaşmayla, Ruslara kendi ticaret gemileri için Boğazlar’dan serbest geçiş hakkı tanındı -bu, Akdeniz’in sıcak sularında bir limana sahip olmaktan sonra olabilecek en iyi şeydi- ama savaş gemileri hakkında hiçbir şey söylenmedi. Rus tüccarlar Osmanlı İmparatorluğunun her yerinde ticaret yapma serbestisine de sahip olacaklardı. Sultan, bundan başka, Karadeniz’deki iki önemli liman da dahil  Güney Kafkasya’daki eski toprakları ile Gürcistan üzerindeki bütün hak iddialarından vazgeçmeye mecbur edildi. Ruslar da buna karşılık , Avrupa Türkiyesinde ele geçirdikleri toprakların büyük kısmını, ayrıca garnizon kentleri Erzurum ve Kars’ı Türklere geri verdiler.

… .. Ruslar Asyalı iki büyük gücü, İran ve Osmanlı’yı kısa bir süre içinde peş peşe yenerek, Kafkasya’da ellerini büyük ölçüde güçlendirmekle kalmamışlardı; Ortadoğu’ya hâkimiyetin ve Hindistan’a giden en kestirme yolların kilidini açan İstanbul’u işgal etmelerine de ramak kalmıştı.   … ..

… .. Çeşitli Rus kaynaklarına dayanarak, St. Petersburg’un Hazar’ın doğu kıyısından Hive’ye, oradan da Ceyhun üzerinden Belh’e kadar inecek 30.000 kişilik bir kuvvet nakledebileceğini ileri sürüyordu. Belh’e varan bu kuvvet, daha sonra Kabil üzerinden Hayber Geçidi’ne yürüyecekti.

… ..


Ellenborough … .. Erişilebilecek bütün kaynaklardan, Hindistan’ı çevreleyen ülkelerle ilgili askeri, siyasi, topoğrafik  ve ticari  istihbarat bilgilerini derledi. Hazar Denizi’ndeki Rus donanmasının büyüklüğünden Rusların Orta Asya’nın Müslüman hanlıklarıyla yaptıkları ticaretin hacmine kadar her konuda bilgi bulmaya çalıştı. Rus kervanlarının güzergâhlerının yanı sıra, büyüklüklerini ve sefer sıklıklarını da öğrenmek istedi. Hive, Buhara, Hokand ve Kaşgar hakkında bilinen her şeyi ve bunların bir Rus saldırısına mukavemet kapasitesini tetkik etti. … ..

… ..


Büyük Oyun


… ..   Ruslar henüz Kafkasya’da serbest geçiş denetimine sahip değiller zira onlara karşı hâlâ feci bir nefret besleyen  sislerin çocuğu Çerkeslerden gelecek sürprizlere karşı son derece uyanık olmak mecburiyetindeydiler. … ..

…   Ama Rus askerlerinin tamn da Türk müttefikleri Kafkasya’dan sürülmüşken , “bu azılı dağlılara” boyun eğdirmekte çok az güçlük çekeceğini zannederken Çerkesleri fena halde hafife almıştı.    … ..

… ..

Conolly, başarı şansı olabilecek kadar büyük bir Rus ordusunun tutabileceği iki olası güzergâh olduğunu savunuyordu. Basit bir biçimde anlatılacak olursa, bunlardan birincisi, Büyük İskender’in de yaptığı gibi önce Hive’yi, ardından Belh’i ele geçirip Hindikuş üzerinden Kabil’e inmekten oluşuyordu. Ordu oradan, Celalabad ve Hayber Geçidi üzerinden Peşaver’e yürüyecek ve nihayet Attock’ta İndus’u geçecekti. Conolly, Hive’yi Hazar’ın doğu kıyısından değil en iyi yol olacağı düşüncesindeydi. Bu yol uzun olmakla birlikte, ve kaynakları bakımından  Karakurum’dan daha zengindi v e ordunun ilerleme hattındaki aşiretlere tekinsiz Türkmenlerden daha kolayca boyun eğdirmek mümkündü. Dahası, Rus askerleri Aral Gölü’nün kuzey kıyısına ulaştıklarında, tekneler ya da sallarla Ceyhun’un kıyısına ulaştıklarında, tekneler ya da ssallarla Ceyhun’un ağzına nakledilebilir, oradan da Hive’ye doğru yollarına devam edebilirlerdi. Hive’yi ele geçirmek, ardından da Hindistan üzerine yürümek son derece iddialı bir girişimdi ve peş peşe birkaç sefer yapılmasını gerektirebilir, bu da iki-üç yılı alabilirdi.

Rus generallerin önündeki ikinci yol, Herat’ın ele geçirilmesinden ve burasının askerlerin yığılacağı bir toplanma noktası olarak kullanılmasından oluşuyordu. Askerler oradan, Conolly’nin kendisine de yaptığı gibi, Hindistan’a girmek için Kandahar ve Ketta üzerinden Bolan Geçidi’ne yürüyeceklerdi. Herat’a, İran itaakâr davranırsa karadan yoksa Astrabad’dan Hazar’ın karşı kıyısına geçerek ulaşmak mümkündü. Herat bir kez Rusların eline geçtikten ya da Rusya’yla hâlâ dost olan İran tarafından ilhak edildikten sonra , ordu “orada, her türlü ihtiyacını erişilebilir bir mesafeden karşılayarak, yıllarca karargâh kurabilirdi.” … ..

… ..

… ..  Afganlar Rusların bu işte büyük ölçüde bağımlı olacakları İranlılara bağnazca bir husumet besliyorlardı.

… ..

… .. Heratlı Kamran Şah … ..   Britanya’yla ortak bir çıkarı vardı -”Orta Asya’nınTahıl Ambarı”olan Herat ne Rusların ne çoktandır burası üzerinde hak iddia eden İranlıların eline geçmeliydi.  … ..   Conolly, Kamran’ın İranlılar karşısında kendi başının çaresine bakmak durumunda bırakılması halinde, Herat’ın üstün İran kuvvetlerinin eline geçmesinin ve “Hindistan yolunun Ruslara açılmasının” sadece bir zaman meselesi olacağı uyarısında bulunuyordu.

… ..

… .. Alexander Burnes … ..genç teğmen … ..  1. Hafifi Süvari Alayından .. .. henüz 25 yaşında … .. aynı zamanda bir dil bilimciydi ve Farsça, Arapça ve Hindistan’ın yanı sıra, daha az bilinen bazı Hindistan dillerini de akıcı bir şekilde konuşabiliyordu. … ..

… ..


Burnes “Buhara”ya Giriyor


… ..

… .. Ranjit Singh’in başkenti Lahor’a ulaştılar . .. .. 

… .. Kabil’den, Hindikuş geçitlerini ve Ceyhun’u aşarak Buhara’ya geçmek niyetindeydi.  … ..

… .. Bala Hisar’daki sarayında buldu. Dost Muhammed .. ..

… ..Burnes Buhara’nın Ark denen ünlü kalesinde bulunan … .. başvezirin huzuruna çağrıldı. … .

… .. Burnes ve ekibi 18 Ocak 1833’de, Basra Körfezi üzerinden Bombay’a ulaştılar … …   ™ da Burnes’in Orta Asya’daki keşif çalışmasının sonuçlarını genel valiye rapor etmek üzere Kalküta’ya ulaştığı 20 Şubat günü Rus savaş gemilerinden oluşan büyük bir donanma İstanbul açıklarında demirleyerek, Londra’da ve Hindistan’da derin bir endişeye neden oldu. Bu, o tarhte kâğıt üzerinde Osmanlı İmparatorluğunun parçası olan Mısır’da sultana’a karşı başlayan isyanın ardından, 1831 yılında başlayan bir dizi olayın son perdesiydi. …  … Arnavutluk doğumlu Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ydı. Güçlü ordusuyla önce Şam ve Halep’i ele geçiren Mehmet Ali Paşa, şimdi Anadolu’nun içlerine kadar ilerlemişti ve İstanbul üzerine yürüyüp tahtı sultanın elinden almayı ajlına koymuş gibi görünüyordu. Sultan çaresizlik içinde Britanya’dan yardım istedi ama Dışişleri Bakanı Lord Palmerson tek başına harekete geçmekten çekindi.  

Britanya, sultanın taleplerine karşılık vermekte yavaş davranırken, Çar Nikolay hiç duraksamadı zira o İstanbul’daki munis hükümdarın yerini yeni ve saldırgan bir hanedanın ilerlemekte olan ordusu karşısında sultana koruma teklif etmek üzere Muravyev’i (Hive seferiyle ünlenmiş, şimdi de general olmuştu) derhal İstanbul’a gönderdi. Sultan ilk başta tereddürt etti çünkü hâlâ Britanya’dan destek umudunu koruyordu ve bunu daha fazla tercih ederdi. … … Mehmet Ali Paşa’nın askerleri savaşa savaşa başkente doğru ilerlediğinden sultan’a, Nikolay’ın derhal yardım teklifini şükranla kabul etmekten başka seçenek kalmamıştı.

Rus filosu İstanbul açıklarına  tam zamanında yetişti zira istilacılar artık şehre 300 kilometre mesafedeydi (Kütahya’da). Ama sultanın tahtı kurtulmuştu. Aynı anda hem Rusların hem de Türkleri yenemeyeceğinin farkında olan Mehmet Ali Paşa’nın komutanları ilerlemeyi durdular ve duruma uygun bir anlaşma ayarladı. Britanya’nın kararsızlığı, St. Petersburg’un yüz yıldır kurduğu İstanbul’a asker çıkarma hayallerini gerçekleştirmesini sağlamıştı. Rusların yaptığı bu son hamlenin haberi Kalküta’ya ulaştığında, bu derhal, nihai hedefi Hindistan olan daha büyük planın parçası olarak görüldü. … ..

… .

… .. Askeri raporunda, Kabil’in Rusların eline geçmesinin Herat’In düşmesi kadar tehlikeli olacağını savundu. Düşman bir ordu oradan, bir ay içinde BeLh’e geçebilirdi. İskender’in onca askerinin donarak öldüğü Hindikuş geçitleri iyi donanımlı, modern bir ordu için engel teşkil etmezdi. Afganlar aşiret savaşlarında ne kadar kıyıcı ve cesur olsalar da kararlı bir Rus ordusu karşısında Kabil’i uzun süre savunmayı ummazlardı. İstilacı bir ordu bir kez Kabil’e girdikten sonra, önünde açılacak birkaç olası yoldan Hindistan üzerine yürümekte pek bir zorlukla karşılaşmazdı. …..

… ..


Dünyanın En Büyük Kalesi


Gürcistan ve Ermenistan da dahil Kafkasya’nın büyük bölümü artık Çar Nikolay’ın elinde ve resmen Rus İmparatorluğu topraklarına katılmış durumdaydı ama kuzeydeki dağlarda Müslüman aşiretler arasında şiddetli bir direniş devam ediyordu. Daha fethedilecek iki önemli bölge vardı: batıdaki Çerkesya ve doğudaki Dağıstan. Artık Türklerle ya da İranlılarla savaşta olmayan Rus generaller, bundan sonra bütün enerjilerini bu iki kalenin savaşçı halklarını ezmek için kullanacaklardı. Yerel komutanlar dağ ve orman savaşlarında parlak bir yetenek sergilediklerinden, bu iş beklediklerinden çok daha uzun bir zaman alacaktı. Üstüne, üstlük, bu Müslüman savaşçılar kendilerine beklenmedik bir müttefik de bulmuşlardı.

O tarihte 28 yaşında olan David Urquhart, gönüllü, olarak katıldığı Yunan Bağımsızlık Savaşı’nda yaşadığı tecrübeler sonucunda Türklere tutkuyla bağlanmıştı. 

… ..


... ..  Çok geçmeden , Britanya’nın en önde gelen Rusofobu olacaktı. Urquhart, bizzat kral da dahil kamun yaşamının en yüksek çevrelerinde dostlara sahip olmanın avantajını yaşıyordu…. .. İstanbul’dayken kendini Çerkes davasına kaptırdı.  … .

… ..  

Bundan bir süre önce, Mehmet Ali Paşa’nın sultanın tahtına yönelik tehdidinin son bulmasıyla, Ruslar görev güçlerini İstanbul’dan çekmeye istemeye istemeye razı olmuşlardı  ama bunu yapmadan öncemüdahalelerinin bedelini Türklere ağır bir şekilde ödetmişlerdi. 1833 yazında imzalanan bir antlaşmayla, Osmanlı adeta çarın protektorası durumuna gelmişti. … -en azından Urquhart’ın ve fikirdaşı Rusofobların  gözünde böyleydi. Çok geçmeden, antlaşmanın gizli maddesi uyarınca, Türklerin, St. Petersburg talep ettiği takdirde, Boğazları Rus savaş gemileri hariç tüm yabancı savaş gemilerine kapatma taahhüdünde bulunduklarının öğrenilmesi Londra’da telaş yaratmıştı. Buna göre savaş durumunda Ruslar güçlü Karadeniz donanmaları için Türk Boğazlarından münhasır geçiş hakkına sahip olacaklardı.

Buna çok öfkelenen Britanya Dışişleri Bakanı Lord Palmerson, St. Petersburg’u şiddetle protesto etti. Palmerson, Britanya’ya dostça açılımlarda bulunan yaman bir adam olan Mehmet Ali Paşa’nın, Türk tahtı için inisiyatiften yoksun sultandan daha iyi bir aday olup olmayacağını sorgulamaya başlamıştı. Rusların verdikleri karşılıkta, kendilerinin sadece Britanyalıların yapmak isteyeceği şeyi yaptıklarını, tek farkın erken davranmak olduğunu iddia etmeleri de keyfini düzeltmedi … .. 

… ..

… .. Büyük Britanya kadar güçlü bir ülkeyi temsil eden ve onun adına konuşan -ya da böyle olduğunu varsaymışlardı- dış dünyadan gelen bu ziyaretçiden çok etkilenmişlerdi. Urquhart onlara bol bol cesaret ve akıl vermiş, reisler ise yanlarında kalıp -Ruslara karşı mücadelelerine önderlik etmesi için ona yakarmışlardı. Ama Urquhart ısrarla Londra’da onlar için çok daha faydalı olabileceğini belirterek bunu reddetmişti. … ..

… .

… .. Rus bir general Kafkasya için boşuna “dünyanın en büyük kalesi” demişti. … ..

… ..

IV. William, Osmanlı sultanı ve o sırada Britanya’nın İstanbul sefiri olan Lord Ponsonby gibi güçlü dostlara sahip olan Urqhart’ın, 1836 başında Britanya sefareti birinci sekreteri olarak Osmanlı başkentine tayini sürpriz olmadı. Ama o, yeni diplomaik statüsünün ne Rusofob faaliyetlerine ne de Çerkeslere verdiği desteğe ket vuracak birisi değildi ve bugün unutulmuş olsa bile, o günlerin ünlü Vixen hadisesi, onun İstanbul'da görev yaptığı sırada meydana geldi. O tarihte Çekesya’ya hiçbir şekilde boyun eğdirilememişt ama Ruslar burasının Türklerden antlaşma yoluyla elde ettikleri kendi egemen toprakları olduğunu iddia ediyorlardı    . ..

… ..

… .. Çerkeslerin ”Daud Bey” dedikleri David Urquhart’!a besledikleri olağanüstü saygıya tanık oldular. Urquhart bundan iki yıldan uzun bir süre önce Çerkesya kıyılarına ilk kez ayak bastığında, Çerkeslerin ne kadar bölünmüş ve örgütsüz olduklarını görmüştü. Direnişlerini örgütleyecekve koordine edecek merkezi bir otorite oluşturmak için derhal işe koyulmuştu. Onlar için şekli bir bağımsızlık bildirgesi de kaleme almıştı.  …

… ..

İngilizler Kafkasya’daki direnişin Çerkesya’yla sınırlı olmadığını öğrendiler. Doğudaki dağların ötesinde, Kafkasya'nın doğu tarafında kalan Dağıstan’da da Ruslara karşı benzer bir mücadele sürüyordu. Bu mücadeleye olağanüstü karizmatik bir lider ve gerilla taktiklerinde  deha olan, Şamil adında Müslüman bir şeyh önderlik ediyordu. Ancak Dağıstan’ın uzaklığından ve ne bu mücadeleyi tanıtacak bir Urquhart ne haberlerini geçecek bir Langwort olduğundan,  bu savaş Avrupa’da neredeyse tamamen gözlerden kaçtı. Ama Britanyalılar henüz Şeyh Şamil’i duymamış olsalar da çarın generalleri şüphesiz duymuşlardı zira ona karşı bildik taktiklerinin hiçbirinin işlemediği görülüyordu. Şamil’in yenilgiye uğtratılmasına, aralıksız savaşla geçecek en az bir 20 yıl daha, Çerkes aşiretlerinin başınmın ezilmesine ise 25  yıl vardı. Savaş Ruslara, hem par hem can kaybı bakımından son derece pahalıya patlayacaktı  ama aralarında Tolstoy, Puşkin ve Lermontov’un da bulunduğu en büyük Rus yazar ve şairlerinden bazılarına esin kaynağı olacaktı. 

… ..

… .. Mc.Naill … ..  1836’da The Progress and Present Position of Russia in the East başlığıyla yayımlandı ve Büyük Oyun literatürünün o güne kadar kağıt üzerinde … ..

… ..Petro’nu tahta çıktığı tarihten beri, çarın tebaasının nüfusu 15 milyondan 58 milyona yükselerek yaklaşık dört kat artmıştı. Aynı zamanda, Rusya’nın sınırları İstanbul'a doğru 800 kilometre, Tahran’a doğru 1.600 kilometre ilerlemişti. Avrupa’da Rusya’nın İsveç’ten edindiği topraklar, bir zamanların bu güçlü krallığından şimdi geriye kalan topraklardan büyük, Polanya’dan aldıkları ise neredeyse Avusturya İmparatorluğu’nun yüzölçümüne eşitti. Bütün bunlar, St. Petersburg’daki Lord Durham tarafından çizilen salt savunmacı bir Rusya tablosuyla tamen bir tezat oluşturuyordu.

Mc. Neil, “Bu büyük kazanımların her bir parçası İngiltere’nin görüşler, arzuları ve çıkarları hilafına elde edilmiştir. İsveç’in parçalanması, Polanya’nın taksimi, Türk vilayetleri ile İran’dan koparılan vilayetlerin fethi, bunların hepsi Britanya’nın çıkarlarına zarar vermiştir.” diye yazıyordu. … ..

… .. Osmanlı St. Petersburg’un eline düşecek olursa, bu Britanya’nın Avrupa ve Akdeniz’deki çıkarlarını ciddi biçimde tehdit edecek, Rusya’nın İran’ı işgal etmesi ise büyük olasılıkla Hindistan’ın kaderini belirleyecekti.   … ..


Esrarengiz Vitkeviç

… ..

… .. Herat İranlıların eline düşecekm olursa, bu Ruslara Batı Afganistan’da hayati ve tehlikeli bir sıçrama taşı sağlayacaktı. Ama Rawlison’ın şans eseri yaptığı keşif, St. Petersburg’un Afganistan’daki çıkarlarının, kendi başına ne kadar tehdikâr olsa da Herat’la sınırlı olmadığını göstermişti. Ansızın Kabil’de risk altına girmişti. Vitkeviç Dost Muhammed’i kazanmayı başarırsa, Ruslar göz kamaştırıcı tek bir hamleyle, kendileri ile Biritanya Hindistan’ı arasında uzanan, çölün, dağın ve düşman aşiretlerinin oluşturduğu zorlu, bariyerleri aşmayı başarmış olacaklardı.  … ..

… ..

Afganistan, 18.yüzyılın  ortalarında Ahmed Şah tarafından kurulan büyük Dürrani İmparatorluğu’nun yıkılmasından beri yoğun ve sonu gelmez bir iktidar mücadelesinin merkezinde yer alıyordu. Şimdilerde, Kamran Kabil’de Dost Muhammed’i devirerek ailesini eski parlak günlerine kavuşturmaya ahdetmişken, yukarıda gördüğümüz gibi, İranlılar da vaktiyle doğu eyaletleri olan ülkeyi geri almak amacıyla yola çıkmışlardı. Nitekim şah Herat karşılığında Kemran’ın Dost Muhammed’i devirmesine ve Afgan tahtının ele geçirmesine yardımcı olmayı bile teklif etmiş ama önerisi geri çevrilmişti. Dost Muhammed ayrıca, sadece Afganistan’ı eski görkemine kavuşturmayı değil ondan önce de, sırtının dönük olduğu bir sırada zengin ve bereketli Peşaver’i işgal eden Ranjit Singh’in elinden geri almayı ahdetmişti. … ..

…. ..


Herat Kahramanı

… ..


İktidar Değiştirenler

… ..


Hive’ye Varma Yarışı

… ..


Kölelerin Kurtarılması

…..


Uzun Bıçaklılar Gecesi

… ..

Conolly resmi hükümet işleri için Orta Asya’da dolaşıyordu. Türkistan’ın birbirleriyle kavgalı üç hanlığını -Hive, Buhara ve Hoka- barıştırıp Britanya koruması altında birleştirmek uzun zamandır kurduğu bir hayaldi. Böyle bir düzenlemenin, bu barbar bölgeye Rus tecavüzlerine karşı Hıristiyan medeniyetini getirmekle kalmayacağı, dost bir Afganistan’la birlikte, Rus tecavüzlerine karşı Hindistan’ın kuzeyi için koruyucu bir siper işlevi de göreceği inancındaydı. … ..

… ..


Felaket

… ..


Geçitlerde Katliam


… ..


Conolly ve Stoddart’ın Son Saatleri


…..


Devre Arası


Zeytin dalını ilk uzatan Çar Nikolay’ın kendisi oldu. Bunu 1884 yazında resmi bir ziyaret için Britanya’ya geldiğinde yaptı. O tarihte 25 yaşında olan Kraliçe Cictoria Rus misafirinin bir vahşiden hallice olmasını bekliyordu. ama çarpıcı güzel bakışlarının ve zarif tavırlarının cazibesine kapıldığını fark etti. “Profili çok güzel” diye not etmişti, “ama gözlerindeki ifade müthiş ve daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor.” İmparator, Sir Robert Peel ve Dışişleri Bakanı Lord Aberdeen’le yaptığı sonraki görüşmelerde onlara sadece barış istediğini ve Asya’da yeni teritoryal emelleri olmadığına, hele Hindistan’la ilgili hiçbir emel beslemediğine dair güvence verdi. Başlıca kaygısı, “Avrupa’nın Hasta Adamı” dediği Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğiydi. İmparatorluk parçalandığında ki ona göre bu çok yakındı , olacaklardan derin bir endişe duyduğunu ifade etti. Ama asıl endişesi, bu olduğunda parçalardan payını alacağından emin olmakla ilgili gibiydi.

Peel Aberdeen Osmanlı İmparatorluğu’nun yaklaşan çöküşünden o kadar emin değilken, Nikolay onların Avrupa güçleri arasında çıkacak, savaşa yol açması hemen hemen kesin bir meydan kavgasını önleme arzusuna sıcak baktıklarını gözlemledi. İki taraf, sultanı olabildiğince uzun bir süre tahtında tutmanın arzulanır olduğu konusunda da görüş birliğine vardı. Nikolay ülkesine, Osmanlı’yla ilgilibir kriz çıkması halinde Britanya’nın kendisiyle uyumlu hareket edeceğine dair net bir taahhüt aldığı izlenimiyle döndü. Oysa Britanyalılara göre son derece dostane bir havada geçmesine rağmen, müzakerelerden , ileride kurulacak bir hükümet için hiçbir bağlayıcılığı olmayacak müphem bir niyet beyanından fazla bir ieş çıkmamıştı. … ..

… .. 

.. …. Ruslar Kazak Bozkırı’ndaki kelelerinin oluşturduğu hattı Ceyhun’un kuzey ikizi Seyhun’un kıyılarına kadar ileri kaydırdılar. 1853 yılına gelindiğinde  bu hat Aral Gölü’nden nehrin 400 kilometre yukarısındaki Ak Mescid’e kadar (bugün Kızılorda) ve Orta Asya ‘nın kalbine ddoğru uzanıyordu. Bu ileri karakolların ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılacak iki küçük buharlı gemi, karadan parçalar halinde taşınıp Aral Gölü’nde monte edilmişti. Bu detant döneminde Britanyalılar Ruslardan bile daha faaldiler.  Afganistan’da yaşanan aşağılanmanın ardından, 1843’te Sind’i ele geçirmişlerdi. … ..

… ..

… .. 1848’de Paris, Berlin, Viyana, Roma, Prag ve Budapeşte dahil bir dizi Avrupa başkentinde eşzamanlı devrimler patlak vermişti. Bir kez daha Dışişleri bakanı olan Lord Palmerson, “Kıta’nın her yerinde (... ) hükümet edenler ile hükümet edilenler arasında , kanun ile nizam arasında, sahip olanlar ile sahip olmak isteyenler arasında süre bir çatışma var diye yazmıştı.İçte daimi bir devrim korkusuyla yaşayan Nikolay, ülkesindeki az sayıda özgürlüğü de budadı. … .. …   Nikolay devrimin Rusya’ya yayılmasını engellemişti ama her yerde liberallerin ve diğerlerinin düşmanlığını ve “Avrupa’nın jandarması unvanını kazanmıştı. … ..

… .. 

Ne var ki onca yıllık İngiliz-Rus anlaşmasının sonunda çökmesine yol açan, o tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası olan Kutsal Topraklardaki Hıristiyan mukaddes makamlarının  muhafızlığı konusunda çıkan bir anlaşmalıktı. Britanya’nın taraf olmadığı, Rusya, Fransa  ve Osmanlı arasındaki bu çekişmenin nedenleri bizi ilgilendirmiyor. Ama akabinde çıkan kriz, Nikolay’ın bölge Hristiyanlarını koruma iddiasıyla askerlerine sultanın Kuzey Balkan vilayetlerine yürüme emri vermesi noktasına kadar tırmanacaktı. Nikolay, Türklerin Rus askerlerinin geri çekilmesi için vediği ültimatoma aldırmadı ve iki devlet bir defa daha savaşa girdi. Rusları Yakındoğu’dan uzak tutmaya kararlı olan Britanyalılar ve Fransızlar sultanla ittifak kurdular…. ..

… ..  Kimsenin gerçekten istemediği ve kolaylıkla önüne geçilebilecek Kırım savaşı başlamıştı. … … ..

… .. Zira tıpkı Britanyalı şahinlerin savaşı Rusları Kafkasya’daki üslerinden söküp atmak ve bu şekilde Hindistan üzerindeki potansiyel tehdidi hafifletmek için bir fırsat olarak görmeleri gibi, Hindistan üzerine yürümenin Kırım’da zaferini hızlandırmaya yardım edeceğine inanan Rus stratejistler de vardı. Kont Simoniç ‘in İran sarayındaki halefi General Duhamel de bu ikinciler arasında yer alıyordu. … ..

… ..

… .. İran ve Afgan kuvvetlerinin nihai saldırısı Kabil’den ya da Kandahar’dan başlayacaktı. Kendi tercihi Kabil’den yanaydı zira buradan Hayber Geçidi üzerinden Lahor’a ve Delhi’ye iniliyordu… ..

… ..

… .. İŞte St. Petersburg’un, bunu sık sık inkâr etse de Hindistan üzerinde emelleri olduğunu kesin kanıtı ortaya çıkmıştı. … ..

… ..

… ..   Ama Britanyalılar’ın Aşil topuğu Hindistan’daysa, Ruslarınki de yerel Müslüman aşiretlerin çarın kudretine hâlâ şiddetle direndikleri Kafkasya’daydı. Ne var ki Kırım’daki savaş yüzünden Kafkasya’daki Rus kuvvetleri büyük ölçüde azaltılmıştı. Londra ve Kalküta'daki şahinlere göre, bu, Britanya’nın kozunu oynaması için en uygun zamandı. Kahraman Şeyh Şamil’e sadece silah değil asker de gönderilmeliydi. … ..

… ..

…. .. Afgan macerasının dehşeti henüz herkesin zihninde tazeyken, davertle bile olsa Asya’nın Müslüman devletlerinin işine yeniden karışma konusunda büüyük bir istek sizlik vardı. … ..

… ..

… ..Gerçekte, savaşartık büyük ölçüde Britanyalıların ve Fransızların lehine gelişiyordu. Eylül 1854’te Rusya’nın Karadeniz’deki büyük donanma üssü Sivastopol’u kuşatmışlardı zira kalenin ele geçirilip yıkılmasının Osmanlı’nın bağımsızlığını sürdürmesini sağlayacağı düşünülmüştü.. Mücadele 349 gün sürecek ve iki tarafta da ağır zayiata ve mağduriyetlere neden olacaktı. Ama Rusya’nın teslim olması kaçınılmaz hale gelince, Osmanlı’ya saldırarak savaşı başlatmış olan Çar Nikolay giderek derinleşen bir umutsuzluğa kapıldı. Sonunda, 2 Mart 1855 günü, Rus kuvvetlerine şahsen komuta ettiği Kışlık Saray’da son nefesini verdi. … ..

…..

Nikolay’ıon oğlu olan yeni çar Aleksandr Sivastopo’un teslim olmasından ve Avusturya’nında Rusya’ya karşı savaşa katılma tehdidinden sonra, 1 Şubat 1856’da bir ön barış anlaşması için masaya oturmayı kabul etti. Anlaşmaya son şekli bundan birkaç hafta sonra, Doğu Sorunu’nu tamamen çözmek üzere toplanan Paris Kongresi’nde verildi. Savaştan zaferle çıkanların başlıca amacı Rusları  Yakındoğu’dan uzak tutmaktı ve yenik düşenlere dayatılan en ağır şarttlar Karadeniz bölgesiyle ilgiliydi. Karadeniz sularında ve kıyılarında savaş gemileri deniz üsleri ve diğer müstahkem mevkiler yasaklandı. Bu yasak bütün ülkeler için eşit ölçüde geçerli olsa da en ağır darbeyi Ruslara indirdiği açıktı. Ayrıca, Karadeniz limanları tüm ülkelerin ticaret filolarına açılacaktı; bu, 20 yıl önce meşhur Vixen hadisesine karışmış Davit Urquhart, James Bell ve diğerleri için biraz gecikmiş bir zaferdi. Ruslar ayrıca Tuna’nın ağzını, ele geçirmiş oldukları Türk şehirleri Batum  ve Kars’ı işgal ettikleri Balkan topraklarını teslim ettiler ve sultanın memalşikinde yaşayan Hıristiyanların üzerinde dini hamilik iddia etmekten vazgeçiler.

Şahinler elbette tatmin olmamışlardı ama Britanya başlıca hedeflerine ulaşmıştı. Karadeniz artık fiilen tarafsızlaştırılmış ve Osmanlı’nın toprak bütünlüğü önde gelen Avrupa devletleri tarafından garantiye alınmıştı. … ..

… ..

***


Kırım Savaşı patlak verdiğinde ne Britanyalılara ne Ruslara büyük bir muhabbet besleyen İran şahı kendisini hangi tarafla ittifak kuracağını bilemez halde buldu. Britanyalılara sağlayacağı destek karşılığında, onların da kaybettiği Kafkasya topraklarını Ruslardan geri almasın ayardım edebileceklerini ummuştu. Britanyalılar bunu yapacakları yerde ona kesinlikle tarafsız kalmasını öğütlediler. Ama şahın çok korktuğu Ruslardan, kendi yanlarında savaşa girip Osmanlı'nın doğusuna yürümesi için büyük baskı gördüğünün farkında olan Hindistan hükümeti, İran’ı ikaz etmek için Basra Körfezi’ne hemen bir savaş gemisi gönderdi. Bu işe yaradı ve İran savaş boyunca tarafsız kaldı. …..

… ..

Herat 25 Ekim 1856’da, kısa bir kuşatmanın ardından İranlıların eline geçti. Hindistan’a ulaşması tam bir ay alan haber, Kabil’deki Dost Muhammed’in İranlıların böyle büyük bir maceraya atılmayı planladıkları yolundaki uyarılara rağmen, Britanyalıları şaşkınlığa uğrattı. … ..

… ..

***

Çok az kişi bunu öngörmüş olsa da Hint Ayaklanması bir süredir için için mayalanıyordu. … ..

1885 baharında Hint Ayaklanması’nın nihayet bastırılmasının Hindistan için geniş kapsamlı sonuçları olacaktı. Ayaklanma ülkenin yönetilme tarzında büyük bir silkinişe yol açacak ve Doğu Hindistan Kumpanyası’nın 250 milyon insan üzerindeki iki buçuk yüzyıllık hakimiyetinin sonunu getirecekti … ..

… .. Ağustos 1858’de, ayaklanmaya yol açan derin kine ve düşmanlıklara çözüm bulmak amacıyla, kumpanyanın yetkilerine son veren ve bütün otoriteyi kraliyete aktaran Hindistan Yasası’nı kabul etti Hükümette yeni bir makam -Hindistan Bakanlığı- olşturuldu ve eski Denetim Kurulu ilga edildi.  … ..

… ..

Hindistan silahlı kuvvetlerinin örgütlenmesinde de radikal değişiklikler oldu.  Sepoyların subaylarına, subayların da onlara güvenini yeniden tesis etmek için yeni bir başlangıca ihtiyaç olduğu açıktı. … ..

… ..

Her şeye rağmen ayaklanma ucuz atlatılmıştı. ama Britanyalıların bu sırada yaşadıkları kâbus, Rusya’nın Hindistan’ın işlerine karışmasından duydukları paranoya derecesine varan kaygıyı ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Gene de iç düşmanın başı ezilmişti ve Hindistan yüzyılın kalan kısmında nispeten sakin kalacaktı. Ama sınırların ötesinde işler çok farklıydı. Britanyalılar Kırım’da Rusları yenmekle, onları Ortadoğu’dan uzak tutmakla kalmayıp Orta Asya’da genilemelerini dudurabileceklerini de ummuşlardı.  Oysa bu tam tersi bir sonuç doğuracaktı.


ZİRVE YILLARI


Büyük Rus İlerlemesi Başlıyor

… .. 

… .. Ülkelerinin Kırım Savaşı’ndaki yenilgisi göz önüne alındığında, bunların tamamının Anglofob olması şaşırtıcı değildi. Sözkonusu subaylar 19. yüzyılın ortalarında, Asya’da geniş toprak parçalarını Aleksadr’ın mülklerine katacaklardı.

Bu subaylardan biri de çarın güvenini kazanmış yetenekli ve iddialı genç bir siyasetçi olan Kont Nikolay İgnatiyev’di. Ülkesinin Britanyalılarla hesabını görmesi için yanıp tutuşan kont, Britanyalıların yakında acı bir şekilde öğrenecekleri gibi, Büyük Oyun’da dört dörtlük bir oyuncu olduğunu kanıtlayacaktı. Hint Ayaklanması sırasında Londra’da askeri ataşe olarak görev yaparken St. Petersburg’daki üstlerine tekrar tekrar, Asya’da ve başka yerlerde … ..

… ..

… .. Britanya Dışişleri Bakanlığı’nı tamamen kandıramamıştı. Gizli bir bakanlık raporunda “akıllı ve kurnaz biri olarak nitelenmiş ve Londralı bir harita satıcısının mevcut bütün Britanya liman ve demiryolu haritalarını gizli gizli satın aldığını yetkililere ihbar etmesinden sonra sıkı bir takibe alınmıştı.

Hızla yükselmesi zaten beklenen İgnatiyev, 1858’de, yani 26 yaşındayken, Aleksandr tarafından Orta Asya’ya gönderilecek gizli bir misyon heyetinin başına getirildi. Görevi, Britanyalıların siyasi ve ticari bakımdan bölgeye ne kadar nüfuz ettiklerini keşfetmek, Hive’de ve Buhara’da elde etmiş olabilecekleri nüfuzu kırmaya çalışmaktı. Zira Seyhun kıyılarındaki Rus ileri karakollarına ulaşan ve Britanyalı ajanların bölgedeki faaliyetlerinin giderek arttığını bildiren raporla çarı endişelendiriyordu. … ..

… ..

…. .. İgnatiyev’e hem Hive’yle hem Buhara’yla düzenli ticari ilişkiler kurmaya çalışması, mümkün olursa da Rus tüccarları ve malları için lehte koşullar ve koruma garantisi sağlaması için talimat verilmişti. … ..

… ..

İgnatiyev’in aralarında Kazak muhafızların ve hamalların da yer aldığı yaklaşık 100 kişilik kafilesi, 1858 yazında Hive’ye ulaştı. Han onlaru huzuruna kabul etmeye razı olmuş, onlarda hana … .. çok sayıda etkileyici hediye getirmişlerdi. … ..

… ..

İgnatiyev, zalim ve zorba Emir Nasrullah’ın Conolly ile Stoddart’ın başını uçurttuktan 16 yıl sonra hâlâ sağlam bir şekilde tahtında oturduğu Buhara’da biraz daha başarılı olacaktı. … ..  Eski hasmı ve komşusu Hokand hanıyla gene savaştaydı … ..    Hive Hanlığı Rus teknelerinin Aral Gölü’nden Ceyhun’a erişimini engellemekte ayak direrse, hanlık topraklarını aralarında bölüşmeyi bile önerdi. Son olarak, Britanyalılardan hiçbir elçiyi kabul etmeyeceğine ve bunlardan tekinin bile Ceyhun’u geçmesine izin vermemeleri için Afgan komşularını sıkıştıracağına dair taahhütte bulundu. 

İgnatiyev emirin vaatlerinin hiçbir kıymeti olmadığını ve Hokand’dan gelen tehdit kalkar kalkmaz tekini bile yerini getirmeye niyeti olmadığını adı gibi biliyordu. Gene de tıpkı Hive’de olduğu gibi o ve adamları ileride işe yarayacak değerli istihbarat bilgileri toplayabildiler. … ..

… ..

… .. Britanyalıların oraya ilk varan olmalarının önüne geçmek içn Asya hanlıklarının derhal ilhak edilmesini savundu. … ..

… .. Britanyalıların Hindistan’da olduğu gibi, Çin’e de sahip olma ihtimalinden korkan Rus komutanlar, büyük Amur Nehri boyunca doğuya ve Büyük Okyanus kıyılarından güneye, bugün Vladivostok’un bulunduğu noktaya doğru dur durak bilmeden ilerliyorlardı. O sırada Taiping Ayaklanması’yla ve Britanyalılarla Fransızların toprak tavizleri ve diğer ayrıcalık talepleriyle meşgul olan Çin imparatoru, onları durdurabilecek durumda değildi. Ruslar böylece, kendileri için düşük bir maliyetle, onu yaklaşık 1 kilometrekare imparatorluk toprağının yükünden kurtardılar. Ama şimdi, bu yeni mülklerinin Britanyalılar tarafından tehdit edildiğini görüyorlardı.

… ..

… .. Yaşananlar Britanya ile Çin arasındaki Ok Savaşı denen, 1856’daki İkinci Afyon Savaşı’nın sonucuydu. Britanyalılar savaşta kazandıkları zaferin ardından, İmparatordan çeşitli taleplerde bulunmuş, o da bunları istemeye istemeye kabul edilmişti. Bu talepler arasında Avrupa’lı güçlerin diplomatlar bulundurması, daha fazla limanın dış ticarete açılması, ve Britanya’ya muazzam bir tazminat ödenmesi yer alıt-yordu. İmparator verdiği sözlerden caymaya kalktığında, şartları uygulatmak, gerekirse de Pekin üzerine yürümek üzere ülkeye güçlü bir Britanya ve Fransız kuvveti gönderilmişti. Britanyalıların Mançu başkentinde bir köprübaşı elde etme olasılığı, Ruslarda bunu Uzakdoğu’daki nüfuz alanlarını tehlikeye sokabileceği korkusunu yaratmıştı. … ..

…..

İgnatiyev Yasak Kent’e ulaştığında, ilk işi zor durumdaki imparatora hizmetlerini sunarak, onunla Avrupalı düşmanları arasında arabuluculuk etmeyi teklif etmek oldu. … ..

…. ..

… .. İgnatiyev iki oynuyordu. İlk başta, istilacılara gizlice Çin mevzilerinin haritalarını ve girip çıkabildiği başkentten istihbarat bilgileri sağlayarak yardım etti. Aynı zamanda, anlaşmazlıkları körükleyerek ve onları Pekin’e yönelik baskılarını artırmaya teşvik ederek, Çinlilerle anlaşmalarını engellemek  için elinden geleni yaptı. Nihayet, Britanyalı ve Fransız askerler şehrin surlarına dayandığında, arabuluculuk etmek için yeniden Çinlilere hizmetlerini sundu. 

… ..

… .. Düşman daha şimdiden Pekin'in 8 kilometre dışındaki muhteşem yazlık sarayı yakmıştı. ve yabancı askerler girdiği takdirde şehrin tamamının yıkılacağından korkan Çinliler, İgnatiyev’in teklifini minnetle kabul ettiler.

… ..

… ..  Britanyalı komutan Lord Elgin, o sırada Dışişleri Bakanı olan Lord John Russell’a, “Halet-i ruhiyemiz ikinci bir Hindistan’ın idaresini ele almaya uygun olsaydı, Çin İmparatorluğu’nu ilhak edebilirdik” diye yazmıştı. Sonunda Britanyalılar ve Fransızlar başlangıçtaki talepleriyle yetindiler ve Çinlilerle ayrı ayrı anlaşmalar imzalayıp bir an önce ülkeden ayrılmak için plan yapmaya başladılar. İgnatiyev Çinlileri, yabancı askerlerin gidişini çabuklaştırmakla kalmayıp talep ettikleri tazminatı azaltmaya da ikna ettiğine inandırmayı başardı. Ardından, yenilen Çinliler ile kendi hükümeti adına bir anlaşma müzakere etmeye başladı; anlaşmanın birinci maddesi, Rusların Büyük Okyanus kıyılarında elde ettiği toprakların resmen çara bırakılması hakkındaydı. … ..

… ..  Çinliler ile İgnatiyevin şahsında Ruslar Pekin Anlaşmasını imzaladılar; Britanyalılar ya da Fransızlar bir şeyler döndüğünden şüphelenip bunu engelleyene kadar işten geçmişti. 

Bu, o sırada henüz 20’li yaşlarının sonlarında olan genç İgnatiyev için birinci sınıf Makyavelist bir performans, Ruslar için de dikkat çekici diplomatik başarıydı. Birincisi, genişliği Fransa ile Almanya’nın toplamı kadar olan bir toprak parçasını resmen, muazzam büyüklükteki Kuzey Asya imparatorluklarının sınırlarına katmışlardı. İkincisi, Çinlileri o sırada ikisi de Pekin’in yönetimi altında olan Doğu Türkistan’daki Kaşgarda ve Moğolistan’ın başkenti Urgada (bugün Ulanbator) konsolosluklarını açmaya razı etmişlerdi. Bu şekilde, böyle bir kolaylık elde edememiş rakipleri Britanyalılardan bir adım öne geçmişlerdi; zira konsoloslukların kurulması Rus tüccarlarının ve mallarının bu önemli yeni pazarlara münhasır erişim hakkının olacağı anlamına geliyordu. Dolayısıyla , İgnatiyev 22 Kasım’da Pekin’den oldukça hoşnut bir şekilde ayrıldı. … 

… ..


***


… ..

… .. , İgnatiyev  böylece, St. Petersburg’da ya da Rusya’nın sınır bölgelerinde yüksek mevkilerde bulunan ve sayıları giderek artan şahinlerin ve Anglofobların arasına katıldı. Bunların arasında, daha 34 yaşındayken göreve getirilen enerjik Savaş Bakanı Kont Dimitri Milyutin de bulunuyordu. Bir başkası güçlü Sibirya genel valisi Kont Nikolay Muravyev. İgnatiyev’in çar için kalıcı bir şekilde güvenceye aldığı Büyük Okyanus kıyılarındaki geniş toprakları ele geçiren Muravyev olmuştu. Bir üçüncüsü, Britanya’nın Asya’daki siyasi ve ticari nüfuzunu durdurmayı acil bi mesele olarak gören, Kafkasya genel valisi Prens Aleksandr Baryatinskiy’di. Prens  1859’da, yeni stratejiler kullanarak Şeyh Şamil’i boyun eğmeye mecbur etmiş ve bu şekilde Kafkasya’nın bazı kesimleri hariç, Rus Hâkimiyetine karşı 40 yıldır sürdürülen kanlı direnişi sona erdirmişti. Baryatinskiy Kafkasya’yı , çar ordularının “Osmanlı, İran ve Hindistan yoluna çığ gibi inebilecekleri” güçlü bir üs olarak görüyordu.

… ..

… .. Son olarak, tepedeki şahinlerin artık beklenmedik  bir müttefikleri vardı: Bu kişi yakında ülkesinin başbakanı ve Alman İmparatorluğu’nun mimarı olacak St. Petersburg’daki Prusya sefiri Otto von Bismark’tı. Rusların Asya’yla ne kadar çok meşgul olurlarsa Avrupa’da o kadar az tehdit oluşturacaklarına inanan Bismark , onları kendi deyişiyle “bütün medenileştirme misyonları”na girişmeye teşvik ediyordu.

Ama çarı Britanyalılar oraya varmadan Orta Asya’nın güneyine doğru ilerlemeye teşvik eden yakın çevresinin, bunun için uygun zamanı beklemesi gerekiyordu. Zira Aleksandr’ın içte halletmesi gereken daha kritik meseleler vardı. Büyük ölçüde, Kırım Savaşı’nın Rus toplumunda, Kırım Savaşı’nın Rus toplumunda görünür kıldığı pek çok eksiklik nedeniyle, çar ülkeyi modernleştirmeyi amaçlayan, 1861’de 40 milyon kadar serfin özgürleştirilmesi ve toprağın bunlara dağıtılması olmuştu. Aleksandr aynı zamanda, Polonya’da yeni bir ayaklanmayla da karşı karşıya kalmış, bu isyanı bastırması 18 ayını almış ve Avrupa’da kınanmasına neden olmuştu. Dahası, çevresinde, Orta Asya’da atılım politikalarına karşı çıkan kıdemli subaylar vardı. Bunlardan biri de Kırım Savaşı’ndan kaynaklanan ekonomik yıkımdan çıkıp toparlanana kadar yeni bir mali yük altına girilmemesi için onu uyaran Maliye Bakanı Mihail von Reutern’di.… 

… ..

… .. İgnatiyev, Britanyalıların Rusya’nın Orta Asya’daki hamlelerine güçlü bir tepki ..göstermesinden duyulan korkulara aldırmadı. Hindistan’daki kanlı ayaklanma yetmiyormuş gibi, -Afganistan, İran ve Çin’le arka arkaya yüksek maliyetle savaşlara giren Britanyalıların, şimdi bir eylemsizlik devresine girmekte olduğunu ve yeni çatışmalara karışmaktan kaçınmak istediğini gösteren açık işaretler olduğuna dikkat çekti. Ama neticede çara kararını verdiren Amerika’daki gelişmeler oldu. Amerikanın güney eyaletleri uzun zamandır Rusya’nın başlıca ham pamuk tedarikçisiydi. Ülkede çıkan İç Savaş sonucunda bu hayati meta akışının kesilmesi, bütün Avrupa’yı çok kötü etkilemişti. Ama Ruslar çoğu ülkeden daha şanslıydılar. Bir süredir Orta Asya’daki Hokand bölgesinde, özellikle de Fergana Vadisinin pamuk yetiştirmeye çok elverişli olduğunu ve büyük miktarlarda üretim yapma potansiyeli taşıdığını biliyorlardı. Aleksandr, başkaları bunu yapmadan, Orta Asya’nın pamuk tarlalarına ya da en azından bu btarlaların mahsulüne el koymaya kararlıydı. Ve bu başkaları, Britanyalılar anlamına geliyordu. 

Başlangıçta, tek tek hanlıklarla ittifaklar yoluyla dostça ilişkiler kurulup ticaret yapılabileceği, bu şekilde kan dökmenin, masrafa girmenin ve Britanyalıların tepkisini çekmenin önüne geçilebileceğini umulmuştu. Ama İgnatiyev, Hive ve Buhara’daki son tecrübesinden hareketle, bunun düpedüz saflık olduğunu savundu. Orta Asya hükümdarlarının güvenilmez ve antlaşmalara uymaktan tek kelimeyle aciz olduklarını söyledi. Emin olmanın ve Britanyalıları dışarıda tutmanın tek yolu fetihti. … .. 1863 sonuna gelindiğinde … 

… .. 

Rusların1864 yazındaki ilk hamleleri, ortadaki 800 kilometre genişliğindeki boşluğu kapatarak Orta Asya’yla güney sınırlarını sağlama almak oldu. Bu hamle Hokand hanının kuzey topraklarındaki birçok küçük şehrin ve kalenin ele geçirilmesinden oluşuyordu. … ..

….. ..

… .. Bu dönemi çalışan Sovyet tarihçisi N. A. Halfin elbette, bunun Britanyalıları yanıltmayı amaçlayan kasdi bir saptırma olduğuna inanır. Söylemeye gerek yok ki Rus ilerlemesi Gorbaçov’un söz verdiği gibi orada durmadı. Birkaç ay içinde, Ruslar bir kez daha güneye doğru ilerliyorlardı. Orta Asya’nın içlerine büyük Rus ilerlemesi başlamak üzereydi. Orta Asya hanlıklarını çarın ayaklarına kapanana kadar durmayacaktı.



Taşkent Aslanı



Birbirleriyle savaşan Hive, Buhara ve Hokand hanlıkları 19. yüzyılın ortalarında, batıda Hazar Denizi’nden doğuda Pamir’lere kadar uzanan, Amerika’nın yarı büyüklüğünde, çöller ve dağlarla kaplı geniş bölgeyi kendi aralarında yönetiyorlardı. Ama bu üç şehir devletinden başka önemli merkezler de vardı. Bunlardan biri, vaktiyle Timurlenk’e başkentlik eden, şimdi ise Buhara emirinin topraklarının bir parçası olan kadim Semerkant şehriydi. Bir başkası, o tarihte Çin’in hakimiyeti altında olan, diğerlerinden yüksek dağlarla ayrılmış Kaşgar’dı. Son olarak, vaktiyle bağımsız olan ama artık Hokand hanına ait, surlarla çevrili büyük Taşkent geliyordu. 

Taşkent bağ bahçeleri, meraları ve 100.000 kişilik  nüfusuyla Orta Asya’daki en zengin şehirdi.  Refahını sadece doğal kaynaklarının zenginliğinde değil, eskiden beri ticaret yaptığı Rusya’ya yakınlığı kadar, tüccarlarının enerjisine ve girişimciliğine de borçluydu. Ama şehrin güçlü tüccar ailelerinin, kendilerinden cezalandırıcı vergiler kesen Hokand’ın hakimiyetinden çıkıp Rus hâkimiyetine girmeye can attıkları sır değildi. Gene önemli bir nüfuz sahibi olan din adamlarının, selametleri için gözlerini Orta Asya'nın en kutsal şehri Buhara’nın emirine diktikleri de aynı şekilde sır değildi. Fırsat verilirse, emir onlara seve seve bu iyiliği yapar, böylece bu büyük ganimeti mülklerine katardı. 1865 baharında, o ve eski hasmı Hokand hanı bir defa daha savaşa tutuştuklarında böyle bir fırsat doğdu. 

Ama şehrin bir talibi daha vardı: Ruslar. Hokand sınır bölgesinin komutanı Tümgeneral Mihail Çernayev için, Taşkent’in ve burayla yapılan kârlı ticaretin tehlikede olduğu açıktı. Bir süredir gözü Taşkent’te olan Çerneyev, Buhara emiri bunu yapmadan  ve iki han tamamen savaşla meşgulken şehri almaya karar verdi. Ne var ki çar ve ST. Petersburg’daki danışmanları Taşkent’i ilhak etmeye henüz hazır değillerdi. Bu kısman İgnatiyev’in verdiği teminatlara rağmen, Britanyalıların nasıl tepki göstereceğinden emin olmamalarından, kısmen Çernayev’in sadece 1.300 kişiden oluşan kuvvetlerinin 30.000 savunucusu olduğu tahmin edilen şehri almak için yeterli olamayabileceğini düşünmelerinden kaynaklanıyordu. … ..

…. ..

Çarnayev, Buhara askerlerinin Hokand hanının topraklarına ilerlemesini Taşkent için ciddi bir tehlike oluşturması karşısında, başka seçeneği kalmadığı notunu bırakarak, 1865 Mayıs’ının başında yola çıktı. Yolda, şehrin güneyinde yer alan küçük Niyazbek Kalesi’ni ele geçirip Taşkent’in suyunun büyük bölümünü sağlayan nehir üzerinde kontrolü ele geçirdi. Mühendisleri nehrin yatağını Taşkent’in suyunu kesecek şekilde değiştirdi. Burada, yardıma çağırdığı takviye güçlerinin de ona katılmasıyla, asker sayısı 1.990’e yükseldi ve 12 top edindi. Beraberce Taşkent’e doğru yola devam ettiler ve Hokand hanının yollarını kesmek üzere gönderdiği kuvveti yenilgiye uğrattıktan sonra, 8 Mayıs civarında şehre ulaştılar. … ..

… ..


… .. St. Petersbeurg gazetelerinde Çerbayev’in zaferi için yapılan resmi duyuruda Taşkent’in sadece geçici olarak işgal edildiğini ilan ederek, işgalin tek amacının şehri Buhara tarafından ilhak edilmekten kurtarmak olduğu vurgulandı. Tehlike aşılır aşılmaz, Taşkent kendine ait bir hanla bağımsız olacaktı. … ..

… ..

… .. Britanya Hindistan’ı da siyasi nüfuzunu kuzeyde Keşmir’e doğru genişletmişti. Öte yandan, Ruslar Şeyh Şamil’i ezdikten sonra, Kafkasya’daki konumlarını sağlamlaştırmış, bu şekilde çok sayıda askeri başka yerlerde konuşlandırma imkânını elde etmiş ve Türkistan’da ileri doğru hamleler yapmaya başlamışlardı. Rawlinson Orta Asya’yla ulaşım imkânlarını büyük ölçüde iyileştirdiklerini gözlemliyordu. Artık St. Pterseburg’dan Volga kıyısındaki Nijni-Novograd’a (bugün Gorki) uzanan bir demiryolu ve Volga üzerinden Hazar Denizi’ndeki ilave 50 tekne savaş zamanında askerleri ve ikmal malzemelerini doğuda Afganistan’a ve Hİndistan’a nakletmek için kullanabilirlerdi.

Hindistan  hükümetindeki görevinden ayrılarak Muhafazakâr Parti’den Parlamento'ya giren Rawlinson, bundan sonra, halkın ilgisizliğinin nedenlerini ele alıyordu. Bu nedenlerden biri, açıktır ki Afgan felâketinin hatırası ve böyle bir şeyin tekrarlanmasına izin vermeme kararlığıydı. Bir diğer neden, Rus ilerlemesini ve sonunda Hive, Buhara, ve Hokand’ın ilhakını hiçbir şeyin durduramayacağına dair yaygın kanaatti. … ..

… .. 

… ..  Rus tüccarlarının ve imalatçılarının gözü nice zamandır Orta Asya’nın bakir pazarlarında ve kaynaklarındaydı; bu kaynakların başında ham pamuk geliyordu. Sonra, emperyal gurur meselesi vardı. Avrupa ‘da ve Yakın Doğu'da eli kolu bağlanan gurur meseleleri vardı. Avrupa’da ve Yakın Doğu ‘da eli kolu bağlanan Ruslar, Asya’da yapacakları kolonyal fetihlerle askeri maharetlerini kanıtlayıp yaşadıkları hüsranı giderme arayışı içindeydiler. Neticede bu, diğer Avrupalı güçlerin dünyanın her yerinde halen ya da daha önce yaptıklarından öte bir şey değildi. Son olarak, stratejik faktör geliyordu. Britanya’yla sorun çıktığı takdirde Baltık Denizi nasıl Rusya’nın Aşil topuğunu oluşturuyorsa. Britanya’nın en zayıf noktasını da Hindistan sınırlarını tehdit edebilecek üslere sahip olmak Rusya’nın pazarlık gücünü büyük ölçüde artırıyordu. … ..

… ..

… .. Buhara askerleri, onun yaklaşması üzerine geri çekildiğinden fazla bir direnişle karşılaşmadı…. …  Böylece, Semerkant 2 Mayıs 1868’de, sadece 2 ölü ve 31 yaralıdan oluşan bir zayiatla Rus İmpoatratorluğu tarafından yutulmuş oldu. 

…..


***

Sadece çöldeki ücra kalesinde hüküm süren Hive hanı, Taşkent’te Kaufman, St. Petersburg’da da İgnatiyev, Hive’yi Rusya’nın yeni Orta Asya imparatorluğuna katacaklarsa, bölgede ulaştırma hatlarını büyük ölçüde iyileştirmeleri gerektiğini gördüler. Askerler Taşkent’e ancak Orenburg’dan uzun ve zorlu bir yürüyüşten sonra ulaşabiliyorlardı; Hive’ye erişim ise önceki seferlerin de gösterdiği gibi bundan da zordu. İhtiyaç duyulan şey, Avrupa Rusyası'ndan hanlığa uzanan, askerin ve levazımatın taşınabileceği doğrudan bir yoldu; Rusya’nın Türkistan’ın üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak için buraya ulaşımın da iyileştirilmesi gerekiyordu. Orta Asya’yı Avrupa bölümüne bağlamanın en aşikâr yolu Hazar Denizi’nin doğu kıyısında bir liman inşa etmekti. Liman yapıldıktan sonra asker ve levazımat Volga ve Hazar üzerinden bölgeye nakledilebilirdi. … ..

… ..

… ..   Dahası, Londra Rusların Orta Asya’da yaptıklarının, Britanya’nın Sind’i ve Pencap’ı Hindistan’daki mülklerine ilave ettiğinde yaptıklarından ve Şah Şüca’yı tahta oturtarak Afganistan’da yapmaya çalıştığı ama başarısız kaldığı işten pek farklı olmadığının farkındaydı ve bundan huzursuzdu. Durumu fazla yüksek perdeden protesto etmek riya suçlamalarına davetiye çıkarmak olurdu. Ne var ki Hazar’ın doğu kıyısında bir Rus kalesinin inşa edilmesi ve buraya asker yerleştirilmesi her bakımdan daha da rahatsız edici bir gelişmeydi zira bu, Afganistan için bir tehdit olarak görünüyordu. Kale, Rusların Hive’ye karşı bir sefer başlatıp hanlığı Orta Asya’daki topraklarına ve tabi kıldıkları bölgelere eklemelerini sağlamakla kalmayacak, Hindistan’a inişin stratejik anahtarı Herat’a da çok yaklaştıracaktı. 

… ..

… ..  Londra ile St. Petersburg arasında tartışmalar ve yazışmalar devam etti. Ama sonunda müzakereler, Afganistan’ın haritasının çıkarılmamış uzak kuzey sınırının, özellikle de neredeyse hiç keşfedilmemiş Pamir bölgesinde, tam olarak nereden geçtiği sorusuna takılıp tıkandı. Zira burası, en ileri Rus askeri karakollarının Britanya Hindistanı’na en yakın olduğu yerdi.


Britanyalı stratejistler şimdiye kadar hep Hayber ve Bolan geçitlerinin Hindistan’a yönelecek bir Rus istila kuvvetinin en olası giriş noktaları olduğu varsayımı üzerine çalışmışlardı. Ama şimdi daha kuzeyde, hakkında neredeyse hiçbir şey bilmedikleri bir bölgede, Kazakların bir gün akın akın Hindistan’a inmek için kullanabilecekleri başka geçitler olduğunun fakına varıyorlardı. Bu huzursuz  edici nahoş istihbaratla ilgili, hâlâ yaşadıkları için şanslı olan, çok maceralı bir yolculuktan sonra Çin Türkistanı’dan henüz dönmüş Britanyalı iki kâşife teşekkür etmeliydiler. Bu yetmezmiş gibi, kâşifler beraberlerinde Rusların orada çevirdikleri entrikalarla ilgili telaşlandırıcı bilgiler de getirmişlerdi. Diplomatik süreç çıkmaza girmiş olabilirdi ama Büyük Oyun için öyle olmadığı kesimdi. 



İpek Yolunda Casuslar


Bu olayların meydana geldiği tarihlerde, Çin Türkistan’ı gerek Britanya gerek Rus haritalarında, yerleri ancak yaklaşık belirlenmiş Kaşgar ve Yarkent gibi vaha şehirleriyle, çok büyük beyaz bir boşluk şeklinde gösteriliyordu. Yüksek dağ sıralarıyla Orta Asya’nın kalan kısmından, muazzam genişlikteki Taklamakan Çölü’yle de Çin’den ayrılan bölge, yeryüzünün en az bilinen yerlerinden biriydi. Yüzyıllar önce buradan geçen ve İmparatorluk Çin’ini uzak Rusya’ya bağlayan İpek Yolu, vahalara büyük refah getirmişti. Ama bu trafik çok uzun bir zaman önce kesilmiş ve vahaların çoğu çöl tarafından yutulmuştu. Bundan sonra da bölgede tekrardan unutulmaya yüz tutmuştu.


Çarnayev, Buhara askerlerinin Hokand hanının topraklarına ilerlemesini Taşkent için ciddi bir tehlike oluşturması karşısında, başka seçeneği kalmadığı notunu bırakarak, 1865 Mayıs’ının başında yola çıktı. Yolda, şehrin güneyinde yer alan küçük Niyazbek Kalesi’ni ele geçirip Taşkent’in suyunun büyük bölümünü sağlayan nehir üzerinde kontrolu ele geçirdi. Mühendisleri nehrin yatağını Taşkent’in suyunu kesecek şekilde değiştirdi. Burada, yardıma çağırdığı takviye güçlerinin de ona katılmasıyla, asker sayısı 1.990’e yükseldi ve 12 top edindi. Beraberce Taşkent’e doğru yola devam ettiler ve Hokand hanının yollarını kesmek üzere gönderdiği kuvveti yenilgiye uğrattıktan sonra, 8 Mayıs civarında şehre ulaştılar. … ..

… ..


… .. St. Petersbeurg gazetelerinde Çerbayev’in zaferi için yapılan resmi duyuruda Taşkent’in sadece geçici olarak işgal edildiğini ilan ederek, işgalin tek amacının şehri Buhara tarafından ilhak edilmekten kurtarmak olduğu vurgulandı. Tehlike aşılır aşılmaz, Taşkent kendine ait bir hanla bağımsız olacaktı. … ..

… ..

… .. Britanya Hindistan’ı da siyasi nüfuzunu kuzeyde Keşmir’e doğru genişletmişti. Öte yandan, Ruslar Şeyh Şamil’i ezdikten sonra, Kafkasya’daki konumlarını sağlamlaştırmış, bu şekilde çok sayıda askeri başka yerlerde konuşlandırma imkânını elde etmiş ve Türkistan’da ileri doğru hamleler yapmaya başlamışlardı. Rawlinson Orta Asya’yla ulaşım imkânlarını büyük ölçüde iyileştirdiklerini gözlemliyordu. Artık St. Pterseburg’dan Volga kıyısındaki Nijni-Novograd’a (bugün Gorki) uzanan bir demiryolu ve Volga üzerinden Hazar Denizi’ndeki ilave 50 tekne savaş zamanında askerleri ve ikmal malzemelerini doğuda Afganistan’a ve Hİndistan’a nakletmek için kullanabilirlerdi.

Hindistan  hükümetindeki görevinden ayrılarak Muhafazakâr Parti’den Parlemento’ya giren Rawlinson, bundan sonra, halkınilgisizliğinin nedenlerini ele alıyordu. Bu nedenlerden biri, açıktır ki Afgan felâketinin hatırası ve böyle bir şeyin tekrarlanmasına izin vermeme kararlığıydı. Bir diğer neden, Rus ilerlemesini ve sonunda Hive, Buhara, ve Hokand’ın ilhakını hiçbir şeyin durduramayacağına dair yaygın kanaatti. … ..

… .. 

… ..  Rus tüccarlarının ve imalatçılarının gözü nice zamandır Orta Asya’nın bair pazarlarında ve kaynaklarındaydı; bu kaynakların başında ham pamuk geliyordu. Sonra, emperyal gurur meselesi vardı. Avrupa ‘da ve Yakın Doğu'da eli kolu bağlanan gurur meseleleri vardı. Avrupa’da ve Yakın Doğu ‘da eli kolu bağlanan Ruslar, Asya’da yapacakları kolonyal fetihlerle askeri maharetlerini kanıtlayıp yaşadıkları hüsranı giderme arayışı içindeydiler. Neticede bu, diğer Avrupalı güçlerin dünyanın her yerinde halen ya da daha önce yaptıklarından öte bir şey değildi. Son olarak, stratejik faktör geliyordu. Britanya’yla sorun çıktığı takdirde Baltık Denizi nasıl Rusya’nın Aşil topuğunu oluşturuyorsa. Britanya’nın en zayıf noktasını da Hindistan sınırlarını tehdit edebilecek üslere sahip olmak Rusya’nın pazarlık gücünü büyük ölçüde artırıyordu. … ..

… ..

… .. Buhara askerleri, onun yaklaşması üzerine geri çekildiğinden fazla bir direnişle karşılaşmadı…. …  Böylece, Semerkant 2 Mayıs 1868’de, sadece 2 ölü ve 31 yaralıdan oluşan bir zayiatla Rus İmparatorluğu tarafından yutulmuş oldu. 

…..


***

Sadece çöldeki ücra kalesinde hüküm süren Hive hanı, Taşkent’te Kaufman, St. Petersburg’da da İgnatiyev, Hive’yi Rusya’nın yeni Orta Asya imparatorluğuna katacaklarsa, bölgede ulaştırma hatlarını büyük ölçüde iyileştirmeleri gerektiğini gördüler. Askerler Taşkent’e ancak Orenburg’dan uzun ve zorlu bir yürüyüşten sonra ulaşabiliyorlardı; Hive’ye erişim ise önceki seferlerin de gösterdiği gibi bundan da zordu. İhtiyaç duyulan şey, Avrupa Rusyası'ndan hanlığa uzanan, askerin ve levazımatın taşınabileceği doğrudan bir yoldu; Rusya’nın Türkistan’ın üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak için buraya ulaşımın da iyileştirilmesi gerekiyordu. Orta Asya’yı Avrupa bölümüne bağlamanın en aşikâr yolu Hazar Denizi’nin doğu kıyısında bir liman inşa etmekti. Liman yapıldıktan sonra asker ve levazımat Volga ve Hazar üzerinden bölgeye nakledilebilirdi. … ..

… ..

… ..   Dahası, Londra Rusların Orta Asya’da yaptıklarının, Britanya’nın Sind’i ve Pencap’ı Hindistan’daki mülklerine ilave ettiğinde yaptıklarından ve Şah Şüca’yı tahta oturtarak Afganistan’da yapmaya çalıştığı ama başarısız kaldığı işten pek farklı olmadığının farkındaydı ve bundan huzursuzdu. Durumu fazla yüksek perdeden protesto etmek riya suçlamalarına davetiye çıkarmak olurdu. Ne var ki Hazar’ın doğu kıyısında bir Rus kalesinin inşa edilmesi ve buraya asker yerleştirilmesi her bakımdan daha da rahatsız edici bir gelişmeydi zira bu, Afganistan için bir tehdit olarak görünüyordu. Kale, Rusların Hive’ye karşı bir sefer başlatıp hanlığı Orta Asya’daki topraklarına ve tabi kıldıkları bölgelere eklemelerini sağlamakla kalmayacak, Hindistan’a inişin stratejik anahtarı Herat’a da çok yaklaştıracaktı. 

… ..

… ..  Londra ile St. Petetrsburg arasında tartışmalar ve yazışmalar devam etti. Ama sonunda müzakereler, Afganistan’ın haritasının çıkarılmamış uzak kuzey sınırının, özellikle de neredeyse hiç keşfedilmemiş Pamir bölgesinde, tam olarak nereden geçtiği sorusuna takılıp tıkandı. Zira burası, en ileri Rus askeri karakollarının Britanya Hindistanı’na en yakın olduğu yerdi.


Britanyalı stratejistler şimdiye kadar hep Hayber ve Bolan geçitlerinin Hindistan’a yönelecek bir Rus istila kuvvetinin en olası giriş noktaları olduğu varsayımı üzerine çalışmışlardı. Ama şimdi daha kuzeyde, hakkında neredeyse hiçbir şey bilmedikleri bir bölgede, Kazakların bir gün akın akın Hindistan’a inmek için kullanabilecekleri başka geçitler olduğunun fakına varıyorlardı. Bu huzursuz  edici nahoş istihbaratla ilgili, hâlâ yaşadıkları için şanslı olan, çok maceralı bir yolculuktan sonra Çin Türkistanı’dan henüz dönmüş Britanyalı iki kâşife teşekkür etmeliydiler. Bu yetmezmiş gibi, kâşifler beraberlerinde Rusların orada çevirdikleri entrikalarla ilgili telaşlandırıcı bilgiler de getirmişlerdi. Diplomatik süreç çıkmaza girmiş olabilirdi ama Büyük Oyun için öyle olmadığı kesimdi. 



İpek Yolunda Casuslar


Bu olayların meydana geldiği tarihlerde, Çin Türkistan’ı gerek Britanya gerek Rus haritalarında, yerleri ancak yaklaşık belirlenmiş Kaşgar ve Yarkent gibi vaha şehirleriyle, çok büyük beyaz bir boşluk şeklinde gösteriliyordu. Yüksek dağ sıralarıyla Orta Asya’nın kalan kısmından, muazzam genişlikteki Taklamakan Çölü’yle de Çin’den ayrılan bölge, yeryüzünün en az bilinen yerlerinden biriydi. Yüzyıllar önce buradan geçen ve İmparatorluk Çin’ini uzak Rusya’ya bağlayan İpek Yolu, vahalara büyük refah getirmişti. Ama bu trafik çok uzun bir zaman önce kesilmiş ve vahaların çoğu çöl tarafından yutulmuştu. Bundan sonra da bölgede tekrardan unutulmaya yüz tutmuştu.

… ..

Çin Türkistan’ı ya da bugün taşıdığı adla Sincan çok uzun zamandır Çin İmparatorluğu’nun parçasıydı. Ama merkezi otoritelerin bölge üzerinde hep zayıf bir kontrolü olmuştu zira Müslüman halkın Mançu hükümdarlarla hiçbir ortak noktası yokken, Pamirler’in öte tarafında kalan Buhara, Hokand ve Hive’deki etnik kuzenleriyle her şeyleri ortaktı. Bunun sonucunda, 1860’ların başlarında Müslümanlar arasında efendilerine karşı şiddetli bir ayaklanma patlak vermişti. Çin şehirleri yakılıp yerle bir edilmiş, sakinleri de katledilmişti. Doğuda başlayan ayaklanma hızla batıya doğru yayılmış, sonunda Türkistan’ın tamamı silahlanarak ayağa kalkmıştı. … ..

… ..

Yakub beg ve hamisi, Ocak 1865’te, yanlarında bir grup silahlı adamla dağları aşıp Kaşgar’a geçtiler. Kanlı bir kargaşa içinde buldukları şehirde rakip hizipler tahtı ele geçirmek ve Çinlileri def etmek için birbirleriyle savaşıyorlardı. Ama Yakub Beg iki yıl içinde, karizmatik liderliği ve Ruslardan öğrendiğiAvrupa taktikleriyle Kaşgar’ı ve Yarkenti hem Çinlilerin hem yerel rakiplerinin elinden almayı başardı. … ..

… ..

… .. Çok geçmeden hâkimiyeti Urimçi’ye ve Turfan’a, Kaşgar’a yaklaşık 1.600 kilometre mesafedeki Hami’ye kadar genişledi. Bey otoritesini Hokand’dan getirdiği kendi askerlerinin yanı sıra, içlerinde Afganların, hatta az sayıda Çinlinin de bulunduğu yerel etnik gruplar ve aşiretler arasından devşirilen paralı askerlerle sağlıyordu; bunlardan başka Hindistan ordusundan firar ederek, dağları aşmış gelmiş bir avuç asker kaçağı da vardı. … ..  ..  Mağlup olan Çinliler gibi onlar da beyin karman çorman ordusunun elinde yapma, katliam ve tecavüze maruz kalıyorlardı. Dahası, teslim olan her vaha şehrine ve köye, Yakup Beg’in gizli polisi ve vergi tahsildarları gidip dehşet saçıyor ve halkı soyuyordu. … ..

… .. …

… .. Dahası, Kaşgar’da, Rusların Türkistan’ı yenik hükümdarın elinden almak amacıyla sınıra asker sevk ettiklerine dair güçlü söylentiler vardı. Britanya’dan daha iyi bir müttefik bulabilir miydi?

… ..

… ..

Geçmişte Ruslara karşı savaşmış olan Yakub Beg, kudretli kuzey komşusunun,kendi tahtı için, fazla zorlanmadan yenilgiye uğrattığı Çinlilerden katbekat büyük bir tehlike oluşturduğunun farkındaydı. Rus askerlerinin Kaşgar’a öyle uzun bir yürüyüş mesafesinde olmayan sınırda hazır beklediklerini de biliyordu. … ..

… … Yakub Beg konusunda bir çeşit ikilmem içindeydi. Sadece Kaşgar’ın Orta Asya’da Rus karşıtı hissiyet için bir toparlanma noktası haline gelme ihtimalinden değil, bu Müslüman maceracının, Britanyalıların yardımı ve cesatlendirmesiyle, Rusları yeni elde ettikleri topraklardan sürüp çıkarmayı amaçlayan bir cihat bile başlatacabileceğinden endişe ediyordu. Şahinler, zaman henüz onlardan yanayken, Kaşgarya’yı istila etmek  ve kalıcı bir şekilde Rus hâkimiyeti altına almak için sabırsızlanıyorlardı. … .. … ..     Rusların Kaşgarya’ya yürümesinin hem Çinlileri hem Britanyalıları öfkelendirip teyakkuza geçireceği kesindi. (Çinliler bölgeyi, bir  süreliğine kaybetmiş olsa bile hâlâ imparatorluklarının bir parçası olarak görüyorlardı). Kırım Savaşı felaketinin anısı Rusların zihninde hâlâ tazeyken, Çar Aleksandr kendini henüz bu riski alacak kadar güvende hissetmiyordu. Bu nedenle, Kaşgar’a bir ordu yollamak yerine bir başka çözüm bulmaya çalışmak amacıyla bir elçi gönderilmişti.

St. Petersburg’un Yakub Beg’den en çok istediği, antlaşmada yer alan hakları, özellikle de İgnatiyev’in Çinlilerden elde etmiş olduğu ticari ayrıcalıkları tanımasıydı. Bu hakların Britanyalılara geçmesini engellemeyi de özel olarak arzuluyordu. … ..

… ..

… .. Nihayetinde bey faniydi. Çinliler ise daha uzun bir süre etrafta olacaklardı. Shaw farkında olmasa da bu müzakereler onun Kaşgar’a geldiği günden beri sürüyordu. Nitekim Rus bir elçi , o gelmeden kısa bir süre önce, Yakub Beg’in yeğenini de elçi olarak yanına alıp St. Petersburg’a gitmek üzere şehirden ayrılmıştı. Ama Aleksandr bunun hem Pekin hem de Yakub Beg tarafından tanınma olarak anlaşılabileceğinden çekinerek onunla görüşmeye reddetmişti. Yakub Beg çok öfkeliydi. Rusların otoritesini tanımaya niyetleri olmadığını anlayarak, memnuniyetsizliğini onları en üst derecede teyakkuza geçirecek ve canlarını sıkacak  bir şekilde göstermeye karar verdi. Yüzünü artık Orta Asya’daki başlıca rakipleri olduğunu bildiği Britanyalılara döndü.

Robert Shaw, arkasında ne yaptığını bilmese de bunu ilk kez Yakub Beg’le görüşmeye çağrıldığını öğrendi. ……

… ...

…. .. İltifat faslı bitince, Yakub Beg sadede geldi. Shaw’a “Senin memleketine bir elçi göndermeyi düşünüyorum” dedi. …..

… ..

… .. Hindistan'a Rusların Kaşgarya üzerinden  yürüme, Yakub Beg’i devirme ve krallığını Orta Asya imparatorluklarına katma düşüncesinde oldukları kanaati ile döndüler. … ..

… ..


Gırtlağa Dayanmış Soğuk Çelik Hissi


… ..

… .. Hayward sefere çıkma kararının tamamen kendisine ait olduğunu ve bütün riskleri kendisinin üstlendiğini ve oradan hareketle, Darkot Geçidi üzerinden Pamir bölgesine girmeyi umuyordu.

Naip Lord Mayo son dakikada onu nuyararak, düşüncesinden caydırmaya çalıştı: Seyahatinizi gerçekleştirmekte hâlâ kararlıysanız, bunu kendi sorumluluğunuzla yaptığınız net bir şekilde anlaşılmalıdır.” Ama Hawyard Kaşgar’ı ziyaret etmekle zaten hükümete bir kez meydan okumuştun ve bu defa onu durdurmak için yapılabilecek çok az şey vardı. Ne de olsa, devlet memuru değildi ve artık Kraliyet Coğrafya Derneği’ne hesap verme yükümlülüğü yoktu. O artık serbest bir ajandı. Neticede, düşüncesinden caydırılamadı ve 1870 yazında, yanında beş yerli hizmetkârla maharacanın topraklarından geçerek kuzeye gitmek üzere yola çıktı. Kafile, maharacanın başkenti Srinagar’a ve Keşmir’in kuzey sınırındaki küçük Gilgit şehrine uğradıktan sonra, olaysız bir şekilde  Dardinistan’a geçti. …..

… ..

Rusya, bundan sonra kısa bir süre önce İstanbul sefirliğine atanan Kont İgnatiyev’in teşvikiyle, Kırım Savaşı’ndan sonra imzalamak zorunda kaldığı Paris Antlaşması’nın ilgili aşağılayıcı şartlarını tek taraflı olarak geçersiz ilan etti. Hatırlanacağı üzere , bu maddeler Karadeniz’de Rus savaş gemileri ve donanma tesisleri kurulmasını yasaklıyordu. Haber Londra’da dehşet yarattığı zira yasağın amacı Rus filosunu Türk Boğazları’ndan ve Akdeniz’den mümkün olduğunca uzak tutmak ve Britanya'nın Hindistan’la hayati bağlantısını korumaktı. Ne var ki diğer büyük Avrupalı güçlerden tam destek görmeyen Britanyalıların, St. Petersburg’la savaşa girmekten başka yapabilecekleri fazla bir şey yoktu ve hükümet savaş konusunda isteksizdi.

Bunu, kısa bir süre sonra, Rusya’nın 1871 yazındaki bir sonraki ileri hamlesi izledi. Gerçi, hamlenin yapıldığı bölgenin uzaklığından ötürü, Britanyalıların bunu duyması üç ay aldı. Güney Sibirya’ya açılan önemli stratejik geçitlere hâkim olan, Müslümanların yaşadığı Hi bölgesi,son ayaklanmada Çin hakimiyetinden kurtulmuş ve geçici olarak bağımsızlığını kazanmıştı. Yakub Beg, topraklarının bitişiğinde, Kaşgar’ın güneydoğusunda yer alan bölgeyi henüz ilhak etmemişti. Ama Yakub Beg’in burayı ele geçirmek üzere olduğuna inanan ya da en azından bunu iddia eden General Kaufman, bölgenin işgalinin Rusya’nın güney sınırlarını tehdit edeceği düşüncesiyle, askerlerine ondan önce davranmalarını emretti. Zira doğrusunu söylemek gerekirse, yıkıcı ordular Moğollar zamanında Rusya’ya bu geçitleri aşarak akın etmişti, bu da Rus stratejistlerin bunları Hayber Geçidine benzetmelerine neden oluyordu. Ama Hi Vadisi’nin önemi bununla da sınırlı değildi. Kaufman’ın jeologlarının gayet iyi farkında oldukları gibi, bölge maden bakımından zengindi; generallerin gözünden kaçmayacak bir özelliği de bu ıssız bölgenin başlıca tahıl ambarı olmasıydı. 24 Haziran’da geçitleri aşarak Hi üzerine yürüyen Ruslar, onları durdurmaya çalışan, en az iki kat kalabalık bir kuvveti yenilgiye uğrattılar. Ertesi gün, bölgenin başkenti Kulca’ya girdiler ve Rus komutan bunu yapmaya yetkisi olmadığı halde, bölgenin “Ebediyen” ilhak edi

ldiğini ilan etti. St. Petersburg’un sonradan bunu düzelterek , olayın sadece geçici bri işgal olduğunu açıklayacaktı.

Hi bölgesi, Çinlilerin Türkistan’dan kovulmasından beri en yakın Çin ileri karakollarına o kadar uzaktı ki St. Petersburg tarafından resmen bildirilene kadar, Pekin Rusların tecavüzünden tamamen habersiz kaldı. Çinlilere, çar kuvvetlerinin Hi’yi imparator adına asilerden geri aldığı ve kendisi burayı Yakub Beg’e ya da başka birine karşı savunabilecek hale gelinceye kadar ellerinde tutacakları anlatıldı. Buna kanmayan Çinliler , derhal bölgenin kendilerine iade edilmesini talep ettiler. St. Petersburg bunu reddetti ve iki güç arasındaki ilişkiler donma noktasına geldi. … …

… .. Yakub Beg’le müzakereleri yeniden başlatmaya karar veriler. 1872 baharında da beyin Kaşgar’daki sarayına, pazarlarını soın derece elverişli koşullarda Rus mallarına açması karşılığında, onu resmen tanıma teklifinde bulunmak üzere kıdemli bir siyası subway gönderdiler; böylece Britanyalılar fiilen ülkenin dışında tutulabilecekti.

Halnuki Yakub Beg’in amacı, Kaşgar'daki yabancı nüfuzunu asgari seviyede tutmaktı. … ..

… .. 1873 yazında ikinci bir Britanya heyeti Karakurum Dağları’nı aşmak üzere yola çıktı. … ..

… ..    Şahin muhaliflerin Rus emellerine korkakça teslim olmakla eleştirdikleri Briştanya’nın Orta Asya’daki ustalıklı eylemsizlik politikası, 390 yıl sonra nihayet son buluyordu.


Londra’nın benimsemeye başladığı bu daha sert çizgi, ilk baştatatminkâr sonuçlar vererek Rusların Hindistan’a yönelik yeni hamlelerinden duyulan korkuları yatıştırdı. Rusların daha önce görülmedik bir şekilde alttan almaları, Afganistan’ın kuzey sınırının yeri konusunda Londra'yla çoktandır devam eden ihtilafını sona erdirdi.Anlaşmazlık, Rus ileri karakollarının Britanya Hindistanı’na en yakın olduğu, Ceyhun’un yukarı çığırındaki ücra ve dağlık Bedahşan ve Vahan bölgelerindeki hâkimiyetin kime ait olduğu  konusunda çıkmıştı. Londra baştan beri, buraların Doğu Afganistan’ın ayrılmaz parçası olduğunda ısrar ederken, St. Petersburg buna karşı çıkarak, Buhara emirinin hak iddiasının daha haklı olduğunu savunmuştu. Ocak 1873’de, Ruslar aniden ve beklenmedik biçimde geri çekilerek, bu iki bölgenin Afganistan emirinin toprakları içinde yer aldığını kabul ettiler. Dahası, Afganistan’ın kendilerinin değil, Britanya’nın nüfuz alanı içinde olduğunu bir kez daha teyit ettiler. … ..

… ..

… .. Ama Britanyalıların o sırada anlamadıkları, Rusya'nın Bedahşan ve Vahan’ı teslim etmekteki tek amacının, gerçekleştirecekleri yeni bir ilerlemeyi perdelemek olduğuydu; St. Petersburg’da en yüksek seviyede planlanmakta olan bu saldırı şimdiye kadarkilerin açık farkla en gözü karası olacaktı. 

… ..

Afgan sınır anlaşmasından sadece bir ay önce, Çar Aleksandr’ın  şahsen başkanlık ettiği Devlet Konseyi’nin olağanüstü bir oturumunda, nihayet Hive’ye karşı topyekûn bir saldırı başlatmaya karar verilmişti. Bu sfer için gizli hazırlıklar aylardır sürdürülüyordu ama Afgan sınırıyla ilgili anlaşma, böyle bir hamle için ideal fırsatı sunuyor gibi göründü. Çar ve danışmanları, Britanyalılara istediklerini bırakmanın, Londra’nın Hive’nin ele geçirilmesine itiraz etmesini zorlaştıracağı düşüncesindeydiler. … ..

… ..

1717’de ve 1839’da uğradıkları iki bozgundan sonra, bu defa risk almayan Ruslar, çölde aynı anda üç istikametten -Taşkent, Orenburg ve Krasnovodsk’tan- ilerlemeye başladılar. … ..

… ..

… .. 28 Mayıs 1873’te, han kaçtı ve ertesi gün Kaufman muzaffer bir şekilde Hive’ye girdi. 

Ruslar Taşkent, Semerkant ve Buhara’da olduğu gibi  … .. Hive’nin düşüşü St. Petersburg için ses getiren psikolojik bir zafer oldu. Bu başarı, önceki Hive facialarının yanı sıra Kırım yenilgisinin doğurduğu aşağılanma duygusunu hafiflermekle kalmadı, çarın Orta Asya’nın her yerinde güçlenen yenilmezlik şöhretini ve askeri itibarını da büyük ölçüde artırdı. Ayrıca Rusların, Ceyhun’un aşağı çığırındaki ulaşımın kontrolünü, beraberinde getirdiği ticari ve stratejik kazançlarla birlikte ele geçirmelerini ve Hazar Denizi’nin doğu kıyısını tamamen hâkimiyetleri altına almalarını sağladı. Hive’nin düşüşü, Rusya’nın Güney Asya kanadındaki büyük boşluğu da kapattı…. ..

… .. St. Petersburg’daki Britanya sefiri Dışişleri Bakanlığı’nı uyararak, Rusların Hive’yi ele geçirmekle,”İran ve Afganistan’ın bağımsızlığını tehdit edebilecekleri, dolayısıyla da Hindistan İmparatorluğumuz için kalıcı bir tehlike oluşturabilecekleri” bir üs sağladıklarını bildirdi. … ..

… ..

… .. Rusya’ya sıkıca bağlanan Hokand’ın adını anmadan geçmişti. 1875 yazında Hokand’da, hem Ruslar hem onları kuklaları olan hana karşı patlak veren bir ayaklanma, Kaufman’a, o tarihte hâlâ kâğıt üzerinde bağımsız olan bu istikrarsız bölge üzerindeki kontrolünü pekiştirme fırsatını vermişti. Askerleri, 22 Ağustos’ta isyancı ana orduyu bozguna uğratmış, generalin kendisi de bundan dört gün sonra Hokand’a girerek, şehre Rus İmparatorluğu bayrağını dikmişti. Asilerin ağır kayıplar verdiği yeni çatışmalardan sonra, Andican ve şehirleri de düşmüştü. Çok geçmeden, hanlığın çarın Orta Asya imparatorluğunun resmen ilan edilmiş ve ismi Fergana Eyaleti olarak değiştirilmişti… … Sonuçta Ruslar tam on yıllık bir süreçte, ABD’nin yarı büyüklüğünde bir bölgeyi ilhak etmiş ve Orta Asya’da, batıda Kafkasya’dan doğuda Kulca’ya kadar uzanan bir savunma seddi oluşturmuşlardı.

… ..

… .. Hokand’ın Rus İmparatorluğu topraklarına katılması, Kaufman’’ın savaşta pişen askerlerini Kaşgar’ın 320 kilometre yakınına getirmişti. Rusların Yarkent’le birlikte burayı da almaları, artık sadece bir zaman meselesi olabilirdi; böylece, Ladakh’a ve Keşmir’e giden geçitlerin kontrolünü de elde etmiş olacaklardı. Ardından, Hindistan’ın kuzey sınırlarının etrafındaki çember kapanacak, bu da Ruslara seçtikleri bir ya da daha fazla noktadan güneye saldırma imkânını verecekti. Yollarındaki tek engel kuzeyin büyük dağ sıralarıydı -Yüksek Pamirler ve Karakurum Dağları. Bunlar yakın zamanlara kadar, topları ve diğer ağır donanımıyla modern ordu tarafından aşılması imkânsız dağlar olarak görülüyordu.  … ..

… ..

… .. Ne var ki Kaşgarya ile Britanya arasında ebedi dostluk antlarına ve büyük bir ticari ortaklık vizyonuna rağmen, sonuçta bunlardan hiçbir şey çıkmayacaktı.Gerek Britanyalıların gerek Rusların bölgede Avrupa malları için var olduğuna inandıkları büyük pazarların hayal mahsulü olduğu kanıtlanacaktı. … .. 

... ..


“Kuzeyli Bir Hekim”


… .. Yarbay Gordon, gene de üç haftada yaklaşık 650 kilometre yaparak Pamirler’i aştı. Burada buluşan diğer üç dağ sisteminin -Hindikuş, Karakurum ve TienŞan (Tanrı) dağlar tersine Pamirler dağlarla ve vadilerle kesilen çok geniş  bir platodan oluşur. Civar bölgelerde yaşayan aşiretlerin Bam-ı Dünya, yani Damı adıyla andıkları bölgede, neredeyse hiçbir insan yerleşmesi, ağaç ve başka bitki yoktur. … ..  bu çok az bilinen bölgenin Britanya kurmay haritalarında oluşturduğu boşlukları olabildiğince doldurabilmek ve başka bazı kritik stratejik soruları cevaplamaktı. 1874 baharında beraberlerinde getirdikleri istihbarat bilgileri son derece tedirgin ediciydi.

… ..

… .. Gerçekte, çarın Ceyhun’un tam karşısında yer alan, Hokand bölgesindeki yeni garnizonlarından harekete geçen bir Rus kuvvetinin, nehri aşarak, geçitlerden Dardistan’a ve Keşmir’e inmesini ve oradan Hindistan’a girmesini engelleyecek çok az şey vardı. … ..

… ..


***

1874 baharında, Gladstone’un liberal hükümetinin düşmesinin ardından, Tory’ler büyük bir çoğunlukla iktidara döndüler. Başlarında, Britanya’nın emperyal kaderine ve güçlü bir dış politika sürdürmesi gereğine tutkuyla inanan Benjamin Disraeli bulunuyordu. Disraeli’nin bu görüşlerini Kraliçe Victoria da paylaşıyordu. … … 

… .. St. Petersburg’un Orta Asya’da elde ettiği dramatik kazanımlardan sonra, kabinenin dikkati doğaldır ki Hindistan üzerinde yoğunlaşmıştı. … ..

… ..

… .  Bunlardan biri, yeni açılan Süveyş Kanalı’nın hisselerinin %40’ının Mısır Hidivinden büyük bir gizlilik içnde satın alınmasıydı. Kanal Britanya ile Hindistan arasındaki deniz yolunu 7200 kilometre kısaltıyordu ve Disraeli, gerek askerle gerek malar için büyük önem taşıyan bu hayati suyolunun, düşmen bir güç -hele de İstanbul’u ve Türk Boğazları’nı ele geçirmeleri halinde Ruslar- tarafından asla tehdit edilemeyeceğinden mutlak surette emin olmak istiyordu. Mısır Hidivinin bütün hisselerinin satın alınması ki bu, en büyük hissedarı durumuna getirirdi. Hindistan’la iletişimde ikinci büyük iyileşme, 1870’de Londra’yla Hindistan arasında doğrudan bir denizaltı kablosunun döşenmesiyle sağlandı. Beş yıl önce, bir yer üstü telgraf hattının yapımı tamamlanmıştı ama trafik Tahran üzerinden aktığından ,, savaş zamanında hattın müdahaleye ya da kesintiye uğrama tehlikesi vardı. … ..

… ..


Yüzbaşı Burnaby’nin Hive Yolculuğu

… ..

… ..

Kriz 1875 yazında, sultanın Balkan vilayetlerinden Hersek’in ücra bir köyünde Osmanlı hâkimiyetine karşı çıkan bir isyanla başladı. İsyan oradan hızla Bosna, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan’a yayıldı. … ..

… .. Mayıs 1896’da,k başıbozuk denen gözü dönmüş Türk çetelerinin 12.000 Bulgar Hıristiyanı’nı kılıçtan geçirdiği katliam, krizi derinleştirdi. Bu katliam, Türklerin neredeyse bütün  dünyada makkûm edilmesiyle sonuçlanacak ve Osmanlı hâkimiyeti altında yaşanan tüm Hıristiyanların koruyucusu olma iddiasındaki çar ile sultan arasında savaş ihtimalini daha da güçlendirecekti. Britanya’da , neredeyse hepsi Türkofil olan Rusufoblar, suçu sorunu başlatmakla suçladıkları çarın üzerine yıkmak için çok uğraştılar. Başbakan Disraeli, Bulgar katliamlarıyla ilgili haberleri, “kahvehane gevezeliğ” diyerek ciddiye almadı. Gladstone ise Türklerin pılılarını pırtılarını toplamalarını ve Balkanlar’dan temizlenmelerini istedi. 

… ..

… ..

… .. Nisan 1877’de, o hâlâ kitabını yazarken, Rusların, Osmanlı’ya savaş ilan ettiği ve bir yandan Doğu Anadolu’nun içlerine ilerlerken, Balkanlar üzerinden İstanbul’a doğru yürüyüşe de geçtikleri haberi Londra’ya ulaştı.

… ..

… ..

***

Ruslar İstanbul'a ulaştığı takdirde , Kraliçe o kadar aşağılanmış olacaktır ki bu olursa derhal tahtan çekilmeyi düşünüyor.” Disraeli’ye bunu yazan ve ondan “cesur olmasını” isteyen, bizzat Kraliçe Viktorya’ydı. Galler prensine de şöyle demişti: “O tiksinyti uyandıran Ruslarla (...) savaşmaksızın (...) yapılacak herhangi bir düzenlemenin ya da onlarla bir gün dost olacağımıza inanmıyorum! İçlerinden hep nefret edecekler, biz de onlara asla güvenemeyiz. İçlerinden azı, söz konusu problemleri kavramak şöyle dursun, Bulgaristan'ın ya da Hersek’in nerede olduğuna dair net bir fikir sahibi olduğu halde, kraliçenin duyguları geniş kitleler tarafından paylaşılıyordu. O sıralarda müzikhollerde çok popüler olan jingoist bir şarkının aşağıdaki nakaratı, kitlelerin ruh halini gayet iyi özetliyordu:


Savaşmak istemiyoruz

Ama jingo* adına eğer istersek,

Askerlerimiz var, gemilerimiz var,

Paramız da.

Daha önce Ayı’yla savaştık,

Ve bizler gerçek Britonlar oldukça,

Konstantinopolis’i alamayacak Ruslar

Bütün beklentilere rağmen , Rusların Osmanlı başkentine ilerleyişi yavaş oldu. Türklerin Bulgaristan’daki Plevne Kalesi'nde gösterdikleri kahramanca ve kararlı direnişi, ilerlemeyi beş ay geciktirdi. Kuşatma istilacılara 35.000, onlara katılmaya ikna edilen Romenlere 5.000 cana mal oldu. Doğuda da Rusların Kafkasya kuvvetleri ilk baştaki başarılara rağmen, St. Petersburg’un öngördüğünden daha sert bir direnişle ve kendi hatlarının gerisindeki Müslüman aşiretler arasında çıkan milliyetçi ayaklanmalarla karşı karşıya kaldı. Ne var ki sonunda Türk direnişi çöktü ve Rus orduları Şubat 1878’de İstanbul’un kapısına dayandı; Rusların asırlık düşlerinin gerçekleşmesine ramak kalmış gibiydi ama karşılarında Britanya’nın Boğazlara demirlemiş Akdeni filosunu buldular. Bu, Ruslara daha fazla ilelememeleri için yapılmış açık bir uyarıydı. Artık savaş kesin görünüyordu.

Bu arada, böyle bir ihtimali öngören General Kaufman, Türkistan’da 30.000 kişilik bir kuvvet toplamıştı; bu Orta Asya’da o zamana kadar seferber edilmiş en büyük güçtü. Generalin niyeti, savaş patlak  verdiğinde Afganistan üzerinden Hindistan’ın tepesine binmekti. Aynı zamanda, Britanyalılara karşı Afganların işbirliğini sağlamak için , Tümgeneral Nikolay Stolyetov’un önderliğinde güçlü bir heyeti Kabil’e göndermişti. İdeal durumda, Afganistan saldırı için sıçrama tahtası işlevi görecek ve Hayber Geçidi ülkeye başlıca giriş noktası olacaktı. Hem Rus hem de Afgan askerlerinden oluşması umulan istila kuvvetinin … … 

… ..

… .. İstanbul’a sadece iki günlük yürüme mesafesindeki Ruslar ile Türkler arasında alelacele bir ateşkes imzalandı. Anlaşmayla, Bulgarlar Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını elde ettiler ve Doğu Anadol’da geniş toprakları Ruslara verildi Britanyalılar buna itiraz ettiler. … ..

… ..

…. .. Şimdi, Avusturya-Macaristan da Bulgaristan meselesi üzerinden Britanya’nın müttefiki olmuştu; ayrıca, Rus kuvvetlerini İstanbul önünden geri çekmeye mecbur etmek amacıyla 7.000 Britanya askeri Hindistan’dan Malta’ya sevkl edilmişti. … … Temmuz 1878’de toplanan Berlin Kongresi’nde tartışmalı antlaşma Rusya hariç bütün büyük güçleri memnun edecek şekilde gözden geçirildi. Çar büyük baskı altında, Türklerden elde ettiği bazı sınırlı kazanımlar karşılığında askerlerini geri çekmeye razı oldu. Sultan ise savaşta kaybettiği topraklarının üçte ikisini geri aldı. Öte yandan, Britanyalılar Kıbrıs’ı işgal ederken, Bosna ve Hersek Avusturyalılara geçti. Böylece, kazandığı yüksek maliyetli zafer, diğer büyük güçler tarafından St. Petersburg’un elinden alınmış oldu; bunda Britanyalılar kilit rol oynamıştı.

… ..

… ..

Verilen ültimatomun süresinin dolduğu 20 Kasım gününe gelindiğinde; Şir Ali’den henüz cevap alınamamıştı. Ertesi gün Britanya askeri üç koldan Kabil üzerine ilerlemeye başladı. On gün sonra, emirden Britanyalı bir heyetin gönderilmesini kabul ettiğini bildiren bir mektup geldi. Ama mektupta naibin talep ettiği özür yer almıyordu. Her halükârda artık çok geçti zira ikinci Afgan Savaşı çoktan başlamıştı. Lytton emire kolay kolay unutamayacağı bir ders vermeye, St. Petersburg’a da Britanya’nın Afganistan’da hiçbir rakibi hoş görmeyeceğini göstermeye kararlıydı.



Bala Hisar’da Kan Banyosu


Alelacele toplanan 35.000 kişilik Britanya kuvvetinin üç noktadan Afganistan sınırını geçmesiyle, olaylar hızla gelişti. Britanya kuvvetinin ilk hedefi Hayber Geçidi, Celalabat ve Kandahar’ın ele geçirilmesiydi ve kısa ama çok sert birkaç çarpışmadan sonra bu hedefe ulaşıldı. Britanyalıların saldırdığını öğrenen emir, hemen General Kaufman’a dönüp ondan vermeyi vaad ettiğine inandığı 30.000 askeri acilen göndermesini talep etti. Ama dehşet içinde generalden kış ortasında bunun söz konusu olamayacağı cevabını aldı; … ..

… .. çaresizlik içinde emir, St. Petersburg’a şahsen gidip çardan ve diğer Avrupalı güçlerden  yardın rica etmeye karar verrdi. … ..

… ..   Ruslar tarafından yüzüstü bırakılan ve Britanyalılarla savaşta olan talihsiz Şir Ali’nin yüzünü dönebileceği kimse kalmamıştı. Cesareti ve kalbi kırılmış halde, yemek yemeyi reddederek, Şubat 1879’da Belh’de son nefesini verdi. Birkaç gün sonra, Britanyalılar Yakub Han’dan bir haber aldılar; mesajda, babasının “hayat donundan çıktığı, Ulu Davetçi’nin çağrısına uyduğu ve ilahi Mağfiret diyarına kpştuğu”nu belirtmişti. Uzun yıllar babasına mauhalefet etmiş Yakub Han’ın tahta çıkması, iki tarafta da durumu yeniden değerlendiröme şansı verdi. … …

… ..   Koşullar epeyce sertti ve emirin Afganistan’ın dış politikasının dümenini Londra’ya teslim etmesini, Kabil’de ve diğer şehirlerde Britanya heyetlerinin bulundurulmasına razı olmasını ve Hayber Geçidi de dahil Hindistan sınırına yakın bazı toprakların Britanya’ya bırakılmasını içeriyordu. Aslında bazı Britanyalı komutanlar yerel aşiretlerin şiddetli direnişi, sert kış koşulları, yaygın hastalık ve ulaşım güçlükleri nedeniyle ilerlemeyi zor gördüklerinden , istila hareketi neredeyse durmuştu. … ..

… ..

***

Kalküta endişe içinde Kabil’den yeni bir haber gelmesini beklerken, St. Petersburg, kendi heyetini Afganistan’dan alelacele ayrılışının ve Osmanlı’yla yapılan son savaşın hüsran yaratan sonuuuuuuucu ardından, Orta Asya’da kendi amour propre’unu (izzetinefis) onarma çabasındaydı. Tek hayal kırıklığı da bunlar değildi. Rusların onca zamandır gözünün olduğu Kaşgar, aniden, Sincan’ın kalan kısmıyla birlikte yeniden Çin Hâkimiyeti altına girmişti. İmparator bu girişimi yıllarca erteledikten sonra, nihayet Yakub Beg’e karşı harekete geçerek,  kaybettiği toprakları geri alma emriyle batıya büyük bir ordu göndermişti. … ..

… ..   Kaşgar gene güvenli bir şekilde imparatorun elindeydi ve üç güçlü imparatorluk -Britanya, Rusya ve Çin- şimdi Pamirler üzerinde karşı karşıya gelmişti. Rusya’nın elinde sadece Hi ve başlıca kenti Kulca kelmıştı.

… ..

…. ..

***

… ..

…. ..Cavagnari’nin Kabil’den gönderdiği yerli bir ajan, bitip tükenmiş bir halde sınıra gelerek, Rezidnas’ın üç isyancı Afgan alayının saldırısına uğradığını anlatmıştı. … ..

… …    Rezidans’ın isyancılar tarafınndan basıldığı ve gözü kar ama unmutsuz bişr direnişten sonra içeridekilerin tamamının öldrüldüğü öğrenildi. … ..

… ..


Türkmenlerin Son Direnişi


… ..

… ..

… …   Rusların, 1867’de Alaska’yı 7 milyon dolara ABD’ye satmaları dışında (satış St. Petersburg’un burayı savunmanın kolay ve ekonomik olmadığına karar vermesinden sonra yapılmıştı), hiçbir yere bayraklarını gönderden indirdikleri duyulmamıştı. Kulca ve civarının Ruslar tarafından bundan on yıl önce, buraların Yakub Beg’in eline geçmesini engellemek için (en azından St. Petersburg’un o sıradaki iddiası buydu) ilhak edildiğini hatırlayalım. Çinlilerin Hi adıyla andıkları Kulca , Kuzeye, Rusya’ya uzanan stratejik yollara hâkim konumda olduğundan, bunda belli bir haklılık payı vardı. Ama St. Petersburg’un daha önce verdiği, Pekin Sincan’ı Yakub Beg’in kontrolünden kurtarır kurtarmaz burasının Çin’e iade edileceği yolundaki teminatlara rağmen, bu sözlerde durulmamış ve arkasından  uzun ve sert bir diplomatik kavga başlamıştı. 

Sonunda, 1880 baharında Çinliler Kulca’yı zor yoluyla geri alma tehdidini savurmuş ve bu amaçla bir ordu toplamaya başlamışlardı. Ruslar o sırada Çin’le savaşa girmeye ne istekli ne bunu yapabilecek güçte olduklarından, yüzyıllardır izledikleri asgari riskle azami kazanım politikası doğrultusunda Çinlilere yol verdiler ve Britanyalıları , Pekin!in beklenmedik savaşçı tutumunun arkasında durmakla suçladılar. Ertesi yıl i

mzlanan St. Petersburg Antlaşlması’yla, Ruslar Kulca’yı geri vermeyi kabul ederken, batıdaki küçük bir toprak parçasını ellerinde tuttular ve Çinlilerden, bölgeyi onlar adına korumalarının karşılığında ağır bir işgaliye aldılar. Rusların Asyalı bir gücün tehditleri karşlısında geri adım attığı bundan önce görülmüş bir şey değildi. … ..

…. ..

…   Babasının öldürülmesinden sonra III. Aleksandr’ın taç giyme törenine davet edilenler arasında, Merv’den gelen birtakım Türkmen reisleri de vardı.  … ..

… ..

… ..  Bunun amacı onlara Rusya’nın askeri kudretini hatırlatmak ve daha fazla direnmenin nafile olmalarını sağlamaktı. Bu taktik işledi. Törenin şatafatı ve ihtişamından ve her yeri tutmuş silahlı askerlerin ve topların görüntüsünden çok etkilenen reisler, son kaleleri olan Merv’e, çarın ordularına karşı durmanın çılgınlık olacağına ikna olmuş vaziyette döndüler. … ..

… ..

… ..   Onca zamandır Trans-Hazar’ın efendileri olan bir zamanların gururulu Türkmenleri, umutsuz bir tartışmadan sonra başkentlerini teslim almayı ve St. Petersburg’un hâkimiyeti boyun eğmeyi kabul ettiler.

… ..

… ..   haber, Sudan’da büyük bşir krizle uğraştığı için bu konuda fazla bir şey yapacak durumda olmasa da Britanya hükümetini çok şaşırtmadı. … ..

… ..

Merv’in teslim olması, Rusofoblar için, neredeyse Ruslar için olduğu kadar büyük bir zaferdi zira her şey tam da öngördükleri gibi olmuştu. … ..

… ..

… .. Zira fethedilen hanlıklar ile Hindistan’ın sınırları arasında çok büyük dağ sıraları ve çöller uzanırken, Herat ve Kandahar’dan geçerek Merv’den İndus’a inen yürüyüş hattında böyle engeller bulunmuyordu. Üstelik başı ezilmiş olduğundan, Kafkasya’da ve Türkistan’daki çar ordularının Hindistan’ karşı ortak bir komuta altında birlikte hareket etmesini durduracak hiçbir şey kalmamıştı. Rusların Trans-Hazar üzerinden doğuya, Merv’e doğru uzanan bir demiryolu inşa etmeye başlamaları da Britanyalıların endişelerine bir yenisini eklemişti. İnşaatı tamamlandığında bu hattın, birlikleri  Afgan sınır bölgesine nakletmekte ve er ya da geç Orta Asya’nın garnizon şehirleri ile vahalarını birbirine bağlamakta kullanılabileceği açıktı.. … ..

… ..



Savaşın Eşiğinde



Rusya’nın Merv’i  ilhakı ve bunun hile ve desise yoluyla gerçekleştirmesi , Wilson, Urquhart ve Rawlinson’ın izinden giden yeni bir neslin kaleme sarılmasıyla, Britanya‘da rotatifleri çoktan döndürmeye başlamıştı. General Lumbsden’ın  Rusların bir defa daha harekete geçtiği uyarısını yapmasından kıs bir süre sonra St. Petersburg’daki Britanya askeri ataşesi, çarın generallerinin bir mazeret bulup baharda ”ya da kuvvetlerimizin büyük bir kısmı Mısır’da ve Sudan’da bloke olur olmaz”- Herat’ı almayı planladıklarını rapor etti. … .. 

… .. 1885 yılı Büyük Oyun literatürünün referans tarihlerinden biri durumuna gelecekti. … ..

… ..


Doğu’ya Demiryolu Yarışı

… ..

Artık işe koyulan Ortak Afgan Sınır Komisyonu’nun çalışmaları, çıkan pek çok anlaşmazlık nedeniyle 1887 yazına kadar sürdü; sonunda, doğu kısmı hariç bütün sınır için mutabakat protokolleri imzalandı. Anlaşmayla, Ruslar Abdurrahman’ın ve Britanyalı danışmanlarının denetimleri altına almak istedikleri daha batıdaki stratejik bir geçidi emire bırakırken, karşılığında Panceh’i ellerinde tuttular. Ama olup bitti sanatının ustaları olduklarını gösteren Ruslar, bir kez daha istediklerini az çok elde ettiler (generalleri sınırın kendilerine dayattığı kısıtlamalara karşı çıksalar da). Yeni sınır çok kabaca 1887’te üzerinde anlaşılmış hattı izliyordu; bunun tek istisnası Panceh bölgesinde güneye doğru yaptığı , sınırı Herat’a çok yaklaştıran çıkıntıydı. … ..

… ..   Rus askerleri ve tankları Afganistan’a ancak bir yüz yıl kadar sonra 1979 kışında Ceyhun’u aşarak girecekti.

Ama daha doğuda, Pamir bölgesinde sınırın hâlâ belirlenmesi gerekiyordu. Büyük Oyun’un odak noktası bundan sonra, bugün Afganistan ile Pakistan’ın bir sınır paylaştığı bu ıssız bölgeye kayacak, sonraki on yıl boyunca Britanya ve Rusya, askeri ve siyasi üstünlük için birbirlerine karşı burada manevra yapacaktı. … ..

… ..


***

Britanyalılar büyük ölçüde George Hayward ve Robert Shaw gibi cesur seyyahlar sayesinde , bir süredir Pamir, Hindikuş ve Karakurum dağlarından Hindistan’ın kuzeyine uzanan geçitlerin ne kadar savunmasız olduğunun farkındaydılar. … ..

… ..

… .. Hindistan topraklarının Afganistan'la ve Çinle birleştiği en kuzey kesimi hakkında askeri bakımdan çok az şey biliyordu. Oysa hepsi asker olan Rus kâşifler Ceyhun’un epeyce güneyindeki bu çok geniş sahipsiz toprakları haritalarını çıkarmakla ve bölgede sondajlar yapmakla meşguldular ve en az generallerin Pamirler üzerinden Keşmir’i istila planları hazırladığı biliniyordu. Bu eksikliği gidermek için, 1885 yazında, batıda Çitral’den doğuda Hunza’ya ve ötesine kadar uzanan toprakları keşfetmeleri ve haritasını çıkarmaları için bölgeye Britanyalı bir haritacı ekibi gönderilmişti. Ekibin en acil görevlerinden biri, kuzeye, Yukarı Ceyhun’a doğru giden geçitleri keşfetmek ve büyük endişe uyandıran, bunların Hindistan’ın savunması için bir tehdit oluşturup oluşturmadığı sorusunu kesin olarak cevaplamaktı.

… ..

***

O tarihte Tory paryisinden genç ve ihtiraslı bir milletvekili olan George Nathaniel Curzon, 1888 yazında, Rusların gerçekten orada ne yaptığını gözleriyle görme ve Britanya Hindistanı’na yönelik niyetlerini öğrenme kararlılığı ile Oerat Asya’ya doğru yola çıkmıştı. … ..

… .. 

… ..  St. Petersburg ve Moskova’ya … .. Kafkasya’ya … .. Bakü’den … .. Hazar’ı geçip Kransnovodsk’a… ..Rus demiryoluyla çöl üzerinden doğuya doğru… ..  Varış noktası Orta Asya’daki bütün Rus  askeri operasyonlarının merkezi olan Taşkent’ti ama yol onmu Göktepe, Aşkabat, Merv, Buhara ve Semerkant’tan da geçirdi. Hat önce, 480 kilometre boyunca yakınından geçtiği İran sınırına paralel uzandı. Curzon sonradan, asker ve top taşıma kapasitesi nedeniyle demiryolunun şah için, “başının üzerinde sürekli sallanan bir Demokles kılıcı” gibi olduğunu gözlemleyecekti. Demiryolu Merv’den kuzeye, Buhara istikametine döndüğü daha doğuda Afganistan ve Britanya Hindistanı’na Rus askeri varlığını hatırlatan benzer bir işlen görüyordu. 

… ..

… ..Bir zamanlar Orta Asya’nın her yerinde “Yeryüzünün Ecesi” olarak bilinen kadim Merv şehri, eski görkeminden eser kalmadığından Curzon’u hayal kırıklığına uğrattı…. .. 

… ..

Merv’den sonra bütün gün Karakurum Çölü’nün … ..

… .. Korkunç bir hata sonucu Ceyhun’un kıyısında kendi oğlunun katleden efsanevi Pers savaşçısının hikâyesini anlatan, Matthew Arnold'un şiiri “Sohrab ve Rüstem” de (Sohran and Rustum) aklından çıkmıyordu. Tren çatırdayan köprüden kağnı hızıyla geçerken… ..

… ..

Conolly ve Stoddart bundan yaklaşık yüzyıl önce Buhara’da, Ark denen kalenin önündeki büyük meydanda vahşice öldürülmüşlerdi. … ..

… ..

Curzon geldiği yoldan Londra’ya döndü ve derhal kitabını yazmaya koyuldu. Rus hakimiyetinin Orta Asya halklarına kayda değer faydalar sağladığını teslim etmek zorundaydı; yeni demiryolu da bölgenin kalkınmasını hızlandırmaya himet edecekti. Ama Trans-Hazar hattının varlığı, bölgede stratejik dengeyi çok ciddi bir biçimde bozmuştu. Bundan önce Hindistan’a doğru ilerleyen Rus orduları, toplar ve diğer ağır donanımlarla yol alan büyük asker kitlelerine çok uzun mesafeler kat ettirmek ve bu malzemeleri kâbus gibi bir araziden geçirmek gibi neredeyse imkânsız bir görevle karşı karşıya kalmışlardı. Demiryolunun Semerkant ile Taşkent’i birbirine bağlayan 320 kilometrelik son etabı tamamlandığında, St. Petersburg’un 100.000 kadar askeri İran ya da Afgan sınırında yığması mümkün olacaktı. Bu askerler, Kafkasya ya da Sibirya’ya kadar uzak bölgelerden getirilebilecekti. … ..

… .. 

… .. Gerçek hedef Kalküta değil, İstanbul’du: “İngiltere’yi Asya’da meşgul ederken Avrupa’da rahat durmasını sağlamak. Kısaca söylersek, Rus politikasının özeti budur.” 

… .. 


Üç İmparatorluğun Buluştuğu Yer


… ..

… .. Karakurum Dağları’ndaki Muztağ Geçidi’nden , kış şartlarında dramatik bir geçişle sona erecekti … ..

… .. 

… .. Çarın generalleri Hindikuş, Pamir, Karakurum ve Himalayalar’ın birleştiği üç büyük imparatorluğun -Britanya, Rusya ve Çin imparatorlukları-topraklarının buluştuğu bu heybetli sahipsiz topraklara telaş uyandıran bir ilgi göstermeye başlamışlardı. … .. …   Kuzey Tibet taraflarında sürekli ilerleyerek sondajlar yapıyorlardı. … .. ücra Hunza Emirliği’ne varacak kadar güneye ilerlemişlerdi. … ..



Yüksek Pamirler’de Parlama Noktası


… ..


Çitral’e Varma Yarışı


Çitral bugün bile ücralığından bir şey kaybetmemiştir. … ..… ..

… ..

… .. Hunza, burayı Rusların eline geçmemesi için işgal edilmişti; Çitral de öyle. Ama son bir- bir buçuk ay içinde bile, Pamir bölgesinde şartlar önemli ölçüde değişmişti. Kuşatmayı saran dramın ortasında neredeyse fark edilmemiş bir gelişme vardı: Londra St. Petersburg’la sonunda, Rusya Orta Asyası’ı ile Doğu Afganistan arasındaki sınırı belirleyen bir anlaşma imzalamıştı. Dahası, Britanyalı stratejistleri onca zamandır endişelendiren Pamir boşluğu nihayet kapatılmıştı. Abdurrahman’ın onayıyla, daha dar bir koridor, şimdi Afgan toprağı haline gelmişt. … .. 

… .. Hindistan hükümeti de bu görüşe katılarak, Londra’ya, Çitral’de kalıcı bir garnizon kurmayı ve Peşaver’den başlayıp Malakand Geçidi üzerinden oraya uzanan bir yol inşa etmeyi önerdiğini bildirdi. Zira bir kriz çıkması durumunda Hindistan’dan Çitral’e asker göndermesinin tek yolu Gilgit üzerinden geçiliyordu … ..

… ..    Bu nedenle Kalküta’nın kararını reddederek oraya ne asker ne siyasi subay yerleştirileceğine hükmetti. … ..  Peştunların kontrolümndeki düşman bir bölgeden geçerek yaklaşık 320 kilometre uzunluğpunda bir yol inşa edip korumasını sağlamanın muazzam bir maliyeti vardı. … ..

… ..


Sonun Başlangıcı


Britanyalılar henüz bunu kavramış olsalar da yeni Çar Nikolay’ın artık, Çitral’in ilhakından, hatta  Hindistan’ın fethinden çok daha büyük hayalleri vardı. İkna gücü yüksek Maliye Bakanı Kont Witte’nin etkisi altında, geniş kaynakları ve pazarlarıyla tüm uzak doğu’yu, bölge başka yırtıcıların eline geçmeden Rusya’ya açmayı hayal ediyordu. Böylece Hindistan onun olacaktı. … ..

… ..

… .. Hindistan’ı Britanyalılardan almak bir şeydi  ticaretini ele geçirmek başka bir şeydi.

Witte’nin planı, dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük demiryolunun inşasını da öngörüyordu. 7.200 kilometre uzunluğundaki hat, batıda Moskova’dan doğuda Vladivostok’a ve Port Arthur Rusya’yı boydan boya geçecekti. Aslında en az 12 yıl daha tamamlanması beklenmese de her iki uçta da çalışmalar eş zamanlı başlamıştı. Witte’nin hesaplarına göre, demiryolu bittiğinde, mallar ve hammaddeler deniz yoluyla olduğundan  yarı yarıya kısa bir süre içinde Avrupa’dan Büyük Okyanus’un kıyılarına ve tersi yönde taşınabilecekti. Bakan bu nedenle, demiryolunun yalnızca Rus ticari trafiğini değil, diğer ülkelerin trafiğini de cezbedeceğini, dolayısıyla Britanya’nın  ekonomik arterleri işlevini gören deniz yollarını ciddi bir şekilde tehdit edeceğini düşünüyordu. … ..

… ..

… .. Ve Uzakdoğu’daki olası bir savaş bölgesine, Britanya ya da başka bir ülke donanmasının müdahale riski olmadan, saatte 25 kilometre hızla asker ve mühimmat göndermek için kullanılabileceğinden bu demiryolu çok önemli bir rol oynayabilecekti.

… ..

… … diğer güçlerin dünya pazarları ve kaynakları üzerinde tekel oluşturmasından korkarak acele etmeye başlamıştı. İhtiyaç duydukları ilk şey,Çin’in kuzey kıyı şeridinde bir yerlerde yeni Uzakdoğu filoları için bir deniz üssü ve kömür ikmal istasyonuydu. Kasım 1897’de, iki Alman misyonerin Çinli haydutlar tarafından öldürülmesi onlara bu şansı verdi. Kayzer Wilhelm’in naskerleri, misilleme olara Rusların gözlerini dikmiş oldukları, sonradan Tsingtao adını alacak Kiaochow’u ele geçirdiler. Pekin’e, madencilik ve demiryolu imtiyazlarıyla birlikte, şehri  Almanya’ya 99 yıllığına kiraya vermekten başka seçenek kalmamıştı. Ardından çıkan çatışmada, Britanya ve Fransa yeni imtiyazlar elde ederken, kendisine Çin’in koruyucusu süsünü veren Rusya, sıcak sulardaki Port Arthur deniz üssünü ve hemen arkasındaki bölgeyi aldı. Ruslar ayrıca, hayati bir stratejik imtiyaz elde ettiler -üssü, demiryoluyla, artık  yarısı tamamlanmış olan Trans-Sibirya hattına bağlama anlaşması. ABD de 1898’de, Rusya, Almanya ve Japonya’nın göz diktiği bilinen Hawaii, Wake, Guam ve Filipinler’i elde ederek, Uzakdoğu’daki kapışmada yerini aldı.

… ..

… .. Younghusband’ın seferi kuvveti kuzeye  Gyants’ye doğru ilerlerken, Asya’nın başka yerlerindr, özellikle de Çin’de çok şey oluyordu. 1900 yazında, Avrupalı güçleri gafil avlayan Boxer Ayaklanması patlak vermişti. Ayaklanmayı doğuran, Çinlilerin zayıflıklarından yararlanarak serbest limanlar ve başka ticari ve diplomatik ayrıcalıklar elde eden “yabancı şeytanlara” duydukları büyük öfkeydi. İsyan Tientsin’de Hıristiyan misyonerlerin katledilmesi ve Fransız konsolosunun linç edilmesiyle başladı ve sonunda Pekin’i işgal eden (ve yağmalayan), altı ülkenin yardım gücü tarafından bastırıldı. Ama ayaklanma sona ermiş olsa da Rusların yeni inşa ettikleri demiryolunun Boxer’ler tarfaından tahrip edilmesinden korktukları Mançurya’da geniş kapsamlı sonuçları olacaktı. İsyancılar, diğer birçok şikâyetin yanı sıra, demiryolunun inşasının, insanın doğal uyumu bozduğuna, bu nedenle de son kuraklıktan ve sellerden sorumlu olduğuna inanıyorlardı. Ruslar, yaptıkları pahalı yatırımları korumak için -ya da St. Petersburg’un iddiası buydu- Mançurya’ya derhal 170.000 asker göndermişti. Bu, Asya’da o güne kadar görülen en büyük askeri yoğunlaşmalardan biriydi  ve bölgede çıkarları olan diğer güçler arasında, özellikle de Japonya’da ciddi bir telaşe neden oldu.

… ..

…..

Japonlar Rusya’nın Uzakdoğu’da kurduğu, kendi çıkarlarını doğrudan tehdit eden donanma ve ordu yığınağını aylarca artan bir endişeyle izlemişlerdi. Rusların Kore’ye her geçen gün biraz daha fazla sızdığını özel bir telaşla kaydetmişlerdi zira bu onları Japonya’nın kendi kıyılarına tehlikeli bir şekilde yaklaştırıyordu. Üstelik Japonlar zamanın kendi aleyhlerine işlediğini biliyorlardı. Trans-Sibirya Demiryolu tamamlandığında, Ruslar savaş halinde, Avrupa’dan çok sayıda asker, ağır topu ve diğer savaş gereçlerini bu yolla bölgeye getirme imkânına kavuşacaklardı. Japon Başkomutanlığı bütün bu nedenlerden ötürü ve büyük kıvranmalardan sonra, Britanyalıların ya kıllılık ettikleri için ya da başka bir nedenle Orta Asya’da asla göze alamadıkları şeyi yapmaya karar verdi; Rus tehdidinin  doğrudan karşısınna dikilceklerrdi. 8 Şubat 1904’te Japonlar hiçbir uyarı yapmadan saldırıya geçtiler. Hedeferi, Port Arthur’deki büyük Rus deniz üssüydü. Rus-Japon Savaşı başlamıştı.

Savaşın başladığı haberi, Younghusband’ın seferi kuvvetine, şimdi sadece 80 kilometre uzağında oldukları Gyantse’ye yarı yoldaki küçük Guru köyün yaklaştıkları sırada ulaştı. Younghusband ve muhafız gücü bir damla Tibetli kanı dökmeden üç büyük engeli aşmayı başarmıştı -4.200 metre yükseklikteki Jelap Geçidi, Tibetlilerin yollarının üzerinde inşa ettikleri bir savunma duvarı ve 5.000 metre rakımdaki, dünyanın en yüksek müstahkem mevkii olduğu söylenen Pharideki kale. Hepsi savaşmadan düşmüştü. … ..

… ..

… .. Muhtemelen o güne kadar yapılmış en yüksek rakımdaki çatışma olan, 5350 metrelik Karo Geçidi için verilen şiddetli mücadelede 400 Tibetli daha hayatını kaybetti.  … ..

… ..

… .. 5 Temmız 1904’te Lhasa üzerine ilerleme emri verildi. Rusya ile Japonya arasında savaşın patlak vermesi, St. Petersburg’un muhtemel karşı hamlelerine dair korkuları ortadan kaldırırkenn, dünyanın en gizli şehrine girme umudu her rütbeden askerde büyük bir heyecen yaratmıştı. … ..

… ..

… .. Birkaç dakika sonra, saldırı grubunun geri kalanı da gedikten geçti. Ele geçirilmez olduğu söylenen Tibet Kalesi için şiddetli bir mücadele başladı. … ..

… ..

Gyantse’nin düşüş haberi Lhasa’ya ulaştığında büyük bir dehşete neden oldu. Zira kalenin bir işgalcinin eline düşmesi halinde, ülkenin işinin biteceğine dair eski bir inanış vardı. Sonunda bu olmuştu. Britanyalılar Tibetlilerin son direnişinin üstesinden geldikten sonra, hızla akan geniş Tsangpo Nehri’nin kıyılarına ulaştılar;dış dünyaya kapalı olan Tibet başkentine giden yol artık açıktı. İki gün sonra, 2 Ağustos 1904’te Britanyalılar yakındaki bir tepeden şehri ilk kez gördüler. Onca zamandır dış dünnyaya kapalı olan Tibet başkentine giden yol artık açıktı. … ..

… ..



Oyunun Sonu


Bu arada, Doğu’’daki savaş Ruslar için kötü  gidiyordu. Yedi ay önce , Japonlar Port Arthur’a sürpriz saldırılarını başlattıklarında, çok az kişi Çar Nikolay’ın müthiş gücü karşısında bir şansları olduğuna inanmıştı. Çarın güçlü Büyük Okyanus filosuna ilaveten , bir milyon kişilik muvazzaf ordusu ve silah altına alabileceği bunun iki katı kadar yedek askeri vardı; Japonya ise sadece 270.000 muvazzaf, 530.000 de yedek askere sahipti. Bu nedenle Ruslar kendilerine meydan okumaya cüret eden, “sarı maymunlardan” oluştuğunu söyledikleri bu zıpçıktı Asyalı milleti hızla ecebileceklerinden gayet emindiler. … ..

… ..

Japonlar, Port Arthur’deki büyük Rus deniz üssüne yaptıkları ilk saldırıda, açıktır ki tam 37 yıl sonra Pearl Harbor’da Amerikan Okyanus filosuna yapacakları gibi, tüm gemileri imha etmeyi ummuşlardı. Oysa on adet Japon muhribi sadece, demirlemiş vaziyetteki üç zırhlıya hasar vermeyi başarmıştı -gerçi gemilerden birinin hasarı ağırdı. Birkaç saat sonra yapılan ikinci bir saldırıda,... ..

… .. Ama Rus Büyük Okyanus filosunu batırmayı başaramamış olsalar bile, ciddi bir şekilde moralini bozmuşlardı. Ertes gün iki hükümet birbirine savaş ilan edecekti. Savaş 18 ay sonra, dolaylı olarak Rus monarşisinin çöküşüne yol açacaktı.   … 

… ..

… .. Japonlar karada da hızla üstünlük kazanmaya başladılar ve sık sık büyük can kayıpları verne pahasına da olsa, Rusları bir dizi yenilgiye uğrattılar. Mayıs ayında, Rus birlikleri Yalu Nehri kıyında yenildi ve Japonlar ertesi ay, Port Arthur’e sadece 35 kilometre mesafedeki Dalny ticari limanını işgal ettiler. Bu arada St. Petersburg’’da  dünyanın öteki uuucundaki Rus Baltık filosunun, kuşatılan Port Arthur’u rahatlatmak için umutsuz bir girişimle Uzakdoğu’ya gönderilmesine karar verilmişti. … ..

… ..

… .. Rus denizciler, hatalı istihbarat, gerginlik ve tecrübesizlik sonucunda, sisli bir havada Kuzey Denizi’nde avlanan bir trol filosuna inanılmaz bir şekilde Japon torpido botları olduklarını sanarak ateş açtılar…. ..  Londra, tarihe  Dogger Bank olayı olarak geçecek hadisesi nedeniyle St. Petersburg’u öfkeyle protesto ederken, dört İngiliz kruvazörü Biscay Körfezi boyunca Rus filosunu gölge gibi takip etti. … ..

… ..

… .. Porth Arthur , 154 gün süren kuşatmanın ardından 2 Ocak 1905’te teslim oldu. Vali bunu yapmadan önce Çar Nikolay’a son bir mesaj göndermişti: “YÜce Hükümdar, Bağışla!İnsan olarak yapılabilecek her şeyi yaptık. Bizi yargıla ama merhametli ol.”

Doğu’daki bu büyük müstahkem mevkiin “sarı maymınlar”a kaybedilmesi, dünyanın her yerinde, özellikle de Asya’da Rusya’nın prestijine korkunç bir darbe indirdi.  Ne var ki bu, St. petersburg’un Japonlar karşısında alacağı aşağılayıcı yenilgilerin sadece ilkiydi. 18 Şubat’ta, savaşın en büyük ve kanlı muharebesi başladı. Ödül, Port Arthur'un 400 kilometre kuzeyinde bulunan demiryolu merkezi Mukdendi (bugün Şenyang). Rus askeri uzmanları şehrin çok güçlü olan savunma sisteminin neredeyse aşılmaz olduğunu düşünüyorlardı. Her iki taraftaki asker sayısı kabaca eşit (yaklaşık 300.000) olmakla birlikte, Japonlar birtakım avantajlardan yaralandılar. … ..

… ..

… .. Mukden Japonların eline geçti. Rus garnizonunun çoğu kuzeye kaçmayı başardıysa da Rus tarihinin en fecisi olarak nitelenen savaşta 27.000 ölü veriler. … ..

… ..

Port Arthur ve Mukden’in düşüş haberi,m doğuya doğru uzun yolculuğunda Madagaskar’da verdiği mola sırasında Rus Baltık filosuna ulaştı. Port Arthur’un teslim olması, sferin temel amacının ortadan kaldırmıştı. … ..

… ..

… .. Amiral Togo yorgun Rusları bekliyordu. 26 Mayıs sabahı, iki filo Japonya’yı Kore’den ayıran Tsushima Boğazı’nda karşıladı. Sonuç, Ruslar için tam bir facia oldu. Birkaç saat içinde, sekiz zırhlı, dört kruvazör, baş mayın, üç de nakliye gemisi kaybettiler. Dört zırhlı da teslim olmak zorunda kalırken, tarafsız limanlarda sığınak arayan üç kruvazör mürettebatıyla birlikte alıkonuldu. Yaklaşık 5.000 Rus denizci hayatını kaybetmişti. Japonlar ise sadece üç torpidobot ve 110 asker kaybetmişti. Parmak ısırtan bir zaferdi. St. Petersburg mutlak anlamda küçük düşmüş ve Çar Nikolay’ın Duğu’daki büyük bir yeni imparatorluk kurma hayalleri sonsuza dek yok edilmişti.

Nereden bakılırsa bakılsın, savaş sona ermişti. Büyük yedek asker gücüyle Rusya mağlup edilmiş olmaktan uzak olsa bile, büyük tepki gören bu savaşa devam etme iradesi kalmamıştı. Ekonomik zorluklar, muharebe sahasında ve denizde art arda yaşanan felaketler  ve Çar Nikolay’ın otokratik yönetiminin yarattığı, ülke içinde yaygın bir siyasi ve toplumsal huzursuzluğa yol açmıştı. Hükümet, tahtı tehdit eden yükselen devrim dalgasını bastırmak için askerlerinin tamamına ihtiyaç duyuyordu. Uzakdoğu’daki düşmanlıkları sona erdirmek isteyen sadece St. Petersburg değildi. Japonlar, muhteşem zaferlerine rağmen tükenmez insan gücüyle Rus devine karşı uzun süreli bir savaşı kazanamayacaklarını biliyorlardı. Savaş şimdiden kaynaklarını zorluyordu ve bu kritik baskıya sonsuza dek dayanmalarına imkan yoktu.

Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri arabuluculuk yapmayı teklif ettiğinde, iki hükümet de minnettar oldu. Sonuçta 5 Eylül 1905’te New Hampshire, Portsmouth’ta savaşan taraflar arasında bir barış anlaşması imzalandı.Bu antlaşma, fiilen, Çarlık Rusya’sının Asya’daki atılım projesinin sonunu getirdi. Her iki ülke de Çin yönetimine geri verilen Mançurya’yı boşaltmayı kabul etti. Port Arthur ve Rus yapımı demiryolunun kontrolü de dahil, limanın yakın çevresi Japonya’ya devredildi. Kore’nin, Japonya’nın nüfuz alanı içinde olsa da bağımsız olduğu ilan edildi. … ..

… ..   Gene de St. Petersburg, on yıllık güçlü askeri ve diplomatik çabaları sırasında bölgede kazandığı her şeyi kaybetmişti. Dahası savaş, beyaz adamın Asya halklarına üstünlüğü efsanesini sonsuza kadar yıkmıştı.

Ama Japonlar Rusya’nın Asya’daki son ilerleme hamlesinin önüne set çekmiş olsalar da Tibetliler Britanya’nın hamlesini durdurmakta alenen başarısız olmuşlardı. … ..

… ..

… .. Sonunda, Britanya’nın hâlâ Tibet’te kâğıt üzerinde de olsa egemen güç olarak tanıdığı Çinliler, biraz da beklenmedik bir şekilde, sorunu çözdüler. … ..

… ..  halkının ona en çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda makamını bırakıp gittiği için, Dalay Lama’yı resmen tahtından indirdiler ve iyi huylu yaşlı naibi ülkenin hükümdarı ilan ettiler.  Böylece, Britanya’nın Tibet’ten çekilmesi için müzakerelere başlanabildi. … ..

… ..

… .. Eski Rusya korkusu, yeni bir heyula - agresif bir şekilde yayılmacı Almanya heyulası- karşısında nihayet azalmaktaydı. Nitekim Almanya’nın Asya'daki emelleri tehdikârboyutlar almaya başladığında, bazıları, Rusya’yı çoktan bu güce karşı potansiyel bir müttefik olarak görür olmuştu. … ..

… ..   Nitekim Uzakdoğu’daki bozgunun ardından, bazı Rus çevrelerinde, Hindistan’ı işgal edip yenilginin utancından kurtulmaya çalışmak gibi saçma sapan konuşmalar olmuştu zira pek çok kişi Britanyalıların, Japonları üzerlerine saldırmaya kışkırttığına inanıyordu. Britanyalıların, Japonları üzerlerine saldırtmaya kışkırttığına inanıyordu. Britanya kamuoyu için en büyük  engellerden biri, Nikolay yönetiminin otoktarik yapısıydı. Çar, kısa ömürlü 1905 Devrimi’nin ardından Rusya’nın ilk parlamentosu Duma’yı açtığında, tavırlar biraz yumuşamıştı ama bundan kısa bir süre sonra parlamentoyu kapatınca yeniden sertleşti. Buna rağmen, her iki hükümet de yıllar içinde enerjilerinin ve kaynaklarının büyük bölümünü soğuran Asya sorununu kesin olarak çözme konusunda istekliydi.

Aylara yayılan müzakereler, hepsi Hindistan’ın savunması için hayati önemi olan üç ülkeyle -Tibet, Afganistan ve İran- sınırlı kaldı. … ..

… .. Büyük Oyun artık hızla sona yaklaşıyordu. Anlaşma , sadece iki güç arasındaki bölgesel ihtilafları kalıcı olarak çözmeyi değil, Almanya’nın doğuya doğru yürüyüşünü gemlemeyi de amaçlıyordu (bundan bahsetmekten dikkatle kaçınsa da). Aynı zamanda, St. Petersburg’a Türk Boğazları’nı kontrol etme isteğini gelecekte Britanya’nın karşı çıkmayacağı söylendi. Britanya’yı şimdi en çok korkutan Almanların varlığıydı. … ..

 … .. 31 Ağustos’ta St. Petersburg’da büyük bir gizlilik içinde tarihi Britanya-Rusya Antantı’nı imzaladılar. İki güç, Tibet’le ilgili, ülkenin iç işlerine her türlü müdahaleden kaçınma, demiryolları, karayolları, madenler ya da telgraf hatları için imtiyaz arayışıuna girmeme, ülkeye temsilci göndermeyip Lhasa’yla sadece egemen güç olan Çin aracılığıyla ilişki kurma konusunda anlaştılar. Ruslar Afganistan’ın Britanya’nın nüfuz alanı içinde ve kendi nüfuz alamnlarını dışında  olduğunu kabul ettiler. Ülkeye temsilci göndermeme ve Kabil’le tüm siyasi ilişkilerini Londra üzerinden yürütme sözü verdiler ama orada ticaret yapmakta serbest olacaklardı. … ..

… ..

İran konusunda varılan anlaşma daha karışıktı. Her iki güç de ülkenin bağımsızlığına saygı göstermeyi ve diğer ülkelerin burada serbestçe ticaret yapmasına izin vermeyi taahhüt ederken, İran’ı, arasında tarafsız bölge olacak şekilde iki nüfuz alanına bölme konusunda anlaştılar. Tahran, Tebriz ve İsfehan da dahil ülkenin kuzey ve orta kesimleri Rusya’nın nüfuz lanına bırakılırken, Basra Körfezi’nin hayati girişini de içine alan güney bölgesi Britanya'ya verildi. Sir Edward Gray’in dediği gibi: “Bu kâğıt üzerinde eşit bir anlaşmaydı. İran’ın Rusya’ya yaklaşmak için kullanılabilecek kesimi de Britanya nüfuzundan korunmuştu. Gene de ona göre, Britanya anlaşmadan kazançlı çıkmıştı. “Pratikte hiçbir şeyden vazgeçmedik. İran’da bir atılım politikası    izlemek istemedik. Ayrıca, İran’daki bir Britanya ilerlemesi, Rusya için, İran’daki bir Rus ilerlemesinin Hindistan için oluşturacağı tehditle aynı şey değildi.  … ..

… ..

Londra ile St. Petersburg arasında, fikirleri bile sorulmadan böyle rezilce paylaşıldıklarını öğrendiklerinde, İranlılar ve Afganlar da anlaşmaya bir o kadar öfkelendiler. Tibetlilerin tam olarak ne hissettiği tam olarak bilinmiyor zira … ..   bunu kaydedecek kimse yoktu. Ama anlaşmayı eleştirenler ne düşünürse düşünsünler, 1907 Britanya-Rusya Antantı nihayet Büyük Oyunun sonu getirdi.  İki rakip imparatorluk, sonunda genişlemelerinin sınırlarına ulaşmıştı. Gene de Hindistan’da ve Britanya’da, özellikle de St. Petersburg’un kontrolünü sıkılaştırmaya devam ettiği İran’da, Rusya’nin niyetlerine ilişkin şüpheler yok olmadı.  … ..  her iki taraftan da pek çok cesur adamın hayatına mal olmuştu ama sonunda diplomasi yoluyla çözülmüştü.

Aslında çözülmüş müydü? Britanyalılar ile Rusların kendilerini hem Asya’da hem Avrupa’da müttefik olarak savaşırken buldukları Ağustos 1914’te kesinlikle öyle görünüyorlardı. İki eski rakibin Almanları ve Türkleri Asya topraklarından ve kendi nüfuz alanlarından uzak tutmak için birleşmeleriyle, kalan şüpheler çabucak unutuldu. … ..

… .. Ortak amaçları, bu yeni rakiplerini Kafkasya , İran ve Afganistan’ın -hem Britanya Hindistanı’na hem çarın Orta Asya topraklarına uzanan  o ateş hattının- dışında tutmaktı. 

Ama Nikolay’ın zamanı doluyordu. Savaşın halkına ve Rus ekonomisine getirdiği dayanılmaz yük, kendi “iç düşmanı”ına uzun zamandır beklediği fırsatı verdi. Ekim 1917’de, Rus Devrimi, Baltık’tan Kafkasya’ya kadar tüm doğu cephesinin çökmesine yol açtı. Bolşevikler selefleri tarafından yapılan tüm anlaşmaları anında yırtıp çöpe attılar. Britanya’nın onca umut bağladığı Britanya-Rusya Antant’ı bir gecede değersiz bir kâğıt parçasına dönüştü. Lenin, Marksizmin kutsal kitabıyla Doğu’yu ateşe vermeye ant içtiğinden , bitmesine daha çok zaman olan Büyük Oyun’un, yeni bir kisveyle yenilenmiş bir enerjiyle tekrardan başlaması mukadderdi. Ama bu daha önce başka yerde anlattığım başka bir hikâyedir. 


***

… ..

… ..Siyasi değişimler manşetlerin gösterdiği gibi bugün de devam ediyor ama bunlar burada üzerinde durulamayacak kadar karmaşık ve ve akışkan süreçler. … ..



*Büyük Oyun &  Peter Hopkirk

Orta Asya’da Gizli Savaş


Özgün adı: The Great Game on Secret Service in Hight Asia

İngilizceden Çeviren: Renan Akman 

Türkiye İş Bankası Yayınları

1.Baskı: Ağustos 2022, İstanbul


* (sf.420 )https://cicekbocekvebilinccicegi.blogspot.com/2024/11/baska-bir-ask-gh-macderrmott.html




*Moskova Knezliği ya da Moskova Dukalığı, Rusya toprakları içerisinde kurulmuş Moskova merkezli devlettir. Başlangıçta Altın Orda Devleti'ne bağlı[1] olan Moskova Prensliği Vladimir-Suzdal Knezliği'nin halefi olup 1340-1547 yılları arasında hüküm sürmüştür. Çar III. İvan'ın reformları ile knezlik gelişmiş ve Rusya Çarlığı adını almıştır. Çar olarak bilinen ilk hükümdar IV. İvan (Korkunç İvan) olmuştur.

… ..

Köken:

Dmitri Donskoy:

I. ve II. Vasili:

III. İvan:

Göçebelerle İlişkileri:

Genel bakış:

Kültür:


*IV. İvan - Vikipedi (wikipedia.org)

*IV. İvan, İvan Vasiliyeviç veya yaygın adıyla Korkunç İvan (Rusça: Ива́н четвёртый, Васи́льевич, Иван Грозный 25 Ağustos 1530; Kolomenskoye, Moskova - 18 Mart 1584, Moskova), son Moskova Knezi ve ilk Rusya Çarı. Düzenlediği seferler ve yaptığı fetihlerle Moskova Knezliği'ni lağvetmiş ve Rus Çarlığı'nı kurmuş olan bir hükümdardır. Rusya'yı, "Tüm Rusya'nın Çarı" sıfatıyla 1547 yılından 1584'teki ölümüne kadar yönetmiştir.

Hükümdarlığı:

Ölümü:

























*Astrahan Hanlığı - Vikipedi (wikipedia.org)

*Astrahan Hanlığı (Tatarca: Xacitarxan Xanlığı), Altın Orda'nın yıkılmasından sonra başkenti Astrahan olmak üzere Cengiz Han'ın oğlu Cuci'nin ulusuna bağlı Toka Temür sülalesinden Kasım Han tarafından kurulmuş ve 1466-1554 yılları arasında hüküm sürmüş bir Türk[1] hanlığıdır. Zaman zaman Kırım Hanlığı vasıtasıyla Osmanlı Devleti'nin nüfuz alanına girmiştir. Astrahan Hanlığı'nın arazisi batıda Kuban ve Don nehrine, doğuda Nogay Orda'sı ile sınırdı. Güneyde Terek Nehri'ne, kuzeyde ise Volga ile Don nehrinin arasında uzanmaktaydı.

Asıl adı "Ejder Hanlığı" [kaynak belirtilmeli] olan ve Ruslar tarafından sonradan değiştirilen Astrahan Hanlığı, Hazar Denizi'nin kuzey kıyılarında önemli bir ticaret merkezi olarak, 88 yıl boyunca egemen olmuş; ancak sürekli taht mücadeleleri sonucunda zayıflamış ve 1556 yılında Rus Çarı Korkunç İvan tarafından yıkılmıştır.

Rusya'nın Kazan ve Astrahan hanlıklarını yıkarak doğuya doğru genişleme siyasetinden rahatsız olan Osmanlı Devleti Orta Asya'daki Türk hanlıklarının da kendisinden yardım istemesi üzerine 1563 yılından beri Rusya'yı durdurmak için Astrahan'a

yapmayı planladığı seferi ancak 1569 yılında yapabilmiş ama hem ordu kumandanlarının kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan hem de

Kırım Hanı'nın bu kumandanlarla arasındaki anlaşmazlıktan dolayı bu seferde istenilen neticeye ulaşılamamıştır.

Buna rağmen Rusya'nın barış istemesi üzerine 1570 yılında yine de Osmanlı ve Orta Asya Türk Hanlıklarının

lehine bir barış antlaşması yapılabildiyse[kaynak belirtilmeli] de Kazan ve Astrahan Hanlıkları'nın Rusya'ya bağlı oldukları zımnen kabul edilmiştir.

Bugün Astrahan ve çevresinde yoğun Türk nüfusu bulunmaktadır.




*Volga - Vikipedi (wikipedia.org)

*Volga[1] ya da İdil (Rusça: Волга, Tatarca: İdel, Ətil, Çuvaşça: Atăl) Avrupa'nın en uzun ırmağıdır. Rusça Volga adı Ana Slavca Vlga'dan (nem) gelir. Baltık-Fin dilleri kökenli valkea (beyaz) ve "Valgõ" sözcüklerinden de adının geldiği iddia edilmektedir. Uzunluğu yaklaşık 3531

km olan Volga, Moskova ile Sankt-Peterburg arasındaki Valday Tepeleri'nden doğar. Deniz seviyesinden 28 metre aşağıda olan Hazar Denizi'ne dökülür. Valday tepelerinde bulunan birçok göl ve bataklıktan gelen kaynak kollarının birleşmesiyle meydana gelen Volga,

Rjev'den itibaren ulaşıma elverişli bir hâlde akar. Moskova Kanalı'yla birleştiği yerden sonra genişliği 230 metreyi bulur. Bundan sonra nehirde düzenli bir ulaşım sağlanır. Volga'nın yatağı üzerinde beş adet baraj bulunur. Bu barajlardan Volgograd Baraj Gölü'ndeki santral, dünyanın belli başlı hidroelektrik tesislerinden biridir.

Bundan sonra Don Nehri'ne 72 kilometre yaklaşır ve iki nehir arasında açılan Volga-Don Kanalı vasıtasıyla Azak ve Hazar denizleri arasında ulaşım sağlanır. Hazar Denizi'ne 50 km kala 200'den fazla kola ayrılarak Volga Deltası meydana gelir. Bu deltanın genişliği 100 km'den fazladır.

Volga Havzası, 1.360.000 km²'lik bir alanı kaplar. Rusya'nın nüfusunun %40'ı, yaklaşık 60 milyon insan bu havzada yaşamaktadır.

Volga, kışın üç ayında da donar. Bu zaman zarfında da nehirden kara yolu olarak faydalanılır. Volga'nın kıyılarında

Rusya'nın önemli limanları ve ticaret merkezleri yer almaktadır. Bunlardan en önemlileri Nijni

Novgorod, Kazan, Samara, Saratov ve Volgograd (Eski adıyla Stalingrad)'dır. Orta Çağ'dan beri bir ticaret yolu olan Volga, bugün hâlâ önemli bir ulaşım yoludur.

Avrupa Hun İmparatoru Attila'nın ismi bazı görüşlere göre İtil'den gelmektedir.[



*Volga-Don Kanalı - Vikipedi (wikipedia.org)

*Volga-Don Kanalı (Rusça: Волго-Донской судоходный канал имени В. И. Ленина / V.I.

Lenin

Volga-Don Geçiş Kanalı), İdil Nehri ile Don Nehri'ni en kısa mesafe ile bağlayan kanal.

Hazar Denizi'ni Azak Denizi üzerinden Karadeniz'e bağlar. Su yolunun toplam uzunluğu 101 kilometre olup 45 kilometrelik çaylar ve suni gölleri içermektedir.

Osmanlı'da Don-Volga kanalı:



*Kırım Tatarları - Vikipedi (wikipedia.org)

*Kırım Tatarları ya da Kırımlılar (Kırım Tatarcası: qırımtatarlar, qırımlar), anayurtları Karadeniz'in kuzeyindeki Kırım yarımadası olan Türkî halktır.[9][10] 1783'te Kırım Hanlığı'nın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle birlikte Osmanlı Devleti'ne zorunlu göçe tabi tutulmuşlar ve kendi vatanlarında azınlığa düşmüşlerdir. SSCB döneminde Stalin'in emriyle 18 Mayıs 1944'te sürgüne uğrayarak nüfuslarının yarısını yitirmişlerdir. SSCB'nin yıkılmasıyla sürüldükleri topraklardan Kırım'a geri dönmeye başlayan halk, Ukrayna'nın ana Müslüman unsurunu oluşturur.

Günümüzde Kırım Tatarlarının sürgünden dönen kısmı Kırım'da, sürgünden dönemeyenlerin çoğu Özbekistan'da, Rusya İmparatorluğu'nun Osmanlı İmparatorluğu'na zorunlu göçe tabii tuttuğu kısmı ise Dobruca (günümüzde Romanya ve Bulgaristan'da kalmaktadır) ve Türkiye'de yaşarlar.

Tarih :

Köken:

Kırım Tatarları Kırım'da bir halk olarak ortaya çıkmış olup farklı tarihsel dönemlerde Kırım'da yaşayan çeşitli halkların torunlarıdır. Çeşitli zamanlarda Kırım'da yaşayan ve Kırım Tatar halkının oluşumunda yer alan ana etnik gruplar: İskitler, Sarmatlar, Alanlar, Yunanlar, Gotlar, Ön Bulgarlar, Hazarlar, Peçenekler, Çerkesler gibi halklardır. Bu farklı etnik konglomeranın tek bir Kırım Tatar halkına birleştirilmesi yüzyıllar boyunca gerçekleşti. Bu birleşme sürecindeki bağlantı unsurları, bölgenin, Türk dilinin ve İslam dininin ortaklığıydı.[11][12]

Kırım, konumu gereği tarih boyunca birçok göçebe ve yerleşik halka ev sahipliği yapmış bir yarımadadır. Kırım'ın kıyı kesimleri çoğunlukla denizcilikle ve ticaretle uğraşan halklarca yurt edilirken, Kırım'ın iç kesimleri ve kuzeyinde yer alan düzlükler göçebe halkların yurt tuttuğu bölgelerdir. Bu nedenle Kırım kıyılarına, Kerç boğazına ve Azak kıyılarına başta Antik Yunan kolonileri yerleşmiş, daha sonra onların yerini Bizans ve Ceneviz kolonileri almıştır. Kırım'ın iç kesimleri ve Karadeniz kuzeyinde yer alan düzlüklerde ise İskitler, Kimmerler, Hunlar, Alanlar, Hazarlar, Göktürkler ve Kıpçaklar gibi göçebe bozkır halkları yerleşmiştir. Moğol İmparatorluğu'nun orduları bu bölgeye geldiklerinde karşılarında Kıpçakları buldular. Deşt-i Kıpçak, Moğol hakimiyetine girdikten sonra bölgedeki tüm halklar da bu devlete tabii oldular [kaynak belirtilmeli]. Ancak Moğol ordusunun yalnızca komuta kademesi Moğol olup, geri kalanı Türklerden oluşmaktaydı. Az sayıda Moğol askeri ve boyları da bu çoğunlukta Türkleşmişlerdir. Cengiz Han'ın ölümünden sonra Cuci'nin oğlu Batu Han'a düşen Deşt-i Kıpçak, Kafkasya, Rus prenslikleri, İdil boyu, Hazar'ın kuzey kıyıları ve batıda kalan tüm topraklar Altın Orda Devleti adı ile anılmıştır. Bu devletin ardılları olan Kırım Hanlığı, Kazan Hanlığı, Astrahan Hanlığı, Sibir Hanlığı ve Şeybani Hanlığı genel olarak Kıpçak kökenli Türklerden oluşmuşlardır. Bu ardıllardan Karadeniz'in kuzeyinde hükmeden Kırım Hanlığı'nın halkına Kırım Tatarları denmiştir.

Kırım Tatar halkının oluşumunda önemli bir rol, Tarih yazımında Kumanlar olarak bilinen Batı Kıpçaklarına aittir. Eski zamanlardan beri Kırım'da yaşayan diğer tüm halkları içeren konsolide etnik grup oldular. XI-XII yüzyıldan Kıpçaklar Volga, Azak ve Karadeniz bozkırlarını yerleşmeye başladı (o zamandan 18. yüzyıla kadar Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) olarak adlandırıldı). 11. yüzyılın ikinci yarısından bu yana aktif olarak Kırım'a taşınmaya başladılar. Cuman'ların önemli bir kısmı Kırım dağlarında saklandı, Birleşik Kuman-Rus birliklerinin Moğollardan yenilgisinden ve daha sonra Kuzey Karadeniz bölgesindeki Cumanian proto-devlet oluşumlarının yenilgisinden sonra kaçtı.

XV yüzyılın sonunda, bağımsız bir Kırım Tatar etnik grubunun oluşumuna yol açan ana Önkoşullar yaratıldı: Kırım Hanlığı'nın siyasi egemenliği Kırım'da kuruldu, Türk dilleri (Hanlık topraklarında Cuman-Kıpçak) baskın hale geldi ve İslam, yarımada boyunca devlet dininin statüsünü kazandı. Kırım, İslam dini ve Türk dilinin Kuman nüfusunun "Tatarları" adını alan bir üstünlükle, yarımadanın çok etnikli konglomerasını pekiştirme süreci başladı ve bu da Kırım Tatar halkının ortaya çıkmasına neden oldu.

Altın Orda ve Kırım Hanlığı:


13. yüzyılın başında, nüfusun çoğunluğu Türk halkından oluşan Kırım, Kumanlar, Altın Orda'nın bir parçası oldu. Kırım Tatarları çoğunlukla 14. yüzyılda İslam'ı kabul ettiler ve daha sonra Kırım Doğu Avrupa'daki İslam medeniyetinin merkezlerinden biri haline geldi. Aynı yüzyılda, Altın Orda'nın Kırım Ulusunda ayrılıkçılığa yönelik eğilimler ortaya çıktı. Kırım'ın Altın Orda'dan fiili bağımsızlığı, Altın Orda Toktamış'ın güçlü Hanının kızı ve Nogay Ordası kurucusu Edige Han'ın eşi olan Prenses (Khanum) Canike'nin başlangıcından bu yana sayılabilir. Saltanatı sırasında, 1437'de ölümüne kadar Kırım tahtı mücadelesinde Hacı Giray'ı güçlü bir şekilde destekledi. Canike'nin ölümünden sonra Kırım'daki Hacı Giray'ın durumu zayıfladı ve Kırım'dan Litvanya'ya gitmek zorunda kaldı[15]

Kırım Tatarları, 16.ve 18. yüzyıllarda bir Osmanlı vasal devleti olan Kırım Hanlığı zamanında bir ulus olarak ortaya çıktı.Rus tarihçi, tarih doktoru, Rusya Bilimler Akademisi Profesörü Ilya Zaytsev, tarihsel verilerin analizinin, Türkiye'nin Kırım politikası üzerindeki etkisinin eski Türk kaynaklarında ve Emperyal Rus kaynaklarında bildirildiği kadar yüksek olmadığını gösterdiğini yazıyor.[50] Kırım'ın Türkçe konuşan nüfusu çoğunlukla 14. yüzyılda İslam'ı kabul etmişti, Altın Orda Özbeg Han'ın dönüşümünün ardından.[1736 yılında Kırım ilk Rus işgali zamanında 51], Han arşivleri ve kütüphaneler İslam dünyasında ünlü olmuş ve Han Krym altında-Girei Aqmescit şehri Kezlev Limanı Rotterdam ve Bahchysarai ile karşılaştırıldığında kanalizasyonu bulunan Molière dururken Avrupa'nın en temiz ve en yeşil şehir olarak nitelendirildi. Şehre Fransız kanalizasyonu uygulandı ve tiyatro ile donatılmış oldu.




*
Kalküta - Vikipedi (wikipedia.org)

*Kalküta, Hindistan'ın Batı Bengal eyaletinin başkentidir.

Ganj nehrinin bir kolu olan Hugli'nin ağzından 96 km içeride Ganj'la Brahmaputra nehrinin Bengal körfezinde meydana getirdikleri çatalağızda kurulmuştur. Hindistan'ın en önemli limanıdır. Ülkenin dış ticaretinin üçte biri bu limandan yapılmaktadır. Kalküta 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda Hindistan İmparatorluğu'nun başkentiydi.











































































*Nil Muharebesi - Vikipedi (wikipedia.org)

*Nil Muharebesi, Fransız Devrim Savaşları'nın deniz savaşlarından biridir. Fransa'nın Mısır Seferi'nin ilk aşamalarındandır. Amiral Horatio Nelson komutasındaki Britanya donanmasıyla Amiral François-Paul Brueys D'Aigalliers komutasındaki Fransız donanması arasında 1-2 Ağustos 1798 tarihlerinde, Nil deltasındaki Abukir Koyu'nda gerçekleşmiştir. Abukir Deniz Muharebesi olarak da adlandırılır.

Bağlam:

General Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız ordusunun Mısır'ı istila etmesi, Uzak Doğu'daki İngiliz çıkarlarını tehdit etmekteydi. Fransız ordusuyla birlikte Mısır'a gelen bilim heyetinin görevlerinden biri, Akdeniz'le Kızıldeniz arasında bir gemi yolunun inşası konusunda fizibilite çalışmaları yapmaktı.


Muharebe stratejisi:

Sonuçlar:

Sonuçta Nelson Abukir Limanı'nda demirli Fransız donanmasını imha ederek Mısır'daki Napolyon ordularının Fransa ile deniz bağlantısını kesmiştir. Kuşkusuz Bonapart, ordularının gıda gereksinimini "yerinde ikmal" ilkesiyle Mısır'dan sağlayabilirdi. Ancak cephane ve silah ikmali konusunda zorluklar yaşanacaktı. Ordusunun tamir atölyeleri vardı ancak, gerekli malzemenin deniz yolundan sağlanamaması, Mısır'da bunun için yeterli tesislerin bulunmaması Bonapart'ı bir karar vermeye zorlayacaktı. Donanma ile ikmal sağlanabilse, Mısır'da kalınıp bölgede tutunabilirdi. Ama şimdi uzun süre Mısır'da kalınması olanaksız hale gelmişti.

Bonapart bunun üzerine Orta Doğu yönünde ilerlemek zorunda kalmıştır. Muhtemelen, Osmanlı İmparatorluğu'nu, gerekli malzemeyi kendisine sağlayacak bir antlaşmaya zorlamak hesabındaydı.

Ancak ordusu Akka kalesi önünde durdurulmuş, Mısır'a dönmek zorunda kalmıştır. Ordusunun Mısır'da uzun süre kalamayacağını bilen Napolyon, bu orduyu Mısır'da bırakarak Fransa'ya dönmüştür. Nil Savaşı ve bunun ardından gelen Akka yenilgisi, Napolyon'un Mısır Seferi'nin başarısızlığına neden olmuştur.












































*Hokand Hanlığı - Vikipedi (wikipedia.org)

*Hokand Hanlığı, (Özbekçe: Qo'qon Xonligi), bugünkü Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan ve Doğu Türkistan'ı da kapsayan bölgede 1709 ile 1876 yılları arasında hüküm sürmüş Mangıt-Ming Hanedanlığı. Buhara Hanlığı (Buhara Emirliği) ve Hive Hanlığı ile birlikte Buhara Hanlıkları olarak anılmıştır. Başkenti Hokand olan hanlığın yönetimi içerisinde Tacikler, Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Farslar, Kıpçaklar, Soğdlar, Uygurlar bulunmaktaydı. Yönettiği şehirler arasında; Hokand, Taşkent, Buhara, Semerkand, Margilan, Namangan, Fergana, Andican, Türkistan, Çimkent, Taraz(Talas), Bişkek, , Zaferabad, İsfara, Aksu, Kaşgar, Hoten vb şehirler bulunmaktaydı.,

Tarihi:

Hokand Hanları Listesi:




*Buhara Emirliği - Vikipedi (wikipedia.org)

*Buhara Emirliği (Özbekçe: Buxoro Amirligi, Tacikçe: Аморати Бухоро; 1785 - 1920), Aştarhan hanedanı'nın son hanı olan Ebül Gazi zamanında, Muhammed Rahim Han yönetimindeki Moğol kökenli Mangıtlar[3] tarafından kurulan Özbek devleti.[4] Moğol kökenli ancak Cengiz Han soyundan olmayan Mangitler 1747'de Buhara'yı işgal ederek 1753'te Emirliğini ilan etmişti. Dönemin Orta Asya'nın töresine göre Cengiz Han soyundan gelmeyen Han olamadığı için 1756'de "Amīr al-Mu'minīn" unvanını kullanmıştı. Ve 1785 yılında Aştarhan hanedanının Buhara Hanlığını yok etmişti.

1747 yılında Nadir Şah'ın ölümünden sonra, Muhammad Rahim Han, Abulfayz Hanı ve onun oğlunu öldürtür, böylece Canid hanedanlığı biter. Bundan sonra emirler kukla hanlara izin verirler, Abdul Gazi Han'ın ölümüne takiben, Mir Masum Shah Murat'ın tahta çıkması önü açılır.[5]

Mangıtlar zamanında hanlığın sınırları daralmaya başladı ve 19. yüzyılın sonlarına doğru son merkez olan Buhara'nın da Rus işgaline uğramasıyla Buhara Hanlığı Rus boyunduruluğuna girdi ve 1920 yılındaki Sovyet işgaline kadar yarı bağımsız kaldı. Hanlık toprakları 1860'a kadar bugünkü Türkmenistan'ı, Özbekistan'ın batısını ve Kazakistan'ın güneybatısını kapsıyordu.

Hive Hanlığı ve Hokand Hanlığı ile birlikte Özbek üç hanlığı olarak anılmıştır.




*Hive Hanlığı - Vikipedi (wikipedia.org)

*Hiva Hanlığı (Özbek Türkçesi: Xiva xonligi), günümüz Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan sınırları içinde kalan bir alanda, 1512-1920 yılları arasında varlığını sürdürmüş olan Özbek devleti. Buhara Hanlığı (Buhara Emirliği) ve Hokand Hanlığı ile birlikte "Özbek üç hanlığı" olarak anılmıştır.


Tarihçe:

Şeybani Hanedanı (1512 - 1806):

İnak Hanedanı (1806 - 1920):

Yönetim:

Kültür ve Sanat:
































*East India Company - Vikipedi (wikipedia.org)

*Doğu Hindistan Şirketi, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi veya Britanya Doğu Hindistan Şirketi, (İngilizce: East India Company) Kraliçe'den Hint Okyanusu bölgesinde ticaret yapmak için ayrıcalık alabilen deniz tüccarları tarafından 31 Aralık 1600'de kurulan bir İngiliz ve daha sonra bir İngiliz anonim şirketiydi.

1588'de Sir Francis Drake komutasındaki İngiliz donanmasının İspanya donanmasını ağır bir yenilgiye uğratmasından sonra, İngiliz ticaret

gemileri okyanuslarda daha etkin faaliyet göstermeye başlayıp özellikle Hindistan seferlerine başladılar. Denizci

tacirler bir araya gelip sermayelerini arttırırlarken, İngiltere kraliçesi I. Elizabeth'den de ayrıcalıklar almaya çalıştılar. Sonunda 31 Aralık 1600'de Doğu Hindistan Şirketi için bu ayrıcalıkları

almayı başardılar. Doğu Hindistan Şirketi veya İngiliz Doğu Hindistan Şirketi,[2] Doğu Hint Adaları'yla ticaret amacıyla kurulmuş olan; ama daha çok Hint altkıtasıyla ticaret yapan bir İngiliz

(1707'den sonra Britanya) anonim şirketiydi. Doğu ve Güneydoğu Asya'da bir ticaret tekeli olarak ortaya çıkan şirket zamanla politik bir oluşum hâline geldi.[2] 18. yüzyılın başlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar Britanya emperyalizminin bir aracı olarak kullanıldı.[2] 19. yüzyılda Çin'deki faaliyetleri Britanya etkisinin Çin'e yayılmasında etkili oldu.[2]

Şirkete 1600 yılında kraliyet imtiyaznamesi verilmiştir,[3] bu da onu Avrupa'daki diğer Doğu Hindistan şirketleri içerisinde en eskisi yapmaktadır. Şirketin hisseleri zengin

tüccarlara ve asilzadelere aitti. Hükûmetin hiç hissesi yoktur ve şirket üzerinde sadece dolaylı kontrole sahipti.

Şirketin kendine ait büyük bir ordusu mevcuttur ve bu orduyla Hindistan'ın önemli bölümünü kontrol etmekteydi.

Şirketin ana ticaret maddeleri afyon (uyuşturucu), pamuk, ipek, çivit boyası, tuz, güherçile ve çaydı. Şirket Hindistan'ın büyük kısmını yönetimi altına aldı, bu bölgelerde askerî güç kullandı. Hindistan'da

şirket yönetimi etkin olarak 1757'de Plassey Muharebesi'yle başladı ve 1858 yılına kadar devam etti. 1857 Hint Ayaklanması'nın ardından 1858 Hindistan Hükümeti Yasasıyla Britanya kraliyetine Hindistan'da doğrudan yönetimi verildi. Şirket 1773 Düzenleme Yasası'yla 1874 yılında feshedildi.




*Gazneliler - Vikipedi (wikipedia.org)

*Gazneliler (Farsça: غزنویان Ghaznaviyān), 963-1186 yılları arasında Maveraünnehir, Afganistan, Hindistan'ın kuzeyi ve Horasan'da hüküm sürmüş[6][7][8] olan Türk devleti.[9][10][11][12] Gazneliler adlarını başkent edindikleri, hâlen Afganistan sınırları içinde bulunan Gazne şehrinden almıştı. Mahmud-ı Gaznevî'nin Yemînüddevle lakabına atıfla bu hanedana Yemînîler denilmektedir.

Ayrıca hanedanın babası Sebük Tigin'e atıfla Sebük Teginîler olarak da anılmaktadır.[12] Gazne Devleti'nden önce bu topraklarda hüküm sürmüş olan Fars asıllı Samanîlerin siyasi ve kültürel etkisinden dolayı Gazneli Türkler, zaman içerisinde Farslaşmışlardır.[6][8][10][13][14]

Gaznelilerin kurucusu sayılan Alp Tegin, Samanîlerin ordu komutanlarındandı. Ancak hanedanlığın tam anlamıyla kuruluşu, onun damadı Sebük Tigin döneminde mümkün olmuştur. Sebük Tigin, Gazne şehrini başkent yaparak Samanî sultanlarının egemenliğinden


kurtulmuştur.[9][15] Sebük Tegin'in oğlu Sultan Mahmut döneminde imparatorluğun sınırları Ceyhun'dan İndus Nehri'ne, oradan da Hint Okyanusu'na kadar uzandı ve Rey ve Hamedan'ı da kapsadı. I. Mesut döneminde Gaznelilere ait, köklü ve büyük toprakların bir kısmı kaybedilmiştir. Batı bölgelerinin neredeyse

tamamı, Dandanakan Savaşı sonrasında Selçuklu Devleti'nin kontrolüne geçmiş ve elde Afganistan, Belucistan ve Pencap bölgeleri kalmıştı. Selçukluların 1157'de dağılması, Gaznelilere pek yarar sağlamadı. Bu karışık ortamdan

güçlenerek çıkan Gurlular, 1151'de Behramşah'ı yenilgiye uğratarak Gazne'yi ele geçirdiler. Bundan sonra hükümdarlıklarını Lahor'a çekilerek devam ettiren ve İslam dinini Hindistan'ın içlerine kadar yaymış olan Gaznelilerin[9] son hükümdarı Hüsrev Melik'in Gurlular tarafından 1186'da esir alınmasından sonra Gazne Devleti kesin olarak sona erdi.

Kökeni:

Siyasi tarihi:

Kapladığı alan:

Kuruluş dönemi:

Gazneli Mahmut dönemi:

Sistan'ın zaptı:

Harezm'in zaptı:

Gur'un zaptı:

Garcistan'ın zaptı:

Gazneli Mahmut Dönemi dış ilişkileri:

Sultan Mahmut-Samanî ilişkileri:

Sultan Mahmut-Karahanlı ilişkileri:

Sultan Mahmut-Oğuz ilişkileri:

Sultan Mahmut-Ziyarî ilişkileri:

Sultan Mahmut-Büveyhî ilişkileri:

Sultan Mahmut-Afgan ilişkileri:

Sultan Mahmut-Abbasî ilişkileri:

Gazneli I. Mesut dönemi:

Debusiye Savaşı:

Diğer olaylar:

Dandanakan Muharebesi:

Selçuklular ile mücadele ve yıkılış:

Devlet teşkilatı:

Askeri teşkilat:

Adlî teşkilat:

Din:

Kültür ve sanat:

Gazneli dil ve edebiyatı:

Gaznelilerin tarihe etkileri:

Gazneli sultanları:
































*Babürlüler - Vikipedi (wikipedia.org)

*Babürlüler veya Babür İmparatorluğu (Farsça: گوركانى Gurakānī;[7] bilindik adlandırma Farsça: امپراتوری مغولی هند Empīrāturī-ye Moġolī-ye Hind 'Hint, Moğol İmparatorluğu',[8][9] Urduca: مغلیہ سلطنت Moghly-e Soltanat 'Moğol Sultanlığı',[10] Çağatayca: کورگن Küregen), günümüzdeki Hindistan ve çevresi üzerinde kurulmuş ve hüküm sürmüş Türk-Moğol[11][12][13][14] kökenli devlet. Çağatay Türkü bir şef[15] ve Timurlu Hanedanı'ndan olan Babür Şah tarafından 1526 yılında kurulan ve 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında imparatorluğun gücünün zirvesinde olduğu dönemde, Hindistan'ın büyük bölümüne hakim olan imparatorluğun nüfusunun o tarihlerde 3,2 milyon kilometre karelik bir bölge üzerinde 110 milyon ila 150 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir.[16] Babür İmparatorluğu'nun hakimiyet alanı, en geniş olduğu dönemde bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan'ı kapsamaktaydı.

İmparatorluğun klasik döneminin, Ekber Şah'ın 1556 yılında tahta çıkması ile başladığı kabul edilir. Onun yönetimi altında, Hindistan, kültürel ve ekonomik ilerlemenin yanı sıra farklı dinlerden olanların uyumu açısından çok iyi bir konuma ulaşmıştır. Babür İmparatorluğu'nun beşinci imparatoru Şah Cihan'ın saltanatı, imparatorluğun mimarlık ve sanat alanında altın çağıdır. Agra'daki efsanevi Tac Mahal'in yanı sıra pek çok mükemmel eser onun döneminde yapılmıştır. Babür İmparatorluğu'nun, Evrengzib'in hükümdarlığı sırasında toprak genişlemesi doruk noktasına ulaştı. Onun döneminde 150 milyonluk nüfusu ile imparatorluk dünya nüfusunun dörtte birine hükmeder konumdaydı.

1739 yılında Nadir Şah güçleri tarafından Karnal Muharebesi'nda mağlup edilen Babür İmparatorluğu, 18. yüzyılın ortalarından itibaren idari ve ekonomik olarak zayıflamaya başladı. Son imparator II. Bahadır Şah'ın sadece şehir üzerinde otoritesi vardı. 1858 yılında bir isyan üzerine bölgeye müdahale eden İngiliz'lerce Babür İmparatorluğu'na son verilerek Hindistan, Büyük Britanya İmparatorluğu'na bağlanılmıştır.

Babür İmparatorluğu'nun kökeni:

Siyasi tarih:

Ordu:

Menşei:

Teşkilatlanma ve Birlik Türleri:

Daimi ordu:

Mansabdarlar:

Sınıflar:

Bilim:

Astronomi:

Mimari ve sanat:

Resimler:

Mimarlar:

Minyatürler:

Hint-Türk İmparatorluğu hükümdarları:


































*
Gaznelilerin en geniş sınırları, 1030

*Gazneliler - Vikipedi (wikipedia.org)

*Gazneliler (Farsça: غزنویان Ghaznaviyān), 963-1186 yılları arasında Maveraünnehir, Afganistan, Hindistan'ın kuzeyi ve Horasan'da hüküm sürmüş[6][7][8] olan Türk devleti.[9][10][11][12] Gazneliler adlarını başkent edindikleri, hâlen Afganistan sınırları içinde bulunan Gazne şehrinden almıştı. Mahmud-ı Gaznevî'nin Yemînüddevle lakabına atıfla bu hanedana Yemînîler denilmektedir. Ayrıca hanedanın babası Sebük Tigin'e atıfla Sebük Teginîler olarak da anılmaktadır.[12] Gazne Devleti'nden önce bu topraklarda hüküm sürmüş olan Fars asıllı Samanîlerin siyasi ve kültürel etkisinden dolayı Gazneli Türkler, zaman içerisinde Farslaşmışlardır.[6][8][10][13][14]

Gaznelilerin kurucusu sayılan Alp Tegin, Samanîlerin ordu komutanlarındandı. Ancak hanedanlığın tam anlamıyla kuruluşu, onun damadı Sebük Tigin döneminde mümkün olmuştur. Sebük Tigin, Gazne şehrini başkent yaparak Samanî sultanlarının egemenliğinden kurtulmuştur.[9][15] Sebük Tegin'in oğlu Sultan Mahmut döneminde imparatorluğun sınırları Ceyhun'dan İndus Nehri'ne, oradan da Hint Okyanusu'na kadar uzandı ve Rey ve Hamedan'ı da kapsadı. I. Mesut döneminde Gaznelilere ait, köklü ve büyük toprakların bir kısmı kaybedilmiştir. Batı bölgelerinin neredeyse tamamı, Dandanakan Savaşı sonrasında Selçuklu Devleti'nin kontrolüne geçmiş ve elde Afganistan, Belucistan ve Pencap bölgeleri kalmıştı. Selçukluların 1157'de dağılması, Gaznelilere pek yarar sağlamadı. Bu karışık ortamdan güçlenerek çıkan Gurlular, 1151'de Behramşah'ı yenilgiye uğratarak Gazne'yi ele geçirdiler. Bundan sonra hükümdarlıklarını Lahor'a çekilerek devam ettiren ve İslam dinini Hindistan'ın içlerine kadar yaymış olan Gaznelilerin[9] son hükümdarı Hüsrev Melik'in Gurlular tarafından 1186'da esir alınmasından sonra Gazne Devleti kesin olarak sona erdi.



*Babürlüler - Vikipedi (wikipedia.org)

*Babürlüler veya Babür İmparatorluğu (Farsça: گوركانى Gurakānī;[7] bilindik adlandırma Farsça: امپراتوری مغولی هند Empīrāturī-ye Moġolī-ye Hind 'Hint, Moğol İmparatorluğu',[8][9] Urduca: مغلیہ سلطنت Moghly-e Soltanat 'Moğol Sultanlığı',[10] Çağatayca: کورگن Küregen), günümüzdeki Hindistan ve çevresi üzerinde kurulmuş ve hüküm sürmüş Türk-Moğol[11][12][13][14] kökenli devlet. Çağatay Türkü bir şef[15] ve Timurlu Hanedanı'ndan olan Babür Şah tarafından 1526 yılında kurulan ve 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında imparatorluğun gücünün zirvesinde olduğu dönemde, Hindistan'ın büyük bölümüne hakim olan imparatorluğun nüfusunun o tarihlerde 3,2 milyon kilometre karelik bir bölge üzerinde 110 milyon ila 150 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir.[16] Babür İmparatorluğu'nun hakimiyet alanı, en geniş olduğu dönemde bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan'ı kapsamaktaydı.

İmparatorluğun klasik döneminin, Ekber Şah'ın 1556 yılında tahta çıkması ile başladığı kabul edilir. Onun yönetimi altında, Hindistan, kültürel ve ekonomik ilerlemenin yanı sıra farklı dinlerden olanların uyumu açısından çok iyi bir konuma ulaşmıştır. Babür İmparatorluğu'nun beşinci imparatoru Şah Cihan'ın saltanatı, imparatorluğun mimarlık ve sanat alanında altın çağıdır. Agra'daki efsanevi Tac Mahal'in yanı sıra pek çok mükemmel eser onun döneminde yapılmıştır. Babür İmparatorluğu'nun, Evrengzib'in hükümdarlığı sırasında toprak genişlemesi doruk noktasına ulaştı. Onun döneminde 150 milyonluk nüfusu ile imparatorluk dünya nüfusunun dörtte birine hükmeder konumdaydı.

1739 yılında Nadir Şah güçleri tarafından Karnal Muharebesi'nda mağlup edilen Babür İmparatorluğu, 18. yüzyılın ortalarından itibaren idari ve ekonomik olarak zayıflamaya başladı. Son imparator II. Bahadır Şah'ın sadece şehir üzerinde otoritesi vardı. 1858 yılında bir isyan üzerine bölgeye müdahale eden İngiliz'lerce Babür İmparatorluğu'na son verilerek Hindistan, Büyük Britanya İmparatorluğu'na bağlanılmıştır.

Babür İmparatorluğu'nun kökeni:

Siyasi tarih:

Bilim:

Astronomi:

Mimari ve sanat:

Hint-Türk İmparatorluğu hükümdarları:




*Kuh-i Nur - Vikipedi (wikipedia.org)

*Kuh-i-Nur, (Farsça: کوہ نور‎, "Işık Dağı," ayrıca Koh-i-Noor ya da Kuh-e Nur da denir), 105.6 metrik karatlık, son kesiminide 21.6 gram ağırlığında ölçülmüş, dünyanın en büyük elmaslarındandır. Kuh-i-Nur'un kökeninin diğer çifti Darya-i-Nur ("Işık Denizi") ile birlikte Hindistan'ın Andhra Pradeş eyaletinde olduğu düşünülmektedir. Elmas tarih boyunca Hindu, Rajput, Babür, İran, Afgan, Sih ve sert bir şekilde savaşıp elması yağmalayarak elde eden İngiliz yöneticilerine ait olmuştur.

1850'de, elmas İngiliz Doğu Hindistan Şirketi tarafından Duleep Singh'ten ele geçirilmiştir ve Kraliçe Victoria 1877 yılında Hindistan Kraliçesi ilan edildiğinde İngiliz Saray Mücevherleri'nin bir parçası haline gelmiştir. Hindistan ile olan savaşından sonra Nadir Şah tarafından 18. yüzyılda "Kuh-e nur" olarak adlandırılmadan önce, elmas geleneksel olarak Syamantaka-mani ve daha sonra Madnayak ya da "Mücevherlerin Kralı" olarak bilinirdi. Elmas şu anda Kraliçe Elizabeth'in Taçı'nda ve Londra Kulesi'nde sergileniyor.[1... ..



*
Sind - Vikipedi (wikipedia.org)

*Sind Eyaleti (Urduca: سندھ), Pakistan'ın 4 eyaletinden birisidir.

Ülkenin en büyük kenti Karaçi'nin içinde bulunduğu bu eyalet, ülkenin güneyinde ve Hint Okyanusu kıyısında bulunmaktadır. Sindhiler'in anavatanı olan eyaletin yerel adı "Mehran"dır. Eyalet adını İndus Nehri'nden almaktadır.

İndus vadisinin verimli topraklarında yer alan Sind topraklarında bilinen ilk yerleşimin MÖ 7000 yıllarına kadar gittiği bilinir. Bu dönemde Mehrgarh yerleşiminin izlerini bu bölgede görmek mümkündür. Daha sonra İndus Vadisi Uygarlığı olarak bilinen uygarlığın, bu bölgede İndus Nehri kıyısında kurduğu Mohenco-daro bu uygarlığın en gelişmiş şehriydi.

… ..





















*
İndus Nehri - Vikipedi (wikipedia.org)

*İndus Nehri (Hintçe ve Sanskrit: सिन्धु Sindhu; Urdu: سندھ Sindh; Sindhî: سندھو Sindhu; Punjabi (Shahmukhi: سندھ, Gurmukhi: ਸਿੰਧੂ) Sindhu; Farsça: Hindu حندو ; Peştuca: Abasin ّآباسن "Baba Nehri"; Tibetçe: སེང་གེ།་གཙང་པོ Sengge Chu "Aslan Nehri"; Çince: 印度 Yìndù; Yunanca: Ινδός Indos), Pakistan'ın en uzun nehridir. Çin'deki Tibet Platosu'ndan başlayan nehir batıya doğru Hindistan üzerinden devam ederek Pakistan'a ulaşır. Pakistan'da güneye doğru saparak Haydarabad şehrinden geçip Karaçi yakınlarında Umman Denizi'ne dökülür.

3.200 kilometre uzunluğundadır.

Başta ülkenin tahıl ambarı Pencap bölgesi olmak üzere Pakistan ekonomisinin en önemli su kaynağıdır.


… ..










































































*
Hayber Geçidi - Vikipedi (wikipedia.org)

*Hayber Geçidi, Pakistan'ın Hayber Pahtunhva eyaletinde, Afganistan sınırındaki bir dağ geçididir.

Spin Ghar dağlarının bir kısmını geçerek Landi Kotal kasabasını Jamrud'daki Peşaver Vadisi'ne bağlar.




































*


Attock in the Lahore Subah, depicted in map of Mughal India by Robert Wilkinson (1805)

*Attock - Wikipedia

*This article is about the city founded during the British era. For the historic city of Attock, see Attock Khurd. For the district, see Attock District. For other uses, see Attock (disambiguation).

Attock (Punjabi, Urdu: اٹک), formerly known as Campbellpur (Punjabi, Urdu: کیمبل پور),[3] is a city in Punjab, Pakistan, not far from the country's capital Islamabad. It is the headquarters of the Attock District and is 36th largest city in the Punjab and 61st largest city in the country, by population. The city was founded in 1908 several miles southeast of the historical city of Attock Khurd (Urdu: اٹک خورد:),[4] which had been established by the Mughal Emperor Akbar in the 16th century,[5] and was initially named in honour of Sir Colin Campbell.[6]



*
Bolan geçidi - wiki7.org


*Bolan Geçidi [1] [2] veya Bolan Geçidi [3] [4] ( Urduca درّہ بولان , Bolan [5] ; Peştuca: د بولان درہ , De Bolan Dara) yaklaşık 100 km uzunluğunda bir dağ geçididir [2] [ 1] Bolan ve Shirinab nehirlerinin vadileri boyunca, Pakistan Belucistan'daki ( Bolan bölgesi ) Bolan Geçidi boyunca [6] . Bolan geçidi , Süleyman Dağları ile Mekran Dağları'nın [1] kesiştiği noktada , aynı adı taşıyan geçit (rakım 1792 m), Bolan Nehri vadisi ve biri vadisinden oluşan Orta Bragui sırtını geçer . Şirinb Nehri'nin kaynakları . Bolan Geçidi, Nisan'dan Kasım'a kadar trafiğe açıktır [2] . Bolan Geçidi demiryolu ve N-65 Karayolu ile Sukkur'dan Quetta'ya ve Afganistan sınırındaki Chaman'a kadar geçilir [1] . Kila-Abdullah semtinde demiryolu Hojak Tüneli'nden geçmektedir . 

Askeri açıdan Bolan Geçidi kolayca geçilebilir, ancak engeller ve bariyerler oluşturmak için çok uygun olan geçitlerle doludur ve hiçbir sapma yoktur ve civardaki arazi kayalık ve ağaçsızdır. Bolan nehri , hareketin neredeyse imkansız olduğu ani sellere maruz kalan geçidin tüm uzunluğu boyunca akar . Nehir vadilerinin yamaçları yüksek ve diktir ve oldukça diktir ; Bolan Geçidi , Hayber Geçidi ile birlikte Orta Asya'dan Hindistan'a giden ikinci tarihi yoldur. Bolan Geçidi'nin antik tarihi , Harappan uygarlığının Pirak arkeolojik alanında yapılan kazılarla kanıtlanmıştır . İngilizler tarafından Afganistan'ın kolonyal istilaları için defalarca kullanıldı (1838-1842, 1878-1880, 1919) [1] . 1941'de İngiliz birliklerinin müfrezelerinden biri Bolan Geçidi'nde bir sel sırasında öldü [1] Bolan geçidi - 


*Bolan Geçidi (mgwiki.top)



*Sincan Uygur Özerk Bölgesi - Vikipedi (wikipedia.org)

*Sincan veya Şincan Uygur Özerk Bölgesi (Çince (basitleştirilmiş): 新疆维吾尔自治区; Çince (geleneksel): 新疆維吾爾自治區; pinyin: Xīnjiāng Wéiwú'ěr Zìzhìqū; Uygur Arap yazısı: شىنجاڭ ئۇيغۇر ئاپتونوم رايونى; Uygur Latin yazısı: Shinjang Uyghur Aptonom Rayoni; Rusça: Синьцзян, Sin'tsyan), Türkiye Türkçesinde yazılmış resmi Çin devlet kaynaklarında Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi veya sadece Xinjiang olarak geçer,[4][5][6][7] Çin'in kuzeybatısında bulunan bir özerk bölge. Güneyde Tibet Özerk Bölgesi, güney doğuda Çinghay ve Gansu eyaletleri, doğuda Moğolistan, kuzeyde Rusya, kuzeybatıda Kazakistan ve batıda Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan kontrolündeki Keşmir bölgesiyle komşudur. 1.664.897,17 km² yüzölçümü ile Çin Halk Cumhuriyeti'nin en geniş idari bölgesidir. Başkenti Urumçi, resmî dilleri Uygurca ve Standart Çincedir.

Tarihçe:

Hiung-nu Han Hanedanı Çatışması:

4. – 6. yüzyıllar arası:


Göktürk Kağanlığı:

5. yüzyılın sonlarına doğru bölgeye giren Tuyuhun ve Rouran boyları bu bölgedeki Çin egemenliğine son verdi. 6. yüzyılda Rouran hakimiyeti altındaki Altay bölgesinde Göktürkler tarih sahnesine çıktı. 1 yüzyıl içerisinde Rouranları yenerek nüfuzu batıda Aral Denizi, doğuda Baykal Gölünü aşan ve tüm Orta Asya’yı kapsayan geniş bir Göktürk İmparatorluğu kurdular. Kağanlığı 583'te doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı; bu bölge Batı Göktürk Kağanlığı'nın egemenliğinde kaldı. 609 yılında Çin'in Sui Hanedanı Tuyuhunları yenerek güneydoğu Doğu Türkistan'ı ele geçirdi.


Tang Hanedanı ve Hanlıklar:

Moğol dönemi:

Mançu İmparatorluğu:


Dungan İsyanı:

19. yüzyılın ortalarında Rus Çarlığı Çin’in kuzey bölgelerine baskısını arttırır. Afyon Savaşı, Taiping İsyanı gibi karışıklıkların içinde bulunan Çin’in uç karakollardaki etkinliği büyük ölçüde kısıtlanmıştır. 1864’te Doğu Türkistan’da Çinli Müslümanların (Huiler) ve Uygurların başlattığı geniş çaplı isyanlar bölgede Çin egemenliğinin kalkmasına neden olur.


Kaşgar Emirliği:

1865’da komşu Hokand Hanlığından Yakub Beg Kaşgar’a girer ve ardından gelen altı yıl boyunca neredeyse tüm Doğu Türkistanı’ı ele geçirir. Ancak 1871’de kargaşadan yararlanan Ruslar Gulca dahil olmak üzere zengin İli nehri vadisini işgal eder. Çing Hanedanı generali Zuo Zongtang 1875-1877 arasında bölgenin kontrolünü tekrar ele geçirerek Yakub Beg'in hakimiyetine son verir.


Sincan Eyaleti:

Çing Hanedanının Ardından:


Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti:

1930’larda patlak veren isyanlar 1933'te Kaşgar’da Birinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti (Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti)'nin ilanıyla sonuçlanır. Kısa süreli Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti'nin ardından Çinli bir savaşbeyi olan Sheng Shicai (盛世才) Doğu Türkistan’ın kontrolünü ele geçirir.


Doğu Türkistan Cumhuriyeti:

1944-1949 arasında Sincan’ın kuzeyinde bugünkü İli Kazak Özerk Bölgesi'nde Sovyetler Birliği'nin desteğiyle İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulur. Doğu Türkistan Cumhuriyeti 1949’da Halk Kurtuluş Ordusu’nun Sincan’a girmesiyle birlikte sona erer.

1954'te kurulan Sincan Üretim ve İnşaat Kolordusu bölgenin Hanlaştırmasına yardımcı olmaktadır. 1 Ekim 1955'te Sincan Eyalet statüsünden çıkarılarak Özerk Bölge olarak ilan edilir.


Temmuz 2009 Urumçi Olayları:

5 Temmuz 2009 günü Urumçi'de başlayan olaylardır. 25/26 Haziran 2009 tarihinde resmi kaynaklara göre iki Uygur'un hayatını kaybettiği olayları protesto etmek için toplanan Uygurlar ile buna tepki gösteren ve Çin'in en kalabalık etnik grubu olan Han'ların karşı karşıya geldiği olaylarda, resmi kaynaklara göre 197 kişi hayatını kaybetmiş, 1.721 kişi yaralanmıştır. Dünya Uygur Kurultayı lideri Rabia Kadir ise, Washington'da yaptığı açıklamada "Edindiğimiz bilgilere göre ölü sayısı 1000'in üzerinde, kimileri de 3 bin rakamını telaffuz ediyor" demiştir.[kaynak belirtilmeli]


Süregelen gerginlikler:

Coğrafya ve jeoloji:

Biyolojik kaynaklar:

Önemli nehirler:

İklim:

Doğal yaşam:

İdari yapılanma:

Önemli şehirler:

Nüfusu ve etnik yapısı:


































*Mihrace - Vikipedi (wikipedia.org)

*Mihrace veya maharaca, Sanskritçe "büyük kral" anlamına gelen unvan. Tarihsel kullanımı, Hindistan'da yerli devlet hükümdarları tarafındandır; bu hükümdarlar arasında Sih İmparatorluğu kurucusu Ranjit Singh gibi kişiler de bulunmuş olsa da, unvanı kullananlardan bazıları gerçekte pek sınırlı gücü olan yöneticilerdi. Kadınlar için muadili "maharani" olup, bu unvan hem erkek mihracelerin eşleri, hem de bunun gelenekler dahilinde bulunduğu bölgelerde doğrudan yönetimi elinde tutan kadınlar için kullanılmaktaydı.




*Ranjit Singh - Wikipedia

*Ranjit Singh (13 November 1780 – 27 June 1839) was the founder and first maharaja of the Sikh Empire, ruling from 1801 until his death in 1839. He ruled the northwest Indian subcontinent in the early half of the 19th century. He survived smallpox in infancy but lost sight in his left eye. He fought his first battle alongside his father at age 10.

After his father died around Ranjit's early teenage years, Ranjit subsequently fought several wars to expel the Afghans throughout his teenage years. At the age of 21, he was proclaimed the "Maharaja of Punjab".[4][5] His empire grew in the Punjab region under his leadership through 1839.[6][7]



*Dost Muhammed Han - Vikipedi (wikipedia.org)

*Dost Muhammed Han (27 Aralık 1793, Herat - 9 Haziran 1863, Herat, Afganistan), Afganistan hükümdarı (1826-1863) ve Barakzay Hanedanı'nın kurucusu.[1] Birleşik Krallık ve Rusya arasında siyasal mücadele alanı olduğu bir dönemde Afganistan'ın bağımsızlığını korumuştur.

… ..


*Ark Kalesi - Vikipedi (wikipedia.org)

*Ark Kalesi (Özbekçe: Buxoro arki), Özbekistan'ın Buhara şehrinde, ilk olarak MS 5. yüzyılda inşa edilmiş ve işgal edilmiş büyük bir hisardır. Askeri bir yapı olmasının yanı sıra, kalenin tarihi boyunca, Buhara'yı çevreleyen bölgede hakim olan çeşitli kraliyet ailesinin yaşadığı bir kasabayı kapsıyordu. Ark, 1920'de Rusya tarafından ele geçirilene kadar bir kale olarak kullanıldı. Günümüzde Ark, turistik bir cazibe merkezi ve tarihi kapsayan müzelere ev sahipliği yapmaktadır.[1]

… ..



































*
Kalküta - Vikipedi (wikipedia.org)

*Kalküta, Hindistan'ın Batı Bengal eyaletinin başkentidir.

Ganj nehrinin bir kolu olan Hugli'nin ağzından 96 km içeride Ganj'la Brahmaputra nehrinin Bengal körfezinde meydana getirdikleri çatalağızda kurulmuştur. Hindistan'ın en önemli limanıdır. Ülkenin dış ticaretinin üçte biri bu limandan yapılmaktadır. Kalküta 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda Hindistan İmparatorluğu'nun başkentiydi.











*David Urquhart - Vikipedi

*David Urquhart (1 Temmuz 1805 - 16 Mayıs 1877) veya Urquhart Davut Bey (Adigece: Уркъухьэрт Даут-бей), 1847'den 1852'ye kadar Parlamento Üyesi olarak görev yapan İskoç diplomat.[1]


İlk yılları ve ailesi:

Kariyer:

Yunanistan ve Türkiye'deki Rol:

1827'de Urquhart, Yunan Bağımsızlık Savaşı'nda milliyetçi davaya katıldı. Bu süreçte ağır yaralandı. Gelecek 5 yılını İngiliz hükûmetine yazdığı mektuplarla Yunan davasını savunmakla harcadı. 1831'de Sir Stratford Canning'in Yunanistan ile Türkiye arasındaki sınırı belirlemek için İstanbul'a yaptığı göreve kendisini atadı.

Urquhart'ın başlıca rolü, Sultan II. Mahmud'un yakın danışmanı Koca Mustafa Reşid Paşa'nın desteğini sağlamaktı. Kendisini giderek Türk uygarlığı ve kültürüne çekerken, bölgeye Rus müdahalesi tehdidi karşısında alarma geçti. Urquhart'ın, Türkiye ve Kaynakları'nın yayınlanması da dahil olmak üzere, kampanyası 1833'te bölgeye bir ticaret heyetinin atanmasıyla sonuçlandı.[2] İstanbul'daki hükûmetle o kadar yakın bir ilişki kurdu ki, Canning'in politikasına karşı Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya karşı Sultan adına İngiliz müdahalesi çağrılarında açık sözlü hale geldi. Palmerston tarafından, kendisini Richard Cobden ile çatışmaya sokan Moskova karşıtı İngiltere, Fransa, Rusya ve Türkiye[1] adlı broşürü yüzünden geri çağrıldı.

1835'te İstanbul'da büyükelçilik sekreteri olarak atandı[4] ancak Rusların Çerkesya'daki saldırgan planlarına karşı koymak için talihsiz bir girişim olan Vixen Harekâtı, uluslararası bir krize yol açma tehdidinde bulundu ve 1837'de tekrar geri çağrılmasına neden oldu.

Urquhart'ın pozisyonu koyu bir şekilde Rus karşıtı ve Türk yanlısıydı bu İngiliz siyaseti için zorluklar yarattı. 1830'larda Avrupa'da Rus karşıtı bir koalisyon henüz oluşturulmamıştı. İngiltere, kendisini birdenbire Rusya ile yalnız başına bir askeri çatışma durumunda bulabilirdi. Sonuç olarak, Urquhart Türkiye'den geri çağrıldı ve Rusya ile olan çatışma barış görüşmeleriyle çözüldü.

1835'te Doğu'ya gitmeden önce Portfolio adlı bir süreli yayın kurdu ve ilk sayısında derin bir izlenim bırakan bir dizi Rus devlet gazetesi bastı.[5][6] Urquhart aynı zamanda Sefer Bey Zenaqo ile birlikte son halini verdikleri Çerkes ulusal bayrağının da tasarımcısıydı. Urquhart daha sonra İngiliz dış politikasının başı olan Palmerston'ı Rusya tarafından rüşvet almakla suçladı. Bu görüş, yayınladığı Londra dergilerinde sürekli olarak desteklendi. Yayınlarının düzenli yazarları arasında, Urquhart'ın Palmerston hakkındaki görüşlerini tamamen destekleyen Karl Marx da vardı. Kişisel olarak, Marx'ın kendisi, arkadaşı Engels ile yazışmalarında, Urquhart'ı Palmerston ve Türklere tapma suçlamalarında bir "manyak biçimi" olarak değerlendirdi.[7]

1838'de Urquhart, Türkiye ve Yunanistan'ı incelediği ve aynı zamanda daha önce Arthur Lumley Davids tarafından yapılmış çalışmalardan yararlandığı Doğunun Ruhu adlı bir kitap yayınladı.[8]

Siyaset

1847'den 1852'ye kadar Parlamentoda Stafford üyesi olarak oturdu ve Lord Palmerston'ın dış politikasına karşı şiddetli bir kampanya yürüttü.[5][6]

Sıhhî reformun dayatılmasına karşıydı ve 1848 Halk Sağlığı Yasası'nın çıkarılmasına şiddetle karşı çıktı.[9]

Birleşik Krallık'ın Kırım Savaşı'ndaki eylemi, Türkiye'nin diğer güçlerin yardımı olmadan kendi savaşlarını verebilecek konumda olduğunu iddia eden Urquhart öfkeli protestolara yol açtı.[4] Hükûmete saldırmak için ülke genelinde Urquhartite olarak bilinen "dış ilişkiler komiteleri" kurdu ve 1856'da demir ustası George Crawshay'ın finansmanıyla Free Press'in [10] sahibi oldu (1866'da Diplomatic Review adını aldı). Katkıda bulunanlar arasında sosyalist Karl Marx da vardı. !860 yılında Lübnan hakkındaki kitabını yayınladı.[3][6]



Türk hamamının sponsoru:

Daha sonraki yaşamı ve ölümü:






*Vixen Hadisesi ve İngiltere Desteğinin Sonu

*İngiltere, Kafkasya politikasında David Urquhart‟ın yanı sıra Lord Charles Spencer'ı da Kafkas kıyılarına keşif için göndermiş fakat bu da 17 Mayıs 1835‟te bir

Rus fırkateyni tarafından yakalanmıştır. İngilizler, Karadeniz‟de bu faaliyetleri yaparken aynı zamanda İstanbul‟a da James Hudson adında bir kraliyet sekreterini göndermişti. Bunun görevi, büyükelçinin Çerkezlerle olan faaliyetlerini üstlenmek ve Çerkezler arasında bağlantı sağlamaktı. Bunların yanında İngiltere‟nin Kafkasya‟ya ajan çıkartması 1836‟da da devam etmişti. Nitekim Morning Post muhabiri J. A.

Stewart'ın, Lord Ponsonby tarafından buraya gönderilmesinden sonra Urquhart‟ın da Kafkasya'da ticaret yapmaları için ikna ettiği James Bell ve George Bell kardeşler, Vixen adlı bir gemi kiralayarak Ekim 1836‟da Londra‟dan Çerkez kıyılarına hareket etmiştir.

Urquhart, böyle bir girişimde bulunurken iki türlü sonuç çıkacağını hayal ederek hareket etmiştir. Birincisi; Ruslar, gemiye el koyarlarsa İngiltere ile Rusya‟nın arası açılacak; şayet bu gerçekleşirse İngiliz hükümeti şüphesiz fiiliyatta da Çerkezleri destekleyecek ve Urquhart da mücadelesinde başarılı olacaktı. İkincisi ise eğer Ruslar gemiye el koymazlarsa

bu da Rusların, Çerkez işgalinden vazgeçtiği

209 Mektubun devamı için bkz. Kaya, Çerkesler, s. 76.

şeklinde yorumlanacak ve İngiltere, Çerkezlere meşru bir şekilde yardım edebilecekti. Nihayet bu

varsayımlardan ilki yaşanmış; Rusya, gemiye el koymuş ve 12 Ocak 1837‟de Journal de St. Petersburg adlı bir Rus yayın organından da tüm dünyaya duyurmuştur. Vixen hadisesi Avrupa'da duyulunca Avusturya Başbakanı

Metternich, Fransa Büyükelçisi Saint Oulere ve Avusturya elçisi Lamb, açık bir şekilde İngiltere‟yi desteklediklerini açıklamışlardır. Artık Rusya ile bir savaşın eşiğine gelen İngiltere ise Fransa ve Avusturya‟nın destek sağlayacaklarından emin olamadığı için böyle bir şeye kalkışamamıştır. Zaten Palmerston da 23 Mayıs

1837‟de Moskova elçisi Durham‟a gönderdiği yazıda Vixen‟e el konulması hususunda Rus hükümetini sorgulamak için yeterli delile sahip olmadıklarını belirtmiş210 ve bu olaydan sonra da İngiltere'nin,Çerkezler üzerindeki ilgisi azalmıştır211. Bu durum, şüphesiz Çerkezler için bir hayal kırıklığı yaratmış olsa da onlar, mücadelelerine yaklaşık 30 yıl daha devam edeceklerdir. İngiltere

ve Fransa'nın yanında Leh milliyetçileri de Çerkezlerin mücadelesi ile yakından ilgilenmekteydiler212.

Bahsi geçen Leh vatansever milliyetçiler, bir sebepten dolayı Çerkez meselesi ile alakadar olmuşlardı. Bu sebep, Polonya'da meydana gelen ve Rus idaresine karşı çıkardıkları isyanın 1831'de Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırılmasıdır213. Bu

münasebetle denilebilir ki, Rusya, Çerkezistan'da uygulayacağı bu katı uygulamayı yıllar önce Polonya'da da göstermiş ve böylece Rusya, hem Lehlerin hem de Çerkezlerin ortak düşmanı olmayı başarmıştır214. Diğer yandan Çarlık makamları, Leh savaş esirlerini ve isyancıları Kafkasya‟ya cepheye yolluyordu ki; bu da Lehleri, Çerkezlere yakın eden bir başka unsurdur. Leh milliyetçileri, Çerkezlere yardım etmek ve kendi meselelerini de

sonuçlandırabilmek maksadı ile 1833 senesinde Paris'te Hotel Lambert215 adlı bir grup oluşturmuşlar ve David Urquhart da bu grubun işleyişinde rol almıştır216.

Urquhart, Paris'te Leh Prensleri ile de işbirliği yaparak The Portfolio217 adlı bir dergi çıkarmış ve bu dergi vasıtasıyla Çerkez meselesi üzerindeki mücadelesini sürdürmüştür218. Hotel Lambert yöneticileri ve David Urquhart, 1862‟de 15 binini Lehlilerin temin ettiği, 25 bin lira kadar para toplayıp Çerkezistan‟a göndermek üzere 6 top ve biraz cephane satın aldılar. Bundan sonra Arthur Fonvill'in de aralarında

bulunduğu yedi Leh, iki Fransız, dört Çerkez ve üç Türk ayrıca 6 top ve 150 kişilik teçhizatla 31 Ağustos 1863‟te Çerkezistan‟a doğru yola çıkıldı219. Fakat bu gelen yardımlar da Çerkezlerin direncini artırmaya yetmedi.

Aslında Çerkezler de herhangi bir yardım gelmeyeceğinin farkında idi ancak yine de bir ümit öylece bekliyorlardı. Nitekim

bir süre sonra Çerkezler, artık Avrupa'nın bu duyarsızlığını kabullenmeye başlamışlardı220. Rusya, Çerkezlere yapılan ya da yapılması planlanan yardımlara mani olabilmek için birtakım faaliyetlerde

bulunmuştur. Bilhassa gönderilmekte olan demir, çelik ve barut gibi malzemelerin bölgeye girmesi

engellenmeye çalışılmıştır221.

Netice itibariyle denilebilir ki; İngiltere, çıkarları gereği Çerkezleri desteklemek durumundaydı ve esasında öyle de oldu, Çerkezleri Rusya‟ya karşı el altından kışkırtmıştı. Aslında bir husus daha Çerkezistan‟ı İngiltere için önemli kılmaktaydı. Şöyle ki, ticaret sınıfı ve muteber iş adamları, parlamento ve basın üzerinde etki

etmeye çalışarak Rusların, bölgede yayılmasını engellemeye çalışıyordu. Çünkü Çerkezistan kıyıları, Rusların eline geçecek olursa kendi ticari faaliyetleri aksayacak ve belki de duracaktı. Bu yüzden buralara gelen İngiliz tüccarlar ve gemiciler Çerkezlere, İngiliz hükümetinin yardım yapacağına dair sözler veriyorlardı. En azından bu kişiler, hükümetlerinin kendi

yanlarında olacağını hesap ederek söz vermişlerdi. Fakat İngiltere‟nin yardımı göçler esnasında gerçekleşen bir avuç peksimetten öteye gitmedi. Daha da fazlasını

yapamazlardı çünkü durum, savaşa dönüşmeye başlıyordu ve bu sebepten İngiltere, Çerkezistan siyasetini

devam ettirmemeye karar verdi. Nitekim Alman oryantalist Karl Friedrich Neumann'ın, henüz 1834'te

bu hususa dair sarf ettiği bir cümle, sözü eğriden doğruya döndürecektir. Neumann, şöyle demiştir: "Türk, Fars ve Hint topraklarına hükmetmek Avrupa'nın kaderi olduğu için Avrupalı güçler, Rusya'ya müdâhale etmeyecekti."222 Nitekim bu sözden 30 yıl kadar sonra Rusya, Kafkasya'yı işgal edecek, buradaki milletleri göçürecek ancak Avrupa, pek oralı olmayacaktır. Çünkü onlar da bilir ki, Avrupa zaten buralara önünde sonunda hükmedecek olan taraftır.

Diğer yanda göçün siyasi nedenlerinin yanında ekonomik nedenler de bulunmaktadır. Denilebilir ki; Rusya, sadece topraklarını genişletmek ve buraları Hristiyanlaştırmak için Kafkasya'yı işgal etmemiş olsa gerektir.




*Dost Muhammed Han - Vikipedi

*Dost Muhammed Han (27 Aralık 1793, Herat - 9 Haziran 1863, Herat, Afganistan), Afganistan hükümdarı (1826-1863) ve Barakzay Hanedanı'nın kurucusu.[1] Birleşik Krallık ve Rusya arasında siyasal mücadele alanı olduğu bir dönemde Afganistan'ın bağımsızlığını korumuştur.

Barakzay kabilesinin önderi Payenda Han'ın çok sayıdaki çocuğundan biriydi. 1816'da, Afgan emiri Mahmud Şah'ın, veziri ve aynı zamanda kabilenin başkanı Fahd Han'ı öldürtmesi üzerine Barakzaylar ayaklandı. Sekiz yıl süren iç savaş, Barakzayların zaferiyle sonuçlandı. Dost Muhammed, kabilenin en güçlü üyesi durumuna geldi

ve 1826'da tahta çıktı.

Birleşik Krallık ve Rusya'nın Afganistan üzerindeki nüfuz kazanma girişimleri, Dost Muhammed'i iki büyük devlet arasında dengeci bir politika izlemeye zorladı. Ayrıca Dost Muhammed, iç savaş sırasında merkezi yönetimin denetiminden çıkan toprakları geri almaya çalıştı. Dost Muhammed'in ya kendilerine düşman olduğunu ya da Rusların ülkeye sızmasına karşı direnemediğini düşünen İngilizler, Afganistan'da dolaysız

bir rol oynamaya çalıştılar. Önce, Dost Muhammed ile görüşme yaptılar; bunun başarısızlıkla sonuçlanması üzerine sürgündeki Afgan emiri Şüca Şah Dürrani'ye askeri destek verdiler. 1839'da başkent Kabil'de İngiliz birliklerinin yardımıyla Şuca'yı tahta geçirmeye çalıştılar. Bu harekât, I. İngiliz-Afgan Savaşı'na (1839-1842)

yol açtı. 1840'ta ailesi İngilizlere esir düşünce Dost Muhammed, İngiliz birliklerine teslim oldu.

Bununla birlikte, Kabil'deki İngiliz birliklerinin ve Şuca'nın durumu hızla kötüye gitti. Şuca bir ayaklanmada öldürüldü; kentten geri çekilmeye çalışan İngiliz birlikleri kılıçtan geçirildi. 1843'te İngilizlerin Afganistan'dan çekilmesinden sonra, Dost Muhammed bir kez daha tahta geçirildi. Ardından, ülkenin uzak yöreleri üzerinde merkezi denetimi yeniden kurmaya çalıştı ve bunda bir ölçüde başarılı oldu. Ayrıca, 1855 ve 1857'de dostluk antlaşmaları imzaladığı İngilizlerle de bir uzlaşma sağladı. Haziran 1863'te damadının komutasındaki birlikleri Herat kentini ele geçirdi, Dost Muhammed de birkaç gün sonra Herat'ta öldü.



*1857 Hint Ayaklanması - Vikipedi

*1857 Hint Ayaklanması, 10 Mayıs 1857 tarihinde, Meerut şehrinde bulunan Britanya Doğu Hindistan Şirketi ordusuna bağlı olan Sepoy askerlerinin isyanı ile başladı. Fakat bu ayaklanma İngilizlere bağlı olan, Yukarı Ganj Nehri Ovası, Orta Hindistan ve diğer Hindistan bölgelerindeki askerler ve sivil halk arasında yayıldı.[1] Esas askeri çarpışmalar günümüzdeki Hindistan eyaletleri; Uttar Pradeş, Bihar, Kuzey Madhya Pradeş ve Delhi'de yaşandı.[2]

Bu ayaklanma, Britanya İmparatorluğu'nun Hindistan'da ana idare yetkilisi görevini yapan Doğu Hindistan Şirketi'nin özellikle Yukarı Ganj ile merkezî Hindistan bölgesine yayılmış olan iktidarını büyük ölçüde sarstı.

1857'deki olayların en önemli niteliği; olayların ciddiyeti, büyüklüğü ve yaygınlığı sebebiyle kısa bir süreliğine Britanya İmparatorluğu'nun Büyük Ganj Nehri Ovası üzerinde olan siyasi hakimiyetini tehlike altına sokması'dır.

Bu ayaklanmanın Britanyalılar tarafından kontrol edilmesi ancak 20 Haziran 1858'de Britanyalılar'ın, Gwalior kentini zapt etmelerinden sonra olmuştur.[2]

Fakat şu gerçek de doğrudur ki Hindistan'ın; Doğu Hindistan Şirketinin doğrudan doğruya idaresi altında olan kısımları, Bengal Hükümeti, Bombay Hükümeti ve Madras Hükümeti bölgeleri ve Sih prenslerinin hükümdarlığı altında bulunan Pencab bölgeleri, Britanya Şirketi'ni hem askerî bakımdan hem de moral bakımından desteklemişlerdir. Hindistan'da bulunan büyük prenslik devletleri, yani Haydarabad Devleti, Mysore Krallığı, Travabcore ve Keşmir Rajalıkları ve Rajputana gibi küçük devletler ayaklanmaya katılmadı.[3] Ama Hindistan'ın bazı bölgelerinde, örneğin Avadh devletinde, ayaklanma Avrupalıların ve özellikle İngilizlerin Hindistan'da bulunmasına karşı bir millî Hint ayaklanması şeklinde görüldü.[4] Ayaklanma gerçekleştikten 50 yıl sonra Hindistan'da gelişen Hint milliyetçiliği ve bağımsızlık hareketi için bu ayaklanmaya büyük rol oynayanlar, örneğin Jhansi Ranisi Lakshmibai, bir millî kahraman olarak görülmeye başlandı.[2] Ama bu millî kahramanlar yeni bir Hindistan devleti için uygun ve düzenli bir ideoloji ortaya çıkartmadıkları için eleştirilmişlerdir.[5] Buna rağmen ayaklanma Hindistan'ın Britanya tarafından idaresinde bir devrim yaratmıştır. 1858 yanında Doğu Hindistan Şirketi kapatılmış ve Britanya devleti bu şirketin bütün yetkilerini kendi üzerine almıştır. Bu tarihten sonra Hindistan tümüyle resmen Britanya Krallığı hükûmetine bağlanmıştır ve bölge krala bağlı devlet olarak yeni bir adla Britanya Raj'ı olarak isimlendirilmiştir.[6] Britanya devleti Hindistan askeri sisteminde, devletin

malî kontrol sistemine, merkezî ve yerel hükûmet dallarına derinlemesine etki eden reformlar uygulanmıştır.[3]

İngiliz ve Avrupalı tarihçilerin, bu olayların meydana gelip ciddileşmesini bir bakıma küçümsemek amacıyla bu ayaklanmaya "Sepoy İsyanı" veya "1857 Hint İsyanı" olarak adlandırmalarına karşın Hindistan tarihçilerinin çoğu bu olayları ve ortaya çıkan gelişmeleri sömürgecilere karşı Hindistanlılar'ın başkaldırmaları olarak görmektedir ve "Birinci Hindistan Bağımsızlık Savaşı", "1857 Bağımsızlık Savaşı" ve "Büyük Ayaklanma" adlarını kullanmaktadırlar.,

Britanya Doğu Hindistan Şirketi'nin Hindistan'da genişleyip yayılması:

Ayaklanmanın nedenleri:

Genel görünüm:

Yağlı kurşun:

Sivil halkın hoşnutsuzluğu:

İsyana katılan devlet idarecileri

Kırsal alanlarda büyük toprak sahiplilik hakları olanlar:

Köylüler:

Bengal Ordusu:

Ayaklanmanın başlaması:

Ayaklanmaya destek verenler ve aleyhtarları:

Ayaklanma:

Ayaklanma bastırılması sonuçları:

Tarihçilerin bakışları:




*Sepoy - Vikipedi

*Sepoy (Farsça: سپاهی sipâhi "asker" anlamına gelen) Avrupa kolonicileri için hizmet etmiş eski Hint askerî birliği üyelerine verilen İngilizce bir unvandır. Genelde Hint Ayaklanması (Sipahi isyanı ya da Sepoy isyanı) çevirileriyle tarihte Sepoy Mutiny olayı olarak karşımıza çıkmaktadır.[1][2][3] Günümüzde modern Hint, Pakistan ve Bangladeş ordularında “özel” askerlerin rütbesi için kullanılmaktadır.[4]

… ..



*Taiping Ayaklanması - Vikipedi

*Taiping Ayaklanması (Çince: 太平天國之亂, pinyin: tàipíng tiānguó; anlamı: Taiping Cenneti), 19. yüzyılda Çin'i sarsan siyasal ve dinsel nitelikli ayaklanma (1850-1864). Avrupalı güçlerin desteğiyle ayaklanma bastırılmıştır. Fakat

ayaklanma nedeniyle ülkenin büyük bölümünde geniş çaplı yıkım yaşanmış ve yaklaşık 20 milyon kişi ölmüştür.

Siyasal olarak da Qing hanedanının (1644-1912) yıkılış sürecini başlatmıştır.


Gelişimi

Ayaklanmanın önderi Hong Xiuquan adlı yoksul bir köylüydü. Hristiyanlık öğretilerinden esinlenmiş yeni bir dinle ortaya çıkarak İsa'nın kardeşi ve Tanrı'nın oğlu olduğunu, Çin'e reformlar yapmak üzere gönderildiğini öne süren Hong'un yakın arkadaşlarından Feng Yunshan, onun düşünceleri doğrultusunda, özellikle Guangxi'nin yoksul köylülerine dayanarak Bai Shangdi Hui (Tanrıya Tapanlar Birliği) adlı dinsel bir topluluk kurdu. Feng ile Bai Shangdi Hui'e 1847'de katılan Hong, üç yıl sonra yandaşlarını

harekete geçirerek bir ayaklanma başlattılar. 1 Ocak 1851'de Tanrısal Büyük Barış Krallığı'nı (Taiping Tianguo) kurduğunu ilan eden Hong, Tanrısal Kral (Tianwang) unvanını aldı.

Yeni dinin mülkiyette ortaklık sloganı, açlıktan kırılan birçok köylü, işçi ve madenciyi hareketin saflarına çekti. Çin'i yöneten yabancı kökenli Qing hanedanına karşı yürütülen propaganda da ayaklanmanın yayılmasında çok

etkili oldu. Böylece başlangıçta birkaç bin kişilik düzensiz çetelerle sınırlı olan Taiping kuvvetleri, 1 milyon dolayında disiplinli ve fanatik askerden oluşan erkek ve kadın askerler biçiminde örgütlenmiş bir

orduya dönüştü. Verimli Yangtze Irmağı Vadisini aşarak Kuzey Çin'e giren ordu, 10 Mart 1853'te Nanjing'i ele geçirmeyi başardı.[kaynak belirtilmeli] Adı Tianjin (Tanrısal Başkent) olarak değiştirilen kent, bir duraklama evresine giren ayaklanmanın merkezi durumuna geldi. Bir süre sonra

Qing hanedanını yıkmak amacıyla Pekin üzerine bir ordu gönderildi. Bu girişimin başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın, Yukarı Yangtze Vadisine

düzenlenen seferde birçok zafer elde edildi.

Bu arada Taiping devlet başkanı Yang Xiuqing bütün yetkileri elinde toplamaya yöneldi. Bunun üzerine Yang ve binlerce yandaşı kılıçtan geçirildi. Yang'ı ortadan kaldıran Wei Changhui güçlenmeye başlayınca, Hong onu da öldürttü. Başka bir Taiping komutanı olan Shi Dakai yaşamından kaygı duymaya başladı ve ayaklanmaya katılanların bir bölümüyle birlikte Hong'u terk etti.

Taipinglerin Şanghay'ı alarak yeniden güç kazanma girişimi (1860), Amerikalı serüvenci Frederick Townsend Ward'un, ardından İngiliz subay Charles George Gordon'un komuta ettiği, Batı silahlarıyla donatılmış Çinli paralı askerlerce engellendi. Öte yandan Konfüçyüsçülük karşıtı radikal düşünceleri nedeniyle Taipiniglere yakınlık duymayan yerel toprak sahipleri, Qing sarayı görevlilerinden Zeng Guofan'ın önderliğinde silahlı birlikler kurmaya başladılar. Bu birliklerin 1862'de kuşattığı Nanjing, uzun bir direnişten sonra Temmuz 1864'te duştu. Kentten kaçmayı reddeden Hong, intihar etti. Ülkenin

çeşitli yerlerindeki Taiping direnişleri 1868'e dek sürdü.

Taiping Hristiyan öğretisi Yeni Ahit'teki iyilikseverlik, bağışlayıcılık ve kefaret gibi ilkelere pek az yer veriyordu. Daha çok Eski Ahit'te yer alan,

ibadet ve itaati emreden anlayışı vurguluyordu. Yeni dinde fahişelik, zina, ayak bağlama, kölelik, kumar,

afyon, tütün ve şarap içmek yasaktı. Ordunun son derece düzenli bir örgütlenmesi vardı; askerler hem

kışlalarda, hem de savaş sırasında sıkı kurallara bağlıydı. Bu kurallara uyanların öbür dünyada

ödüllendirileceğine ilişkin inanç o kadar güçlüydü ki Nanjing kuşatmasında 100 bin Taiping yandaşı teslim

olmaktansa ölmeyi tercih etti.

Taiping yönetimi altında Çince basitleştirildi. Erkeklerle kadınların eşitliği ilan edildi. Bütün mallarda ortaklık ilkesi benimsendi ve

toprakların eşit biçimde paylaştırılmasına yönelik adımlar atıldı. Batı'da eğitim görmüş Taiping önderlerinden bazıları sanayinin geliştirilmesini ve bir Taiping demokrasisi kurulmasını öngören çok ileri

düşünceler bile ortaya attılar.

Taiping Ayaklanması'yla Qing hanedanı, Çin üzerinde yeniden denetim kurmayı başaramayacak ölçüde zayıfladı. Sonraki yıllarda hem

milliyetçiler, hem de komünistler bu ayaklanmanın mirasına sahip çıktılar.


Bağlantılar

Dış bağlantılar



































*I. Afyon Savaşı - Vikipedi

*Afyon Savaşı, 19. yüzyıl ortalarında yapılan ve Batılı devletlerin Çin'de ticaret ayrıcalıkları kazanmalarıyla sonuçlanan savaş.

Afyon Savaşı 1839-1842'de, Çin'le İngiltere arasında yaşandı. Ok Savaşı ya da Çin'deki İngiliz-Fransız Savaşı olarak da bilinen 1856-1860 arasındaki II. Afyon Savaşı'nda ise Fransa ile İngiltere, Çin'e karşı birlikte çarpıştılar.

İngiliz tüccarlar 19. yüzyılın başlarında Çin'e yasa dışı yollardan afyon sokmaya başladılar. Çin hükûmeti 1839'da afyon ticaretini durdurma girişiminde bulunarak İngiliz tüccarların Guangzhou'daki (Kanton) tüm afyon depolarına el koydu. Birkaç gün sonra, sarhoş İngiliz denizcilerinin Çinli bir köylüyü öldürmesi ve Çin hukuk sistemine güvenmeyen İngiliz hükûmetinin sanıkları Çin mahkemelerine teslim etmeyi reddetmesi üzerine taraflar arasındaki gerginlik büyüdü. Savaş patlak verdi ve küçük İngiliz kuvvetleri kısa sürede zafer kazandılar. 29 Ağustos 1842'de imzalanan Nanjing Antlaşması ve 8 Ekim 1843 tarihli Bogue Ek Antlaşması'yla, Çin'in büyük bir tazminat ödemesi, ticaret ve yerleşim amacıyla beş limanın İngilizlere bırakılması ve İngiliz yurttaşlarının İngiliz mahkemelerinde yargılanması hakkı karara bağlandı. Diğer Batı ülkeleri de hemen istekte bulunup benzer ayrıcalıklar elde ettiler.

 






*1. ve 2. Afyon Savaşları: İngiltere ve Çin - Beşeri Bilimler - 2024

*Afyon Savaşlarının Arka Planı

Birinci Afyon Savaşı 18 Mart 1839'dan 29 Ağustos 1842'ye kadar yapıldı ve Birinci Anglo-Çin Savaşı olarak da biliniyordu. 69 İngiliz askeri ve yaklaşık 18.000 Çinli asker öldü. Savaşın sonucunda İngiltere ticaret hakları, beş antlaşma limanına erişim ve Hong Kong'u kazandı.

İkinci Afyon Savaşı 23 Ekim 1856'dan 18 Ekim 1860'a kadar yapıldı ve Ok Savaşı veya İkinci Anglo-Çin Savaşı olarak da biliniyordu (Fransa buna rağmen). Yaklaşık 2.900 Batı askeri öldürüldü ya da yaralandı, Çin'de 12.000 ila 30.000 kişi öldü ya da yaralandı. İngiltere güney Kowloon'u kazandı ve Batılı güçler dünya dışı haklara ve ticari ayrıcalıklara sahipti. Çin'in Yaz Sarayları yağmalandı ve yakıldı.

1700'lerde İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri, Çin'deki güçlü Qing İmparatorluğu olan arzu edilen nihai ürünlerin kaynaklarından biri ile bağlantı kurarak Asya ticaret ağlarını genişletmeye çalıştılar. Bin yıldan fazla bir süredir Çin, İpek Yolu'nun doğu uç noktası ve muhteşem lüks eşyaların kaynağıydı. British East India Company ve Dutch East India Company (VOC) gibi Avrupa anonim ticaret şirketleri, bu eski değişim sistemine girmeye istekliydi.

Ancak Avrupalı ​​tüccarların birkaç sorunu vardı. Çin onları Kanton'un ticari limanıyla sınırlandırdı, Çince öğrenmelerine izin vermedi ve ayrıca liman kentinden ayrılmaya ve Çin'e doğru girmeye çalışan herhangi bir Avrupalı ​​için sert cezalar tehdit etti. En kötüsü, Avrupalı ​​tüketiciler Çin ipekleri, porselenleri ve çayları için çıldırdı, ancak Çin Avrupa'nın ürettiği herhangi bir malla hiçbir şey yapmak istemedi. Qing, soğuk, sert nakit ödemeyi gerektirdi - bu durumda gümüş.

İngiltere kısa süre sonra Çin ile ciddi bir ticaret açığı ile karşı karşıya kaldı, çünkü yerli gümüş arzı yoktu ve tüm gümüşlerini Meksika'dan veya sömürge gümüş madenleri olan Avrupa güçlerinden satın almak zorunda kaldı. Özellikle İngilizlerin çay için susaması, ticaret dengesizliğini gittikçe çaresiz hale getirdi. 18. yüzyılın sonunda, İngiltere yılda 6 tondan fazla Çin çayı ithal etti. Yarım yüzyılda İngiltere, Çin ithalatında 27 milyon sterlin karşılığında Çin'e sadece 9 milyon sterlin İngiliz malı satmayı başardı. Fark gümüş olarak ödendi.

Ancak, 19. yüzyılın başlarında, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi yasadışı, ancak Çinli tüccarlar için kabul edilebilir ikinci bir ödeme yöntemini vurdu: İngiliz Hindistan'dan afyon. Öncelikle Bengal'de üretilen bu afyon, Çin tıbbında geleneksel olarak kullanılan türden daha güçlüydü; Buna ek olarak, Çinli kullanıcılar daha güçlü bir yüksek üreten reçineyi yemekten ziyade afyon içmeye başladı. Kullanım ve bağımlılık arttıkça, Qing hükümeti her zamankinden daha endişeli hale geldi. Bazı tahminlere göre, Çin'in doğu kıyısındaki genç erkeklerin% 90'ı 1830'larda sigara afyonuna bağımlıydı. Ticaret dengesi, yasadışı afyon kaçakçılığı nedeniyle İngiltere'nin lehine değişti.

Birinci Afyon Savaşı:

İlk Afyon Savaşı Başlıyor:

Nanking Antlaşması:

İkinci Afyon Savaşı:

İkinci kısım:

İkinci Afyon Savaşı Sonuçları:




*Mançular - Vikipedi

*Mançular, günümüzde Kuzeydoğu Çin'de olan Mançurya kökenli Tunguz halkıdır. Tarihte pek çok kez devlet kuran Mançuların kurdukları en büyük devletler Mançurya İmparatorluğu, Kin Hanedanı (1115-1234) ve Qing İmparatorluğu'dur. 17. yüzyılda Çin'deki Ming Hanedanını yenmiş ve Qing Hanedanını kurmuşlardır. Qing Hanedanı Çin'i 1912 yılında Xinhai Devrimi'ne kadar yönetmiştir. Bu devrimle Çin Cumhuriyeti kurulmuştur.

Devletin bir uç bölgesinden gelmelerine ve sayıca az olmalarına rağmen askerî güçleri, yönetim becerileri ve Çin İmparatorluğu'nun bazı kültürel ve idarî yönlerini kendi bünyelerine katabilmeleri sayesinde hakimiyetlerini ayakta tutabilmişlerdi. Bu özellik politika dilinde yer yer "Mançuluk" olarak anılır.

Günümüzde Mançular asıl memleketleri olan Heilongjiang, Jilin ve Liaoning eyaletleri dışında da Çin'in çeşitli yerlerinde de yaşamaktadır.




*Otto von Bismarck - Vikipedi

*Otto von Bismarck (1 Nisan 1815 - 30 Temmuz 1898), 19. yüzyılda, bağları kuvvetli olmayan bir konfederasyon olan Almanya'nın birleşmesinde önemli rol oynayan ve Birleşik Almanya'nın ilk Şansölyesi olan Alman devlet adamıdır. Bismarck-Schönhausen Kontu ve Lauenburg Dükü olarak da anılan Otto von Bismarck, Yeni Almanya'yı kan ve demir politikasına göre kuracağını söylediği için kendisine Demir Şansölye[1] adı verilmiştir.



Özgeçmişi:

Siyasi kariyeri:


*II. Aleksandr - Vikipedi

*Aleksandr Nikolayeviç (29 Nisan 1818 - 13 Mart 1881) 1855 - 1881 yılları arasında hüküm sürmüş Rusya imparatoru. Kapsamlı bir reform programı uygulamış ve 1861'de köylü serfliğini kaldırmıştır.

Hayatı

1825'te I. Nikolay adıyla çar olan Garandük Nikolay Pavloviç ile Aleksandra Fyodorovna'nın (evlenmeden önce Prusya prensesi Charlotte) en büyük oğluydu. Çocukluğu ve gençliği otoriter babasının ezici kişiliğinin gölgesinde geçti. Aleksandr, Şubat 1855'te babası ölünce, Kırım Savaşı'nın en şiddetli günlerinin yaşandığı sırada, 36 yaşında tahta çıktı. Savaş, Büyük Britanya ve Fransa gibi ülkelerle karşılaştırıldığında Rusya'nın ne kadar geri olduğunu açık biçimde ortaya koymuştu. Rusların uğradığı yenilgiler, eğitim görmüş Rus seçkinleri arasında, ülkede köklü bir değişiklik yapılması yönünde genel bir istek uyandırdı. Bu isteğin de etkisiyle Aleksandr, modernleşme yoluyla Rusya'yı ileri Batı ülkelerinin düzeyine ulaştırmayı amaçlayan bir dizi reform başlattı.

… ..




*Michael von Reutern - Wikipedia

*Michael Graf[2] von Reutern (Russian: Михаил Христофорович Рейтерн, romanized: Mikhail Khristoforovich Reytern; 24 September [O.S. 12 September] 1820 – 23 August [O.S. 11 August] 1890) was a Russian statesman of Baltic German origin who served as the finance minister from 1862 to 1878.[3]




*Kaşgar - Vikipedi

*Kaşgar (Uygur Arap yazısı: قەشقەر; Uygur Latin yazısı: Qeshqer; Çince (basitleştirilmiş): 喀什噶尔; Çince (geleneksel): 喀什噶爾; pinyin: Kāshígá'ěr ya da 喀什 Kāshí), Çin'de Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin batısında yer alan tarihi bir vaha şehridir.


İsim kökeni:

Konumu:


Tarih:

M.Ö 2. yüzyıl kaynaklarında şehir devleti konumunda olan Kaşgar, Büyük Hun İmparatorluğu ile Han Hanedanlığı arasında mücadeleye sahne oldu. Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö 1. yüzyıl ortalarında doğu ve batı olarak, doğu da kendi içerisinde kuzey ve güney şeklinde ikiye ayrılmıştı. Bu tarihten sonra Kaşgar'ın da içerisinde olduğu bölge de Çin'in üstünlüğü görülmeye başlamış ve Kaşgar, Çin'e haraç vermeye başlamıştır. M.S 1. yüzyıl başlarında Çin'de çıkan politik karışık sonucunda Kaşgar'ın da içinde bulunduğu şehir devletleri Çin'in denetiminden çıkmıştır. 1. yüzyılın ortalarında Çin'in Güney Hunları'nı hakimiyet altına almış, 80 ve 86 yıllarında da Kaşgar şehrine saldırmıştır. Bu dönemde Çin'in etkinliği görünse de zaman zaman Kuzey Hunları'da Kaşgar üzerinde hakimiyet gösterebilmiştir. Bunun yanı sıra 120 yılındaki tarihi kayıtlara göre Kaşgar, Kuşan İmparatorluğu sınırları içerisinde bulunmaktaydı. 170 yılında Çin saldırılarına maruz kalan şehir bu saldırılara karşı koyabilmiştir. 5. yüzyıl ortalarına doğru Kaşgar şehir devleti, Kuzey Vey hanedanına vergi vermekteydi.[3]

Çin kaynaklarında doğu-batı ticaretinin yapıldığı üç stratejik yoldan birisi üzerinde önemli bir yol üzerinde bulunan Kaşgar, 6. yüzyıl ortalarından itibaren Göktürklerin himayesine girmiştir. 7. yüzyıl başlarında başlayan Göktürk-Tang Hanedanı mücadelesi sonrasında 632 yılında bölgeyle birlikte Kaşgar'da Tang Hanedanlığının himayesine girdi. Bu dönemde şehirde Çin garnizonu bulunmakta birlikte şehrin idaresi yerel hanedanlar tarafından sağlanmaktaydı. 665 yılında Tibet krallığı, Batı Göktürk ve yerel hanedanların desteğiyle Tarım Havzası'na hakim olmuş ancak 673-675'te Kaşgar'la birlikte önemli şehirler yeniden Tang hakimiyetine girdi. Tibet ile mücadelenin sürdüğü bölgede bulunan Kaşgar, 691 yılında yeniden Tang topraklarına katıldı. Tibet, Türk ve Tang güçlerinin çekişmesi arasında kalan Kaşgar şehri 766'da Karluklar'ın eline geçmiştir. Ancak bu egemenlikte kesin olmayıp, şehir Türkler ve Tibetliler arasında zaman zaman el değiştirmiştir.

Tibet Krallığı'nın 842 yılında yıkılmasıyla Kaşgar şehri Türk boylarının egemenliği altında görülmeye başladı. 10. yüzyıl başlarında Karahanlı Devleti başkentlik yapmaya başlayan şehir, büyük bir gelişim göstererek bilim ve kültür açısından da önemli bir merkez konumuna ulaştı. 11. yüzyıl sonlarına doğru Doğu Karahanlı hükümdarı Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun hakimiyetini tanımış ve Kaşgar uç şehri olmuştur. 1141 yılında Katvan'da yapılan savaşta Selçuklular'ın yenilgiye uğratılmasıyla Kaşgar'da Doğu Karahanlı hükümdarlarının yönetiminde kalmakla birlikte Karahitaylar'ın hakimiyetine girdi. Nayman Küçlük tarafından kurtarılan Karahanlı hanedanlığından Ebü'l-Feth Muhammed'in, 1211 yılında Kaşgar'a giderken asi beyler tarafından yolda öldürülmesi üzerine Küçlük tarafından Karahanlı merkezi olan Kaşgar işgal edilmiş ve yağmalatılmıştır. Küçlük döneminde Kaşgar'daki Müslümanlar'ın ibadet etmesi zorlaştırılmış ve Müslümanlar'a Hristiyan ya da Budist olmaları yönünde baskı uygulanmıştır. 1219 yılında Kaşgar şehri Moğol kuvvetlerince ele geçirilmiş ve Müslüman halka da ibadet özgürlüğü getirilmiştir. Cengiz Han ölmeden önce topraklarını oğullarına paylaştırmasıyla Kaşgar'da Çağatay Hanlığı topraklarında yer aldı.Çağatayların zayıflamasıyla Kaşgar gibi birçok şehir emirler tarafından yönetilmeye başlanmıştır. 1399 yılında Timur'un ordusu Kaşgar'ı ele geçirmiştir. Kaşgar, Çağatay hanedanlığı yönetilmeye devam aderken, Timur İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla 1478 yılında Duğlat kabilesinden Ebu Bekir Mirza Kaşgar'ı ele geçirdi. Timurlular'ın 16. yüzyıl başında yıkılmasıyla oluşan kısa bir süre karışıklıktan sonra 1514'te Said Han tarafından ele geçirilen şehir, yeni kurulan Yarkand Hanlığı topraklarına katıldı.


Yarkand ve Cugar Hanlığı dönemleri:

Çin idaresi:

İklim:











































































*Sihler - Vikipedi

*Sihler (Pencapça: ਸਿੱਖ, sikkh, Pencapça telaffuz: [sɪkkʰ]), Guru Nanak'ın vahyine dayanan, 15. yüzyılda Hint yarımadasının Pencap bölgesinde ortaya çıkan tek tanrılı bir din olan Sihizm ile ilişkili kişilerdir.[27] Sih teriminin kökeni 'mürit' veya 'öğrenci' anlamına gelen śiṣya (Sanskrit: शिष्य) kelimesinden gelir.[28][29] Sih Rehat Maryada'nın ('davranış kanunu') 1. maddesine göre bir Sih:[30]

Bir Ölümsüz Varlık'a; Guru Nanak'tan Guru Granth Sahib'e kadar on bir guruya; 6 guru, 15 bhagat, 11 bhatt, 4 Gursikh'in öğretileriyle onuncu gurunun miras bıraktığı vaftizlere inan herhangi bir kişidir.

Erkek Sihlerin ikinci adıyla soyadlarında genellikle Singh ('aslan') mevcuttur ancak tüm Singhlerin Sih olması gerekmez ve aynı şekilde, kadın Sihlerin ikinci adıyla soyadlarında Kaur ('prenses') adı mevcuttur. Amrit olarak bilinen bir kabul töreni olan Khanḍe-kī-Pahul'a (Khanda tarafından vaftiz edilme) maruz kalan Sihler, kabul töreninden itibaren Khalsa Amritdhari Sihleri olarak bilinir ve kendileriyle birlikte her zaman yanlarında beş Ks olmalıdır:

  1. kesh: genellikle bir türbanla örtülmüş kesilmemiş saç;

  2. kara: demir veya çelik bilezik;

  3. kirpan: gatra kayışına veya kamal kasar kemerine sıkışmış hançer benzeri bir kılıç

  4. kachera: pamuklu bir iç çamaşırı;

  5.  kanga: küçük bir tahta tarak.

Hint yarımadasının Pencap bölgesi, 18 ve 19. yüzyılların önemli bölümlerinde Sihler tarafından yönetilen Sihlerin tarihi vatanı olmuştur. Günümüzde Kuzeybatı Hindistan'daki Pencap eyaleti, Sihlerin çoğunlukta olduğu bir nüfusa sahiptir ve dünyanın her yerinde oldukça büyük Sih topluluğu vardır. Birleşik Krallık gibi birçok ülke, Sihleri nüfus sayımlarında belirlenmiş bir din olarak tanır[31] ve 2020 itibarıyla Sihler, Amerika Birleşik Devletleri'nde ayrı bir etnik grup olarak kabul edilir.[32]

Tarihi:

…..


*Pamir Dağları - Vikipedi

*Pamir Dağları, Orta Asya'da Tacikistan-Çin, Sincan Uygur Özerk Bölgesi sınırında bulunan, lalenin ana vatanı olan ve Himalaya Dağları'nın kuzey silsilelerini teşkil eden sıradağlar.

Hisar Vadileri Tanrı Dağları'nı Pamir Dağ Sisteminden ayırır. Bir diğer adı da Zalım Halıt olan Pamir Dağları, aynı zamanda Sincan içlerine 1.760 km girer. En yüksek zirvesi 7649 m yüksekliği ile Kongur Dağı'dır.[1]

Pamir Dağları'ndan gelen Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin sularının birikmesi ile bugün kurumakta olan Aral Gölü oluşur.











+






















*Yakub Beg - Vikipedi

*Bu madde 19. yüzyılda yaşamış Kaşgar emiri olarak görev yapan Hokandlı Özbek serüvenci Yakub Beg hakkındadır. Germiyanoğulları beyliğinin kurucusu olan Yakup Bey için Yakub Bey sayfasına bakınız.

Yakub Beg (Çince: 阿古柏, āgǔbò, 穆罕默德·雅霍甫, mùhǎnmòdé yǎhuòfǔ, Özbekçe: Муҳаммад Яқуб Бек, Tacikçe: Муҳаммад Яъқуб Бег, Farsça: محمَد یعقوب بیگ, Türkçe: Muhammed Yakup Beg[1]) (1820 - 16 Mayıs 1877), Hokand Hanlığı'nın Özbek kökenli askeri.


Yaşam öyküsü:

Yakub Beg Hokand Hanlığı zamanında Piskent kentinde doğdu. Hokand askeri kuvvetleri girmeye başaran Yakup Beg 1845 yılında Hokand Hanı Hüdayar Han'ın dış ilişkiler memuru oldu. Çin vasalı hizmetlerinin içindeki askeri komutandı, Hokand Hanlığı ve 1851 yılında Ak-Mechet (Aq Masjid, Aq Mechet, 'ak mescit', sonra Fort-Perowski veya Perowsk (1925 yılından beri Kızıl-Ordu) Hisar komutanı oldu.[2]

1853 yılında Rusyanın 26 gün süren kuşatmasına karşı koydu. Kaşgar hükümdarı Sadık Beğ Cihangir Hoca'nın Hokand'da yaşayan oğlu Buzuruk Han'ı Kaşgar hükümdarı olarak görmek istiyordu.

Hokand Hanı Hudayar Han 1864 yılında Buzuruk ve Yakuphan'ı 1.000 kişilik bir ordu ile Kaşgar'a gönderdi. Kısa bir savaştan sonra Buzuruk, Han ilan edildi.

1864 yılı içinde, Çimkent ve Taşkent Hisarları'nın Ruslara karşı savunmasına katılır. Doğu Türkistan'da Çing Hanedanı'na karşı isyan eden Huiler ve Kırgızlar Hokand Hanlığı'ndan yardım istemiştir. Yakub Beg derin Hokand siyasetinin içine çekilir ve Hokand Hanı ondan kurtulması için 1865 yılında başında[3] Ahmet Kazani (Makhdum-i A'zam al-Kasani al-Dahbidi)[4] taraftarı hocalarından biri olan Buzrug Han ile birleşmesi emrini verir.

Bunun için Alim Kuli, Cahangir Hoca'nın oğlu ve Vali Han'ın kardeşi Buzrug Hoca[5] ve General Yakub Beg'i birlikleriyle birlikte Doğu Türkistan'a göndermiştir. Yakub Beg Tarım Havzası (塔里木盆地)'na girerek Kaşgar ve Yengisar'da Çing garnizonları yenmiştir.

Mayıs 1865'te Rus Çarlığı Hokand Hanlığı'na saldırdığında Alim Kuli Taşkent'te ölmüş ve 7.000 kişilik birlikleri Doğu Türkistan'a sığınmıştır. Yakub Beg bu birliklerini de emir altına alarak Eylül 1865'te Yarkand ve Hotan'ı da işgal etmeye başarmış ve Tarım Havzası'nın batı kısmını elde etmiştir. Yakub Beg'e karşı çıkan Buzrug Hoca'yı dışladıktan sonra Reşiddin Hoca'yı yenmiş ve Aksu'yu işgal etmiştir.

1867'de Buzuruk Han'ın iktidarına son vererek Yakub Beg "Badavlet Han"[6] adını kullanmaya başlamış ve Kuça ve Korla'yı işgal etmiştir. Şeriat ile yönetmeye başlamış ve Buhara Hanlığı'ndan "Atalık Gazi" unvanını almıştır. 1870'te Tarım Havzası'nın doğu kısmında Turfan ve Tanrı Dağları'nı aşarak Urumçi'yi, 1871'de Manas, Piçan ve İli bölgesini de işgal ederek bütün Doğu Türkistan'dan Çing ordusunu süpürmüştür.

Yakup Han ülkede istikrarı sağladıktan sonra tarihi ve kültürel bağları olan ve İslam dünyasının hamisi konumunda bulunan Osmanlı Devleti nezdine elçi göndermiş Sultan Abdulaziz Han'dan yardım ve himaye talebinde bulunmuş; devletinin Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olarak kabul edilmesini dilemiş ve kendisine biat ettiğini bildirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Yakup Han'ın bu talebini kabul etmiş ve Padişah'ın direktifi üzerine Albay Kazım bey komutasında 5 muvazzaf ve 3 emekli subaydan oluşan bir asker eğitim grubunu 1200 piyade tüfeği 6 sahra topu ve cephane yapımında kullanılan barut ve malzemeleri ile Hindistan üzerinden Doğu Türkistan'a göndermiştir. Heyet Kaşgar'da büyük coşku ve sevinç ile karşılanmış, hutbeler padişah adına okunmuş ve paralar da Sultan Abdulaziz Han adına bastırılmıştır. Doğu Türkistan semalarında Osmanlı sancağı dalgalandırılmıştır.

Büyük Britanya, Rusya Çarlığı ile Orta Asya'nın hakimiyeti için "Büyük Oyun (The Great Game)" oynamak olduğu için Yakub Beg'i kullanmak amacıyla 1868'de özel elçisini yollayarak kendisini tanımış ve Yakub Beg Britanya himayesindeki Hindistan'dan silah yardımını almıştır. 1874'te Britanya ile antlaşma imzalanmış ve Britanya Kaşgar konsolosluğunu açmıştır. Bu antlaşmada Yakub Beg Kaşgar ve Yarkand'ın Emiri olarak adı geçmiş ve Britanya bu ülkeye Kaşgar Emirliği olarak hitap etmiştir. Bu sırada Rusya Çarlığı da Kaşgar'da bir konsolosluk açmıştır. Yakub Beg Buhara Hanlığı ve Osmanlı Devleti ile de diplomatik ilişikilerini kurmuştur. Osmanlı Devleti Yakub Beg'in kendi üstünlüğünü kabul etmesinin karşılığı olarak Yakub Beg'i resmen Emirliğe atanmıştır.[7]

İslamî değerlere önem vermekle halkın desteklerini sağlamaya çalışmış ve camilere ve türbeler (ziyaretgâhlar)ı himaye altına almıştır. Fakat savaş nedeniyle gelirlerine ihtiyacı duyduğu için ağır vergi yüklemiştir. O yüzden Türkî halklar onu "Andican'ın çetesi" olarak adlandırmışlardır. Yönetim boyunca 200.000 Dungan ile 50.000 Türkî halkların öldürüldüğü söylenmektedir. 1875'te Çing Hanedanı Olağanüstü Veziri (钦差大臣/欽差大臣 qīnchāi dàchén, bir konuda İmparatorundan tam yetkiyi alan vezir) Tso Tsung-t'ang[8] (左宗棠 Zuǒ Zōngtáng) komutasındaki 40.000 kişilik orduyu yollamış ve Kaşgar Emirliği'ni yıkmıştır.

1877 yılı ilkbaharında Turfan ve Toksun'a yapılan Çin saldırısı üzerine zayıflamış gücü ile Yakub Beg Korla'ya geri çekilir ve orada 16 Mayıs 1877 (29 Mayıs?) yılında kendi adamları tarafından öldürülür (Brockhaus, 1894), bir başka kaynaklarda Yakub Beg'in umudunu keserek intihar ettiği söylenmiştir. (Encyclopaedia Britannica). Yakub Beg'in başarısız olmasına en büyük neden Dunganlardır. Onlar Yakub Beg'in Hükümdarlığından pek memnun değildiler, bu sırada taktik nedenle Çinlilerin onlara iyi bir insan muamelesi yapmasından kaynaklanır.

Yakub Beg'in oğulları aralarında anlaşamazlar, ancak savaşı sürdürürler. 16 Aralık 1877'de Kaşgar, daha sonra 1878 yılı Ocak ayında Hotan (Khotan), 16 Mayıs 1878'de Doğu Türkistan'ın tamamı Çinlilerin eline geçer böylece Yabub Beg'in hakimiyeti biter. Yakub Beg'in hakimiyeti bittikten sonra, Rusya 1881 yılında yapılan St. Petersburg sözleşmesi ile Gulca bölgesini tazminat karşılığında Çin'e geri verdi.



*İsa Yusuf Alptekin - Vikipedi

*İsa Yusuf Alptekin (Uygurca: ئەيسا يۈسۈپ ئالپتېكىن, romanize: Eysa Yüsüp Alptëkin, Çince: 艾沙 尤舒夫 阿布泰金, romanize: Àisà Yùsùfŭ Ābùfŭtàikěn; d. 1901 - ö. 17 Aralık 1995), Çin Cumhuriyeti'nin ilk döneminde Uygur siyasetçisi ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin genel sekreteri.

1901 yılında Doğu Türkistan'ın Kaşgar vilayetine bağlı Yenihisar kasabasında doğdu. Öğrenimini Doğu Türkistan'da tamamladıktan sonra çeşitli memuriyet görevlerinde bulundu.

Sincan eyaletinine memur olarak görev yapmış ve 1926 yılında Sovyetler Birliği'ne Andican konsolosluğuna yazıcı olarak gönderildi ve orada millî mücadele taraftarlarıyla bağlantı kurdu.

1931'de Hoca Niyaz tarafından başlatılan ayaklanma (Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti) sırasında Kuomintang'a yanaşmış ve Sincan eyaleti valisinin zulmü hakkında Çin hükûmetine bilgi aktarmıştır. Bu durumun önlenmesini, aksi takdirde ayaklanmanın yayılacağını, Sovyetler'in işgalinin söz konusu olacağını bildirmiştir. Nankin'de dergiler çıkararak Doğu Türkistan'ın özerklik haklarını genişlettirmeye çalıştı. 1936 yılında Çin Cumhuriyeti meclisi üyeliğine seçildi.

1944'te İli'de başlayan ayaklanma (Doğu Türkistan Cumhuriyeti) neticesi kurulan hükûmete girmesini ilgililer istemedi. Ancak 3 yıl sonra Kuomintang'ın temsilcisi olarak Doğu Türkistan hükûmetine girdi ve genel sekreterliğine getirildi.

1949'da Çin Halk Kurtuluş Ordusu'nun Doğu Türkistan'da konuşlandırılması ile birlikte o günkü Hindistan'ın Keşmir eyaletine sığındı.

1954 yılında Türkiye'ye geçti. Türkiye'ye gelir gelmez İstanbul'da Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyetini kuran İsa Yusuf Alptekin Shärqiy Türkistan awaz (Doğu Türkistan Sesi) dergisini çıkararak Doğu Türkistan sorununun dünya kamuoyuna anlatılmasına yoğunlaştı.

Yabancı ülke yöneticileri nezdinde olduğu kadar Türkiye hükûmetleri nezdinde de Doğu Türkistan davasının anlatılması için mücadele verdi. Parti liderleri, başbakan ve cumhurbaşkanlarıyla görüştü.

Bir konuşmasında, "Gönül arzu eder ki, Türkistan meselesinin halledilmesi davasında öncülük şerefi, Türkiye'nin hakkı olsun...."[1] diyen İsa Yusuf Alptekin, 17 Aralık 1995 gecesi öldü. 

Oğlu Erkin Alptekin de Doğu Türkistan bağımsızlık hareketinin eylemcisi olarak tanınmaktadır.




*Taklamakan Çölü - Vikipedi

*Taklamakan Çölü, (veya Takla Makan, Çince: 塔克拉玛干沙漠; Pinyin: Tǎkèlāmǎgān-Shāmò, Taklimakan Shamo, Uygurca: تەكلىماكان قۇملۇقى), Rub' ul-Hali'den sonra Asyanın ikinci büyük aynı zamanda Çin'deki en büyük Kum çölüdür. Anaasya'dan kuzeybatı Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nden Tarım Havzasının batı bölgesinden 218 numaralı Anayola kadar uzanır. Bu anayolun doğusunda Tarım Havzasının en derin yeri olan Lop Nur Çölü bulunur. Önceleri Taklamakan Çölü ve Lop Nur Çölü Tarım Nehri, Könçe Nehri ve Çerçen Derya (Qarqan He) nehirleri ile ayrılırdı, fakat Tikenlik'in güneyi son on yıldan beri kurudu.


İklimi

Bitki örtüsü

Coğrafi yapısı






























*Kırım Savaşı - Vikipedi

*Kırım Savaşı, 4 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasındaki Osmanlı-Rus savaşıdır.

Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemonte-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşın içinde olmasıyla savaş, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş durumunu almıştır. Savaş, müttefik güçlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır.

Fransa'nın Osmanlı Devleti'ndeki Katoliklerin, Rusya'nın ise Ortodoksların haklarının yeniden doğrulanması ile ilgili istekleri ile ortaya çıkan “Kutsal Yerler Meselesi”nin sonucunda Fransa galip çıktı.[4]

Savaşın sebepleri:

Rusya, 1853 yılından itibaren Kavalalı Mehmet Ali Paşa bunalımı sırasında takip ettiği zayıf bir Osmanlı Devleti üzerinde etki alanı kurma politikasını bırakarak, bu devleti yıpratma politikası takip etmeye başladı. Bunu gerçekleştirebilmek için de kutsal yerler sorununu kullandı. Osmanlı Devleti, Hristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresinde Katolik ve Ortodoks cemaatlerine çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı. 1853 yılına gelindiğinde ayrıcalıklar konusunda Rusya ile Katolikliğin dünya çapında savunuculuğunu yapan Fransa çatışmaya başladılar. Bu durumu bahane eden ve asıl amacı "Hasta adam" gözüyle baktığı Osmanlı Devleti'ne ve onun bekasına son vermek isteyen Rusya, Birleşik Krallık'a mirasın paylaşılması teklifinde bulundu. Ancak, çıkarları gereği Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün muhafazasından yana olan Birleşik Krallık bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, tek başına harekete geçerek, Osmanlı Devleti'ne bir ittifak teklifinde bulundu ve bu devletin sınırları içinde yaşayan Ortodoksların koruyuculuğunun Rusya'ya bırakılmasını önerdi. Osmanlı Devleti, Britanya'nın da desteğine güvenerek Rus isteklerini reddetti.

Bu bağlamda gelişen Osmanlı-Rusya gerginliği, Birleşik Krallık başta olmak üzere Avrupa devletlerinin de ilgisini çekmekte gecikmedi. Birleşik Krallık hükûmeti, 1853'te yaşanan gerilim sırasında Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni destekleme politikasını benimsedi. Bu tercih, Osmanlı Devleti'ne destek olma isteğinin ötesinde, Avrupa'daki güç dengelerini yeniden tanımlama amacı taşıyordu. Avusturya İmparatorluğu'na karşı 1848 yılında başlayan Macar ayaklanmasının Rusya'nın yardımıyla kanlı bir şekilde bastırılması, bu dönemde Rusya'nın Avrupa'da artan bir şekilde güç kazanmasının göstergesi olarak yorumlanmıştı. Birleşik Krallık, bu ve benzer nedenlerle Avrupa'daki güç dengesinin kendi aleyhine bozulmasını engellemek istiyor, bu amaç doğrultusunda Rusya'nın güçlenmesinin önüne geçmeye çabalıyordu. Bunun yanında, Osmanlı Devleti'nin dağılması Rusya'nın topraklarını güneye doğru genişletmesi anlamına gelecekti; bu durum Birleşik Krallık'ın Asya'daki kolonilerine (özellikle Hindistan'a) ulaşmasını zorlaştıracaktı.

Fransa Rusya'nın Avrupa güçler dengesinin dışında tutulması konusunda Büyük Britanya hükûmetiyle benzer bir politika izliyordu. Rusya'ya bağlı olan Polonya topraklarında yeniden bir bağımsız Polonya kurulması ve bu bağımsız devletin Fransa'nın müttefiki olması olasılığı da Fransa'yı Rusya'ya karşı cephe almaya teşvik ediyordu. Bu ve benzer nedenlerle, Rusya'ya karşı girişilebilecek bir müdahale, Fransa'yı Avrupa'da yeniden üstün duruma getirebilirdi. Bu nedenlerle Fransa, Osmanlı Devleti-Rusya geriliminde, tıpkı Birleşik Krallık gibi, Osmanlı Devleti'nden yana bir tutum takındı.

Prusya başta olmak üzere merkezi Avrupa devletleri bu düşüncelere karşıydı. Özellikle Avusturya, savaş sonunda yapılacak antlaşmadan ve ortaya çıkacak yeni statükodan endişeli idi.


Savaşın başlaması ve gelişmesi:


Savaşın sonuçları:

Kâğıt üzerinde, savaşın galiplerinden olan Osmanlı Devleti, aslında savaştan çok büyük zarar alarak çıkmıştır. Çok pahalı olan bu savaşı yürütebilmek için Osmanlı devleti, ödeme yeteneğinin çok üstünde borç almıştır. Endüstrileşmeyi kaçırdığı için ekonomisi çağdışı kalmış olan devlet, bu borçların altından kalkamayacak ve 1881 yılında II. Abdülhamit döneminde Düyunu Umumiye idaresinin kurulmasıyla, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girip, ekonomik bağımsızlığını kaybedecektir.

Kırım Savaşı'nın sonunda ilan edilen Islahat Fermanı, Osmanlı reform hareketlerinde çok önemli bir yer tutar. Islahat Fermanı'nın amacı, imparatorluk içindeki herkese Osmanlı yurttaşlığı vererek, yasalar önünde dine bakılmaksızın eşitlik sağlamaktı. Islahat Fermanı ile Batı'da dolaşan liberal düşünceler Osmanlı Devleti'ne girmeye başlayacaktır.

Kırım Savaşı, İtalya birliğine giden yolu hızlandırmıştır. Savaşa asker göndererek Birleşik Krallık'ın sempatisi ve Fransa'nın etkin desteğini kazanan Sardinya-Piemonte Krallığı, savaşı izleyen yıllarda İtalya birliğini kuracaktır.


Kırım Savaşı'ndaki önemli muharebeler:



*Fergana (il) - Vikipedi

*Fergana Eyaleti (Özbekçe: Farg'ona viloyati) Özbekistan'ın 12 ilinden birisidir.

Ülkenin doğusundaki yer alan vilayet, Fergana Vadisi'nin güneyinde bulunmaktadır. Özbekistan'ın Namangan Eyaleti ve Andican Eyaleti ile Kırgızistan ve Tacikistan'a komşudur. 2005 yılı resmi nüfusu 2.597.000, yüzölçümü 6.800 km²'dir. Yönetim merkezi vilayete adını veren Fergana şehridir.

%71'i kırsal bölgede oturmaktadır. Önemli şehirleri Beşarık, Khamza, Hokand, Kuva, Kuvasay, Margilan ve Riştan'dır.

İklimi tipik kara iklimi özellikleri gösterir; yaz-kış arasında aşırı sıcaklık farkları görülür. Tarım, özellikle pamuk, sebzecilik ve hayvancılık, et ve süt üretimi en önemli gelir kaynağıdır. Doğal kaynaklar arasında petrol kaynakları, seramik çamuru ve inşaat malzemeleri bulunmaktadır. Endüstri ağırlıklı olarak petrol işleme, gübre ve kimyasal üretimi, tekstil, ipek dokumacılık konularında yoğunlaşmıştır. Bölge ayrıca geleneksel Özbek elsanatları, özellikle de çömlekçilik alanında önemli bir merkezdir.




*
Keşmir - Vikipedi

*Keşmir (Keşmirce: کٲشُر, Urduca: کشمیر, Hindu/Dogri: कश्मीर, Beluçça: کشمیر, Çince (basitleştirilmiş): 羊绒,Çince (geleneksel): 克什米爾), Hindistan, Pakistan ve Çin'in sınırlarının kesiştiği noktada yer alan bir dağlık bölgedir.[1] Himalayalar'ın batı ucunun güneyindeki vadi bu adla anılmıştır. Bölgede üretilen Kaşmir adlı kumaşın ismi de buradan gelmektedir.

Büyük Britanya'nın sömürgesiyken 1947 yılında bağımsızlığını kazandığında nüfusunun çoğunluğunu Müslümanlarından oluşması nedeniyle Pakistan, o dönemde Keşmir Emirliği'ne ait bu bölgeyi talep etmiştir. Ancak Keşmir Emirliği'nin kendisinin Hindistan'a bağlanmasını istediği için Hindistan da bölgede hak iddia etmiştir.

Srinagar başta olmak üzere bölgenin güney kısmı Hindistan'ın Cemmu ve Keşmir eyaleti olmuş kuzey kısmı ise Pakistan'ın kontrolü altına girmiştir. Pakistan'ın kontrolü altındaki bölgeye 'Azadi Keşmir' denilmektedir.

1960'ta doğu kısmı Aksai Çin'i Çin Halk Cumhuriyeti işgal etmiş ve halen kontrol altında tutmaktadır.

Orta Asya'daki sorunlu bölgeyi en son 1977'de Pakistan topraklarına katmıştır.





*
Ladakh - Wikipedia

*Ladah (Hintçe: लद्दाख़), Asya ülkesi Hindistan tarafından bir ittifak bölgesi olarak yönetilen, daha geniş bir Keşmir bölgesinin bir parçasını oluşturan ve 1947'den beri Hindistan, Pakistan ve Çin arasında tartışma konusu olan bir bölgedir.

Ladah, doğuda Tibet Özerk Bölgesi, güneyde Hindistan'ın Himachal Pradesh eyaleti, hem Hindistan tarafından yönetilen Cemmu ve Keşmir ittifak bölgesi hem de batıda Pakistan tarafından yönetilen Gilgit-Baltistan ve güneybatı köşesi ile sınırlanmıştır. Kuzeyde Karakoram silsilesindeki Siachen Buzulu'ndan güneyde Büyük Himalayalara kadar uzanır. Issız Aksai Chin ovalarından oluşan doğu ucu, Hindistan hükûmeti tarafından Ladah'ın bir parçası olarak talep ediliyor ve 1962'den beri Çin kontrolü altında.

Geçmişte Ladah, önemli ticaret yollarının kavşağında bulunan stratejik konumundan dolayı önem kazanmış, ancak Çinli yetkililer 1960'larda Tibet Özerk Bölgesi ile Ladah arasındaki sınırları kapattığından uluslararası ticaret azalmıştır. 1974'ten beri, Hindistan hükûmeti Ladah'ta turizmi başarıyla teşvik ediyor. Ladah stratejik olarak önemli olduğundan, Hindistan ordusu bölgede güçlü bir varlık gösteriyor.

Ladah'taki en büyük kasaba Leh, ardından her birinin merkezi bir ilçe olan Kargil geliyor. Leh bölgesi İndus, Shyok ve Nubra nehir vadilerini içerir. Kargil ilçesi Suru, Dras ve Zanskar nehir vadilerini içerir.

Başlıca nüfuslu bölgeler nehir vadileridir, ancak dağ yamaçları aynı zamanda pastoral Changpa göçebelerini de destekler. Bölgedeki başlıca dini gruplar Müslümanlar (çoğunlukla Şiiler) (%46), Budistler (çoğunlukla Tibet Budistleri) (%40), Hindular (%12) ve diğerleridir (%2).[1]


*Berlin Kongresi - Vikipedi

*Berlin Kongresi (13 Haziran - 13 Temmuz 1878), dönemin Avrupa'daki altı büyük gücünün (Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Almanya),[1] Osmanlı İmparatorluğu ve dört Balkan devletinin (Yunanistan, Sırbistan, Romanya ve Karadağ) temsilcilerinin bir araya geldiği bir toplantıdır. 93 Harbi sonrası Balkan Yarımadası'ndaki devletlerin topraklarını belirlemeyi amaçlayan ve Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında

üç ay önce imzalanan Ayastefanos Antlaşması'nın yerini alan Berlin Antlaşması'nın imzalanmasıyla sona erdi.


Berlin Antlaşması sonrası Balkan yarımadasında sınırlar

Kongreye başkanlık eden Almanya şansölyesi (başbakan) Otto von Bismarck, Balkanlar'ı istikrara kavuşturmayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun azalan gücünü tanımayı ve İngiltere, Rusya ve Avusturya-Macaristan'ın farklı çıkarlarını dengelemeyi taahhüt etti. Aynı zamanda, bölgedeki Rus kazanımlarını azaltmaya ve Büyük Bulgaristan'ın yükselmesini önlemeye çalıştı. Sonuç olarak, Avrupa'daki Osmanlı toprakları keskin bir şekilde geriledi, Bulgaristan Osmanlı İmparatorluğu içinde bağımsız bir beylik olarak kuruldu, Doğu Rumeli özel bir idare altında Osmanlı İmparatorluğu'na iade edildi ve Makedonya bölgesi, vadedilen reform şartıyla Osmanlı İmparatorluğu'na tamamen iade edildi.

Romanya tam bağımsızlığa kavuştu; Besarabya'nın bir kısmını Rusya'ya devretmek zorunda kaldı, ancak Kuzey Dobruca'yı aldı. Sırbistan ve Karadağ nihayet tam bağımsızlık kazandı, ancak Avusturya-Macaristan Sancak (Raška) bölgesini işgal etti.[2] Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek'i, İngiltere de Kıbrıs'ı devraldı.

Sonuçlar ilk olarak barış sağlama ve istikrar konusunda büyük bir başarı olarak selamlandı. Ancak, katılımcıların çoğu tam olarak tatmin olmamıştı ve sonuçlarla ilgili şikayetler, 1912-1913'te Birinci ve İkinci Balkan Savaşı ve sonunda 1914'te I. Dünya Savaşı patlayana kadar arttı. Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan, hak ettiklerini düşündüklerinden çok daha azını aldılar.

O zamanlar "Avrupa'nın hasta adamı" olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu küçük düşürüldü ve önemli ölçüde zayıfladı, bu da onu iç

karışıklıklara daha yatkın ve saldırılara açık hale getirdi.

Rusya konferansa vesile olan savaşta galip gelmesine rağmen, orada küçük düşürüldü ve gördüğü muameleye kızdı. Avusturya-Macaristan, Güney Slavları kızdıran ve Bosna ve Hersek'te onlarca yıllık gerginliğe yol açan büyük bir toprak kazandı.

Bismarck, Rus milliyetçilerinin ve Pan-Slavistlerin nefretinin hedefi haline geldi ve daha sonra

Almanya'yı Balkanlar'da Avusturya-Macaristan'a çok fazla ilişkilendirdiğini fark etti.[3]

Uzun vadede, Balkanlar'daki milliyetçilik sorunu gibi Rusya ile Avusturya-Macaristan arasındaki gerilim yoğunlaştı. Kongre, Ayastefanos Antlaşması'nı gözden geçirmeyi ve İstanbul'u Osmanlı'nın elinde tutmayı amaçlıyordu. Rus-Türk Savaşı sırasında

zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu karşısında Rusya'nın zaferini fiilen reddetti. Kongre, önceki antlaşmanın Bulgaristan Prensliği'ne, özellikle de Makedonya'ya vermiş olduğu toprakları Osmanlı İmparatorluğu'na iade etti ve böylece Bulgaristan'da güçlü bir intikamcı talep oluşturdu ve 1912 Birinci Balkan Savaşı'na yol açtı.

Arka plan:

Kongreye giden on yıllarda, Rusya ve Balkanlar, tüm Balkan Slavlarını tek bir yönetim altında

birleştirmeye yönelik bir hareket olan Panslavizm'e kapılmıştı. İki birleşmeyle sonuçlanan Pancermenizm ve Panitalyancılığa benzer şekilde gelişen bu arzu, çeşitli Slav uluslarında farklı biçimler aldı. İmparatorluk Rusya'sında Panslavizm, Rusya'nın yönetimi altında birleşik bir

Slav devletinin kurulması anlamına geliyordu ve esasen Rusya'nın Balkan yarımadasını fethi için bir kelimeydi.[5] Hedefin gerçekleştirilmesi, Rusya'ya Çanakkale Boğazı ve Boğaziçi'nin kontrolünü, dolayısıyla Karadeniz'in ekonomik kontrolünü ve önemli ölçüde daha büyük jeopolitik güç verecekti.

Balkanlar'da Panslavizm, Balkan Slavlarını belirli bir Balkan devletinin yönetimi altında birleştirmek anlamına geliyordu, ancak birleşme yeri olarak hizmet etmesi

amaçlanan devlet, girişim Sırbistan ve Bulgaristan arasında yayıldıkça her zaman net değildi.

Osmanlılar tarafından 1870 yılında bir Bulgar Eksarhlığı yaratılması, Bulgarları dini olarak Rum patriğinden ve siyasi olarak Sırbistan'dan ayırmayı amaçlamıştı.[6] Balkan bakış açısından, yarımadanın birleştirilmesi için hem üs olarak bir Piyemonte hem de sponsor olarak Fransa gerekiyordu.[7]

Balkan siyasetinin nasıl ilerlemesi gerektiği konusundaki görüşler farklı olsa da, her ikisi de

padişahın Balkan hükümdarı olarak görevlendirilmesi ve Osmanlıların Avrupa'dan çıkarılmasıyla başladı. Bunun nasıl ve hatta ilerleyip ilerlemeyeceği, Berlin Kongresi'nde yanıtlanacak ana soru olacaktı.


Balkanlar'daki büyük güçler:



Ayastefanos Antlaşması:

1876 Bulgar Bulgar İsyanları ve 93 Harbi'nde Rus zaferinden sonra, Rusya neredeyse Osmanlının tüm Avrupa topraklarını ele geçirmişti. Osmanlılar Karadağ, Romanya ve

Sırbistan'ı bağımsız olarak tanıdı ve üçünün de toprakları genişletildi. Rusya, padişahın özerk bir

vasalı olarak büyük bir Bulgaristan Prensliği yarattı. Bu, Rusya'nın etki alanını tüm Balkanları

kapsayacak şekilde genişletti ve bu da Avrupa'daki diğer güçleri alarma geçirdi.

Eğer İstanbul'u işgal ederse, Rusya'ya savaş tehdidinde bulunan İngiltere[13] ile Fransa, büyük sömürge kazanımları elde etmeye hazır oldukları Akdeniz veya Ortadoğu'ya başka bir gücün

dahil olmasını istemiyorlardı. Avusturya-Macaristan, Balkanlar üzerinde Habsburg kontrolü isterken Almanya ise müttefikinin savaşa gitmesini engellemek istiyordu. Almanya Şansölyesi Otto

von Bismarck, Osmanlı Balkanlarının Avrupalı güçler arasında paylaştırılmasını tartışmak ve Avrupa liberalizmin yayılması karşısında Üç İmparator Birliği'ni korumak için Berlin Kongresi için çağrı yaptı.[14]

Kongreye İngiltere, Avusturya-Macaristan, Fransa, Almanya, İtalya, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu katıldı. Ülkelerini ilgilendiren oturumlara Yunanistan, Romanya, Sırbistan ve Karadağ'dan delegeler katıldı, ancak üye olmadılar.

Kongre, Rusya'nın rakipleri, özellikle Avusturya-Macaristan ve İngiltere tarafından talep edildi ve

1878'de Bismarck ev sahipliği yaptı. Berlin Antlaşması'nı önerdi ve onayladı. Toplantılar, Bismarck'ın

eski Radziwill Sarayı olan Reichskanzlei'nde 13 Haziran - 13 Temmuz 1878 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Kongre, Ayastefanos

Antlaşması'ndaki 29 maddeden 18'ini revize etti veya ortadan kaldırdı. Dahası, Paris (1856) ve Washington (1871) antlaşmalarını bir temel olarak kullanan antlaşma, Doğu'yu yeniden düzenledi.


Diğer güçlerin Rusya etkisi üzerine korkuları:



Ev sahibi olarak Bismarck:

Mirası:

Andrássy'nin hedeflerine iç muhalefet:

Delegeler:


*Sovyetler Birliği'nin Afganistan'a müdahalesi - Vikipedi

*Sovyetler Birliği'nin Afganistan'a müdahalesi veya Sovyet-Afgan Savaşı, Sovyet kontrolündeki Afganistan Demokratik Cumhuriyeti'nde (DRA) 1979'dan 1989'a kadar süren uzun süreli bir silahlı çatışmaydı. Savaş, Soğuk Savaş'ın büyük bir çatışmasıydı, çünkü DRA,

Sovyetler Birliği ve müttefik paramiliter gruplar arasında Afgan mücahitlere ve onların müttefik yabancı savaşçılarına karşı yoğun çatışmalar yaşandı. Mücahitler çeşitli ülke

ve kuruluşlar tarafından desteklenirken, desteklerinin çoğunluğu Pakistan, ABD (Siklon Operasyonu kapsamında), İngiltere, Çin, İran ve Basra Körfezi'ndeki Arap ülkelerinden geldi. Yabancı güçlerin katılımı, savaşı ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir vekalet savaşı haline getirdi.[11] Çatışmalar 1980'ler boyunca çoğunlukla Afgan kırsalında gerçekleşti. Savaş yaklaşık 3.000.000 Afgan'ın ölümüyle sonuçlandı,[12] milyonlarcası da mülteci olarak ülkeden kaçtı. Ülke dışında yerinden edilen Afganların çoğu Pakistan ve İran'a sığındı. Afganistan'ın 1979 nüfus sayımına göre 13,5 milyonluk eski nüfusunun yaklaşık %6,5 ila %11,5'inin çatışma sırasında öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Sovyet-Afgan Savaşı, Afganistan genelinde büyük yıkıma neden oldu ve bilim adamları tarafından Sovyetler Birliği'nin dağılmasına ve Soğuk Savaş'ın resmen sona ermesine katkıda bulunan önemli bir faktör olarak gösterildi.

Savaş, Leonid Brejnev liderliğindeki Sovyetlerin, Fırtına-333 Operasyonu sırasında kurulan Sovyet yanlısı yerel hükûmeti desteklemek için Afganistan'ı işgal etmesiyle başladı. Buna cevaben uluslararası toplum tarafından Sovyetler Birliği'ne çok sayıda yaptırım ve ambargo uygulandı. Sovyet birlikleri Afganistan'ın büyük şehirlerini ve tüm ana iletişim arterlerini işgal ederken, mücahitler ülkenin tartışmasız Sovyet kontrolüne tabi olmayan - neredeyse tamamı kırsal kesimdeki engebeli, dağlık araziyi kapsayan - %80'inde küçük gruplar halinde gerilla savaşı yürüttü. Sovyetler, Afganistan'a milyonlarca kara mayını döşemenin yanı sıra, hem Afgan direnişine hem de sivillere karşı sert bir şekilde mücadele etmek için hava güçlerini kullandı. Mücahitlere güvenli bir sığınak sağladığı için köyleri yerle bir etti, hayati önem taşıyan sulama hendeklerini yok etti ve diğer yakıp yıkma taktiklerini uyguladı.

Sovyet hükûmeti başlangıçta Afganistan'ın kasabalarını ve yol ağlarını hızla güvence altına almayı, Afganistan Halk Demokratik Partisi (PDPA) hükûmetini istikrara kavuşturmayı ve tüm askerî güçlerini altı aydan bir yıla kadar bir süre

içinde geri çekmeyi planlamıştı. Ancak Afgan gerillalarının şiddetli direnişiyle karşılaştılar ve engebeli dağlık arazide büyük

operasyonel zorluklar yaşadılar. 1980'lerin ortalarına gelindiğinde Afganistan'daki Sovyet askeri varlığı yaklaşık 115.000 birliğe yükseldi ve ülke çapındaki çatışmalar yoğunlaştı. Savaş çabalarının karmaşıklığı, askeri, ekonomik ve politik

kaynaklar giderek tükendikçe Sovyetler Birliği'ne giderek yüksek bir maliyet getirdi. 1987 ortalarında reformcu Sovyet

lideri Mihail Gorbaçov, Sovyet ordusunun Afganistan'dan tamamen çekilmeye başlayacağını duyurdu. Çekilmenin son dalgası 15 Mayıs 1988'de başladı ve 15 Şubat 1989'da Afganistan'ı işgal eden son

Sovyet askerî birliği Özbek SSC'ye geçti. Devam eden dış Sovyet desteğiyle, ADPA hükûmeti mücahitlere karşı tek başına bir savaş

çabası sürdürdü ve çatışma Afgan İç Savaşı'na dönüştü. Ancak Aralık 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Cumhuriyet'e verilen tüm

destek çekildi ve bu durum 1992'de Vatan Partisi'nin İzole Cumhuriyeti'nin mücahitlerin elinde devrilmesine ve yeni bir Afgan İç Savaşı'nın başlamasına yol açtı.

Yabancı katılımı:

Sonrası:

Sovyetler Birliği'nin Çöküşü:

İç savaş:

Dünya geneli cihatçı hareketlerin yükselişi:



























*Map of the Trans-Caspian railway in the state of 1930 with the boundaries and railway lines of 2015


*Trans-Hazar Demiryolu - Vikipedi

*Trans-Hazar Demiryolu (Rusça: Закаспийская железная дорога Zakaspiyskaya jeleznaya doroga), Orta Asya'nın güneybatısında faaliyet gösteren bir demiryolu hattıdır. Demiryolu, 1879'da Rus İmparatorluğu döneminde inşa edilmeye başlanmış olup İpek Yolu rotası üzerinden geçmektedir.

Demiryolu, başlangıçta Rus ordusunu, yerel ayaklanmalara karşı seferberliği kolaylaştırmak için hizmet vermekteydi. Ancak, Lord Curzon demiryolunu ziyaret ettiğinde, öneminin yerel askeri kontrolün ötesine geçtiğini ve Asya'daki Britanya çıkarlarını tehdit ettiğini belirtmiştir.[1]

Demiryolu, günümüzde Türkmenistan ve Özbekistan arasında hizmet vermektedir.


*Sohrab and Rustum - Wikipedia


*Sohrab and Rustum: An Episode is a narrative poem with strong tragic themes by Matthew Arnold, first published in 1853. The poem retells a famous episode from Ferdowsi's Persian epic Shahnameh relating how the great warrior Rustum unknowingly slew his long-lost son Sohrab in single combat. Arnold, who was unable to read the original, relied on summaries of the story in John Malcolm's History of Persia and Sainte-Beuve's review of a French prose translation of Ferdowsi.[1] In Sohrab and Rustum, Arnold attempted to imitate the "grandeur and rapidity" of Homer's style which he was to discuss in his lectures On Translating Homer (1861).[2] The poem consists of 892 lines of blank verse.



*Sohrab ve Rustum - Pers Epik Şiiri ve Özeti

*Sohrab and Rustum, Matthew Arnold'un 1853 yılında Poems adlı koleksiyonunda yayımladığı boş manzum epik şiir. Arnold'un antik İran'da geçen bu kahramanlık romanı için kaynakları arasında İranlı şair Firdevsî'nin bir destanının çevirisi ve Sir John Malcolm'un History of Persia (1815) adlı eseri vardı.

Şiir, Sohrab'ın yıllar önce kaybolan babasını arayışını anlatır. Tatarların savaşçısı olan Sohrab, Pers kuvvetleriyle savaşa girer. Pers reisi Rüstum'un babası olduğunu bilmeyen Sohrab, yaşlı adama teke tek dövüşte meydan okur. Genç savaşçı ancak Rüstum'un mızrağıyla ölümcül bir yara aldığında doğumundan bahseder. İşte o zaman baba ve oğul aralarındaki ilişkinin farkına varırlar. Kederli Rüstem, Sohrab'ın cesedini kraliyet töreniyle defnedeceğine söz verir.




*Rüstem ile Suhrab’ın hikayesi… – iklimlerblog

*Hükümdarın mahvedildiği,sarayların sahipsiz kaldığı bir zamanda hangi felaket sizi olup biteni öğrenmekten alıkoyabilirdi?..

The story of Father and Son/Rüstem ile Suhrab’ın hikayesi…

Nice krallar,hükümdarlar onunla savaşmaktan korkmuş, ve daha nice niceleri geçmişti başından. Birçok günah işlemişti belki,Rüstem düşünceliydi. Sanki ömrünün üstündeki bütün günahlar bugünü beklemiş de yakasına yapışacaktı.Niçin böyle düşündüğünü kendisi de bilmiyordu. Belki de ilk defa kendisi gibi birisi ile savaşacaktı da ondandı bütün korkusu. Hiç böyle tedirgin olmamıştı. Hayatında hiçbir zamanda pişmanlık duymamıştı. Kral onu çağırdığında onunla çekinerek konuşur, kırmaya korkardı. Çünkü bilirdi ki Rüstem olmadan Pers ordusunun bir işe yaramadığını. O da kraldan hiçbir zaman çekinmez gerektiğinde çıkıp gider kral bile ona bir şey diyemezdi.

Ama bu sefer işler böyle değildi. Kral ona çekinerek anlatmıştı ama o bir çocuğun işini fazla büyütmemek gerektiğini söylemiş kralla ters düşmüştü. Ve kral da ilk defa ona çıkışmış dediğini yapmasını istemiş o da krala kızarak sarayı terk etmişti.

Ve şimdi Rüstem miğferini giymiş kılıç kuşanmış savaş meydanında Sohrab’ı beklemekteydi. Karşı ki tepede bulunan sarayın büyük demir kapısı açılıp Sohrab atıyla dışarı çıktı. Uzaktan çok küçük göründüğünü fark etti Rüstem. Acaba kendisi de öyle miydi uzaktan. Bir an aklına bu soru düştü. Fakat giderek Sohrab’ın büyüdüğünü, serpildiğini sanki annesinden yeni doğmuş bir çocuğun büyüyüp gözlerinin önünde ona yetiştiğini gördü.

Sohrab gelip atıyla önünde durduğunda kendisinden daha da büyük bir gövdeye sahip olduğunu gördü. Birden içine bir korku girdi. İlk defa ölüm gelmişti aklına. Şimdiye kadar hiçbir zaman ölümü aklının ucundan geçirmemişti. Fakat bu sefer iş başkaydı. Yenilecekmiş gibi bir hisse kapıldı bir an. Karamsarlığa girmişti. Sanki bütün sesler onu terk etmiş, bütün melekler yanından gitmiş onu öylece ortada bırakmışlardı.

O daha elini kılıcının kabzasına koyar koymaz Sohrab onu belinden tuttuğu gibi havaya kaldırmıştı. . Rüstem her ne kadar direndiyse de ilk hamlelerde hiç başarılı olamadı.

Kılıçlar çekilip de kanlı bir günün haberini uzaktan izlemeye çalışan Rüstem’in askerleri ve arkadaşları ilk defa korkmuşlardı. Onun yenileceği şüphesi ilk defa yüreklerinin bir yerinde yer bulmuştu. Rüstem de savaşırken kan ter içinde kalıyor eskisi gibi artık başarılı olamıyordu. Yaptığı bütün hamleler Sohrab’tan geri dönmekle kalmıyor daha da kötüsü onun başına geliyordu. Sohrab her fırsatta en ağır darbeyi vurmaya çalışıyor ama her seferinde Rüstem’den şimdiye kadar kimseden alamadığı en ağır darbeyi alıyordu.

Gün bittiğinde iki savaşçı da yorgun düşmüş ve Rüstem ilk defa ölümünün bir insanın elinden olacağını düşünmeye başlamışken kral çadırına döndü. Aklı fikri Tamineh’teydi. Tamineh’in ona gönderdiği cevap aklına geldikçe bir yandan da böyle bir şeyin olamayacağına kendisini inandırmaya çalışıyordu. Bazen içine büyük bir korku düşüyor fakat sonra kendisini bir şeyler avutup korkusuna gem vurmaya çalışıyordu. Rüstem ilk defa korkmuştu ve hayatında ilk defa elleri titriyordu. Sabaha karşı en yakın arkadaşlarından olan Kral’ın bir komutanını çağırıp ona durumunu anlattı ve sonra da eğer savaş alanında ölürsem Sohrab’la savaşmamaları gerektiğini çünkü herkesin ölebileceğini söylemiş ve bu tedirginlikle miğferini giymiş, kılıç kuşanıp savaş alanına gitmişti. Önceleri Sohrab’tan çekinmesine rağmen bugün gene Sohrab’ı görünce bir çocukla savaşmamak gerektiği aklının bir köşesine girmişti. Sohrab yanına gelip de ondan daha heybetli daha kuvvetli olduğu görününce bile bu fikrinde değişme olmamıştı. Kendinden çok emindi. Gözlerini Sohrab’tan hiç ayırmadan kılıcını çekip yere -kendisi ile Sohrab’ın ortasına- bıraktı. Sohrab ona bir iki adım yaklaşınca ona hiç fırsat vermeden sağ adımını öne atıp Sohrab’ı belinden yakaladığı gibi başının üzerine kaldırdı. Sohrab böyle bir hamleyi düşünmeden Rüstem, Sohrab’ı kılıcın üzerine indirdi. Sohrab’ın kılıcın üzerine düşmesiyle kılıcın ucu yön değiştirip, Sohrab’ın sağ tarafından elbisesini yırtıp içeri girdi. Sohrab düştüğü yerden bir daha kalkamadı.

Yerde yatarken Rüstem’e: ‘- Şunu unutma ki ben bir Turanlı değilim diye cevap verdi Suhrab, benim babam Zal oğlu Rüstem’dir ve annem de Samangah’ın perisi Tamineh’tir. Babam Rüstem’e anlatırken savaşını, oğlunu öldürdüğünü bilmesin. Çünkü ben onun için buraya gelmiştim. Onun emrinde bütün kralları dize getirecek ve babam Rüstem’i dünyanın hükümdarı yapacaktım.’

Sohrab bunları söyledikten sonra Rüstem ağlamaya başladı. Ağlamaklı bir sesle ‘ bil ki ben baban Rüstem’im’ dedi. Sohrab ‘ tahmin etmiştim zaten. Annem Tamineh onun gibi bir savaşçının yeryüzünde var olmadığını ve kimsenin onun karşısına çıkma cesaretini göstermediğini söylemişti bana.’

Tamineh de Sohrab doğduktan sonra Rüstem’e bir oğlunun olduğunu haber vermiş, bundan sonra onunla hiç haberleşmemişlerdi. Fakat Turanın kralı Afrasiab kendi topraklarında Sohrab gibi bir savaşçının olduğunu duyunca kendi savaşçıları Sohrab’ı kandırarak Rüstem’le savaşmasını istemişti. Sohrab’ın Rüstem’in oğlu olduğunu öğrenince de ikisinden hangisinin ölümü olsa da gene kendisinin karlı olacağını hesaplamıştı. Rüstem ölürse ondan kurtulacağını, eğer Sohrab ölürse Rüstem’in ise oğlunu öldürdüğünden dolayı kahrından öleceğini tahmin ediyordu. Ve böylece Afrasiab’ın önü açılmış olacaktı.

Rüstem oğlunun cenazesini Siestan’a götürüp orada defnettikten sonra Tamineh’e bir mektup yazıp gönderdi.

* * * *

Tamineh soğuk, kasvetli sarayının merdivenlerinden aşağı indi. El işi muhteşem kapıdan dışarı, bahçeye çıktı. Hizmetçi kapıdan içeri girdikten sonra yanına gelip başıyla selam verdikten sonra elinde papirüs ağacından yapılmış ve katlanıp bağlanmış kâğıdı ona uzatıp ve hiçbir şey söylemeden geri dönüp kapıdan çıkıp gitmişti. Katlanmış olan kâğıdı çevirip baktı.Rüstem’in mektubu Tamineh’e ulaşır ulaşmaz Tamineh’in içine korku girmiş sanki ne olduğunu mektubu okumadan öğrenmişti. Mektubu açarken gözlerinden bir iki damla yaş akıp mektubun üzerine düştü. Okuduktan sonra da olduğu yere yığılıp düşmüştü. Tamineh bir süre oğlunun yasını tutmaya çalışmış fakat bu acıya dayanamayarak o da oğlunun yanına gitmişti. Tamineh’in de oğlunun arkasından öldüğünü öğrenen Rüstem çok üzülmüş, artık hiçbir şey yapamaz hale gelmişti. Rüstem her şeyden kendini soyutlamış dışarı hiç çıkmıyor kimseyle konuşmuyor hiçbir şey demiyordu. Nihayetinde oğlunun ölümünden yaklaşık iki ay sonra yavaş yavaş kendine gelen Rüstem sarayının merdivenlerinden yavaşça aşağı indiğinde artık yasını bitirdiğini söyleyerek halkının arasına döndü…

(Şehname’den)














*Sergey Vitte - Vikipedi


*Sergey Yulyeviç Vitte (Сергей Юльевич Витте; 29 Haziran, 1849 – 13 Mart, 1915) (Sergius Vitte olarak da bilinir), Rus İmparatorluğu üzerinde büyük etkileri bulunan Rus politikacıdır. Ayrıca 1905 tarihli Ekim Manifestosu'nun yazarıdır ve Rusya İmparatorluğu Bakanlar Kurulu Başkanlığı (Başbakanlık) yapmıştır.

Vitte ailesinin Felemenk kökenli olduğu düşünülse de, o zamanlar İsveç İmparatorluğu'nun kontrolünde olan Baltık bölgesinde yaşıyorlardı. Sergei Vitte'nin büyükbabası Andrey Mikhayiloviç Fadeyev Saratov valisiydi ve Kafkasya konusunda danışmanlık yapmaktaydı. Vitte'nin büyükannesi bir prenses olan Helena Dolgoruki, babası Julius Vitte, annesi ise Katerina Fadeyev'di. Vitte, Kafkasya bölgesinde büyükannesinin evinde büyüdü. Odessa'da matematik okudu. Sonrasında ise 1870'leri ve 1980'leri özel tren yolu hatlarında yöneticilik gibi pozisyonlarda, özel şirketlerde çalışarak geçirdi.

Rus ekonomisine etkisi:

1905'te Çar tarafından çağrılan Vitte'ye Rus - Japon Savaşı'na bir son vermesi için görüşmeler yapma emri verildi. Vitte ABD'ne gitti ve barış görüşmelerine katıldı. Görüşmelerde çok başarılı olan Vitte sayesinde, savaşta ağır bir yenilgiye uğrayan Rusya'nın anlaşma sonundaki kaybı çok az oldu.

Bu başarıdan sonra Vitte, savaştan sonraki sivil huzursuzluğa çözüm bulması amacıyla Başbakan olarak atandı. 1905 Rus Devrimi'nde Vitte seçilmiş bir parlamentonun kurulması için sözcülük yaptı. Sözcülüğü sonunda gerçekleştiren reformların işlev kazanamaması ve mecliste sol partilerin gün geçtikçe güç kazanması nedeniyle Vitte başbakanlık görevinden istifa etmek zorunda kaldı.

Vitte politikayla ilgisini sürdürse de, bir daha herhangi bir idari görev üstlenmedi. I. Dünya Savaşı'nın patlamasından hemen önce Rusya'yı çatışmadan uzak durması yönünde uyarsa da, bu uyarı dikkate alınmadı. Vitte bundan kısa bir süre sonra da öldü.



*Vladivostok - Vikipedi

*Vladivostok (Rusça: Владивосто́к), Rusya'nın Primorski Krayı'nın merkezi olan şehir. Şehir Altın Boynuz'un ucunda Çin ve Kuzey Kore sınırları yakınlarında yer almaktadır. Yüzölçümü 560 km² olan şehrin nüfusu 2010 itibarı ile 592.034'tür.[2]

Vladivostok, Rus Uzak Doğusu'nun en büyük kentidir. Şehir Rus Donanması'nın Pasifik Filosu'nun ana üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Şehir altı üniversitesiyle bir eğitim merkezidi











































*Boxer Ayaklanması - Vikipedi

*Boxer Ayaklanması (geleneksel Çin yazısı: Geleneksel Çince: 義和團起義, basitleştirilmiş Çin yazısı: Basitleştirilmiş Çince: 义和团起义; pinyin: Yìhétuán qǐyì, anlamı haklı ve uyumlu yumruk cemiyeti ayaklanması), Boksör Ayaklanması ya da Boksör Hareketi, Batı'nın 19. yüzyılda Çin üzerindeki ekonomik ve siyasi etkisine karşı çıkartılan bir ayaklanmadır. Tüm yabancıların ülkeden çıkartılması hedeflenmiştir.[1] 1899 yılı Kasım ayında başlamış 7 Eylül 1901'de sona ermiştir. Ayaklanma ve ayaklanmanın bastırılması sırasında binlerce isyancı, yabancı ve alt sınıf Çinli ölmüştür.

Ayaklanma öncesi durum:

Ayaklanma:

Bastırılması:


Başarısızlık nedenleri:

Çin'in Batı'ya karşı silahlı mücadelesi başarısızlıkla sonuçlandı. Bazı kaynaklarda nedenlerinin şunlar olduğundan bahsedilmektedir;[kaynak belirtilmeli]

  • Bilinçsiz, dağınık bir direnme ve bağnazca saldırı Avrupa'nın üstün örgütlenme yeteneği karşısında tutunamadı.

  • Halk kitleleriyle aydınlar arasında kopukluk vardı.

  • Büyük toprak sahiplerinin bulunmadığı Çin'de toprak ufak parçalara bölünmüştü. Bu yüzden Çin köylüsünün çoğunluğunun, yabancılarla işbirliği yapan büyük toprak sahiplerinden kurtulmak gibi bir derdi yoktu.


Sonuçları:

Çin halkının kitleler halinde Boxer Ayaklanması'na ve aydınların 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başında yabancılara karşı yürüttüğü milliyetçi direnişe katılmaması sömürgeci devletlerin işini kolaylaştırmıştır. Sonuçta Çin'in açık pazar konumu pekişmiştir.


14 yorum:

  1. Eserin arka kapak tanıtımından alıntı; Tüm 19. yüzyıl boyunca dünyanın iki büyük gücü, Britanya İmparatorluğu yüzyıl ile Çarlık Rusyası arasında Orta Asya'nın ıssız ge.itşerinde, çöllerinde doruklarından kar ve buz hiç eksik olmayan yüksek dağlarında gizli bir savaş sürmüştü. Dev Asya kıtasındaki iki imparatorluktan Rusya, bir yandan Kafkasya ve Orta Asya topraklarını genişletirken , diğer yandan da Britanya İmparatorluğu’nun en büyük sömürgesi olan,”alt-kıta” Hindistan’a giden yollara ve geçitlerehâkim olma yarışında adım adım ilerlemeye çalışıyordu. Britanya ise Afganistan, Özbekistan , İran ve Kafkasya gibi pek çok coğrafyada Rusya’yı stratejik olarak “çevrelemeye” gayret ediyor; bölge, yerel hanların kalelerine varıncaya dek, iki tarafın temsilcileri arasında amansız bir mücadeleye sahne oluyordu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Peter Hopkirk’ün Moğolların topraklarını Batıya doğru genişletmeye devam ettiği 1219-1240 yıllarında (yazarın da kendi ifadesiyle) “Rusya’nın düşkün halinden ve askeri zayıflığından yararlanan Avrupalı komşuları, ellerini kollarını sallaya sallaya ülke topraklarından lokmalar koparmaya başladılar. Alman prenslikleri, Litvanya, Polonya, İsveç, hepsi bu kervana katılmışlardı.” ifadelerini kullanıyor.

      Sil
    2. Tarihi süreçteki geçmişlerinden ders alan Rusların; parçalara ayrılmış prenslikler yerine birlik içinde olmaları ve imparatorluğa giden yolda doğru adımlar attıklarını, devamında ise dünya hakimiyetine varan hedeflerine ulaşma isteklerinin temelini oluşturacak “Sıcak denizlere “inmek” anlayışı ile yaşananları, buna bağlı olarak Britanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ve Asya’daki gelişmelere tanık olunuyor.

      Sil
  2. Kitaptaki olaylar ders çıkarılacak özellikleriyle dikkat çekiyor; gelişmelerin hem tarihi süreçlerinde hem de günümüzde olanlardan dersler çıkarılması, şeffalık, hukuk, hesap verilir / kontrol edilebilir mekanizmalar başta olmak üzere temel kurumsal yapının ne kadar önemli olduğu çıkarımı yapılabiliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitapta vurgu yapılmak istenen tarihi süreçte; Asya’nın derinliklerinde Moğollarla başlayan ve giderek güçlenen toplulukların kurumsal disiplini ve geçmişlerinden gelen tecrübelerini muhafaza ettikleri müddetçe gelişmeyi ve büyümeyi sürdükleri görülüyor.

      Sil
    2. Bu süreç devam ederken liderlerin “güç zehirlenmesi ”ne kapılıp adil olmaktan (adaletten / hukuka uymaktan ) uzaklaşmaları ve kibir olarak ifade edilebilecek tutum içinde bütün gücü kendi üzerlerinde toplamaları, çevrelerindeki bozulmayı tetikleyen bir başlangıcın temelini oluşturuyor.

      Sil
    3. Güçlü olan topluluğa tabi olan komşular ise gücün sağladığı faydaları paylaşmak ve mümkün olduğunda kendi hakimiyetlerini kurmak için fırsat kolladıkları görülüyor…

      Sil
    4. Kendi düzenini kuran ve güç oluşturan devlet yapısının, bu durumunu sürdürmesi için bulunduğu konuma gelirken tesis ettiği kurumsallığı kaybetmemesi gerekiyor.

      Sil


    5. Kurumsal anlayışı kaybedenler ise bunu fırsat olarak değerlendiren diğer güçlerin hakimiyetine maruz kalıyorlar.

      Sil
    6. Peter Hopkirk, Moğollar, Rus Çarlığı, Osmanlı, Fransız ve Britanya İmparatorlukları başta olmak üzere irili ufaklı devletlerin tarih sahnesine çıkmaları ve kayboluşlarının arka planlarını anlatırken tarih sahnesinin ön yüzünü ve perde gerisini şahit olmak; kitabı keyif verici hale getiriyor...

      Sil
  3. Peter Hopkirk’ün kitabını okumayı bitirdiğimde; sanki normalden çok uzun ve sürekli değişen stres dolu sahneleri olan bir filmi izledikten sonra; sinema salonundan çıkmışçasına yorgun ve biraz da açık havaya çıkıp rahatlamak istercesine dinlenme ihtiyacı hissettim. Esere verilen isim “Büyük Oyun”un genel çerçevesini anlamak mümkün olsa da ayrıntıları öğrenebilmek bir tarihçi gibi uzun süreli emek vermeyi gerektiriyor. Şunun da farkına varıldığını söylemek mümkün. Dünyadaki güç mücadelesinin tarihi akışı, bir diğer ifadeyle “Büyük Oyun”, günümüzde de, gözlerimizin önünde bütün hızıyla devam ediyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsani değerlerin hiçe sayıldığı ve gezegenimizin sonunu getirilmesine neden olabilecek teknolojilerin ortaya çıkardığı gelişmeler; yeni bir aydınlanma yaşanmaması halinde “Büyük Oyun”un sonrasında, “Yok Oluş” ya da “Tarihin Sonu” olarak ifade edilebilecek bir sürece doğru gidildiğini akıllara getiriyor.

      Sil
  4. Yazarın vurgu yaptığı ayrıntılardan birisi de; Britanya ve Rusların Orta Asya’nın derinliklerinden Hindistan’a giden istikametleri ya da yaklaşma istikametleri ile ilgili olarak harekat icra edecek tarafların; seyyah / gezgin görünümüne bürünmeye çalışan casusları vasıtasıyla ayrıntılı “arazi etüdü” yapmaları ve istihbarat toplamaları dikkati çekmektedir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı zamanda bölgede görevlendirilen gezgin görünümlü bu casuslarının çok çeşitli mahalli dilleri bilen yetenekli kişiler olduğu da özellik arz ediyor.

      Sil