… .. Dünyada hiçbir aşkın
ebedi, hatta uzun ömürlü olmadığı muhakkaktır. Bunun aksini düşünenler başkalarını
veya kendilerini aldatmaya çalışan divanelerdir.
Dünyada en tahammül edilemeyecek şey de artık âşık olmadığımız
birisiyle beraber yaşamak mecburiyetidir. Şu halde âşık olduğumuz birisisiyle
hayatımızı birleştirmek , en hafif tabiriyle düşüncesizliktir.
Eğer ben bu kızla buna rağmen
hayatımı birleştirmek istiyorsam, bu sebepsiz değildi. Ben bu kızı gördüğüm
zaman ona malik olmak, onu öpmek arzuları duymuş değilim. Yalnız bir
beraberlik, hiç bitmeyecek bir beraberlik istiyordum, başka bir şey değil. Ve
çok samimi olarak daha evvel de söylediğim gibi kendisine karşı olan hissiyatımda biraz da, hatta birçok da kardeşlik vardı. Bir içgüdü
bizim birbirimize herkesten daha yakın olduğumuzu bana fısıldıyordu. Bilmediğimiz bir kuvvet her
ikimizin içine müşterek bir şey koymuştu. Bunun ne olduğunu bilemiyorduk, fakat
cinsi arzuların üstünde bir şey olduğu şüphesizdi.
Biliyordum ki, bu herkesinkine
benzeyen aşk az bir zaman sonra yok olunca arkasında bir boşluk değil, bizi
asıl birbirimize bağlayan bu ebedi anlaşmayı bırakacaktır. Biliyordum ki, biz birbirimizi
bu aşk geçtikten sonra nihayetsiz bir sükûn içinde ve hiç yorulmadan daha çok
seveceğiz.
Hatta bazen çok olumsuz düşünür, dünyevi ve adi birtakım sebeplerin (çok kere hayatımızda asıl istikameti veren bu hiç ehemmiyet vermediğimiz adi ver küçük şeylerdir) bizi birleştirmekten men edebileceğini düşünürdüm. Hayatın hiç mantığı olmayan cereyanı bizi başka başka istikametlere sürükleyebilirdi ve biz, bu kadar birbirimize yaklaştığımız halde, tekrar ve her zaman için ayrılabilirdik. Fakat bu bizim hayatımızdaki iştirak noktasını yok edemezdi. Mademki bir kere birbirimizi görmüştük, ne vaziyette ve nerede olursak olalım, artık unutamazdık. Artık bundan sonraki hayatımız, tekrar birbirimizi bulmak için sessiz, fakat ebedi bir didinme olurdu. Biri diğerine yaşayabilmesi için elzem olan iki mahluktuk biz, bunu istesek de, istemesek de …
Acaba Beria bunların farkında
mıydı? Hayatını, irademizle alakası
olmayan bu kanunlarına ve hükümlerine pek de vâkıf olacağını zannetmiyordum.
İhtimal, o, birbirimiz için ne kadar lazım olduğumuzu bilmiyor, masum ve daha
çocuk olan ruhuyla benden yalnız hoşlandığını zannediyordu. Ayrılmadığımız
takdirde böyle zannetmekte devam edecekti. Fakat herhangi bir kuvvet bizi
ayırırsa o zaman her şeyi anlayacak, bir
çölün ortasında bırakılmış küçük bir kuş yavrusu gibi kendini yalnız bulacak ve
çırpınacaktı. Hayat bir
kere verdiği hükümleri biz farkında olsak da, olmasak da tatbik eder ve onlara
itaatle boyun eğmek lazımdır.
… .. Niçin onu gidip göremiyor, ona her şeyi anlatamıyordum? Birbirimize bu kadar yakın olduğumuz halde niçin bir aile meclisinde ve bir sürü gözün altında ancak birbirimizi anladığımızı söyleyen bakışlar ve havadan sudan sözlerle yetinmeye mecburduk. Niçin ben onun ellerine sarılıp ağlayarak bütün içimi dökemiyordum? Ve niçin o, ince parmaklarını yüzümde gezdirerek bana, yalnız bana inandığını söyleyemiyordu? Gözleri, yardımsızlık içinde çırpınan güzel gözleri etrafa inanmak istemediğini bana söylüyordu. Fakat ne de olsa o daha bir çocuktu ve etrafa çok kuvvetliydi. Susmak bilmeyen cehennemi bir makine gibi onun masum kulaklarının dibinde uğulduyor ve benim yaptıklarımı sayıp döküyordu. O ne kadar inanmak istemese, inanmak ona ne kadar azap verse, günün birinde çelimsiz mukavemetinin kırılacağı muhakkaktı. Ve ben, onun hemen her gün gördüğüm halde kendisine asıl bize, bizim ikimizin hayatlarına bağlı olan meselelerden bahsedemezdim, buna “muhit müsait değildi! Etrafın keskin ve hain gözü bizim üzerimizdeydi. .. ..
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli,
Dağıt beni, kır beni;
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yârin çıplak ayağına sür beni…
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye,
Dönüp yâre geldim yüzüm sürmeye,
Ne lüzum var şuna , buna sormaya,
Senden ayrı ne hâl oldum, gör beni.
*kağnı-ses & Sabahattin Ali
İlk basım 1936
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder