4 Mayıs 2020 Pazartesi

Amok Koşucusu *

... .. Karanlığın içindeki ses duraksadı. “Size bir şey sormak istiyorum... Hatta bir şey anlatmak isitiyorum... Karşıma çıkan ilk kişiye  bunları anlatmamın ne kadar tuhaf olduğunu biliyorum ama ... ben... Çok kötü bir ruhsal durumdayım... Muhakkak biriyle konuşmam  gerektiğini hissediyorum... Aksi halde mahvolurum... Size bunları neden anlattığımı anlayacaksınız... Bana yardım edemeyeceğinizi biliyorum... Ama bu suskunluk beni hasta etti.... ve hasta biri sağlıklı olan için her zaman gülünç durumdadır. ...”
“Yardım etme görevini sunmak... Denemek zorunda olmak... Siz de... demek ki yardıma hazır olduğunuzu söylemenin bir görev olduğunu söylüyorsunuz.”
Söylediğini üç defa tekrarladı. Bu kadar donuk tekrarlamasından ürkmüştüm. Bu adan kafayı sıyırmış olabilir miydi? Sorhoş muydu? Tüm tahminlerim sanki dudağımdan çıkıvermiş gibi adam bambaşka bir ses tonuyla, “Şimdi benim deli ya da sarhoş olduğumu düşünüyorsunuzdur. Hayır değilim, henüz değilim. Yalnızca sarf ettiğiniz o kelime bana tuhaf bir şekilde dokundu... O kadar dokundu ki ıstırabımın nedeni tam da buydu... Görev... İnsanın görevi...”
... ..
Almanya’da tıp okumuştum. Hatta iyi bir doktordum.Leipzig Kliniği’nde bir işim vardı, yeni bir iğneyi ilk kez ben kullandığım için eski tıp dergilerinin birinde kıyamet kopmuştu. ... .. Baskıcı ve yaramaz kadınlar beni her zman avuçlarında hissedebilme özelliğine sahiplerdi ama bu kadın beni avucunda kemiklerimi kıracak derecede eziyordu. Ne dediyse yaptım –neden söylemeyeyim ki, ne deolsa aradan sekiz yıl geçti- ve onun için hastanenin kasasından para çaldım. Ortaya çıktığında da kıyamet koptu. Üstü örtüldü ama bu kariyerimin sonuydu. O dönemlerde  Hollanda hükümetinin doktorları kolonilere gönderdiğini ve onlara avans verdiğini duymuştum. Avans verdiklerini duyduğumda hemen bunun temiz bir iş olduğunu düşünmüştüm. ... .. gençken ölüm ya da sıtmanın her zaman seni es geçerek öbürünü yakalayacağını düşünürsün. Çok fazla seçeneğim yoktu ve Rotterdam’a gittim, on yıllık sözleşme imzaladım. Elime kalın bir deste para verdiler.. ... ..
... ..
Amok’un ne olduğunu biliyor musunuz?
Amok? Yanılmıyorsam Malezyalılarda bir tür sarhoşluk, değil mi?
... ..
Demem o ki Amok şöyle gerçekleşiyor: Sıradan, kendi halinde bir Malezyalı içkisini içiyor. Tıpkı benim odamda oturduğum gibi o da olduğu yerde öylece donuk, umursamaz bir şekilde oturuyor. Birdenbire ayağa sıçrayıp, hançeri alıyor ve sokağa doğru koşuyor; nereye gittiğini bilmeksizin hiç bir yere sapmadan dümdüz koşuyor. Hançeriyle önüne çıkan ne varsa – hayvan ya da herhangi bir şey- kesiyorve havaya karışan kan kokusu onu daha da ateşliyor. Adamın ağzından köpük çıkmaya başlıyor ve uluyor. Koşuyor, koşuyor ve koşuyor... Ne sağına ne de soluna bakıyor... ... ..Köydeki tüm insanlar, Amok koşucusunu hiçbir gücü durduramayacağını biliyorlar. Bu nedenle o geldiğinde, bir tür uyarı gibi yüksek sesle bağırıyorlar: “Amok! Amok!” Ve herkes kaçışıyor fakat o kimseyi duymadan, görmenden koşmay ve önüne ne çıkarsa yere sermeye devam ediyor; ta ki kuduz bir köpeği vurdukları gibi onu da vurana kadar... O da ağzında köpükle yere yığılıp kalıyor...


*Amok Koşucusu  & Stefan Zweig

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder