23 Ağustos 2023 Çarşamba

Kavalalı Mehmed Ali Paşa- Son Firavun*


Mehmed Ali’nin Mısır’da attığı uygarlığın tohumlarını Fransızlar attılar.Napolyon’nun art arda gelen zaferleri, İslam’ın karanlığına sızdı ve barbarlıkta bir çatlak oluşturdu.

Chateaubriand, Memories d’oure-tombe. Cilt III


Her şey çok zaman önce, XIII. yüzyılda Mısır’da hüküm süren son Eyyubî Sultanı El-Salih döneminde başladı.

Melikkü’s-Salih, Cengiz Han’ın oğlları yönetimindeki Moğol istilasına karşı ülkesini korumak ve ordusunu büyütmek amacıyla köle getirtmeye karar verdi. Bu hareketiyle üç yüz yıl önce başka bir sultanın, Ahmed bin Tolunûn açtığı yoldan gitti. 

Zararsız görünen bu kararıyla yeni bir hanedanın, Memlüklülerin (1*sözlük anlamı köle) tarih sahnesine girmesini sağladı.

Bu genç kölelerin büyük çoğunluğu Azak Denizi ve Karadeniz kıyılarından, Kafkas Dağları’nın güneyinden ve kuzeyinden devşiriliyordu. Sadece bir askeri eğitim almakla kalmıyor, orduda ya da yönetimde onları bekleyen görevlere hazırlayacak genel bir öğrenimden de geçiriliyorlardı.(2* Bu sistemin temeli, Memlük askerinin evi”ne duyduğu bağlılığa dayanır. Politik anlamda kaderi şefininkine sıkı sıkıya bağlıdır. Başarılı geçmişe sahip bir “ev”e üye bir Memlük, emir ya da sultan rütbesine kadar yükselebilir. Ancak bunun için büyük bir dayanışmanın yanı sıra rakip “evle”1e karşı şiddet kullanması da gerekebilir. Bu yöntmin ana prensibi, Roma İmparatorluğu’nda uygulanmış yöntemlerle paralellik gösterir: verasetin var olmaması. Böylelikle Memlük çocukları yönetimde ve orduda görev alamadılar. Yine de, özellikle 1290-1382 arasında bu kuralın bozulduğu görüldü, bu dönemde Sultan Kalavuz’un on yedi vârisi tahtta birbirlerini izledi.)

Yavaş yavaş kölelikten, hem de askeri alanda hem de siyasal alanda gerçek bir güç durumuna geldiler. 1250 yılında Melikü!s-Salih’in oğlunu öldürdüler ve taraftarlarıyla on yıl süren bir mücadele sonunda iktidarı ele geçirdiler. 1260 yılında Baybars el-Bundukdari Mısır’ın ilk Memlûlü sultanı oldu.

1382’de yönetimde yeni gelişmeler görüldü. Emir Berkuk başa geçti ve devletin bütün önemli görevlerini kendi gibi Çerkez olanlara dağıttı. Burci olarak adlandırılan bu yeni Memlûk hanedanı Bahrilerin (3*Bahri sözcüğü, -çoğunlukla Türk kökenlilerden oluşan- ilk Memlûk birliğinin Nil kıyılarında, “bahir”de , Roda Adası’nda konaklamalarından gelir. Burci Memlûkler ise konaklama yeri olarak kaleyi (el burç) seçmişlerdir.) siyasal sistemlerini sürdürseler de ikisi arasında önemli bir fark vardı: Çerkezler Mısır’a genç yaşta getirilmişti, daha öncekiler gibi çocuk yaşta değil.

1517’de henüz iki yüz yıl önce kurulmuş bir imparatorluk Mısır kapılarına dayanır: Osmanlı imparatorluğu. (4*İstanbul’un 1453’te alnmasından sonra Türk hakimiyeti Karadeniiz’in kuzeyine, Viyana kapılarına, Malta Adası’na, yani bütün Doğu Akdeniz’e yayılmıştır.)

Türk ordularının başındaki I. Selim Memlûklyenilgiye uğratarak Kahire’ye girdi. O günden sonra Mısır, sayısı kabarık Osmanlı eyaletinden birisi oldu. Nil kıyısındaki bostan dolabına yaslanan yaşlı Mısırlı için değişen fazla bir şey yoktu: sıra sıra Dara’nın, Büyük İskender’in, Sezar’ın, Constantinus'un ve Amr İbnül-As’ın orduları önünden geçmişti. Nehirlerin kralının vadisinden bir eksik ya da bir fazla işgal ordusunun geçmesi perk bir şey farkettirmezdi.

Başka cephelerde de savaşmak zorunda kalan işgalciler Memlûkler Osmanlı yönetimindeki seçkinler arasına katıldı; daha da önemlisi “ev” sistemini korumalarına ve (daha az sayıda da olsa) Çerkez köle getirmelerine izin verildi.

Osmanlı İmparatorluğu yavaş yavaş Duraklama Dönemine girdi. İmparatorluk hazinesini doldurabilmek için, eyalet valilikleri açık artırmaya çıkarılarak en fazla para ödeyene verildi.Ellerine geçen bahşişin azlığından ticarete atılmak zorunda kalan yeniçeriler(5*Bu paralı asker sisteminin kuruluşu I.Murad (1359-1389) dönemine rastlar ve ailelerinin elinden alınarak Müslüman olarak yetiştirilen Hıristiyan çocuklara dayanır. Çok disiplinli ve örgütlü olarak bir piyade gücüdür.. Osmanlı İmparatorluğu Viyana kapılarına kadar dayanabilmesini yeniçerilerin kahramanlığına borçludur. II. Mahmud (1808-1839) orduyu çağdaşlaştırmaya karar verdiğinde yeniçeriler ayaklandı. Sultan hepsini öldürtüp Yeniçeri Ocağı’nı lağv etmekten çekinmedi.) sonbunda dükkân sahibi ve silahlı esnafa dönüştü. Mısır anarşiye kaydı.

… ..

“Abounaparte”  ya da doğu hayali


Ne oldu? Tarih neden Fransa’yı birdenbire Mısır’ın işgaline yöneltti?

Bu sırrı çözmek için 1797 yılında iki kişi arasında geçtiğini düşündüğümüz hayalî bir konuşmanın tanığı rolünde olalım. Konuşanlardan birincisi Fransız Konsolosu Charles Magallon, diğeri de Avusturya İmparatorluğu konsolosluk görevlisi (ve aynı zamanda tüccar) Carlo Rosetti’dir.

Mısır hâlâ resmen İstanbul’un  denetimi altında olduğundan ve bağımsız bir devlet olarak tanınmadığından Kahire’de büyükelçilik bulunmadığ, yabancı temsilciliğin konsolosluk düzeyinde kaldığı unutulmamalıdır.

… ..

Fransız’ın itirazını önemsemeyen Rosetti devam eder:

“İngiltere’nin yok edilmesi için Mısır’ı işgal etmemizin gerekceği günler uzak değildir.”

Diplomat sözlerini ciddiyetle özetler:

-İngiltere, Charles. İngiltere ve Hindistan yolu. Hindistan, İngiltere’nin gücünün temelinde yatar. Hindistan’ın kaybı, İngiltere’nin dizlerinin üstüne çökmesi demektir. Bütün oyun da bu. Talleygrand Osmanlılarla ittifakın artık ona bir şey kazandırmayacağını ve deniz savaşlarının ticareti baltaladığının farkında. Mısır’ın işgali, İngiltere’ye saldırmanın tek yolu olarak gözüküyor. Üstelik böyle bir işgal planı da yeni çıkmadı. Bu işgali çok kişi düşündü. Alman filozofu Leibniz’i bir hatırlayın. Paris’i ziyareti sırasında XIV. Louis’ye buna benzer bir plan sunmamış mıdı? Üstelik, XIV. Louis döneminde Choiseul’ün de benzer düşüncede  olduğu doğru değil mi?

… ..

Doğu ordusunun 1 Temmuz 1798 günü İskenderiye kıyılarına çıkmasının nedenleri bunlardır. Bir ay sonra Amiral Nelson, Fransız donanmasını Ebukır Körfezi’nde yakalı ve yok etti.

Napolyon bunun ardından, topraklarının elinden alınmasına çok öfkelenen Sultan Selim’i etkilemeye çalıştı. Sultanın görüşü değişmedi, İngiltere’den aldığı destekle Fransa’ya karşı savaş ilan etti. Buna ek olarak, güçlerini yitirmiş, ama hâlâ sahneden çekilmemiş olan Memlûkler, Yukarı Mısır’da, hastalıklardan, güneşin sıcaklığından ve takviye kuvvetlerin gelmemesinden zayıf düşmüş Fransızlara ağır kayıplar verdirdi. Napolyon Filistin’e doğru çekilmek istedi. Akka önünde durdu ve geri dönmek zorunda kaldı. Artık önünde Fransa’ya dönerek, firavunların topraklarında gerçekten yıkılmış bir kaderi yeniden ayağa kaldırmak dışında seçenek kalmamıştı.

… ..

22 Haziran günü teslim olunur. Anlaşma koşulları El-Arih Anlaşması’na benzer, sadece mali yükümlülükleri ve vadeleri daha ağırdır. Sonraki günlerde bütün Müslüman tutsaklar serbest bırakılır ve başkentin burçlarında Osmanlı bayrağı dalgalanır.

… ..

… .. Vebaya yakalanan Menou, kenti en son terk eder Her şey bitmiştir.

… ..

1 Haziran 1803 günü Melûk beylerinin en önemlileri,İbrahim ve Mehmed Ali’nin ve Arnavutların paylaştığı bir yönetimin elindedir. Kavalalı, kimseye belli  etmeden zirveye yaklaşmıştır.



Firavun’un tahta çıkışı

      (1803-1805)


… .. Ya bağımsızlık? Ulemanın ne istediği açıktır: düzene dönme. Halk artık hayallerini unutabilir. Bu hayalleri ne ilk, ne de son kez görmektedir. Bazı Don Kişot’lar silahları bırakmayıp savaşa devam etmek isteyebilir… Halkın şeyhleri alçaklık suçladığı da duyulabilir. Direnişçiler kısa zamanda ezilecektir..

Ulemanın bu an dönüşünün sebebi nedir? Bu sorunun cevabı basittir: ayrıcalıklarını ve vakıf mallarını koruma arzusu onların 1789 biçimi gerçek bir ihtilale izin vermesine imkân tanımaz. 

… ..

Firavun, din adamları ve Memlûkler

(1808-1811)


Mayıs 1808’de beklenmedik bir olay Kavalalı’nın yardımına koşar: Sultan III. Selim devrilmiş, yerine getirilen Mustafa, iktidarını sağlamlaştırmakta Mehmed Ali “konusunu” düşünemeyecek kadar meşguldür.Mehmet Ali bütün hunları tahmin etmiş midir? Yine de yeniden Vehhabîlerle savaşması emri geldiğinde çekinmeden Mısır’ın İngiliz ya da Fransız, yabancı orduların çıkarmasına direnecek kadar güçlü bir ordusu olmadığını ve onun Mısır’da bulunmaması halinde felaket olabileceğini bildirir. Söylediği, sadece yarım bir yalandır. Güçlü Vehhabîlere karşı yapılacak bir savaşta asker ve silahın yanı sıra bunları Arap kıyılarına taşıyacak bir donanmaya da ihtiyaç vardır.

… ..

… .. şeyhler ve ulema. Şimdi artık onları bölmeye çalışacak ve bir noktaya kadar da başarılı olarak bazılarını kendi yanına çekecek, kimilerini safdışı edecek, en tehlikelilerini de Kahire’den zaklaştıracaktır.

Aynı yıl bir eşiği geçerek tehlikeli bir adım atar. ve İslam’ın doğuşundan beri Doğu’da bilinen camilere miras bırakılmış toprakla ile evkaf mallarına göz diker. Daha önce Mısır’ı yönetenlerin tümü, bu geleneklere saygı göstermiş, Fransızlar bile dinden kaynaklanan bu ayrıcalığa dokunmaya cesaret edememişti.

Mısır valisinin hareketlerini daha iyi değerlendirebilmek için o dönem İslam hukukunun sadece kuvveti tanıdığını belirtmek gerekir. Silahla kazanılmış bütün topraklar ve devlet düşmanlarına karşı kazanılan bütün zenginlikler hükümdara aittir. Toprakları, tımar olarak askerlerine dağıtabilir ya da yıllık kazançlarının bir bölümünü vergi olarak devlete ödemeleri şartıyla Müslümanlara devredebilir.

… ..

Her an yeni kaynaklar arayacak, bu kaynakları ele geçirmek için yasal olmayan yollara başvurmaktan çekinmeyecektir. Örneğin, para basımından kâr sağlayacak kendi belirlediği kambiyo değerlerindeki değişikliklerden yararlanacaktır.

Mısır valisinin yönetiminin orijinal olmadığını ancak, bir görevli tarafından uygulandığını hatırlatmak isteriz. Baıâli’nin gözünde bir “kul”dan başka bir şey değilken para basmak, kolaylıkla rastlanacak bir örnek değildir. Mısır’ın efendisi, dolaşımdaki paraların değeri üzerine spekülasyon yapar, kurları emirlerle yükseltip düşürür. Vergi toplarken kurları düşürür, askerin amaşını ödeyeceği sırada yükseltir. Diğer yandankendi parasındaki değerli maden oranını, 1815’te basılan paralardaki gümüş, geçmişinkinin dörtte biridir. Mehmet Ali bu yasa dışı yöntemi gelirler arttıktan ve yönetimi yeniden örgütledikten sonra terk eder.

Çeşitli kaynaklardan sağlanan gelirler devletin kasalarını doldurur ve oba paralı asker tutma , askerî gücünü artırma, donanma oluşturma, kısacası kendi piramitlerini yapma imkânı tanır: “Mehmed Ali gelecekteki kara günler için yılda yirmi dört milyon biriktiriyor. Şu anda Osmanlı İmparatorluğu’nun en zengin paşası olduğu sanılıyor.

… ..

Aylar geçer:

Bütün ömrü boyunca uyguladığı İngiltere ve Fransa arasında çifte oyun stratejisi belirginleşmeye başlar. Aralık 1809’da Drovetti’ye, sultan, Fransa’ya savaş ilan etse bile tarfsız kalacağını açıklar. Bir yıl sonra ise Doğu Hindistan Kumpanyası’yla bir anlaşma imzalayarak Türkler ile İngilizler arasında çıkması halinde majestelerinin tebasınave onların mallarına zarar vermeyeceğini, tam tersine, onları koruyacağını belirtir.

… .. 


Firavun ve köktenddinciler

(1811-1815)

XVIII. yüzyılın ortalarına doğru, Arabistan’ın ortalarında İbni Abdülvehhab adlı biri daha sonra Vehhabilik (1*Abdülvehhab’ın 1740’ta ölümünden sonra yerini oğlu Muhammed almıştır.) adıyla tanınacak doktrin geliştirdi.

Bu doktrinde Emevîlerden beri bütün halifelerce getirilmiş yenilikler küfür olarak sayılır, uygulanacak tek şeyin Kuran hukukunun katı bir yorumu olduğu belirtilir. Vehhabilik Arabistan’da  ve bütün Müslüman dünyasında, Peygamber ve onun ilk halifelerinin döneminde olduğu gibi “saf” bir İslam’ın hakim olmasını öngörür.

… ..

Doğal olarak Osmanlı hakimiyetini reddeden bu hareketin ortaya çıkmasıyla birlikte Sultan II. Mahmud’un dinî saygınlığı yara alır. Müslümanları halifesi, İslam’ın kutsal saydığı yerlerin korunması, Hac yollarının güvenliğinin sağlanması onun görevidir. Babıâli’nin bu kâfir asilere savaş açması ve Kutsal Topraklar üzerindeki hâkimiyetini perçinlemesi kaçınılmaz olur.

Diğer taraftan Rusya’yla olan savaşta elleri bağlıdır ve bu nedenle 1807’den 1811’e kadar Mehmed Ali’ye baskı yaparak kendi yerine Arabistan'a onu göndermeye çalışır.

… ..

… .. Suriye’ye sahip olma arzusu zamanla tutkuya dönüşür.

… ..

Mehmed Ali ‘nin Babıâli’nin adına Vehhabî bataklığında debelendiği sırada onu gözden çıkarmış olduğu açıktır. Bütün ömrü boyunca Kavalalı, elindekinin Türkler ya da İngilizler tarafından alınacağı korkusuyla yaşamıştır.

… ..

… .. Gerçekten de bir gün önce. Mısır valisinin kahramanı Napolyon, hayallerini Waterloo Ovası’na bırakmak zorunda kalmıştır. … ..

… ..

Kavalalı artık İslam dünyasının gözünde Kutsal Topraklar’ın kurtarıcısı ve Hac yolunun bekçisi olarak gözükecek, kâfirlere ders veren komutan olarak anılacaktır. Yükselen saygınlığı Mısır’daki hakimiyetinin güçlenmesine ve Babıâli karşısındaki gücünün artmasına neden olur. Bunlar kadar önemli başka bir sonuç, Arabistan seferinin genç Mısır ordusu için değerli bir deneyim olmasının yanında, başlıca sorun kaynakları Arnavutlardan sda kurtarmasıdır.

Bu arada Vehhabilere karşı kazanılan önemli zaferlere karşın, savaş daha bitmez. İbrahim her seferinde küllerinden doğan bir düşmanla karşılanır ve Arabistan seferi gün geçtikçe uzar, insan ve malzeme kaybına neden olur.

Bu savaş Mısır için -benzetmelerin bağışlanmasını rica ediyorum- 1962 ve 1963’teki Yemen Savaşı,  Amerika'nın Vietnam ve Sovyetler’in Afganistan maceraları gibi ağır bir yük getirir.



Firavun’un oğlu

  (1816-1819)

Arap Yarımadası’na gitmek üzere 23 Eylül 1816’da gemiye binen İbrahim tam yirmi yedi yaşındadır.

Bir süreden beri sabırsızlanan yeni komutan zaferler kazanmak ister. Yukarı Mısır’da yönetimi altındaki bölgelerde Memlûklere karşı giriştiği savaşlarda savaşçı ve örgütçü niteliklerinikanıtlama fırsatı bulur.

… .. 

… .. O surada Demenhur’daki karargahında bulunan sevgili oğlu Tosun ansızın ölür. Yirmi üç yaşındadır.

 .. … ..

Arap halısı

… … 

Arap halısı kıvrılmıştır. Nufud’daki ilerleyişi sırasında kendini bir fatihten çok bir müttefik olarak tanıtır, Bedevîlerden alınan en değersiz malın bile karşılığını bolca öder, askerlerininve subaylarının silahsız halkı aşağılamasını yasaklar. Yine Palgrav’e göre, “Mısır gücünden etkilenen, kâr umuduyla hareket eden, onlara sunulan güvenlik ve düzene kanan köyler ve aşiretler teker teker koparak İbrahim’e bağlanırlar. Anlaşmak isteyen ler hemen uygun koşullarla karşılaşıyordu. Gerçek İslam davasını bırakmayı reddeden ve “‘Mısır” Çakalı!nın hâkimeyetini kabul etmeyen küçük bir azınlık kalır. İbrahim şiddete başvurmaz, direnenleri Nufud’a doğru sürmekle yetinir ve onlara alaycı bir dille ‘Muhammed’e sadık orduların sayısını artırmayı önerir. Bu strateji Abdullah’ın işe yaramaz ve karnı aç bir kalabalıkla uğraşmasını ve kaynaklarının tükenmesini sağlar.

Bedeviler bişr avuç tütün ve biraz para karşılığında develerini verir ve rehber olarak yardım ederler. Bütün kabileler Paşa’nın bayrağı altında toplanır. Böylelikle,’Necd adlı Arap halısı adım adım sararak platoya günden güne yaklaşarak, ordusu için gerekli tüm malzemeyi yanında taşıyan İbrahim Mısır’la olan bağlantısını devam ettirir ve ardında sadece dostlar ve müttefikler bırakır.

… ..

… ..  Dariye 15 Eylül 1818’de teslim olur. … ..

Vehhabîlerin lideri Mehmed Ali tarafından onur ve saygıyla karşılanır. Kahire’den İstanbul’a gönderilirken yanında Kavalalı’nın onun için af talep eden bir mektubu da vardır ve vaizlerin ateşlediği halk da Abdullah’ın cezasız kalamamasın ı istemektedir. Suud’un oğlu,  paçavralar içinde, üç gün boyunca İstanbul sokaklarında dolaştırılır. Dördüncü gün kesilen kafası bir havan içinde ezilir.

… ..

Kısa bir süre sonra saraydan gönderilen bir ulak İbrahim’e sultan tarafından üç tuğlu paşa rütbesine atandığını bildirir. Babasından aldığı talimat uyarınca İbrahim Vehhabîliğin kaynağı Dariye’yi yerle bir eder, Basra Körfezi kıyılarına kadar Mısır garnizonları kurduktan sonra Kahire’ye döner. haritaya bakınca Kızıldeniz kıyılarının Mısırlılar gözündeki stratejik önemi daha da iyi anlaşılır. … ..

… ..


Teslim olmayan Arabistan ve İngiliz görüşü

… ..

Kızıldeniz kıyılarının işgali, başta İngiltere olmak üzere tüm dünyada yankılar yapar. Daha 1818’de İngilizler Kızıldeniz ticareti konusunda Mehmed Ali ile bir anlaşma imzalamıştı.    … . ..

…. ..

Önerileri çevrilen  İngilizler gözlerini Maskat’a ve Basra Körfezi ülkelerine diker. Gerçekten de Moka (muha)  ve Yemen’in -Hindistan yolu için hayati önem taşıyan- Babülmendeb yakınlarındaki güney bölgeleri iştahlarını kabartır ve buralarda Türklerin yerine geçmeye hazırlanırlar. Üstelik, daha önce Memlûklere yardım ettikleri  gibi, Arabistan seferi boyunca da açıkça Vehhabîleri desteklerler.

… ..

.. .. Bölgenin ticaretinin canlandırılması için Kızıldeniz’in bir çıkmaz olmaktan kurtarılması gerekir. Süveyş Kanalı henüz gündemdeki yerini almamıştır. .. ..

… ..

Mehmed Ali gözlerini bu bölgeden hiç ayırmaz … ..

Moka (Muha) önlerindeki İngiliz çıkarması, onlara duyduğu güvensizliği artırır … .. İngilizlerin Yemen’e çıkmasının Süveyş saldırısının habercisi olduğundan emindir. … .. Moka (Muha) macerası belki de onu Mısır’ın sınırlarını genişletmeye ve bu kez Sudan’a yürümeye yöneltir.


  II. Pepi’nin izinde

  (1820-1822)

… ..

Şubat 1820 başlarında Mehmed Ali’nin gözlerini Sudan’a ve ötesine çevirmesinin  nedeni bölgenin kimsenin elinde olmaması ve kolay bir av olarak görülmesi değildi.Asıl nedenle çok daha karışıktı. Nedenlerden biri, belki de en önemlisi artan para ihtiyacıydı. Vehhabîlerekarşı verilen savaş devlet hazinesini boşaltmıştı. Uzun süreden beri dizlerinmin üstine çökmüş olan halkı daga fazla sıkıştıramayacağına göre hazineyi yeniden doldurmanın yollarını daha uzaklarda aramak gerekiyordu.

… ..

… .. Söylenenlere göre yeni firavunu bekleyen inanılmaz zenginlikler oradadır. Bu anlatılanların Mehmed Ali gibi altın madeni ve değerli taş tutkunu birisi üzerinde  etkisinin büyük olması kaçınılmazdı.

… ..

Firavunları Aşağı ve Yukarı Mısır taçlarını birleştirme yöntemleri onları daha uzağa gönderir, Nil vadisini izleyerek vardıkları Sudan’ın Mısır’a bağlanmasını sağlar. … .. 

… ..  Büyük zaferler kazanarak denetim dışı düzensizliğe son vermek isteyen herkesin acilen orduyu yeniden örgütlemesi, yeni bir disiplin düzeni, diğer bir deyişle Nizamı Cedid’i kurması şarttı.

… .. Daha XVIII. yüzyılın başlarında bazı aydınlık görüşlüler Osmanlı ordusunun yeniden yapılanması gerektiğini belirtiyorlardı. 

O güne kadar savaş alanında Osmanlıların üstün görülmesinin tek nedeni, sürekli bir ordu denemesi olan yeniçerilerin varlığıdır.

… ..

Son yeniçerileri düzene sokma çabalarından biri 1792 ve 1793 yıllarında gerçekleşir, III. Selim’in tahtına mal olur. Yeniçeri Ocağı’nın yok edilmesi için Sultan II. Mahmud’un 1826’da tüm yeniçerileri kılıçtan geçirmesini beklemek gerekecektir.

… ..

Mehmed Ali daha 1815’te Nizamı Cedid kurmaya kalkar, ancak askerlerinin tepkisi yeniçerilerin III. selim’e gösterdiği tepkiler kadar güçlüdür…. ..  Paşa gâvurlukla suçlanır. … .. dizginleri yeniden ele geçirebilmesi için yalan söylemesi, projesinden vazgeçti.ğini açıklaması gerekir.

… ..

… .. İşgale hazırlandığı topraklarda onu yeni bir ordu kurmaya yetecek kadar sayıda insan beklemektedir; “bakir” bir ordu kurar, bu orduyu Nizamı Cedid örneğine uygun olarak şekillendidirir.

Sudan seferinin önemli bir nedeni de köle ticaretidir. Zenciler hazinenin yeniden doldurulmasını sağlarlar. “Her eve gerekli” erkekler ile daha önce Memlûklerin tercih ettiği açık tenli, düzgün hatlı güzel kızlar Habeşistan Dağları’nın eteklerinde yakalanır.  Nihayet Afrika seferi 1811 Katliamı’ndan sonra Dongola’da toplanan ve bazı söylentilere göre Nil Vadisi’ndeki yerlerine geri dönmeyi tasarlayan Memlûk kalıntılarının da yok edilmesini sağlar.



Hedef Hartum

… ..

Sudan’ı almak görevi İsmail’e verilir Yanında, İtalyanların çoğunlukta olduğu, sözde doğpa bilimcilerden, maden uzmanlarından ya da hekimlerden oluşan Kavalalı’ya “cehaletin toprak altında bıraktığı tüm zenginliklerin çıkarılacağı” sözünü veren bir maceracı kalabalığı da vardır.

… ..

İsmail’in gelişini beklerken   Muhammed Bey komutasındaki beş yüz süvarilik bir keşif birliği Dongola sınırına kadar ilerler ve yolunun üstünde rastladığı Melûk kalıntılarıyla savaşa tutuşur. İçlerinden yaklaşık üç yüzü bağlılıklarını bildirirken geri kalanlar önce Sennar’a, oradan da Darfur’a çekilir.  Daha sonra  Kızıldeniz kıyısına sığınırlar ve orada sefalet içinde ölerek tarih sahnesinden çekilirler.

… ..

İsmail görüşmeleri başlatır. Kabileler teslim olmaya hazırdır, ama genç bir komutanın ileri sürdüğü şartlar öylesine ağırdır ki savaşarak ölmek daha uygun bir seçenektir. Teslim olmayı kabul etmemeleri karşısında öfkelenen İsmail saldırı ya da daha doğru deyimle, katliam emrini verir. … ..

… ..

Kavalalı’n ın tepkisi eleştiri doludur: “Mektubunuzu ve Şaykiyelilerin kulaklarını aldım. Sevgili oğlum, halkın yüreğinin sadece adaletle kazanılacağını, bir ülkeyi ele geçirmek için incelik ve siyaset gerektiğini her hükûmet bilir. Çünkü hiçbir hükûmet adaleti olmadan eserini tamamlamayı ve görevini bitirmeyi başaramamıştır. Atlarını ve silahlarını teslim etmelerini isteyerek nefretlerini ve isyanlarını körüklemek yerine Şaykiye halkını hoşgörü ve yumuşaklıkla kazanmanız daha doğru olurdu…

Sudan seferi İngilizleri endişelendirir. Sudan neyse, ama Kavalalı’nın Habeşistan’a dokunması düşünülemez bile. … ..

… ..

Paşa başlangıçta zaman kazanmaya,oyunu karıştırmaya çalışırsa da İngilizlerin kararlılığı karşısında Salt’a belirlenen sınırların aşılmayacağı sözünü vermek zorunda kalır. … ..

… ..

Sudan’ı ele geçiren İsmail, 1821 şubatının ilk haftasında göz alabildiğine uzanan ve Habeşistan’a doğru iyice yükselen Sennar’a ulaşır.  … ..

… ..

İsmail’in 27 Mayıs 1827’de bu noktaya varışı, gerek Mısır, gerekse de Sudan tarihleri için önemli bir gündür

Ertesi yıl İsmail, Beyaz Nil’in sol kıyısına sürekli bir askeri kamp kurdurur ve bu ıssız yere yaşlı bir kadının adını verir: … ..

… .. İki nehrin birleştiği bu noktada, Mısır Sudanı yöneticisinin yerleşeceği müstakbel kentin yerini belirler. Kent önce Rasü’l-Hartum (Fil Hortumunun başı), daha sonra da kısaca Hartum olarak bilinir.

Ancak 1821’de İsmail buralarda oyalanmaz. Assuan’dan ayrılan üç yüz tekneden ancak beşi çağlayanları geçip buraya varabilmiştir. İsmail El-Cezire’yi aştıktan sonra, 12 haziranda, Fungların  başkenti Sennar’a törenle girer. Kral Badi, derhal Mehmed Ali’ye bağlılığını bildirir.


İbrahim’in yardımı 


Geriye Kavalalı’nın talimatlarını yerine getirmek kalır: altın ve köle bulunması. Her iki araştırma da başarısızlıkla sonuçlanır. Özellikle yukarı bölümün altın dolu olduğu sanılan Mavi Nil’de sadece değersiz taşlar vardır. Kölelere gelince Sennar’ı neredeyse boşaltır, ama sonuçta Kahire’ye bir avuç insan varabilir. … ..

… ..

1821 yılının sonlarında, Sennar’a girdikten üç ay sonra İsmail altı yüz ölü ve iki binden fazla hastayla başbaşadır Sudan .seferi, İbrahim’i yardıma gönderen Mehmed Ali olmasa, gerçek bir bozguna dönüşebilirdi.

Kavalalı’nın büyük oğlu önemli bir takviyeyle ve salgını durduracak hekimlerle gelir.  Doktorlar hastaları karantinaya alır, insan ve hayvan cesetlerinin çüüüüüüürüdüğü su birikintilerini temizletir. … ..

… ..

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, başka seferlere gitmek üzere ayrılan İbrahim’in yalnız bıraktığı İsmail, gerginleşmeye başlar. … ..

… ..

Beyaz Nil boyunca ilerleyen İbrahim dizanteriye yakalanır. … .

… ..

“Sennar’daki Mısır kampına varıldığında İbrahim Paşa bir aydır dizanteriydi. … ..

… ..

İsmail ise trajik olduğu kadar, kendisi için acımasız bir sonba doğru yürümektedir. … .. Paşa… ..   Ancak, ekim 1822’de olup biteni öğrendikten sonra, fethedilen toprakların yeniden düzenlenmesi koşuluyla Mısır’a doğru yaklaşmasını onaylar.

Yanında yüz kadar adamıyla İsmail, ekim sonunda Sennar’dan ayrılır ve kışı geçirmeyi tasarladığı Sudan’a doğru harekete geçer. 15.000 kişilik nüfusuyla önemli bir kent olan Şendi’ye vardığında garnizonu denetlemek için duru ve kent halkından savaşa katkı adı altında ödenmesi mümkün olmayan bağışlar ister.

… ..  Şendi Prensi Nemr itiraz eder ve bu kadar kısa sürede bu kadar önemli sayıda insan ve para bulamayacağını söyler. İsmail cevap olarak ona hakaret eder ve tokatlar, emrini yerine getirmezse kazığa oturtmakla tehdit eder..

… ..

Yemeğin sonuna doğru Nemr’in askerleri saman ve otları ateşe verir, … ..  İsmail nefretten delirmiş bir kalabalığın hakaretleri ortasında diri diri yanarak ölür. Daha yirmi yedi yaşındadır.  Vücudundan arta kalanlar Kahire’ye getirilir ve Tosun’un yanına İmam Şafi mezarlığına gömülür.

İbrahim’in gidişinden sonra bu ölüm, Sudan’ın yönetiminin Mekühmed Ali’nin o sırada Kordofan’ı ele geçiren damadı Defterdar Muhammed Bey’e kalmasına yol çar. … ..

… ..

Muhammed Bey, İsmail’in ölüm haberini alır almaz katliam yerine gider ve kısa sürede bütün Şendi bölgesini kan ve ateşe boğar. İsmail’in karşılığında otuz bine yakın kelle uçurulur.

… ..

Sudan’ın fethi altın getirmedi, ancak Mısır’ı doğal zenginlikleri yanı sıra ekonomik ve politik alanda Afrika’nın kalbine kadar girme fırsatı verdi. Elinde bulundurduğu Kızıldeniz Limanları sayesinde , Sudan ve Arabistan arasındaki bağlantı Mehmed Ali Paşa’nın denetimindeydi. Diğer yandan Arabistan kıyılarını ve kuzeyde Süveyş Limanı’nı elinde bulundurarak bütün Kızıldenizi kontrolü altına aldı. O güne kadarBabıâli’nin bir kulu olarakhareket ederken, Sudan’ın fethi onu bağımsız bir hükümdar düzeyine çıkardı. Önceden belirttiğimiz gibi, bir süre sonra para bastırmaya da karar verdi.


Sudan seferi sonunda (1822), Mehmed Ali’nin Mısır İmparatorluğu’nun resmen kurulduğunu söyleyebiliriz. Basra Körfezi’nden Libya Çölü’ne, Sudan’dan Akdeniz’e, Kızıldeniz’in her iki kıyısına kadar beş milyon kilometrekare, diğer bir deyişle Fransa’nın on katı ya da Avrupa’nın yarısı kadar bir toprak onun elindedir.

Kavalalı, küçük tütün tüccarı on yedi yıl gibi bir sürede Napolyonvari bir imğparatorluk oluşturur, böylelikle kahramanının taht kurduğu bulutlara yaklaşır. 

… ..

… ..Bu andan itibaren Türkiye ile Mısır arasında sonucu kestirilemeyecek bir savaşın çıkacağını tahmin etmek güç değildi. Yeni doğmuş güçlü bir imparatorluğun yaşlı ve güçsüz bir imparatorluğun hâkimiyetinde kalması beklenemez. İşte ünlü Doğu Sorunu karşımızdadır. Mısır’ın Yunanistan mücadelesinden sonra byu sorun Batılı ülkelerin ana konusu olur ve ciddi bir krize yol açar.

Dış politika olaylarına daha fazla girmeden önce biraz duralım ve gözlerimizi Mısır’a çevirelim.



Firavun’un yönetimi

  (1808-1818)


Mehmed Ali 1805 yılında resmen vali olarak atandığında Mısır, bir ülke değil, Murad, İbrahim Bey, Bardissi, Elfi Bey gibi yırtıcıların ve adları sayılamayacak kadar çok seleflerinin uğruna yıllarca mücadele ettikleri, Hz. Süleyman hazineleri gibi yağmaladıkları bir enkazdır. Herşey karmakarışıktır.

Birçok kamu kuruluşu, Yavuz Sultan Selim  tarafından kendilerine ayrılan kaynaklardan yoksun bırakılmıştı. Su yolları, ve kanallar bakımsızlıktan yıkılıyordu. Fellah, elinde ancak yaşamasına yetecek kadar ücret verilen bir işçidir.

… ... Ülkeye güvensizlik hakimdir vr ayaklanmanın, haksızlığın, cinayetin olmadığı gün geçmez.

Vergi açısından, yolun sonuna gelinmiştir. DEvlet kasaına mümkün olduğu kadar para koyabilmek için Melûler kendilerinden önce gelenlerin yolunu izlemiştir: vergi. daha sık ve daha yüksek vergi. … ..

……

… .. Her şeyin yeniden bulunması, yeniden yapılması gerekiyordu. Görüldüğü gibi, Kavalalı’nın sırtlandığı yük ölçülemeyecek derecede, çok ağırdır.

İlk iş olarak, ülkenin yönetim örgütünü düzene sokmayı kararlaştırır. Hereketleri temel olarak, askeri amaçlara dayandığından yönetim sisteminin tüm aşamalarını denetim altına almak zorundadır. Uyguladığı yönetim iki kelimeyle özetlenebilir: mutlakiyet ve merkezicilik. Bu aşamada adaletten söz edilemez. Bütün Osmanlı eyaletlerinde böyle olmuştur. Bir farkla ki önceki MIsır paşaları, Melûler  ya da denetim altına alınamayan  başka güçler karşısında başarısızlığa uğradıklarından artık durum değişecektir. Ülkenin tek hakimi olarak kimsenin otoritesine zarar vermesine izin verilemez. Stratejik görevler kilit altındadır. En yüksek rütbeler ailesinin üyeleri arasında dağılmadığı zaman, bu göreve getirilecekler ona her şeylerini borçlu olanlardan seçilir. Doğululardan söz etmek gerekirse , her zaman sadık hizmetçiler bulur, kâyası ve uzun süre en önemli yardımcısı Lazoğlu Muhammed Bey, onun adına Yukarı Mısır’ı yöneten Şerif Bey, özellikle de Boğos Yusufyan Bey.

Kaderini ona bağlayanlar arasında İzmir doğumlu bu Ermeni kadar önemli rol oynayan azdır. Belki de yardımcılarının en değerlisidir. 

… ..

Boğos, Babıâli ile Avrupa güçleri arasındaki 1833 ve 1840 krizlerindeki -pazarlıklar sırasında dikkat çekici başarılar kazanmadan önce 1826’dan itibare- ticaret ve sanayi yönetiminin başındaydı. Efendisinin iktisat politikasının tamamen tekeller üzerinde kurulduğu düşünülürse bu azımsanacak bir görev değildir. Bu görevdeyken, İngiltere ve Türkiye arasında Mehmed Ali’nin ekonomik sistemini çökertmek amacıyla imzalanan ve Mısır dahil Osmanlı sultanının emri altındaki tüm toprakların İngilktere’yle serbest ticaretini onaylayan 1833 anlaşmasının etkilerini sulandırır. Burada Boğos’u bir çeşit küçük Talleyrand olarak görmek mümkün. Tamamlanmasını istemediği görüşmeleri uzatır ve saldırgan gözükmeden efendisine kafa tutmakta kimse onun kadar becerikli değildir

… ..

Ocak 1844’te ölümünden sonra, yerini vatandaşı Artin Bey alır. Artin Bey de ünlü Description de L’egypteserin yazarlarındandır ve Fransız Enstitüsü üyelerinden ünlü Jomard’ın öğrencisidir. Artin bu görevde 1850 yılına kadar kalır.

Mehmed Ali’nin toprak ve iktisat reformlarını gerçekleştirdiği, “devletçi” sistemi oturttuğu dönem 1808 ve 1881 arasıdır.. Paşa’nın gözünde  tek bir gerçek vardır: .... ..

… ..

Başlangıçta merkezi yönetim o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının tümünde geçerli olan yönteme uygun çalışır. Mehmed Ali dönemin ortalarına doğru daha çok Avrupalı bir hükümete benzer , çalışanları azalır, bütün dizginler Kavalalı’nın ellerine verilir. … ..

… ..

… ..  Mehmed Ali her zaman tek ve güçlü efendi olarak kalır. Önerileri, düşünceleri, görüşleri alır, ancak sadece o kabul eder, emir verir ya da geri çevirir. Bütün iktidarı boyunca Mısır’ı malı , beş milyon Mısırlı’yı kulları olarak görür.

1833 yılında (bir süreden beri dış ilişkilerden sorumlu) Boğos’u Hariciye Nazırı yapar. 1837’de Habib Efendi başkanlığında Dahiliye Nezareti oluşturur ve örgütlenmesini tamamlar. Maarif ve İskân Nezareti’ni Fransa’da eğitim görmüş olan Muhtar Bey’e verir. Harbiye Nezareti’ne Ahmed Manikli’yi getirir. Yukarı ve Aşağı Mısır olarak ikiye böldüğü Maliye Nazırlıklarına Baki Bey ve Mehmed Efendi atanır. Bahriye Nezareti Hasan Efendi’nin yönetimindedir. Bütün bu bakanlardevlet işlerini divanda görüşme geleneğini sürdürürler. Taşra yönetimindeki reform gibi merkezi ryönetim reformu da denetim ve kamu işlerinin verimli yönetimini sağlar. … ..

… ..

Mehmed Ali, Fransız işgali sırasında, Kahire divanı, taşra divanları, Mısır genel divanı gibi danışma organlarını başlangıçta yeniden canlandırmaz. İktidara gelişinden yaklaşık on beş yıl sonra monarşi Fransa’sından ya da Napolyon örgütlenmesinde  aldığı örnekleri uygular.

… ..


Firavun’un yeni ordusu

(1819-1824)

… ..






*Kavalalı Mehmed Ali Paşa Son Firavun & Gilbert Watelet

Orijinal adı: Le Dernier Pharaoon

1997

Çeviren: Ali Cevat Akkoyunlu

Doğan Kitap

1.Baskı -Ekim 1999


























*
Eyyûbîler - Vikipedi (wikipedia.org)

*Eyyûbîler Devleti veya Eyyûbîler[3] , Zengi Devleti'nin komutanı olan Selahaddin Eyyûbî'nin 1171 yılında kurduğu Eyyubi Hanedanı'nın Mısır ve Suriye'de egemen olduğu Sünni Müslüman bir devlettir.[a][4][5][6][7][8] En güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz, Kudüs, Libya, Yemen ve Levant bölgelerini egemenliği altında tutmuştur. 1171'de Selahaddin Eyyubi tarafından Mısır'daki Şii Fâtımî Halifeliği'nin ortadan kaldırılmasının ardından doğan bir iktidar boşluğuyla Selahaddin'in ''Mısır Sultanı'' ilan edilerek tarih sahnesine çıkan devlet, 1187'de Hıttin Muharebesi ile KudüsHristiyanlardan geri almış ve Orta Doğu'da önemli bir güç hâline gelmiştir.[9]

… …




*
Memlûk Devleti - Vikipedi (wikipedia.org)

*Memlûk Devleti, Eyyûbîlerin çöküşü ile Osmanlıların Mısır'ı ele geçirmesi arasında geçen üç yüzyıla yakın zaman diliminde Mısır ve Suriye'de hüküm sürmüş olan devlet. Memlûk Devleti'ni 1250 ve 1382 yılları arasında kurucu aile Bahrî Memlûkler idare etmiş, 1517'ye dek ise Burcî Memlûkler yönetimi ele almıştır. Tarihyazınında devlet bu iki hâne başlıkları altında incelenmiş olup Bahrî Memlûklerin Türk kökenli olması dolayısıyla bu devirde yöneticiler daha çok Türklerden oluşurken daha sonraki dönemde Çerkesler asıl unsur olmuşlardır. Tarihçiler arasında; Memlûk devletinin Türk sultanlar döneminde askeri ve siyasi olarak doruğa ulaştığı, ardından ise Çerkesler döneminde uzun süreli bir gerileme dönemine girdiğine dair evrensel bir fikir birliği vardır.[1]


Yönetici sınıfın Türk, halkın ise çoğunlukla Araplardan müteşekkil olduğu bir yapısı bulunan Memlûk Devleti en parlak devrini I. Muhammed'in sultan olduğu yıllarda yaşamış, Çerkes kökenli Burcî Memlûkler idaresindeyse çöküş dönemine girmiştir. İdareci unsur olan memlûklerin kökeni Kuman-Kıpçak, Çerkes, AbhazOğuz ve Gürcü soylu asker kölelerdi. Bu köleler askerî amaçlarla satın alındıklarından sıradan kölelerden daha yüksek statüdeydiler ve silah taşıma izinleri vardı. Zamanla güçlenerek Memlûk Devleti'ni kuran bir sosyal sınıf hâline gelen bu köleler Mısır vatandaşlarının da üzerinde bir sosyal statüye erişmişlerdir. Sultanlık, zamanla güçten düşmesine karşın Orta Çağ Mısır ve Suriyesinde gerek siyasi gerek ekonomik ve gerekse de kültürel olarak İslam'ın Altın Çağını temsil eden bir güç olarak görülmektedir.

Kökenleri:

Muhafız birliklerinde görev yapan, kendilerine has içtimai ve hukuki statüye sahip memlûkler, bir tür profesyonel asker niteliğinde İslâm toplumuna girmişler ve zamanla siyasi iktidarları ele geçiren bir güç halini almışlardır. Bunu gerçekleştirirken köle olmalarını yadırgamamışlar hatta ulaştıkları konumu bir eleme ve seçilme sonucunda elde ettikleri için memlûk kimliğini bir imtiyaz ve asalet belirtisi olarak görmüşlerdir. Memlûk sınıfına dâhil olmak için bazı önemli kriterler bulunmaktadır. Bunların başta geleni, İslâm âlimlerinin uygun bulduğu kölelik statüsünde ve beyaz ırktan olmaktır. Memlûkler, genellikle Kafkasya'dan ve Orta Asya bozkırlarından gelen ve "Türk" diye adlandırılan kavimlerden seçilirdi. Habeş, Batı Afrikalı ve Hint hadımlar memlûk statüsünde olmayıp bunlar memlûklerin hizmetindeki unsurlardı.

Muhammed ve Dört Halife devirlerinde İslâm ordusu Arap asıllı askerlerden meydana geliyordu. Fetihlerle birlikte Araplar dışında İslâm'a girenlerin sayısında hızlı bir artış görüldü. Yeni Müslüman olanlardan İranlılar ve Kıptîler gönüllü veya ücretli asker konumunda orduya katıldılar. Emevîler döneminde başta Türk, Berberî ve İranî olmak üzere Arap dışı Müslüman askerlerin sayısı daha da arttı. Emevîler için en önemli asker kaynağı Horasan'dı. Öncelikle sınır boylarında yaşayanlar büyük ölçüde Müslümanların tarafına geçmişler ve "mevâlî" sıfatıyla Arap ordularına katılmışlardı. Ancak ordunun kumanda kademesinde Araplar yer alıyor ve mevâlî statüsünde bulunanlar onların kendilerine ikinci sınıf insan gözüyle bakmasını kabullenemiyordu.

Basra Valisi Ubeydullah bin Ziyâd, 674 yılında Buhara seferinden dönerken beraberinde getirdiği 2.000 kişilik bir Türk birliğini Basra'ya yerleştirmişti. Kuteybe bin Müslim'in emrindeki 12.000 askerin de yaklaşık 7.000 kadarı, çoğunluğu Türk olmak üzere Arap dışı Müslümanlardan oluşuyordu. Diğer taraftan Velîd bin Abdülmelik zamanında gerçekleştirilen Kuzey Afrika ve Endülüs'teki fetihlerden sonra İslâm ordusunda yer alan Berberî asıllı askerlerin sayısı da çok artmıştı.

750 yılında Emevîlerin yıkılmasına sebep olan Horasan kuvvetleri arasında Türk ve İranlı unsurlar çoğunluktaydı. Bu tarihten itibaren Horasanlılar yaklaşık iki nesil boyunca Abbâsî ordusunun en önemli birliklerini teşkil ettiler. Göçebe menşeli bu askerler Irak'taki yeni konumlarına çok çabuk uyum sağladılar ve kısa zamanda halife ve halk nezdinde büyük itibar kazandılar. Emîn ve Memûn arasındaki iç savaşta kardeşini yenen Memûn, Horasan dolaylarından topladığı kuvvetlerle iktidarı ele geçirmiş ve korumayı başarmıştı. İslâm ordusundaki Arap dışı unsurlar arasında Türkler kadar nüfuzlu olanlar yoktu. Mutasım zamanında memlûk sayısında çok hızlı ve önemli bir artış oldu, ordudaki memlûklerin sayısı kısa zamanda 30.000'e ulaştı. Bu birliklerin kumanda kademelerinde yine Türkler bulunuyordu. Mutasım, Türk birlikleri için Sâmerrâ şehrini kurarak onlara geniş iktalar verdi ve yerli halkla karışmalarını engellemek amacıyla Asya steplerinden evlenecekleri kızlar getirtti.

Memlûk sistemi kısa zamanda devletin hüküm sürdüğü bütün topraklara yayıldı. Artık halifelerin memlûkleri yanında eyalet valilerinin de memlûkleri vardı. Ancak bu durum ülke içinde devlet otoritesinin ortadan kalkmasına yol açtı. Başlangıçta vilayetlerdeki düzeni memlûkler sayesinde sağlayan halifeler ve valiler bu defa onların merkeze karşı bağımsızlık mücadeleleriyle karşılaştılar. Babası Memûn'un hizmetinde bir memlûk olan Mısır vali vekili Ahmed bin Tolun, soydaşı memlûklerin desteğini alarak 868 yılında Mısır'da ilk Müslüman-Türk devletini kurdu. Yine Tolunoğullarının yıkılmasından sonra Mısır valiliğine getirilen ve Abbâsîlerin hizmetindeki başka bir Türk memlûkunun oğlu olan Muhammed bin Toğaç emrindeki 8.000 memlûkun desteğiyle Mısır'da iktidarı ele geçirip İhşîdîleri tesis etti. 969 yılında bu devleti yıkan Fâtımîler de memlûk sistemini uygulamak durumunda kaldılar. Fâtımî ordusunda başlangıçta Berberî ve Zencî birlikleri bulunuyordu. Mustansır zamanından itibaren sadece Türklerden meydana gelen memlûk birlikleri kuruldu.

Selâhaddin Eyyûbî'den itibaren Mısır ve Suriye'de istihdam edilen memlûklerin sayısı çok arttı. Bu devirde memlûkler, emirlerin birliklerinin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Eyyûbî sultan ve meliklerinin her biri, kendi devletini korumak ve diğer bir melikin toprağı üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için yeni askerî birlikler kurmak zorunda kaldı. Hasımları karşısında kendilerini güçlü kılacak bir unsur olarak memlûk istihdam etmeye başladılar. 12. yüzyılın ortalarında Orta Doğu'daki irili ufaklı bütün İslâm devletlerinde memlûklerin sayısı ve nüfuzu hızlı bir şekilde arttı. Artık Türk memlûkleri bölgede siyasi ve askerî olaylarda belirleyici bir güç olmuş ve şehzadelerin tahta geçişlerini kontrolleri altına almışlardı.

Selâhaddîn Eyyûbî'nin ölümünden sonra Mısır ve Suriye'de memlûklerin sayı bakımından oldukça arttığı görülür. Çünkü Selâhaddîn'in varisleri devletini aralarında paylaşmışlar ve başta Mısır olmak üzere Dımaşk, Haleb, Hama, Hıms, Baalbek, Kerek gibi Suriye şehirleri Eyyûbî ailesinden şehzâdelerin hüküm sürdüğü önemli merkezler haline gelmişlerdi. Eyyûbî sultanları ve melikleri, hâkimiyetlerini sağlamlaştırmak ve düşmanlarına karşı koyabilmek maksadıyla Kıpçak ülkesinden ve Mâverâünnehir'den çok sayıda memlûk getirterek bunları mükemmel askerler olarak yetiştirmişlerdi.




































*Fellah - Vikipedi (wikipedia.org)

*Fellah, Türkiye'de genellikle Adana ve Mersin illerinde yaşayan Araplara verilen isim. Fellah olarak adlandırılmalarının sebebi Çukurova'da sadece çiftçilik yapmalarıdır[kaynak belirtilmeli]. Arapça'da fellah, çiftçi demektir.


Kökenleri: Fellahların kökeni üzerine iki ayrı görüş vardır:

Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde 19. yüzyılın başında Mısır'ın Anadolu'ya saldırısından sonra Mısır ordusundaki askerlerin bir bölümünün dönmeyip Anadolu'da kaldığı ilk önermedir.[kaynak belirtilmeli]

Ancak daha kuvvetli olan bölgenin 7. - 8. yüzyılda İslam-Arap ordusunun hakimiyetine geçmesiyle beraber yerleşen Arapların torunları olduğu şeklindedir.[kaynak belirtilmeli] 1909-1910 arasında Adana Valiliği görevinde bulunan Cemal Paşanın Hatırat adlı kitabında ise, Arap Uşak diye bilinen Arapların Osmanlılar tarafından Sultan Abdülaziz devrinde Lazkiye sancağındaki Rafizilerin ıslahı sırasında o zaman halkı çok az ve arazisi son derece verimli olan bereketli Adana Ovasının imarı amacıyla oralardan getirilmiş topluluklardır.

Dobrucadaki Felahlar:

19. yüzyılda, Osmanlı Suriye'sinden bazı Fellah Müslüman köylü aileleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan (bugün Romanya ve Bulgaristan'ın bir parçası olan) Dobruca'ya yerleşti. Oradaki Türkler ve Tatarlarla kaynaşmış ve türkleşmişlerdir.[1]



*Mısır - Vikipedi (wikipedia.org)

*... ..

Tarihçe:

Mısır'ın yaklaşık 7.000 yıllık köklü bir geçmişi vardır. Bu dönem içinde birçok ülke, kavim, kişi ve yönetim Mısır'ı bir dönem yönetmiştir. Mısır'ın tarihi aşağıdaki dönemlere ayrılır:



Antik Mısır:

Roma Dönemi :

Arap ve Osmanlı Egemenlikleri Dönemi :

Tolunoğulları :

İhşidiler :

Osmanlı dönemi :

Britanya Dönemi :

Krallık :

Cumhuriyet :

Birleşik Arap Cumhuriyeti :

2013 Mısır Askerî Müdahalesi :

Yönetim :


































*Nil - Vikipedi (wikipedia.org)

*Nil nehri, Dünya'nın en uzun ikinci nehridir (6,853 km). Havzası Afrika kıtasının onda birini kaplar. Güneyden kuzeye doğru akar ve üç ana kolu vardır: Beyaz Nil Nehri, Mavi Nil Nehri ve Atbarah Nehri. Nehrin en uzaktaki kaynağı Burundi'deki Doğu Afrika Göller Bölgesi'ndeki Kagera Nehri olarak doğar ve Tanzanya, Ruanda ve Uganda sınırlarını oluşturarak Victoria Gölü'ne katılır.


*DARİYE - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

*Suudi Arabistan’ın Necid bölgesinde … ..   Basra ve Bahreyn taraflarından Mekke’ye doğru yola çıkan kervanların uğradıkları bir dinlenme yeri idi. … ..

… ..     Wüstenfeld gibi bazı Batılı yazarların, yine Necid bölgesinde Riyad yakınında bulunan Vehhâbîler’in eski merkezi Dir‘iye (Der‘iye) ile karıştırdıkları Dariye’nin İslâm tarihindeki önemi, Basra’dan gelen hac kervanlarının konaklama yeri olmasında ve beytülmâl develerinin burada muhafaza edilmesindedir. Dariye İslâm tarihi boyunca idarî bakımdan Medine’ye bağlı bulundu. Ancak bir ara Halife Mehdî (775-785) sistemi değiştirerek Dariye topraklarını yıllık 8000 dirhem karşılığında iktâ olarak vermiştir. Ebû İshak el-Harbî, Dariye’nin Basra’dan Mekke’ye doğru yola çıkan bir hac kervanının 16. menzilini oluşturduğundan bahseder ve burada bir cami bulunduğunu, yerli halkın Kilâb kabilesine mensup olduğunu söyler. Hac yolları üzerine bilgi veren İsfahânî ve Umâre b. Ukayl de Dariye’nin hacı kafilelerinin buluşma yeri ve ticarî bir merkez olduğuna işaret etmişlerdir.

Bugün Medine ve Mekke otoyollarının arasında kalan Dariye, merkezi Büreyde’de olan Kasîm bölgesi emirliğine bağlıdır ve modern otoyolların eski kervan yollarının yerini almasıyla önemini daha da kaybetmiş, ticaret yapamayan halkının yavaş yavaş başka taraflara göç etmesinden dolayı da iyice küçülmüş durumdadır.




















































3 yorum:

  1. 1700’lerin sonları ve 1800’lerin başlarında, tarihin bıraktığı izlerden aşina olunan Mısır denince; İngilizlerin Hindistan'a erişim sağladıkları en kısa yol ve yine İngilizleri Avrupa ve açık denizlerde durduramayan Fransızların, İngilizleri hedefleri konusunda; engelleme çabalarının sahnelendiği coğrafya…

    YanıtlaSil
  2. Bütün bu süreçler boyunca; aradan geçen uzun zaman aralığına rağmen; genelde Avrupalıların, özelde ise, İngilizlerin diplomatik ve askeri aklının kullandığı çok taraflı oyunları, iki yüzlü tutumları derslerle dolu….

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O dönem de Osmanlı, günümüzde ise Türkiye üzerine kurgulanan her oyunda Rusların seyirci kalmayacağı da unutulmamalı….

      Sil