Anlamlı soru sorabilmek bilmeyi gerektirir. Bilmek için okumak gerekir. Okumak birikimi gerektirir. Okumak iyidir .... Bilinçli okuyan en sonunda yazmayı başarabilir ....
20 Mayıs 2020 Çarşamba
sahip olma ya da olmak *
4 Mayıs 2020 Pazartesi
Amok Koşucusu *
“Yardım etme görevini sunmak... Denemek zorunda olmak... Siz de... demek ki yardıma hazır olduğunuzu söylemenin bir görev olduğunu söylüyorsunuz.”
Söylediğini üç defa tekrarladı. Bu kadar donuk tekrarlamasından ürkmüştüm. Bu adan kafayı sıyırmış olabilir miydi? Sorhoş muydu? Tüm tahminlerim sanki dudağımdan çıkıvermiş gibi adam bambaşka bir ses tonuyla, “Şimdi benim deli ya da sarhoş olduğumu düşünüyorsunuzdur. Hayır değilim, henüz değilim. Yalnızca sarf ettiğiniz o kelime bana tuhaf bir şekilde dokundu... O kadar dokundu ki ıstırabımın nedeni tam da buydu... Görev... İnsanın görevi...”
kağnı-ses *
… .. Dünyada hiçbir aşkın
ebedi, hatta uzun ömürlü olmadığı muhakkaktır. Bunun aksini düşünenler başkalarını
veya kendilerini aldatmaya çalışan divanelerdir.
Dünyada en tahammül edilemeyecek şey de artık âşık olmadığımız
birisiyle beraber yaşamak mecburiyetidir. Şu halde âşık olduğumuz birisisiyle
hayatımızı birleştirmek , en hafif tabiriyle düşüncesizliktir.
Eğer ben bu kızla buna rağmen
hayatımı birleştirmek istiyorsam, bu sebepsiz değildi. Ben bu kızı gördüğüm
zaman ona malik olmak, onu öpmek arzuları duymuş değilim. Yalnız bir
beraberlik, hiç bitmeyecek bir beraberlik istiyordum, başka bir şey değil. Ve
çok samimi olarak daha evvel de söylediğim gibi kendisine karşı olan hissiyatımda biraz da, hatta birçok da kardeşlik vardı. Bir içgüdü
bizim birbirimize herkesten daha yakın olduğumuzu bana fısıldıyordu. Bilmediğimiz bir kuvvet her
ikimizin içine müşterek bir şey koymuştu. Bunun ne olduğunu bilemiyorduk, fakat
cinsi arzuların üstünde bir şey olduğu şüphesizdi.
Biliyordum ki, bu herkesinkine
benzeyen aşk az bir zaman sonra yok olunca arkasında bir boşluk değil, bizi
asıl birbirimize bağlayan bu ebedi anlaşmayı bırakacaktır. Biliyordum ki, biz birbirimizi
bu aşk geçtikten sonra nihayetsiz bir sükûn içinde ve hiç yorulmadan daha çok
seveceğiz.
Hatta bazen çok olumsuz düşünür, dünyevi ve adi birtakım sebeplerin (çok kere hayatımızda asıl istikameti veren bu hiç ehemmiyet vermediğimiz adi ver küçük şeylerdir) bizi birleştirmekten men edebileceğini düşünürdüm. Hayatın hiç mantığı olmayan cereyanı bizi başka başka istikametlere sürükleyebilirdi ve biz, bu kadar birbirimize yaklaştığımız halde, tekrar ve her zaman için ayrılabilirdik. Fakat bu bizim hayatımızdaki iştirak noktasını yok edemezdi. Mademki bir kere birbirimizi görmüştük, ne vaziyette ve nerede olursak olalım, artık unutamazdık. Artık bundan sonraki hayatımız, tekrar birbirimizi bulmak için sessiz, fakat ebedi bir didinme olurdu. Biri diğerine yaşayabilmesi için elzem olan iki mahluktuk biz, bunu istesek de, istemesek de …
gülnihal *
Bu oyunun
asıl adı Raz-ı Dil’dir (Gönül Sırrı) ama bu ad, sansür tarafından Gülnihal’e çevrilmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da belirtiği gibi , oyunda söz konusu edilen “sancak”,
Rumeli’dedir. Oyunun konusu, Osmanlı tarihinde, özellikle XVII: yüzyılla XIX.
Yüzyılın başında sık sık geçen yerel zorbalık ve isyan olaylarından alınmışa
benzer.
Rumeli
şehirlerinden birinde sancak bayi olan Kaplan Paşa, birçok kişinin canına
kıyarak zorba bir yönetim kurmuş, ilişkisini koparmıştır. Karşısında, engel
olarak yalnızca akrabası Muhtar Bey vardır. Kaplan Paşa, Muhtar Bey’in
sevgilisi İsmet’le evlenmek ister. Böylece hem siyasal iktidarını sağlayacak
hem de sevdiğine kavuşacaktır. Kaplan Paşa ile Muhtar Bey hem siyasal iktidar, hem
de gönül ilişkileri bakımından rakiptirler. Görüleceği gibi, oyunun çıkış
noktasında temel iz olarak, çoşumluluğun (romantizm), “aynı kadını seven iki
erkek” işlevi vardır. Oyunun temel olaylarını, bu iki erkeğin hem siyasal hem
siyasal aşk konusundaki çekişmeleri oluşturur…. ..
Gülnihal’deyse Namık Kemal’in bu coşkusu durulmuş, daha akılcı bir yola girmiş gibi görünür. Muhtar Bey, yurtseverliği ve insansal zayıflıklarıyla, ayakları yere basan bir tiptir. İslam Bey’in “yurt için savaşmaya” doğuştan hazır olmasına karşılık Muhtar Bey, “Hepimiz, kendimize dokununca zulmün etkisini hissettik.” diyerek özeleştiride bile bulunur. Aynı söz, Zülfikar için de geçerlidir. O da zalim Kaplan Paşa’ya, kardeşini öldürdüğü için karşı çıkmaktadır. Bunu, yapıtın sonlarında öğreniriz. Her iki oyunun kadı kahramanlarının canlandırılışı arasında tam bir karşıtlık vardır. Vatan Yahut Silistre’nin kadın kahramanı Zekiye, tıpkı sevgilisi İslam Bey gibi, “Yurt için gözünü kırpmadan ölüme gidecek” bir tiptir. Erkek kılığına girerek, sevgilisinin peşinden kuşatma altındaki Silistre Kalesi’ne gitmekten, gönüllüler arasına katılmaktan çekinmez. Gülnihal’in kadın kahramanı İsmet’se, tam tersi bir tip olarak çizilmiştir.
sergüzeşt *
O
devirde … .. Boğaziçi’nin, bir kıyısından diğer kıyısına geçmek
yasaklanmıştı. Oysa o kıyılar, bazen cennetten bir görüntüye benzeyen
Boğaziçi’ne hayalin damlası için çiçeklerden yapılmış dünyanın en yumuşak
yastığıydı.
O zamanki
hâlimi tasavvur için otuz beş yıl önce şöyle birkaç söz söylemiştim.
“İntizara
kalmadı bak iktidar
Köşe-i
uzlette oldum ihtiyar
İntizarım
hep vatan ikbalidir,
Kaldı
ki bir düşman eline tarumar
Bu
vatanda gördüğüm her gün benim,
Ah
ve efgan ile hâl-i ihtihzar
Karşı durdum lütfuna, tehdidine
Merlikte işte ettim iştiha”
… .. Celâl Bey, kardeşi Tesliye, kendisinin dadısı olan bu yaşlı Fransız hanım, Türkçe olarak: “Bakalım, kısmet… yavaş yavaş.” Gibi bir iki kelimeden başka bir şey bilmez; fakat misyonerlerin Protestanlığı yaymak için gösterdikleri kadar bir tutuculukla kendi milletinin dilini herkese öğretmek isterdi.
“Volter’in Hugo’nun Jan Jak Russo’nun dilini insanlık âlemi öğrenmek zorundadır derdi.” Türkçe’nin kendine