… ..
Erasmus biyografisinde Zweig, Batı hümanizminin kuuuuurususu ve hümanistlerin en büyüğü sayılan bu adamın yaşadığı zaman parçasıyla, yani on beşinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla geçiş dönemi ile kendi yaşadığı dönem arasında koşutluk kurmuş, insanlık idealleri açısından da kendisini bir anlamda Erasmus’la özdeşleştirilmiştir.Aslında bu özdeşleştirme, her ikisinin kişilikleri karşılaştırıldığında, gerçekten de yerindedir. Her türlü zorlamayı yadsıyıp her koşul altında iç özgürlüğünü koruma uğrunda çaba harcamak, kimsenin efendisi olmaya kalkışmamak, fakat kimseye de boyun eğmemek; her türlü taraf tutmadan, özellikle de içine zorbalığın karıştığı çekişmelerden kaçıp kendi kitaplarının dünyasına sığınmak; hiçbir sav ya da düşünce baştan düşmanca yaklaşmamak, ama her savın ya da düşüncenin karşısına dikilmek, Bütün bunlar, gerek Ersamus’un gerek Zweig’in kişiliklerinde birbiriyle bütünüyle örtüşen niteliklerdir. Rotterdamlı Erasmus; Zaferi ve Trajedisi’nin asıl önemi, Zweig’in 1936 yılında kaleme aldığı Calvin’e karşı Castellio ya da Zorbalığa Karşı Özgür Düşünce gibi, bağnazlığın her türlüsüne karşı bir savaş ilanı anlamını taşımasıdır. Bu iki eserinde Zweig, Almanya’da Nazi egemenliğinin resmen başladığı, özgür düşüncenin, mantığın sesinin artık kan be ateşle susturulmaya başlandığı bir dönemde zorbalığın karşısında düşünceyi, kitle çılgınlıklarının karşısında bireyin insan olarak kutsallığını ve dokunulmazlığını son bir kez savunmayı denemiştir. Erasmus biyografisinin Avrupa’da, altmışlı, yetmişli yıllarda, öğrenci hareketlerinde başladığında da kapışılmış olması, eserin, özgür düşüncenin bayraktarlığını yapma işlevinin Nazi İmparatorluğu’nun son bulması ile naokatlanmadığınınj kanıtıdır.
… ..
… .. bütün Avrupa uluslarını bilimlerin ve sanatların çatısı altında birleşen tek bir toplum olarak görmeyi en yüce ideal bilmişti. İnsanoğlunu istediği ve amaçladığı takdirde aklın her zaman zafere ulaşacağını, öldürmelerin ve kargaşaların ise hep akıl dışı kalacağını savunan Erasmus, bu çerçeve içerisinde bireyin tinsel düzeydeki mutlak bağımsızlığını sağlamaya katkıda bulunmayı da temel ilke saymıştı. Erasmus, tarihin genelde adalet kavramına yabancı kalan sayfaları arasında neredeyse kaybolup giderken, en
büyük idealinin, yani bir Avrupa birliği düşüncesinin gerçekleşebilmesi , insanları bilimin ve kültürün çatısı altında soylu ortaklıklar kurabileceklerinin bilincine varabilmeleri için, aradan dört yüz yılı aşan bir sürenin geçmesi gerekti. Günümüzde Avrupa Birliği’nin kültür, düşünce ve sanat alanındaki pek çok projesinin Ersamus’un adını taşıması, bir rastlantı değildir. Çünkü Erasmus düşüncesi birleşik bir Avrupa idealinin en güçlü temellerinden biridir. Ama öte yandan şunu da belirtmek gerekir ki, bugünkü Avrupa Birliği’nin “Erasmus Düşüncesi” karşısındaki tutumunun özenti ağırlıklı konumundan çıkıp, Erasmus’a gerçekten layık bir tavra dönüşebilmesi için ortada daha aşılması gereken epey engel bulunmaktadır.… ..
… .. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nde, uygarlığın ve demokrasinin temeli olan laiklik ilkesinin cumhuriyetin kuruluşundan onyıllar sonra ayaklar altına alındığı bir ortamda, Rotterdamlı Erasmus: Zaferi ve Trajedisi, tarihte dinsel bağnazlığın toplumları ne kadar kanlı uçurumlara sürükleme olduğunu gösteren bir belge olarak da büyük önem taşımaktadır.
… ..
(s.29) … .. Erasmus'a göre felsefe, Tanrı’yı arayışın bir başka ve ilahiyat kadar yüce bir yoluydu. … ..
... ..
On beşinci yüzyıldan on altıncı yüzyıla geçiş… … .. Avrupa’nın ufukları bir çırpıda dünya çapında boyutlara ulaşır, keşifler birbirini izler …. yeni ve atak bir denizci kuşağı …
1446’da Diaz, Ümir Burnu’na kadar … ..
1492’de Kolomb Amerika adalarına ….
1497’de Sebastian Cabot, LabradorA ve böylece Amerika kıtasına… ..
Zenzibar’dan Kalküta’ya yelken açan Vasco de Gama, Hindistan’a giden deniz yolunu açar.
1500 yılında Magellan,
1519-1522 yılları arasında bu başarıları doruğa ulaşır. İspanya’da başlayıp yine İspanya’da biten bir yolculukla ilk dünya turunu tamamlar. … ..
Martin Behaim tarafından 1490 yılında yapılan ve o zaman Hıristiyanlığa aykırı bir kuram…
.. düşünen kafalarada bilgiya ve bilime karşı bir tutkunun doğması … ..
… ..Derebeyi sın ıfı yok olurken kentler gelişmekte… ..
ticaret ve lüks okyanusların ötesinden gelen altınlarla … … İnsanoğlunun bir anda yine kendi çabalarının gerisinde kaldığı ve sonra yine kendine yetişebilmek için bütün gücünü harcamak zorunluluğu … ..
… ..
Büyük dalga toplum düzeninin bütün alanlarını sarsmış…. Katolik Kilisesi’nin set kalıplar içerisinde hapsettiği dogma… …
… .. boyun eğme ve karamsarlık, ansızın bir kendinin bilincine varışa dönüşmüş, bu dönüşüm, en belirgin ve kalıcı anlatımı Rönesans sözcüğünde bulmuştu.
… ..
… .. öncekilerin dinsel coşkusunu taşıyan, ama dua etmekle yetinecek yerde, artık soran ve araştıran yeni bir insan dünyaya gözlerini açmıştı.Öğrenme tutkusu manastır duvarlarının ardından çıkıp özgür ve araştırmacı düşüncenin kaleleri halinde gelişen üniversitelere, Avrupa’nın tüm ülkelerinde aşağı yukarı aynı sıralarda kurulan bu bilim yuvalarına akmıştı. … .. … .. Hümanizm, Tanrısal olanı din adamlarının aracılığına gerek kalmaksızın insanoğluna geri vermek uğrunda çaba harcıyor, Reform hareketinin dünya tarihi açısından büyük olan misyonu önce bir azınlık tarafından, sonra onun hemen ardından da büyük kitlelerce paylaşılarak kendini belli ediyordu.
Karanlık Gençlik Yılları
… ..
… .. Erasmus, isteklerini öylesine ince ve sanat dolu anlatımların kalıbına dökmüştür ki, bu mektupların toplamı istek sahipleri için adeta klasik diye nitelendirilebilecek bir yol göstericilik işlevi görebilir. Ancak çoğu kez zayıf karakterli olmakla suçlanmış bu kişiliğin özünde, bağımsız kalmaya yönlik, büyük ve kararlı bir irade yatar. Erasmus,gerçeğe biraz daha yaklaşabilmek için, mektuplarında yaltaklanma yolunu seçmiştir. Sürekli armağan verilmesin ses çıkarmaz, ama kendisini kimseye satmaz ve onu bir başkasına sürekli olarak bağlamaya elverişli ne varsa, bir çırpıda geri çevirir. Kaç,. üniversitede ona kürsü vermek için yarıştıkları, uluslararası üne sahip bir bilim adamı olmasına karşın, Venedik’teki Aldus Yayınevi’nde salt düzeltmen olarak çalışmayı yeğler. … ..
… ..
… .. Erasmus’un hayatının ideali, işte budur. O, bu türden dürüst diye nitelendirilemeyecek yollardan da gitti; fakat hedefi hep aynı kaldı: sanatının ve hayatının bağımsızlığını koruyabilmek.
… ..
… .. Ama belki de bu acı yıllar, Erasmus’un içinde bilgiye ve özgürlüğe karşı dinmek bilmez bir özlem uyandırmak için gerekliydi; … ..
… ..
… .. Ortaçağın tüm acılarını kendi ruhunda yaşamış olmasıdır ki, Rotterdamlı Erasmus’a yeni bir çağın müjdecisi olabilme yeteneğini kazandırdı.yerde sanat Öğrencisi genç Lord Montjoy ile gittiği İngiltere’de, ilk kez ölçüsüz bir mutlulukla tinsel kültürün güçlendirici havasını ciğerlerine çekti Anglo-Sakson dünyasına ayak basışı, çok uygun bir zamana rastlamıştı. ;lke, yıllar süren yıpratıcı bir iç savaştan sonra ilk kez barışın mutluluğunu tadıyordu. Savaşın ve siyasetin ağırlığını yitirdiği her yerde, sanat ve bilim daha özgür bir ortamda glişlme olanaklarına kavuşur. Genç manastır öğrencisi ve öğretmen, ilk kez yalnızca düşünce ve bilginin güç kaynağı sayıldığı bir ülkeye adım atmıştı. Burada ne evlilik dışında dünya gelmiş oluşundan ötürü ona kötü gözle bakan ne de katıldığı ayinleri ve ettiği duaları sayan vardı. Salt sanatçı niteliği , aydın bir kişi oluşu, akıcı Latincesi ve hiç sıkmayan konuşması yüzünden en soylu çevrelerde övgü derliyordu…. .. İngilizlerin büyük konukseverliğine soylu önyargısızlıklarına mutlulukla tanık oluyordu. Erasmyus, bu ülkede yepyeni bir düşünce biçimiyle karşılaşmıştı. Wicklif’in (*John Wiclf (1320-1384): İngiltere’deki Reform girişiminin öncülerinden. Din adamlarının yozlaşması karşısında baş kaldırmış, Roma’dan bağımsız bir halk kilisesinin kurulmasını istemiş, 1415 tarihli Konstanz Konsilü’nce dinsiz ilan edilmiştir.) çoktan unutmuş oluşuna karşın, Oxford’da daha özgür ve yürekli bir din anlayışı varlığını sürdürmekteydi. … ..
… ..
… .. Hayatımda hiçbir şeyin bana bu İngiltere gezisi kadar iyi geldiğini hatırlamıyorum. Buranın yumuşak ve sağlıklı bir iklimi var. … ..
… ..Erasmus’un hayatının en mutlu anlarıdır; varlığı, gerçek anlamını kitaplar arasında çalışırken bulur. Bir sonuç belirtmek gerekirse, Erasmus, hiçbir zaman ülkelerde, hakların arasında yaşamamış, hep onların üzerinde, çok daha yoğun bir ileri görüşlülük yeteneğini içeren bir atmosferde, sanatçıya ve akademisyene özgü fildişi kulede kalmıştır. Ama bütünüyle kitaplardan ve bilimsel çalışmalardan yapılma bu kule aşağı bir Lynkeus (*Yunan mitolojisinde İdas’ın ikiz kardeşi; eşyanın derinliklerinde bile geçebilen bakışlarıyla ünlüdür.) gibi bakmayı da unutmamıştır; amacı, çevresinden akıp giden hayatı bütün açıklığıyla ve gereğince görmek anlamaktır.
… ..
Ustalık Yılları
… ..
… .. Erasmus bütünüyle eksiktir, -Ben tek başıma bir şey değiştiremeyecek olduktan sonra, görünüşte bu başkalarını ve kendini aldatma, insanın yaradılışından gelen bir gerçek olduğuna göre, diye düşünür, dış dünya ile aramdaki uyumu ve ilişkileri neden bozayım? Akıllı kişi yakınmaz. Bilge kişi kendini heyecana kaptırmaz: Dikkatli bakışlarıyla ve dudaklarında aşağılayıcı bir gülümsemeyle çevresinde tozutup duran deliliğe bakar sadece ve Dant’nin “guarda e passa!” (*Bak ve geç) öğüdüne uyarak kendi ısrar ettiği yolda gider.
… ..
… ..Deliliğe övgü, takındığı karnaval maskesinin ardında çağının en tehlikeli kitaplarından biriydi ve bize bugün ince buluşlarla dolu bir şenlik gibi gelen olay, gerçekte Almanya'daki Reform hareketinin önündeki engelleri temizleyen bir patlamaydı. Deliliğe Övgü, bu güne kadar kaleme alınmış en etkili taşlamalardan biridir. O zamanlar hacılar, papalarla kardinallerin, İtalyan Rönesans prenslerinin savurgan ve ahlaktan uzak yaşamlarını sürdürdükleri Roma’dan şaşkınlık ve düşkırıklığıyla dnömekteydiler; geröek dindarlar “kilisenin tepeden tırnağa bir reform geçirmesini” gittikçe daha sabırsızlıkla ister olmuşlardı. Gelgelelim görkemli papaların Roma’sı, en iyi niyetli itirazları bile geri çevirmekteydi; aşırı yüksek sesle ve aşırı coşkulu konuşmuş olanlar; ağızları tıkalı olarak günahlarının kefaretini odun yığınlarının üstünde ödüyorlardı; kutsal tasvirlerin alım-satımındaki yolsuzlukların ve günahların para karşılığı bağışlanması saçmalığını yarattığı öfke, ancak halk ağzından çıkma kaba saba dizeler ya da bol küfürlü fıkralar aracılığıyla gizlice boşaltılabiliyordu; üstünde papayı kan emen dev bir örümcek olarak tasvir eden resimlerin bulunduğu bildiriler, el altından dolaştırılmaktaydı. Erasmus, kitabıyla papalığın günahlar listesini açıkça çağın duvarına asmış oluyordu: Çok -anlamlılık yaratma konusunda bir usta sıfatıyla, söylenmesi tehlikeli ama zorunlu ne varsa, Stultitla’nın ağzından din alanındaki yozlaşmalara güçlü bir saldırı olarak yöneltmedeki o büyük sanatsal becerisinden yararlanarak söylüyordu. Ve kırbacı indirenin görünüşte yalnızca bir delinin eli olmasına rağmen, aşağıdaki sözlerin eleştirel amacını herkes derhal anlamaktaydı:”En yüksek makamlardaki rahipler, papalar, Hazreti İsa’nın vekilleri yaşam biçimlerini onunkine benzetmek için çaba harcasalardı, onun yoksulluklarına ve çektiği zahmetlere katlansalardı, dünya nimetlerini hakir görme tavrını paylaşsalardı, o zaman dünyada onlardan daha acınmaya değer kimse kalır mıydı? Bilgelik bir kez olsun ruhlarını ele geçirseydi, ozaman kutsal pederler ne hazineler yitirirlerdi! O zaman o dev servetlerin, Tanrısal saygınlıkların, onca makamların ve rütbelerin dağıtılmasının, bir sürü ayrıcalığın, türlü vergilerin , zevklerin ve eğlencelerin yerini uykusuz geceler, oruç tutulan günler, dualar, gözyaşları, ayinler ve daha bin türlü zahmet aldırdı. … ..
… ..
… .. Erasmus, düşünceleriyle kilise reformu için en öneml ihazırlıkları gerçekleştirmiş olmakla birlikte, uzlaştırıcı, en ileri ölçüde barıştan yana kişiliğinden ötürü kiliseyi açıkça bölmekten çok korkar. Erasmus, hiçbir zaman Luther’in, Zwingli’nin ya da Calvin’in sert ve her itirazı yok sayan tavrıyla Katolik Kilisesi’nde neyin doğru, neyin yanlış , hangi takdislerin yerinde, hangilerinin yersiz olduğu, şaraplı ekmek ayininin tözel mi, yoksa töz dışı mı anlaşılması gerektiğini saptamay kalkışmaz; … ..
Hümanizmin Büyüklüğü ve Sınırları
… ..ü tek bir
… .. bu uygarlık içerisinde tek bir dünya diliyle, tek bir dünya diniyle, tek bir kültürüyle insanlığa yalnızca yıkımlar getiren o öncesiz parçalanmışlığa son verilmesi öngörülmüştür.Ü bu unutulmaz deney tuhaf bir biçimde Rotterdamlı Erasmus’un adına kişiliğine bağlı kalmıştır. Çünkü Erasmus’un düşünceleri, istekleri ve düşleri, dünya tarihinin kısa bir zaman dilimi boyunca Avrupa’ya egemen olmuştur. ve Avrupa’nın kesin olarak birleştirilmesine vec barışa kavuşurulmasına yönelik bu arı ruhlu iradenin yalnızca kanla yazılan trajedisi içerisinde yalnızca çok çabuk unutulan bir sahne olarak kalması, hem Erasmus adına, hem de bizler adına müthiş bir yıkımdır.
… … Hümanizm, emperyalist değildir, düşman tanımaz, uşakları da yoktur. Bu seçkin çevreye girmek istemeyen, dışarıda kalabilir, kendisine karşı zor kullanılmaz; yeni idealin zorla benimsetilmesi kalkışılmaz; her zaman iç dünyalardaki anlayışsızlıklardan kaynaklanan sabırsızlıklar, bu dünya çapındaki uzlaşma öğretisine yabancıdır. Ama öte yandan da bu yeni ruhsal locaya girmek, kimseye yasaklanmaz. Eğitim ve kültür isteyen herkes, hümanist olabilir; her sınıftan insan, erkek ya da kadın, şövalye ya da rahip, kral ya da tüccar,isterse bu özgür topluluğa katılabilir,hangi ırktan ve sınıftan geldiği, hangi ulustan olduğu, hangi dili konuştuğu sorulmaz. Böylece Avrupa düşünce evreninde yeni bir kavram ortaya çıkmaktadır: uluslarüstü. O zamana kadar insanlar arasında aşılmaz duvarlar gibi dikilen diller, artık halkları birbirinden ayırmamalıdır: Her yerde geçerli hümanist Latince aracılığıyla … …
… ..
… .. Cermenlerin Roma’ya saldırışları gibi, Luther, yani bu bağnaz eylem insanı da ulusalbir halk hareketinin önüne geçilmez vurucu gücüyle hümanistlerin üstüne çöker. Ve Hümanizm, dümnyayı birleştirmeye yönelik çabalarına daha tam anlamıyla balayamadan, Reform hareketi Avrupa’da düşünce düzeyindeki son birliği, ecclesia universalis’i (Evrensel kilise) bir balyoz darbesiyle ikiye ayrıverir.
Büyük Hasım
… ..
… .. Erasmus istesin ya da istemesin, belli bir ölçüde Luther’in eylem yolunu hazırlayıcı işlev yerine getirmişti. … .. Erasmus’un açtığı kapıdan Luther fırtına gibi girmişti; … .. Luther’in istediği ne varsa, hepsinin öğteticisi ben oldum; ama bunu aşırı bir dille yapmadım.” Erasmus'la Luther’ii ayıoran, yanlızca yöntemleridir. Koydukları teşhis aynıydı. … …
… .. Ersamus, konuşma sanatının kışkırtıcı gücü karşısında düşünce insanına özgü bir başka ustalığı, uygun zamanda susmayı bilmenin yüze sanatını şöyle övüyordu: “Her zaman gerçeği olduğu gibi söylemek zorunluluğu yoktur. Önemli olan, gerçeğin açıklanış biçimidir.”
… ..
Erasmus’un Mirası
… ..
Tarihsel gerçekler alanında, doğal olarak Machiavelli’nin kaba gücü yücelten anlayışı kendini kabul ettirmeyi başardı. O günlerden bu yana Avrupa tarihinin dramatik gelişimine barış yanlısı, uzlaştırıcı nitelikte bir insanlık politikası, yani “Erasmus Anlayışı” değil, fakat Principe’nin öngördüğü, her türlü fırsatı ne pahasına olursa olsun değerlendiren bir iktidar politikası yön verdi. Diplomatlar, kuşaklar boyunca içinde insancıl duygulara yer olmayan sanatlarını, acımasız bir keskin görüşlülük sergileyen bu Floransalının kitabından öğrendiler.; uluslar arasındaki sınırla hep kılıç ve kanla çizildi, defalarca değiştirilip yeniden saptandı. Avrupa uluslarının en tutkulu güçlerini harekete geçiren , birliktelik değil, ama hasımlık oldu. Buna karşılık Erasmus Anlayışı’nın tarihi biçimlediğine ve Avrupa’nın kaderinde gözle görülür, elle tutulur bir rol oynadığına hiç rastlanmadı: Karşıtlıkların adalet düşüncesinin potasında bağdaştırılmasına, eritilmesine ilişkin yüce Hümanizm düşü, ulusların ortak bir kültür çatısı altında birleşmesi, gerçekleşmeyen ve içinde yaşadığımız gerçeklikle belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir ütopya olarak kaldı.
… …
Hiçbir zaman galebe çalmış bir gerçekliğin kalıbına girmeyen düşünce bile , o evrende dinamik bir güç olarak etkili kalır; en aşılamayan ve unutulamayan idealler ise özellikle gerçekleşmemiş ideallerdir. Bundan ötürü bir düşüncenin daha gerçekleşmemiş oluşu, o düşüncenin ne yenilgisini ne de yanlışlığını kanıtlar; bir zorunluluk, gecikme yüzünden daha az zorunlu olmaz; tam aksine, yalnızca gerçeklerin alanına girip eskimemiş ve yanlışlıkları kanıtlanmamış olan idealler, ahlaki gelişmenin bir öğesi olarak her yeni kuşakta etkinliğini sürdürür. … ..
… …
Rotterdamlı Erasmus-Zaferi ve Trajedisi & Stefan Zweig
Triumph und Tragik des Erasmus von Rotterdam
Almanca aslından çeviren: Ahmet Cemal
Can Sanat Yayınları
Bilge Kültür Sanat
1.basım: Mart 2008
*Erasmus Programı - Vikipedi (wikipedia.org)
*Erasmus+ Programı, Erasmus+ Öğrenci Değişim Programı veya Erasmus+ Projesi (EuRopean Action Scheme for the Mobility of University Students:[1] Üniversite Öğrencilerinin Hareketliliği için Avrupa Topluluğu Eylem Programı), yükseköğretim kurumlarının iş birliğini, öğrenci ve akademisyenlerin kısa süreli olarak bu iş birliği çerçevesinde farklı ülke ve üniversitelerde deneyim kazanmasını teşvik eden Avrupa Birliği projesi.
Program, 1987 yılında bir öğrenci hareketlilik programı olarak Erasmus ismiyle başlamış; eğitimin diğer alanlarını ve gençliği de kapsayarak sürekli gelişmiş ve yedişer yıllık dönemlerle "Socrates", "Leonardo da Vinci", "Hayatboyu Öğrenme" ve "Gençlik" adı altında uygulanmıştır. Program 2014-2020 arsında 'Erasmus+ altında yapılandı.[2]
Avrupa Birliği EU2020 Stratejisi ile birlikte eğitim ve öğretime daha çok önem vermektedir. Erasmus+, yurt dışında eğitim alma ve çalışma yapma fırsatları sayesinde insanların daha fazla ve daha iyi beceriler kazanmalarına yardım etmeyi amaçlıyor. Erasmus+ Programı eğitim, öğretim, öğrenim, staj, gönüllü çalışmalar, gençlik ve spor alanlarında yükseköğretimde kaliteyi arttırmak amacı ile uygulanmaya başlanmıştır. Erasmus program ülkelerinin hepsi Ulusal Ajans tarafından sağlanan finansal destek hibesi alabilirler. Bu alanlarda Türkiye’de Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı, Ulusal Ajans ile hibe desteği sağlamaktadır.[3]
… ..
*Martin Luther - Vikipedi (wikipedia.org)
*Martin Luther (10 Kasım 1483 - 18 Şubat 1546[1]), Alman keşiş,[2] teolog, üniversite profesörü, Protestanlığın babası[3][4][5][6] ve Lüterciliği yaratan, geliştiren ve yayan kişi. Almanya'da baskılara rağmen Kutsal Kitap'ın Latinceden Almancaya tercüme edilmesinde rol oynamıştır.
Hayatı: … …
… ..1518 yılında Roma'da Luther'in fikirlerine karşı bir Papalık davası açıldı. Bu engizisyon davasında Luther gıyabında yargılandı. Papa her ne kadar aforoz ettiyse de o, aforoz nameyi halk arasında yaktı. İmparator Maximillian onu heretik (dinden çıkmış, sapkın) ilan etti; Luther, suçlamalara cevap vermek üzere Roma'ya çağrıldı. Ama o, Roma'ya gitmek yerine, Augsburg'da Kardinal Cajetan'a ifade vermeyi tercih etti. Cajetan ondan fikirlerinden ve Kilise'ye yaptığı saldırılarından vazgeçmesini isteyince, Luther, Wittenberg'e döndü. Burada Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun imparator seçme yetkisi olan Saksonya Dükü III. Frederick onu himayesi altına aldı. Papa X. Leo, III. Frederick'ten Luther'in sürgüne gönderilmesini talep ettiyse de, dük bu emre itaat etmedi. Bu arada bazı görüşlerinden vazgeçen, hatta Papa'ya bir özür mektubu bile gönderen Luther, Ingolstadt Üniversitesi rektörü Johann Eck ile endüljans konusunda bir münazaraya katıldı.
15 Haziran 1520 günü Papa X. Leo, Luther'i bir bildiriyle aforoz etti. Ekim ayında Papalık bildirisi Luther'in eline geçti ama Erfurt Üniversitesi'ndeki öğrencileri onu parçalayıp suya attı. Üniversite yetkilileri ise bu olaya müdahale etmedi. Derken Luther, belki de en meşhur kitabı olan "Von der Freiheit des Christenmenschen" (Hristiyan Kişinin Özgürlüğü Üzerine) isimli kitabını Papa X. Leo'ya yönelttiği bir açık mektupla birlikte yayımladı. Onun düşüncesinin teolojik ve ideolojik temellerini yansıtan bu küçük eserin özünde "Freiheit" (özgürlük) kavramı vardır. … ..
… …
… … Luther şöyle bir ifade verdi: "Kutsal Metinler ve akıl yoluyla ikna edilmediğim sürece papalar ve konsüllerin otoritesini kabul edemem. Zira bunlar kendi aralarında çelişmekte ve benim vicdanım da sadece Tanrı'nın sözüne bağlıdır. Bu sebeple hiçbir görüşümden dönmüyorum çünkü kişinin vicdanına rağmen yazdıklarını inkar etmesi doğru ve güvenilir olmaz. Tanrı yardımcım olsun".
… …
…. .. 1524, Almanya'da karışıklıkların yaşandığı bir yıldı. Köylüler Luther'in öğretileri doğrultusunda ekonomik koşullarının iyileştirilmesi için ayaklandı. Liderleri arasında Wittenberg'de eğitim almış bir ilahiyatçı olan Thomas Müntzer de vardı. Luther köylülerin saldırılarına karşı bir kitap yazdı ve ayaklanma Frankenhausen'de bir çatışmada 50 bin kadar köylünün öldürülmesiyle sona erdi, Protestan rahiplerden bazıları Katolik prensler tarafından idam edildi ve köylüler Luther'in kendilerini aldattığına inandı. … ..
… ..
Protestanlara özgürlük tanıdı. … ..
(Roma'da Şeytan Tarafından Kurulmuş Papalığa Karşı) eseriyle Papalığa son darbesini indirdi. … …
Avrupa'da o zamana kadar tek mezhep olan Katolikliğin bölünmesine ve genel olarak Reform Kiliseleri adı verilen yeni oluşumların doğmasına yol açmıştır: Daha çok Almanya, Avusturya, İskandinavya'da (ve dolayısıyla ABD'de) yaygın olan Lutheryan Kilisesi ve özellikle İsviçre, Fransa, Hollanda ve İskoçya'da (dolayısıyla ABD'de) bulunan Presbiteryen Kilise, daha çok İngiltere'de ve dünyada Büyük Britanya'nın etkili olduğu ülkelerde hakim olan Anglikan Kilisesi.
*Ütopya - Vikipedi (wikipedia.org)
*Ütopya; aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplum.
Ütopyalar, bugün gerçekleşmesi imkânsız toplum tasarımlarıdır. Köken olarak Yunanca "yok/olmayan" anlamındaki ou, "mükemmel olan" anlamındaki eu ve "yer/toprak/ülke" anlamındaki topos sözcüklerinden türemiştir. Kullanımı Thomas More'un 1516'da yazdığı De Optimo Reipublicae Statu deque Nova Insula Utopia veya kısaca Utopia isimli kitabıyla yaygınlaşmıştır.
Ütopyalar üzerine görüşler iki biçimde ortaya çıkmıştır. Bir kısmı özendirici, istenen nitelikte, diğer bir kısmı ise korkutucu, ürkütücü ütopyalardır.
*Desiderius Erasmus - Vikipedi (wikipedia.org)
*Desiderius Erasmus[1] (28 Ekim 1466, Rotterdam - 12 Temmuz 1536, Basel), Kuzey Avrupa Rönesansı'nın önemli Felemenk felsefeci[2][3] ve klasik edebiyat araştırmacısı, hümanist bilgin ve ilahiyatçı.[4]
Günümüzde, Rönesans’la birlikte ortaya çıkan hümanizm akımının yaratıcılarından ve en büyük temsilcilerinden biri olarak bilinen Rotterdamlı Erasmus, 1465 yılında Hollanda'nın Rotterdam kentinde doğdu. Ayrıca bugünkü ortaöğrenimi karşılayan bir öğrenim döneminin ardından Augustin tarikatına girerek rahip oldu. Ancak hiçbir zaman geleneksel anlamda bir rahip olarak etkinlik gösteremedi; kendini daha çok bilime adamak istediği gerekçesiyle, dini makamlardan "cüppe giymeme" iznini aldı.[5] Paris Üniversitesi'ne devam etti. 1499'da İngiltere'ye gittiğinde, John Colet, Thomas More (Morus) gibi aydınlarla tanıştı ve bu dostluklarla ufku daha da genişledi.
Papalığın düşünceler üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı çıkarak, gerçek Hristiyanlık ruhunu antik çağın yalınlığında aradı. Güzel sanatların ve bilimlerin yayılmasını, Avrupa'nın ortak bir sanat ve bilim anlayışının çatısı altında birleşmesini, hümanizmin birinci koşulu saydı. Özgün yapıtlarıyla ve çevirileriyle antik çağ düşüncesinin Avrupa'da yayılmasına çok büyük katkılarda bulundu. Martin Luther'in reformları başladığında, kilisenin yenilenmesi görüşüne katılmakla birlikte, Hristiyan dünyasının kargaşaya, parçalanmaya sürüklenmesine şiddetle karşı çıktı.
1536'da Basel'de öldüğünde[4] Avrupa'nın düşünce yaşamında papaların bile ziyaretine geldikleri bir kişi olacak kadar saygın bir yer edinmişti.
Bütün yaşamı boyunca Latince konuşup yazan Erasmus ölmeden önceki son sözlerini ana dilinde söylemişti: "lieve God" (Sevgili Tanrı)
Deliliğe Övgü (özgün adıyla: Morias enkomion seu laus stultitiae), Erasmus'un canlılığını, geçerliliğini ve çekiciliğini günümüze değin değişmeden koruyabilmiş tek yapıtıdır. Bu küçük kitabın taslağını 1509 yazında, İtalya'dan İngiltere'ye yaptığı yolculuk sırasında çıkaran Erasmus, yazma işini İngiltere'de, dostu Thomas More'nin evine vardıktan kısa süre sonra gerçekleştirdi; kitabı da Thomas More'a adadı. Yapıtını birkaç gün gibi kısacık bir sürede tamamlayan Erasmus, bu arada hiçbir kitaptan yararlanmadı.
Düşünce yapısı ve eserleri:
… ..Deliliğe Övgü
Hıristiyan Savaşçısının El Kitabı
... ..
*Töz - Vikipedi (wikipedia.org)
*Töz ya da cevher, değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefi kavram. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan.
Töz, felsefi anlamda evrenin varoluşunu açıklamaya çalışan felsefelerin ilk öğe olarak düşündükleri varlık, öz, değişen şeylerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavrama verilen isimdir.
John Locke, Latince altta bulunan şey anlamına gelen töz (substantia) deyiminden ne anlaşılması gerektiğini şöyle açıklamaktadır: "Niteliklerin yalnız başkalarına var olmakta devam etmelerini kavrayamıyoruz. Zorunlu olarak bunlara destek olan başka bir şeyin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Destek olan şeyin birçok nesnelerde bulunduğunu varsıyıyoruz, işte bu ortak desteğe töz adını veriyoruz."
Rene Descartes da şöyle demektedir: "Tözü düşündüğüm zaman var olmak için kendinden başka hiçbir şeyin varlığına muhtaç olmayan bir şeyi düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse böyle olan yalnız Tanrıdır."
Baruch Spinoza da şöyle diyor: "Töz sözcüğünden, kendiliğinden ve kendisi için var olanı anlıyorum. Bu kavramın meydana gelmesi için başka bir kavrama ihtiyaç yoktur."
Bilim doğada değişmeyen bir nesne ya da gerçeklik bulunmadığını savunmaktadır. Bunun yanında bazı modern teoriler, varlıkların maddesel olarak değişiklik göstermeyen ortak maddeler olan kuarklardan meydana geldiğini öne sürmektedir.[özgün araştırma?]
Diyalektik felsefede töz, özdek demektir.
Erasmus ve Zweig ütopya peşindeler. İnsanlığın ilk ortaya çıkışından beri, Habil - Kabil olayından başlayarak farklılıkların neden olduğu kötülükler varlığını devam ettirmektedir. Bunun karşısında kurallar ve otoritenin kurumsallaşması ve insancıl duyguların barış ve huzur sağlamasına yönelik gayretler de devam edegelmektedir. Kitabın sonunda, çözüm çıkacak mı ben de merak ediyorum.
YanıtlaSilZweig’in satır aralarında vurgu yaptığı üzere, “Hümanizmin il dönemlerinde egemen olan inanç -ve aynı zamanda güzel, fakat ne yazık ki yanılgıydı!-, işte buydu: Erasmus ve onun gibi düşünenler, aydınlanma yoluyla insanlığın ilerlemesini olanaklı görüyorlar, bireyin ve toplumun yazılar, araştırmalar ve kitapların yaygınlaştırılmasıyla eğitilebileceğine inanıyorlardı…” … sonuçta, “hayatın kesin bir uyuma kavuşturulması” hedefine vurgu yapılması hâlâ ulaşılması mümkün olmayacak gibi görünüyor… iyimserlik, iyi niyet vb. yeteli mi sorusunu sormalıyız….
SilDüşmanlıkların olmadığı, tek dilin kullanıldığı, dünya vatandaşı olmak, ortak bir Avrupa kültürü,şu ya da bu ülkenin üstünlüğü değil ama birbirlerine kardeşlik duyguları ile bağlı olmak, insanlığpın esenlipini hedef almak, ulus ayrımın olmaması konularının konuşulduğu süreçte Katolik Kilisesi’nin uygulamaları ve Luther'in fikirlerinin ortaya çıkardığı yeni düşünceler; Erasmus’un,ü insan yaşamının her yönünü için öngördüğü birleştiricilik rolünü dağıtmaya yetmişti….
SilUç noktalarda birbirleriyle mücadele eden fikir çatışmaları ve onları orta noktada buluşturmayı hayal eden iyi niyetli Erasmus…
SilYansız kalmak isterken bütün taraflardan uzakta kalan bir Erasmus…
SilDevamında, Otuz Yıl Savaşları, Yüz Yıl savaşları….
SilZweigh, eserinin sonunda bu konudaki görüşünü zaten şöyle ifade etmekte: " Avrupa uluslarının en tutkulu güçlerini harekete geçiren , birliktelik değil, ama hasımlık oldu. Buna karşılık Erasmus Anlayışı’nın tarihi biçimlediğine ve Avrupa’nın kaderinde gözle görülür, elle tutulur bir rol oynadığına hiç rastlanmadı: Karşıtlıkların adalet düşüncesinin potasında bağdaştırılmasına, eritilmesine ilişkin yüce Hümanizm düşü, ulusların ortak bir kültür çatısı altında birleşmesi, gerçekleşmeyen ve içinde yaşadığımız gerçeklikle belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir ütopya olarak kaldı."
SilYazar "ütopya" vurgusu yapmış olmakla birlikte, Erasmus Anlayışı'nın tarihin karanlık sayfalarında kalacağı gibi bir düşünceye de sahip değil ve aşağıdaki düşünceleri paylaşarak, sanki "Her şeyin bir zamanı vardır... " demeye getiriyor: "Hiçbir zaman galebe çalmış bir gerçekliğin kalıbına girmeyen düşünce bile , o evrende dinamik bir güç olarak etkili kalır; en aşılamayan ve unutulamayan idealler ise özellikle gerçekleşmemiş ideallerdir. Bundan ötürü bir düşüncenin daha gerçekleşmemiş oluşu, o düşüncenin ne yenilgisini ne de yanlışlığını kanıtlar; bir zorunluluk, gecikme yüzünden daha az zorunlu olmaz; tam aksine, yalnızca gerçeklerin alanına girip eskimemiş ve yanlışlıkları kanıtlanmamış olan idealler, ahlaki gelişmenin bir öğesi olarak her yeni kuşakta etkinliğini sürdürür. … .."
Sil