4 Mayıs 2020 Pazartesi

kağnı-ses *

… .. Dünyada hiçbir aşkın ebedi, hatta uzun ömürlü olmadığı muhakkaktır. Bunun aksini düşünenler başkalarını veya kendilerini aldatmaya çalışan divanelerdir.

Dünyada en tahammül  edilemeyecek şey de artık âşık olmadığımız birisiyle beraber yaşamak mecburiyetidir. Şu halde âşık olduğumuz birisisiyle hayatımızı birleştirmek , en hafif tabiriyle düşüncesizliktir.

Eğer ben bu kızla buna rağmen hayatımı birleştirmek istiyorsam, bu sebepsiz değildi. Ben bu kızı gördüğüm zaman ona malik olmak, onu öpmek arzuları duymuş değilim. Yalnız bir beraberlik, hiç bitmeyecek bir beraberlik istiyordum, başka bir şey değil. Ve çok samimi olarak daha evvel de söylediğim gibi kendisine karşı olan hissiyatımda biraz da, hatta  birçok da kardeşlik vardı. Bir içgüdü bizim birbirimize herkesten daha yakın olduğumuzu bana fısıldıyordu. Bilmediğimiz bir kuvvet her ikimizin içine müşterek bir şey koymuştu. Bunun ne olduğunu bilemiyorduk, fakat cinsi arzuların üstünde bir şey olduğu şüphesizdi.

Biliyordum ki, bu herkesinkine benzeyen aşk az bir zaman sonra yok olunca arkasında bir boşluk değil, bizi asıl birbirimize bağlayan bu ebedi anlaşmayı bırakacaktır. Biliyordum ki, biz birbirimizi bu aşk geçtikten sonra nihayetsiz bir sükûn içinde ve hiç yorulmadan daha çok seveceğiz.

Hatta bazen çok olumsuz düşünür, dünyevi ve adi birtakım sebeplerin (çok kere hayatımızda asıl istikameti veren bu hiç ehemmiyet vermediğimiz adi ver küçük şeylerdir) bizi birleştirmekten men edebileceğini düşünürdüm. Hayatın hiç mantığı olmayan cereyanı bizi başka başka istikametlere sürükleyebilirdi ve biz, bu kadar birbirimize yaklaştığımız halde, tekrar ve her zaman için ayrılabilirdik. Fakat bu bizim hayatımızdaki iştirak noktasını yok edemezdi. Mademki bir kere birbirimizi görmüştük, ne vaziyette ve nerede olursak olalım, artık unutamazdık. Artık bundan sonraki hayatımız, tekrar birbirimizi bulmak için sessiz, fakat ebedi bir didinme olurdu. Biri diğerine yaşayabilmesi için elzem olan iki mahluktuk biz, bunu istesek de, istemesek de …

Acaba Beria bunların farkında mıydı? Hayatını, irademizle  alakası olmayan bu kanunlarına ve hükümlerine pek de vâkıf olacağını zannetmiyordum. İhtimal, o, birbirimiz için ne kadar lazım olduğumuzu bilmiyor, masum ve daha çocuk olan ruhuyla benden yalnız hoşlandığını zannediyordu. Ayrılmadığımız takdirde böyle zannetmekte devam edecekti. Fakat herhangi bir kuvvet bizi ayırırsa o zaman her şeyi anlayacak,  bir çölün ortasında bırakılmış küçük bir kuş yavrusu gibi kendini yalnız bulacak ve çırpınacaktı. Hayat bir kere verdiği hükümleri biz farkında olsak da, olmasak da tatbik eder ve onlara itaatle boyun eğmek lazımdır.

… .. Niçin onu gidip göremiyor, ona her şeyi anlatamıyordum? Birbirimize bu kadar yakın olduğumuz halde niçin bir aile meclisinde ve bir sürü gözün altında ancak birbirimizi anladığımızı söyleyen bakışlar ve havadan sudan sözlerle yetinmeye mecburduk. Niçin ben onun ellerine sarılıp ağlayarak bütün içimi dökemiyordum? Ve niçin o, ince parmaklarını yüzümde gezdirerek bana, yalnız bana inandığını söyleyemiyordu? Gözleri, yardımsızlık içinde çırpınan güzel gözleri etrafa inanmak istemediğini bana söylüyordu. Fakat ne de olsa o daha bir çocuktu ve etrafa çok kuvvetliydi. Susmak bilmeyen cehennemi bir makine gibi onun masum kulaklarının dibinde uğulduyor ve benim yaptıklarımı sayıp döküyordu. O ne kadar inanmak istemese, inanmak ona ne kadar azap verse, günün birinde çelimsiz mukavemetinin kırılacağı muhakkaktı. Ve ben, onun hemen her gün gördüğüm halde kendisine asıl bize, bizim ikimizin  hayatlarına bağlı olan meselelerden bahsedemezdim, buna “muhit müsait değildi! Etrafın keskin ve hain gözü bizim üzerimizdeydi. .. ..

 

Döndüm daldan kopan kuru yaprağa

Seher yeli,

Dağıt beni, kır beni;

Götür tozlarımı burdan uzağa

Yârin çıplak ayağına sür beni…

 

Aldım sazı çıktım gurbet görmeye,

Dönüp yâre geldim yüzüm sürmeye,

Ne lüzum var şuna , buna sormaya,

Senden ayrı ne hâl oldum, gör beni.

*kağnı-ses & Sabahattin Ali

İlk basım 1936


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder