Ay Peşinde
Anadolu’da Bahar
Kervanda Muaşaka
Ne Zannederdim
Yolum ne zaman Anadolu içlerine düştüyse dağlarına, kırlarına, derelerine bakar:
“Beş yüz seneden beri bu dağlarda düşman bayrakları dalgalanmadı, bu kırlarda düşman ayakları gezinmedi, bu derelerde düşman atları sulanmadı, bu yerler düşman istilası görmedi…” der, yüreğimde bir ferahlık duyar, etrafıma sevinçle, gururla göz gezdirip teselli ve sükûn bulurdum Umumi harpten evvel Trablus’ta asker mukavemete çabalarken İzmir içlerine sokulmuştum; Tire’de oturuyor ve at sırtında . dap, tepe mütemadiyen gezip tozuyordum. Bana bu yerler ilelebet harp sahası olmaz, düşmana güzergâhlık edemez, top ve tüfek sesi duyamaz, yabancı istilası göremez gibi gelirdi.
“İşte” derdim, ”ne olursa olsun, ister Trablus’u verelim, ister Girit’i bırakalım buraları her halde bizimdir, bizde kalacak, Türkün elinden burasını almaya kimse kalkmayacaktır!”
Bu düşünce içime serinlik ve zihnime rahatlık verir, atımı neşe ile kamçılar ve çoşkun Menderes’i atlar, tütün ovalarına, pamuk tarlalarına, servet ve sâmân (*servet ve zenginlik) taşan tarlalara dalar, koşar, keyiflenirdim. Bu araziye mülkümdür, memleketimdir diye bakan bir adam nasıl keyiflenmezdi? Toprağı biraz eşelemek ve üstüne bir avuç tohum serpmek koca bir ambarı doldurmaya kâfi gelirdi; feyiz ve bereket o yerlerde adeta şahlanır, bakla, buğday veya arpa adeta azar, insana büyüye yüksele göklere erecek, yıldızlara sarılacak tesirini yapardı.
“Evet,” derdim, “Trablus’u kaybettik, fakat şurası, şu mahsulü bl Türk ülkesi bizim ya! Derken zaman geçti, Balkan Harbi başladı, mağlup olduk, Rumeli verildi. Konya’ya gidiyordum. İzmit’ten sonra tren bir meyve ormanına daldı; dallar mahsulleri çekmiyordu; istasyonlar malla dolmuştu; lokomotif bir yokuşa kendisini vermiş çıkıyor, çıkıyor, her adımında daha fazla bereketleşiyordu. O
Karasu Vadisi neydi? Köpüklü suları, yemyeşil tarhları ve yüce ağaçlarıyla bir cennet… Sonra Karaköy, Bozüyük ve o Eskişehir Ovası, o Eskişehir beldesi…“Yazık oldu da Rumeli elimizden gitti” diye düşünüyordum, “fakat işte halis bir Türk iklimi ki kimse göz dikemez ve ayak süremez… Henüz bakir ve pak, buralarını azim ile, intibah (*uyanma) ile idare edersek bize talih tekrar yüz gösterebilir ve Türk bayrağı şerefini kurtarabilir!”
Eskişehir kasabasında uykuya vardığım zaman kendimi her yerden fazla emniyette görüyor:
“İşte Türk âleminin canevindeyim, müsterihim!” diyordum. Ya tren Eskişehir’den kalkıp da Konya Ovası’na dalınca baktım ki daha elimizde dünyalar var… Sulama setleri yapılmak şartıyla mahsulünü çift hatlı trenler taşıyıp bitiremezdi! Bu seyahatimde beni teselli etti. Hiçbir devlet bu yerleri istila hakkını, kuvvetini haiz değildi, buraları müebbeden, düşman ayağı görmeden bizimdi.
Umumi harp Sinop’ta iken başladı; ikinci senesi oradan kalktık, Kastamonu ormanlarını geçerek Çorum’u boyladık. … ..
… ..
Üç Nehir
Sakarya Zaferinden Evvel
Hiçten Saadetler
Hiçten Felaketler
Çay Belası
Hürmet Görenler
Canlı Vesikalar
Metampsikoz
Akrabayı Ziyaret
Eski Yaz Aşkları
… ..
Kış geldi firâk açmadadır sîneme yâre
Vuslat yine mi kaldı güzel başka bahare
Bâri bulayım söyle de sen derdime çâre
Vuslat yine mi kaldı güzel başka bahare
Zavallı Boğaziçi
,Kendime Dair
Ayrılık, Gayrılık
O zamanki hükümetin bir yasağı üzerine
Üzüm ve İpek
Bir Keyif de Budur…
Gideceklere Tavsiyelerim
Velinimetim, Sebebi Hayatım Cemiyet!
Bekçiler Lehinde
Levhai Mazi
Fena Huylarımdan Biri
Nasıl Evlenirler?
İki Ruzname
Hulya ile Hakikat
Süslü Koca
Bir evli hanımın hatıra defterinden
Şair Koca
Bir evli hanımın hatıra defterinden
Sporcu Koca
Bir evli hanımın hatıra defterinden
Bir Mücadele Cemiyeti
Doğru ve Yalan
Aile oyunu, bir perde
(Bir gece, zevc yorgun, erken yatıp uyumak arzusunda; zevce ise “vapurla İstanbul’a inelim, tiyatroya gidelim ve gece dönelim,” diyor.. Vapura ancak üç çeyrek var…),
Zevce: “Hadi kalksana… Ben hazır gibiyim, bir manto giyeceğim.”
Zevc: “Peki, peki! Fakat biraz başım ağrıyor da ne olur, yarın akşam inelim!”
Zevce: “Hayır, Şaziment’e söz verdim, onlar da bu vapura gelecekler…”
Zevc: “İçimde bir hüzün var. Neşesizim, bugün bir münasebetsizlik oldu, öyle üzüldüm ki..”
Zevce: “Yolda anlatırsın… Hem açılırsın da… Bak hava ne güzel, deniz kim bilir ne hoştur!”
Zevc: “Ah Leman, ben sana karşı bir kabahat ettim, azap içindeyim, itiraf etmeden gönlüm rahat etmeyecek!”
Zevce: (Merakla) “Ne gibi?”
Zevc: Bugün eve dönerken, vapurda…”
Zevce: “Eee?”
Zevc: “Billahi bizler, erkekler, sizlerden, kadınlardan bin kere daha suçlu, daha hain, nasıl diyeyim, daha azgınız… Vapurda orta salonda oturuyordum, gözüm ilişiverdi; bir kadın, uzun boylu, dolgunca genç bir kadın…”
Zevce: Hıristiyan mı?”
Zevc: “Hayır, hayır, Müslüman! Tam benim tipim, yarı Tatar siması, gözleri biraz çekik, aynı zamanda yumuk da… Kaşlar ince, incecik; gözleri hemen hemen ortasından başlayıp şakaklara doğru fazla uzanıyor, en sevdiğim kaşlar, bilirsin ya, böyle kaşlardır!”
Zevce: “Peki sonra?”
Zevc: “Bilmem kadınlarda da olur mu? Bizde olur; bazen birden, yüreğimiz burkuluverir; artık aile, evlat, zevce hisleri, elektrik cereyanı kesilmiş teller gibi damarlarımızda soğuyabilir, temiz hisleri nakle yarayan damarlarımız hiçbir işe yaramaz hiçbir şey ifade etmez, derhal gayrinakil, ölü bir hale girer ;nazarımızda bütün bütün dünya silinir, bir ‘’ kalır, o, o kadın!”
Zevce: “Neler diyorsun? Neler diyeceksin? Çıldırdın mı?”
Zevc: “Belki… Belki değil, muhakkak, evet çıldırdım… Kasın, kalın ve kırmızı dudaklarında garip, manalı, hırslı bir tebessümle geçti. Geçti ama aklım hep onda kaldı. İskeleye yanaşıncaya kadar ilk aşkına tutulmuş çocuk gibi, ben, bu kırk yaşındaki adam, çırpıntıdan ölüyordum… Bırak, sözlerimi kesme, hepsini sana, sonuna kadar anlatacağım. Vapur yanaşır yanaşmaz fırladım, çıkmasını bekledim. Baktım, gel
yordu, yaklaştı, yanaştı, geçti; arkasından yürüdüm. Bilet toplanan yerde yan yana tesadüf ettik; kulağının mini mini ucunu ve çerçeveleyen bir büklüm sarı saçını görüyordum. Omzum bir aralık koluna dokundu, sanki yüreğim içimde yeri
nden koptu, sarsıldım; ya rayihası? Senin eski kokun.”
Zevce: “İris mi?”
Zevc: “Evet, iris, hem aynı fabrikanın… Şİmdi meydanlıkta, önümde onu daha iyi görüyordum, üzerinde ne manto, ne kap (*kadınların giydiği kolsuz üstlük) vardı, iyi bir terzi elinden çıkmış ciddi, simsiyah bir elbise podüsüet ufacık, tek düğmeli, atkısız, kapalı iskarpinler ve elinde siyah bir şemsiye… Evet, bir şemsiye…Meğerse şemsiye hanımlara ne kadar yaraşıyormuş; çoktandır bu güzel âdet kalkmıştı… Ne oynak, ne de ağır olmayan bir yürüyüşle, etrafına kayıtsız, yürüyordu; herkes ona bakıyor, beğeniyor, takdir ediyordu. İçimden, ‘keşke bizim tarafa doğru gitse,’ diyordum; aksi gibi aşağı caddeye saptı.”
Zevce: “Sen, sen de mi saptın?”
Zevc: “Evet, bu deliliği de yaptım… Affet!”
Zevce: “Söyle, devam et! Alçak!”
Zevc: “Hakkın var, ne desen haklısın! Ben de saptım, artık yol tenhalaşmıştı, rüzgâr da esiyor, siyah elbise ne güzel dalgalanıyor, ne hoş çırpınıyordu… ‘Eyvah,’ diyordum, ‘hayatımda en korktuğum felaket buydu, bu tipte bir kadına rast gelmekti, artık bittim!’ Sen ara sıra gözümün önüne geliyordun, ağlayacak kadar müteessir oluyordum, fakat gene yürüyor, bu siyah eteği takip ediyordum. Birden…”
Zevce: “Söyle!!!”
Zevc: “... Birden kadın döndü, ben sapsarı kesildim, düşecektim; bakamıyordum; hatta bir aralık kaçmayı, tersyüzüne oradan uzaklaşmayı düşündüm. Fakat o, dudaklarında tebesssüm bana bakıyor, bir şey söylemek ister gibi duruyordu…”
Zevce: “Söyledi mi? Konuştunuz mu?”
Zevc: “Evet!”
Zevce: “Ne dedi?”
(Odadaki saat dokuz buçuğu çalar.)
Zevc: “Vapuru kaçırdınız, artık, artık İstanbul’a inemezsiniz, karı koca evinizde tatlı tatlı, rahat rahat oturunuz,” dedi.
Zevce: “Hain, demek bana vapuru kaçırtmak için bu yalanları uydurdun?”
Zevc: “Şüphe mi var? (içinden) Lakin ne nefis, ne mükemmel kadındı o!”
Mizahta Ehliyet
İstikbalime Dair
*Ay Peşinde & Refik Halid Karay
2009, İnkılap Kitabevi
*Edmond Rostand - Vikipedi (wikipedia.org)
*Edmond Eugène Alexis Rostand (Fransızca telaffuz: [ʁɔstɑ̃]; 1 Nisan 1868 – 2 Aralık 1918) Fransız şair ve oyun yazarı. Neo-romantizm akımına bağlıdır ve en çok Cyrano de Bergerac isimli tiyatro oyunu ile bilinir. Rostand'ın romantik tiyatro oyunları ondokuzuncu yüzyılda pek popüler olan natüralist tiyatrodan çok farklıdır. Bir diğer Rostand eseri Les Romanesques bir müzikal komedi olan The Fantasticks'e uyarlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder