… ..
Erasmus biyografisinde Zweig, Batı hümanizminin kuuuuurususu ve hümanistlerin en büyüğü sayılan bu adamın yaşadığı zaman parçasıyla, yani on beşinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla geçiş dönemi ile kendi yaşadığı dönem arasında koşutluk kurmuş, insanlık idealleri açısından da kendisini bir anlamda Erasmus’la özdeşleştirilmiştir.Aslında bu özdeşleştirme, her ikisinin kişilikleri karşılaştırıldığında, gerçekten de yerindedir. Her türlü zorlamayı yadsıyıp her koşul altında iç özgürlüğünü koruma uğrunda çaba harcamak, kimsenin efendisi olmaya kalkışmamak, fakat kimseye de boyun eğmemek; her türlü taraf tutmadan, özellikle de içine zorbalığın karıştığı çekişmelerden kaçıp kendi kitaplarının dünyasına sığınmak; hiçbir sav ya da düşünce baştan düşmanca yaklaşmamak, ama her savın ya da düşüncenin karşısına dikilmek, Bütün bunlar, gerek Ersamus’un gerek Zweig’in kişiliklerinde birbiriyle bütünüyle örtüşen niteliklerdir. Rotterdamlı Erasmus; Zaferi ve Trajedisi’nin asıl önemi, Zweig’in 1936 yılında kaleme aldığı Calvin’e karşı Castellio ya da Zorbalığa Karşı Özgür Düşünce gibi, bağnazlığın her türlüsüne karşı bir savaş ilanı anlamını taşımasıdır. Bu iki eserinde Zweig, Almanya’da Nazi egemenliğinin resmen başladığı, özgür düşüncenin, mantığın sesinin artık kan be ateşle susturulmaya başlandığı bir dönemde zorbalığın karşısında düşünceyi, kitle çılgınlıklarının karşısında bireyin insan olarak kutsallığını ve dokunulmazlığını son bir kez savunmayı denemiştir. Erasmus biyografisinin Avrupa’da, altmışlı, yetmişli yıllarda, öğrenci hareketlerinde başladığında da kapışılmış olması, eserin, özgür düşüncenin bayraktarlığını yapma işlevinin Nazi İmparatorluğu’nun son bulması ile naokatlanmadığınınj kanıtıdır.
… ..
… .. bütün Avrupa uluslarını bilimlerin ve sanatların çatısı altında birleşen tek bir toplum olarak görmeyi en yüce ideal bilmişti. İnsanoğlunu istediği ve amaçladığı takdirde aklın her zaman zafere ulaşacağını, öldürmelerin ve kargaşaların ise hep akıl dışı kalacağını savunan Erasmus, bu çerçeve içerisinde bireyin tinsel düzeydeki mutlak bağımsızlığını sağlamaya katkıda bulunmayı da temel ilke saymıştı. Erasmus, tarihin genelde adalet kavramına yabancı kalan sayfaları arasında neredeyse kaybolup giderken, en