Müslümanları ve Müslüman Halkı İslamlaştırma Programı
Amacımız: Müslümanların İslamlaştırılması
Düsturumuz: İnanmak ve savaşmak
-Toplumların hayatlarında kimi meşekkat zamanları vardır ki
insanların kültürünü, inancnı ve hatta bizzat insanlığının özünü sınar.Her
türden metalaşır, iffet iprer, fikir namusu pelteleşir, ümitler tükenir,
beklentiler karşısında inancın izzeti paspas olur. Gaflet evhama dönüşür, emniyet şüpheye, sadaret ayağa
düşer.
-Hürriyetin zihinlere ve daha zihinlerdeyken hapsedildiği,
kahraman olmak yerine kahraman alkışlayanların çoğaldığı, kralların çıplaklığını
topluma rağmen ve krala rağmen ancak bir çocuğun safiyane feryatla haykırdığı,
Sokrat’ın baldıran zehiri içtiği, Hallac’ın derisinin yüzüldüğü, İsa’nın bilmem
kaçıncı kez çarmıhta inlediği anlardır.
Bu halleri Osmanlı Devleti’nin gerileme ve çöküş dönnemlerinde ,
Bosna-Hersek’in Osmanlı’yla paylaştığı zaman dilimlerinde, sonrasında
Avusturya-Macaristan işgali ve Kominist hâkimiyetinin olduğu dönemlerde görmek
mümkündür. Ve artık ayrışan coğrafyalarda, sancıların ortaklığı devam eder. ...
..
-... .. 1883 yılında Cemalettin Afgani’nin Ernest Renan’a
cevabı, Renan’ın İslam dininin ilmi gelişmeye mani ya da kapalı olduğu yönündeki ifadelerine
karşı verilmişti. Bir savunma hattı daha açılmıştı. Saldırı ise din üzerinden gelmişti yine; “İslam,
terakkiye mani” idi. Ondan dolayı, Müslümanlar geri kalmışlardı.Darwin’den
aldığı tüyoları iyi değerlendiren Renan, Batı’nın dinsel üstünlük yanında
aslında ırksal üstünlük temasını da beraberinde savunuyordu.
-Afgani’nin iddiası ise , aslında ilmin İslam’da olduğu,
İslam'ın hem Kur’an ve hadislerle İlmi teşvik ettiği yönündeydi. Bu
mulahazaların özündeki silüet, kaynakların ne dediği ve o kaynaklardan beslenen
insanların ne olduğuna dair oluşan bir kültürel vakumun tarihsel izdüşümü idi.
Renen Müslümanları geri anlarında yakalamış, tarihsel süreci kasden ıskalamış,
Afgani ise, tarihsel süreci esas alarak son dönemi aklamya, en azından sorunun
İslam’da değil, Müslümanlarda olduğunu anlatmaya çalışmıştı. ...
... ..
Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün
kamuoyuna takdim ettiğimiz deklerasyon, yabancılara veya şüphe duyanlara;
İslam dininin, şu ya da bu sistemden
yahut düşünceden üsütün olduğunu kanıtlamaya amaçlayan bir müfredat kitabı
değildir.
Bu
deklerasyon , nereye ait olduklarını bilen, kalplerinin derinliklerindehangi
tarafta durduklarını hisseden Müslümanlara hitaben yazılmıştır. Bu, insanların
hissettikleri aşk ve aidiyetin beraberinde hangi sorumlulukları getirdiği
konusunda elzem sonuçlar ortaya çıkarmalarına vesile olacaktır.
Şu an tüm Müslüman
âlemi kaynama ve değişme raddesindedir. Bu değişimlerin gerçekleştiği ilk aşamada,
dünya ne hale gelirse gelsin, kesin olan bir tek şey var, o da dünyanın artık
bu yüzyılın ilk yarısındaki dünya olmayacağıdır. Dinginlik ve ve barış devri
sonsuza dek kapanmış bulunuyor.
Herkes bu
değişim ve hareket sürecinden nasibini almaya çalışıyor, özellikle Doğu ve Batı’daki forslu
yabancılar. Eskiden olduğu
gibi ordularını göndermek yerine, şimdilerde kendi fikirlerini ve sermayelerini
gönderiyorlar, amaçları bu yeni etkileme şekillerinde de aynı: kendilerinin bu
topraklardaki varlıklarını sağlama almak ve Müslüman halkı ileride de manevi
zafiyete, maddi ve siyasi bağımlılığa sürüklemek.
Çin, Rusya
ve Batı ülkeleri Müslüman âleinin hangi bölgesindepatronluk süreceği konusunda
tartışıyorlar. Bu tartışma gereksiz. Zira İslam âlemi onlara değil, Müslüman
halka ait.
... ..
Müslüman Toplumların Geri Kalmışlığı
Muhafazakârlar ve Modernistler
İslam’ın
yeniden yapılandırılması fikri, İslam’ın yalnızca bireyi değil toplumu da
yapılandırma yetisi yüzünden daima iki tür engele rastlayacaktır, bunlar eski
öğretilere bağlı kalmak isyeteyen muhafazakârlr ve başkalarının öğrtetilerine
bağlanmak isteyen modernistler. Muhafazakârlar İslam’ı geçmişe çekmeye
çalışırken, modernistler ise İslam dinine yabancı bir gelecek hazırlarlar.
Aralarındaki
büyük farklılıklara rağmen, bu iki kategorinin ortak bir noktası bulunuyor.;
her ikisi de İslam’ı yalnızca bir inanç olarak görüyor, inanç kelimesini
Avrupa’daki anlamıyla değerlendiriyorlar. ... ..
İnsanın geçmişini ve yaşama sebebini defalarca tekrarlamak ve
daha evvel verilen bilgileri sağlamlaştırmak dışında, İslam’da yeni bir
yaklaşıma yer veriliyor, bu, din ve bilimin, ahlak ve siyasetin, ideal ve
çıkarların birleştirilmesi gerektiği fikridir. Doğal dünya ve iç dünya olmak
üzere, iki dünyanın varlığını kabul eden İslam dini, insanın bu iki dünya arasındaki
uçuruma, bir köprü niteliğinde yaratıldığını savunur.
Bu birlik bozulduğu zaman din, insanı geri kalmışlığa dünyevi değerlerin reddine), bilim ise ateizme sürükler.
İslam’ın yalnızca bir inanç olduğuna inanan muhafazakârlar,
İslam’ın toplumu yapalandırmaması gerektiğine inanırken, modernistler ise
İslam’ın toplumu yapılandıramayacağı kanaatindedirler. Sonuç iki durumda da
aynıdır.
Bugün Müslüman toplumların, muhafazakâr düşünce tarzının
öncüleri, İslam’da Allah’la kul arasında elçiliğe yer olmadığını bildikleri
halde kendilerine özel bir kesim oluşturan, İslam ve Kur’anı yorumlamayı,bu
konuda insanlara elçilik etmeyi kendilerine meslek edişnen hoca ve şeyhlerdir.
Kendileri birer elçi olarak teologlardır, teolog olarak dogmacılardır, İslam,
insanlara bir kez gönderildiğinden onu bir kez yorumlamak gerektiğine
inanırlar. Bin küsür yıl önce yapılan
yorumların olduğu gibi kalması gerektiği kanaatindedirler. Dogmacıların
bu kaçınılmaz mantıklarının neticesi olarak teologlar yeni olan her şeye
düşmandırlar. Kur’an da bulunan kanunların günümüze uyarlanabilmesiiçin
şeriatın yapılandırılması, dinin bütünlüğüne zarar vermekle eşit
tutuluyor.Burada belki İslam’da duyulan bir sevgi de söz konusu olabilir, fakat
bu sevgi, gönlü dar, geri kalmış insanların hastalıklı sevgisinden başka bir
şey değildir, onlar sıkıcı sarıp, sarmaladıkları İslam düşüncesini neredeyse
boğmuş, yok etmişlerdir.
Ancak İslam’ın, teologların elinde kapalı bir kitap olduğu
düşüncesine kapılmak, yanlış olur. Her daim bilime kapalı, mistisizme açık olan
teoloji, bu kitaba, gerçek dışı birçok bilginini, İslam’a yabancı birçok
hurafenin girmesine izin vermiştir. ...
.. Dinî öğretinin en temiz ve en
kusursuzu olan Kur’an’ın tek tanrı inanışı, adım adım ihlal edilmiş ve
uygulamada korkunç bir din ticareti ortaya çıkmıştır.... ..
Terakkiperver,
batıcı ve modernistlere gelince, onlar tüm Müslüman toplumlarda uğursuzluk
timsalidirler, zira yönetimi, eğitim, hayatta sayıları oldukça fazladır.
İslam’ı hocalardan ve ve muhafazakârlardan gören bu insanlar, başkalarını da
davet ederek İslam’a karşı bir cephe kurarlar. Günümüzde bu sözde yenilikçi
insanları, Müslüman toplumlarda utanmaları gereken şeylerle övünmeleri ve
övünmeleri gereken şeylerden utanmalarıyla ayırt edebilirsiniz. Bu kişiler
genellikle, Avrupa’da eğitim görüp kendi ülkelerine döndüklerinde, kendilerini
Avrupa’nın zenginliği karşısında kıymetsiz, doğup büyüdükleri topraklardaki
yoksul insanlardan ise üstün gören ‘hanım evlatları’dır. İsla terbiyesinden
yoksun olup toplumla manevi ve ahlaki bir bağ kurmadıkları için hızlı bir
biçimde temel özelliklerinmi kaybeden bu insanlar, yerel adet, gelenek ve
göreneklerin yıkılması durumunda, bu toprakların birdenbire şu çok imrendikleri
Amerika’ya dönüşeceğine inanırlar. Standart oluşturmak yerine tandartlara
inanmayı öğretirler, sahp oldukları imkânları geliştirmek yerine isteklerini
geliştirip yozlaşmaya, ilkelliğe ve ahlaki kaosa neden olurlar. Onlar, Batı’nın
büyüsünün yaşayış biçiminde değil çalışmasında gizli olduğunu, gücünü modadan,
ateizimdn , gece kulüplerinden, başıboş gençlerden değil de, olağanüstü
çalışkanlık, azim, bilgi ve sorumluluk duygusundan aldığını anlayamıyorlar.
Kısacası
sorun,, bizim batıcılarımızın diliyleyabancı öğretileri uygulamaları değil, bu
öğretileri kullanmayı bilmemeleri, daha doğrusu, iyiyi, kötüyü ayırt etme duygularının
gelişmemiş olmasıdır. Onlar, medeniyet sürecinin faydalı ürünlerini almak
yerine, çürüklerini, atıklarını toplamışlardır.
Devrimler bazen bir milletin bilgeliğini,
bazen de kendini ihanet ettiğini gösterir. Bu bağlamda, Japonya ve Türkiye
örneği çağdaş tarihin klasik örneklerinden birisidir.
Geçen
yüzyılın sonu ile bu yüzyılın başlarında bu iki ülke , birbirine benzer,
mukayese edilebilir ülkeler görünüyorlardı. İkisi de tarihte önemli bir yere
sahip, kendilerine has kadim devletlerdi. Şanlı geçmişi kimi zaman imtiyaz, kimi
zaman yük olan bu iki ülke aynı gelişim düzeyinde bulunuyordu. Kısacası,
gelecekleri aynı olabilirdi.
Ardından,
bildiğiniz üzere iki ülkede deçeşitli devrimler gerçekleşti. Başkasının hayatı
yerine kendi hayatını yaşamayı tercih eden Japonya, geleneklerini yeniliklerle
birleştirmeye çalıştı. Türkiye’nin modernistleri ise farklı bir yol seçmişti.
Bugün Türlkiye üçüncü sınıf bir ülkeyken, Japonta dünyanın ileri gelen ülkeleri
arasında yerini almıştır.
Japon ve
Türk devrimcilerin felsefeleri arasındaki farklılıkların en belirgin şekild
ortaya çıktığı yer alfabedir.
Türkiye,
dünyanın en kusursuz ve en yaygın alfabelerinden biri olan 28 harfli Arap
alfabesini kaldırırken, Japonya, Romaji Latin alfabesini kullanma talebini
reddetmiştir. Japonya, karmaşık alfabesini kullanmaya devam ederek, devrimden
sonra 46 karakterin yanı sıra, Çin sistemindeki 880 karakteri, de kendi
alfabesine uyarlamıştır. Günümüzde Japonya’da okuma-yazma bilmeyen yok,
Türkiye’deise Latin alfabesine geçişin üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen ülke
nüfusunun yüzde ellisi okuma-yazma bilmiyor. Bu öyle bir sonuç ki, bu durumu
kör bile görebilir.
Bununla da
kalmıyor. Kısa süre sonra, sorunun yalnızca basit bir kayıt aracı olanalfabeden
kaynaklanmadığı tepit edi,liyor. Gerçek sebep ve sonuçlar aslında çok daha
derin ve anlam yüklüydü. Medeniyet ve gelişimin temelinde yakıp yıkmanın,
reddetmenin aksine devamlılık
yatmaktadır. Alfabe bir milletin tarihini ‘aklına kazıma’ ve devamlılığını
sürdürme aracıdır. Arap alfabesinin kaldırılmasıyla Türkiye, tüm zengin
geçmişini kaybetmiş, basitçe üzerine sünger çekerek barbarlık raddesine
ulaşmıştır. Buna paralel gerçekleşen bir dizi devrim ile birlikte yeni Türk
nesli manevi bir temelden mahrum kalmış, maneviyetı elinden alınmıştır. Türkiye
hatıralarını, geçmişini unuttu. Bunun kimei ne getirisi var.
... ..
Kim
olduğunu, nereden geldiğini bilmeyen bir millet, nereye gideceğini ve ne için
çabaladığını bilebilir mi?
Acizliğin Sebepleri
Müslüman Kitlenin Umursamazlığı
İslam Nizamı
İslam Yalnızca Bir İnanç Değildir
... ..
Her devrin ve her neslin önünde, yeni biçimler ve yeni
araçlarla İslam’ın mesajlarını yayma görevi bulunuyor.
İslam’ın,
insanlar arası ilişkileri belirleyen, değişmeyen prensipleri vardır, fakat
İslam’ın değişmeyen ticari, toplumsal ve siyasi bir sistemi yoktur.
Bu, İslam’a
nizamın bir bütünü olarak yaklaşmamızın ilk ve önemli sonucudur. Önemli, fakat
bunun kadar müstesna olmayan diğer üç
sonucu şöyle sıralayabiliriz.
İlk olarak,
İslam’ın bu dünyaya hitap etmesi, bu dünyanın en düzenli dünya olduğunu
göstermektedir. Dünyanın daha iyi bir yer olmasına katkı sağlayabilecek hiçbir
şey, İslama aykırı olduğu için reddedilemez.
İkincisi,
doğaya karşı açık olmak, bilime karşı açık olmak demektir. Bir çözümün İslam’a
uygun olması için iki şartı yerine getirmesigerekir; ilki olabildiğince etkili
olması, diğeri ise olabildiğince insancıl olması. Kısacası, din ve bilimin
görüş birliğini ifade etmelidir.
Üçüncüsü
ise, dünyanın manevi olarak bölündüğü sorunlardan din ve bilim, ahlak ve
siyaset, bireysel olan ve toplumsal olan, meneviyat ve maddiyet arasındaki
bağlara dikkat çekecek olursak, İslam dini aracı bir fikir, İslam âlemi
iseparçalanmış dünyanın arabulucu milleti görevini üstlenmiştir. ‘Mistisizmden
arınmış bir din ve ateizimden arınmış bir bilim’ vaadiyle İslam, aralarında
fark gözetmeksizin tüm insanları ilgilendirebilir.
Günümüzde
İslam Nizamı – Tezler
İslam’ın, insanla, insanların toplum ilişkilerini
belirleyen değişmeyen prensipleri vardır, Fakat İslam’ın daima yenilikçi
sayılacak değişmeyen ticari, toplumsal ve siyasi bir sistemi yoktur. İslami
kaynaklar bu tür bir sistem tanımı içermemektedir. Müslümanların, gelecekteki
ticaret yapma, toplum kurma ve yönetim biçimleri geçmiştekinden farklı
olacaktır. Her devrin ve her neslin önünde, İslam’ın sonsuz ve değişmeyen
mesajlarını, bir gün sonu gelecek olan ve sürekli değişen dünyada gerçekleştirmek
için yeni yollar ve yeni araçlar geliştirme görevi bulunuyor.
Bizim
neslimiz de risk almayı kabul edip bunu denemelidir.
Bu tür
tanımların kusursuz olmayışının farkında olan bizler, şu an daha çok önem
taşıdığını düşündüğümüz esaslarla sınırlandırılarak, şöyle bir sıralama
yapabiliriz:
1.(İnsan ve Toplum)
2.(İnsanları Eşitliği)
3.(Müslüman Kardeşliği)
4.(Müslümanların Eşitliği)
5.(Mülkiyet)
6.(Zekat ve Faiz)
7.(Cumhuriyet İlkesi)
8.(Allah’tan Başka İlah Yoktur)
... .. İslam’da çok bilge, her şeye vakıf, hatasız ve ölümsüz
kişiler yoktur. Hz. Muhammed (s:a.v.)’in kendisi de hataya düşmüş ve ikaz
edilmiştir. (Kur’an, 80/1-12) Bu açıdan Kur’angerçekçi ve neredeyse menkıbe
karşıtıdır. Doğu ve Batı’da, geçmişte olduğu gibi günümğüzde de oldukça yaygın
olan şehsın yüceltilmesi durumu, bir tür putperestlik sayıldığından İslam’a
katiyetle aykırıdır. (Kur’an, 9/31) Bir
insanın gerçek değerinin ölçüsü, şahsi kayatı ve toplumdan alıp topluma
vedikleri arasındaki ilişkiden ibarettir. Yücelik ve şükranın tümü Allah’a
aittir, insanların gerçek değerini belirlemek ise yalnızca Allah’a mahsustur.
9.(Terbiye)
10.(Eğitim)
11.(Vicdan Özgürlüğü)
12.(İslam ve Bağımsızlık)
13.(Çalışma ve Mücadele)
14.(Kadın ve Aile)
15.(Hedef, Vasıtayı Aklamaz)
16.(Azınlıklar)
17.(Diğer Toplumlara Karşı Sergilenen
Tutum)
Günümüz İslam Nizamını Sorunları
İslam İktidarı
Pakistan İslam Cumhuriyeti
Panislamizm ve Milliyetçilik
Hristiyanlık ve Yahudilik
Kapitalizm ve Sosyalizm
Sonuç
*
İslam Deklerasyonu & Aliya İzzetbegoviç*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder