“Yardım etme görevini sunmak... Denemek zorunda olmak... Siz de... demek ki yardıma hazır olduğunuzu söylemenin bir görev olduğunu söylüyorsunuz.”
Söylediğini üç defa tekrarladı. Bu kadar donuk tekrarlamasından ürkmüştüm. Bu adan kafayı sıyırmış olabilir miydi? Sorhoş muydu? Tüm tahminlerim sanki dudağımdan çıkıvermiş gibi adam bambaşka bir ses tonuyla, “Şimdi benim deli ya da sarhoş olduğumu düşünüyorsunuzdur. Hayır değilim, henüz değilim. Yalnızca sarf ettiğiniz o kelime bana tuhaf bir şekilde dokundu... O kadar dokundu ki ıstırabımın nedeni tam da buydu... Görev... İnsanın görevi...”
... ..
Almanya’da tıp okumuştum. Hatta iyi bir doktordum.Leipzig
Kliniği’nde bir işim vardı, yeni bir iğneyi ilk kez ben kullandığım için eski
tıp dergilerinin birinde kıyamet kopmuştu. ... .. Baskıcı ve yaramaz kadınlar
beni her zman avuçlarında hissedebilme özelliğine sahiplerdi ama bu kadın beni
avucunda kemiklerimi kıracak derecede eziyordu. Ne dediyse yaptım –neden söylemeyeyim
ki, ne deolsa aradan sekiz yıl geçti- ve onun için hastanenin kasasından para
çaldım. Ortaya çıktığında da kıyamet koptu. Üstü örtüldü ama bu kariyerimin
sonuydu. O dönemlerde Hollanda
hükümetinin doktorları kolonilere gönderdiğini ve onlara avans verdiğini
duymuştum. Avans verdiklerini duyduğumda hemen bunun temiz bir iş olduğunu
düşünmüştüm. ... .. gençken ölüm ya da sıtmanın her zaman seni es geçerek
öbürünü yakalayacağını düşünürsün. Çok fazla seçeneğim yoktu ve Rotterdam’a
gittim, on yıllık sözleşme imzaladım. Elime kalın bir deste para verdiler.. ...
..
... ..
Amok? Yanılmıyorsam Malezyalılarda bir tür sarhoşluk,
değil mi?
... ..
Demem o ki Amok şöyle gerçekleşiyor: Sıradan, kendi
halinde bir Malezyalı içkisini içiyor. Tıpkı benim odamda oturduğum gibi o da
olduğu yerde öylece donuk, umursamaz bir şekilde oturuyor. Birdenbire ayağa
sıçrayıp, hançeri alıyor ve sokağa doğru koşuyor; nereye gittiğini bilmeksizin
hiç bir yere sapmadan dümdüz koşuyor. Hançeriyle önüne çıkan ne varsa – hayvan
ya da herhangi bir şey- kesiyorve havaya karışan kan kokusu onu daha da
ateşliyor. Adamın ağzından köpük çıkmaya başlıyor ve uluyor. Koşuyor, koşuyor
ve koşuyor... Ne sağına ne de soluna bakıyor... ... ..Köydeki tüm insanlar,
Amok koşucusunu hiçbir gücü durduramayacağını biliyorlar. Bu nedenle o
geldiğinde, bir tür uyarı gibi yüksek sesle bağırıyorlar: “Amok! Amok!” Ve
herkes kaçışıyor fakat o kimseyi duymadan, görmenden koşmay ve önüne ne çıkarsa
yere sermeye devam ediyor; ta ki kuduz bir köpeği vurdukları gibi onu da vurana
kadar... O da ağzında köpükle yere yığılıp kalıyor...
*Amok Koşucusu & Stefan Zweig
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder