Gel ey fasl-ı baharân mâye-i ârâm ı hâbımsın
Enîs-i hâtırım kâm-ı dil-i ıztırabımsın**
Bahar
günleri, bu köhne dünyada, genç delikanlının neşeli, sabahı gibidir. Bahar
erişip toprağın her tarafı tazelik kazanınca, “Yuhyi’l arza ba’de mevtiha”(1)
sırrı açığa çıkar. O kuru kuru ağaçlar, mahşere rastlamış gibi, yeniden can
bulmaya başlar. Bir hâlde ki; tazeliklerine ibret gözüyle bakarsanız,
vücutlarına akan hayatı görebilirsiniz. En üstündeki büyümeye bakılsa, âlemin
her parçasında bir ruh ortaya çıkıyor sanılır. Öyle ki, kırların her yanına
canlanmış ruhsal zevkler ya da ruh bulmuş bedensel zevkler yayılmış dense,
abartılmamış olur.
İlkbaharın
en büyük güzelliği, bol olduğu için ve alışıldığı için çok hor gördüğümüz
çimenlerdir. Dünyada renklerin en yumuşağı olan yeşilden tatlı renk mi olur?
Bahar mevsimindeyse sanki yeryüzünün her köşesi yeşildir.
(Hatta
kendini insan sanan ama aslına bakılırsa, bitkiden tek farkı, istediği zaman
istediği yere kendi isteğiyle gidebilme gücünden ibaret olan birtakım
beylerimiz de ötede beride rast geldikleri hanımlarla yeşillenmeye çalışırlar.)
Hele
bir kez çimenler açıklı koyulu renkleriyle toprağı sarmaya, bir kez bahar
yağmurları yönelerek çimenlik üzerine dalgalar, menevişler oluşturmaya, bir kez
kırların ötesinde berisinde yığın yığın çiçekler açılmaya başladı mı! Bir kez
deniz dalgalanmaya ve rüzgâr, aheste aheste eserek suyun üzerinde temiz bir
alındaki çizgilere benzeyen kırşıklıklar oluşturmaya başladı mı, ufak
dalgacıklarla su kabarcıkları, rüzgârın önüne düşerek bir yere toplanmış ve
etrafa saçılmış yasemen döküntülerini anımsatmaya yüz tuttu mu; kırları
neşesinden dalgalanmaya başlamış kırlara benzetir.
Güller
görüldükçe, sanılır ki birçok yeni yetişmiş taze, güzel fidan yabancıların
bakışlarından kaçarak ağaç gölgelerine, yaprak aralarına saklanmış, ara sıra
rüzgârı uygun buldukça saklandıkları örtülerinden çıkarak birbirleriyle dudak
dudağa gelirler. Rüzgâr, düşmanlığa başlayıp ters taraftan esmeye başlayınca,
yine köşelerine çekilir ve birbirlerine özlemle, yeniden kavuşma isteğiyle
hafifçe gülüşürler.
(Doğa
hayalciliğine çok alışkanlığımdan mıdır nedir; ben, gülden söz ettikçe bülbülü
bir türlü unutamam. Aslında, güle âşık olmadığını bilirim. Ama zavallı kuşun sevdalı
tavırlarına baktığımda, o ufacık yüreğinde ne büyük bir aşk olduğuna
inanmaktan kendimi alıkoyamam.
... ..
Mahpeyker,
bunları söylerken, Ali Bey’in yüzünde oluşan aşırı utanç ve dargınlığa göz
ucuyla dikkat ederek kalbinin heyecan içinde, her türlü etkiyi kabul
edebileceğini anlayarak bir dakikacık sustuktan sonra, yine söze başlayarak
mahzun mahzun:
“Ben,
bir parça yüzüne bakılacak gibiysem, Allah’a emanet siz de ay parçası gibi bir
delikanlısınız! Sizin bana eğer meyliniz varsa, ben de size tutulabilirim.
Sonra hâlimiz nereye varır?” deyince, Ali Bey’in bütün gücü uçup gitti. Zavallı
çocuk, bulunduğu yere yığılmamak için, yanındaki ağaca dayandı. Heyecanından
yüzüne gelen sarılıkla, balmumundan dökülmüş resim gibi dona kaldı.
... ..
**Gel, ey ilkbahar mevsimi sen benim,
eğlencemin ve rüyalarımın kaynağısın.
Fikirlerimin
en yakın dostu, ıstırap dolu gönlümün neşesisin.
(1)Yeryüzünü ölümden sonra o
canlandırır. (Rûm Sûresi 19. Âyet)
*intibah & Namık
Kemal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder