23 Aralık 2023 Cumartesi

Martin Eden*


 

Jack London’ın yarı otobiyografik romanı Martin Eden, 20. yüzyıl başında sosyal ve ideolojik meseleler ağırlıklı içeriğiyle Amerikan edebiyatında büyük ölçüde kabul görmüştür. London farklı sınıflar arasındaki zihniyet ve değer farklarını gözlerimizin önüne sererken, statü ve servetin Amerikan toplumundaki hayati önemine işaret eder. Romanın ana temalarından biri, başarı ve refah yolunun sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin herkese açık olduğu şeklinde özetlenebilecek Amerikan Rüyası’dır Ya da bu idealin yarattığı muazzam hayal kırıklığı…

… ..   Martin’in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık…


Sonra döndü ve kızı gördü.Beyninden peş peşe geçen görüntüler o anda silindi. Solgun, semavi bir varlıktı; insanın ruhuna işleyen kocaman mavi gözleri, altın sarısı gür saçları vardı. Üzerine ne giydiğinin farkına varamadı, ama giysilerinin de en az kendisi kadar muhteşem olduğunu biliyordu. Onun narin sapının üzerindeki soluk altın sarısı yapraklarıyla zinya çiçeğine benzetti. Ama hayır, bir ruhtu o, ilahi bir varlıktı, tanrıçaydı; böylesine yüce bir güzellik bu dünyaya ait olmazdı. Yoksa kitaplar doğru mu söylüyordu, üst tabakalarda onun benzerleri çok muydu? Swinburne denilen o adamın yazdığı şiirlerde geçen biri olabilirdi pekâlâ. Belki şair, sehpanın üzerinden aldığı kitapta okuduğu şiirde Iselut’u betimlerken aklında bu kıza benzeyen biri vardı. Tüm bu görüntü, duygu ve düşünce bolluğu bir anda zihnine hücum etmişti. İçinde hareket ettiği gerçeklik hiç sekteye uğramamıştı. Kızın elinin kendisine doğru uzandığını gördü. Kız doğrudan gözlerinin içine baktı ve bir erkek gibi samimiyetle tokalaştı onunla. Halbuki gencin tanıdığı kadınlar böyle tokalaşmazdı. Ayrıca, çoğu hiç tokalaşmazdı. Şimdiye kadar kadınlarla tanışmak

için kullandığı çeşitli yöntemlere ilişkin bir çağrışım ve görüntü selinin kafasına doluşup onu batağa sürükleyeceği tehdidini hissetti. Ama tüm o düşünceleri silip attı ve kıza baktı. O güne kadar asla böyle bir kız görmemişti. Tanığı kadınlar! Bir anda kızın iki yanında da tanıdığı kadınlar belirdi.  Sonsuzluk kadar uzun süren bir saniye boyunca, merkezinde Ruth’un yer aldığı bir portreler galerisindeydi sanki; iki yanındaki bir sürü kadının görüntüsünü, ölçü ve tartı birimi kız olan bir bakışla tartıp ölçüyordu. Fabrika kızlarının zayıf ve hastalıklı yüzleri Market Caddesi’nin güneyinde oturan şamatacı kızların sıtışları gözlerinin önüne geldi. Sığır çiftliklerindeki kadınlarla, sigara tüttüren Old Mexico (*Günümüzde ABD’nin en zengin eyaleti olan California, eskiden Meksika’ya aitti. ABD-Meksika arasındaki savaşta yenilen Meksika , iki devlet arasında 1848 yılında yapılan anlaşmayla California ile birlikte bugünkü New Mexico, Arizona, Nevada, Utah ve Wyoming ile Colorado eyaletinin bir kısmından oluşan büyük bir araziyi 15 milyon dolara ABD’ye satmak zorunda kaldı. Buralarda yaşayanlarsa ya Meksika’ya gidecek ya da ABD vatandaşı olacaktı. Burada, Abd’de kalan Meksikalılar. kastediliyor ) esmerleri vardı sonra, Ardından tahta takunyaları üzerinde küçük bebek gibi Japon kadınları, ince hatlı ama dejenere olmuş Avrasyalı kadınlar, çiçeklerden taçlar takan esmer tenli dolgun Güney Denizi kadınları, Kâbuslardan çıkma tuhaf ve korkunç bir sürü tarafından yok edildi: Whitechapel’in kadınları kaldırımlarda sürten acuzeler, içkiden şişmiş genelev kocakarıları, dişiliklerini kullanıp denizcileri avlayan cehennem kaçkını acımasız, bozuk ağızlı yosmalar, rıhtım döküntüleri, insanlık çukurunun çamur ve pislik tabakası

… ..

… ..

… ..

… .. Dünya senin için bir Çin bulmacasıyken ve varoluş düzeni hakkında yazabileceğin tek şey, onu hiç bilmediğinken, sen tutmuş dünyayı ve varoluş düzenini yazmak istiyorsun. Neyse, , hadi biraz neşelen oğlum Martin. Ona da sıra gelecek Az, hem de çok az biliyorsun ama daha çok bilmeni sağlayacak doğru bir yolda gidiyorsun. Eğer şansın yardım ederse, ileride bir gün bilinebilecek her şeyi bilirsin. Sonra da yazarsın.” 

Sessizce dinleyip kabul etti; kendi derslerinden bu konuyu zaten biliyordu sanki. Martin'i heyecenlendırdığı gibi kıpırdatmamıştı onun içini; aslında Martin şöyle ertaflıca bir düşünseydi, Spencer’ı onun da kendisi gibi yeni tanıyacağını sanmasına başta kendisi şaşırırdı. Arthur ile Norman’ın da evrime inandıklarını ve Spencer’ı okumuş olduklarını gördü; ama üzerlerinde, Spancer’a dudak bükerek “Bilinmeyen dışında Tanrı yoktur, Herbert Spencer da onun peygamberidir” şeklindeki iğneleyici vecizeyi tekrarlayan Will Olney isimli karışık saçlı, gözlüklü genç kadar bile etkisi olmamış gibi görünüyordu.

… ..

… ..

Martin tartışmayı yakından izliyor ve Olney’yi haklı görmesine rağmen Rurh’a karşı laubali tavrına içerliyordu.Onları dinledikçe aklında yeni bir aşk kavramı şekillendi. Aşkın akılla alakası yoktu. İnsanın âşık olduğu kadının mantıklı düşünüp düşünmemesi önemli değildi. Aşk, aklın üzerindeydi. Ruth’un, Martin’in meslek ihtiyacını tam anlamıyla değerlendirememesi durumunda bile Martin'in sevgisi zerre kadar azalmayacaktı. Ruth, âşık olunacak bir kızdı, ne düşünürse düşünsün.

… ..

… ..

Martin yine de kırıldı Ruth’un eleştirisi hakkaniyetliydi. Bunu biliyordu, ama o hikâyesini okuldaki gibi düzeltilsin diye paylaşmamıştı Ruth’la. Ayrıntılar o kadar önemli değildi; onların icabına bakılırdı. Hataları düzeltebilir ve hatasız yazmayı öğrenebilirdi.Hayatın içinden büyük bir şey yakalayıp bunu hikâyesinin içine hapsetmeye çalışmıştı. Ruth’a okuduğu şu veya bu yapıdaki cümleler, noktalı virgüller falan değil, hayattan çıkardığı o büyük şeydi. Ruth’un da kendisiyle birlikte ona ait olan bu büyük şeyi hissetmesini, onu kendi gözleriyle gördüğünü, kendi beyniyle tutup oradan çekip aldığını ve kendi eliyle yazdığı kelimelerle tutup sayfalara yerleştirdiğini duyumsamasını istiyordu. Maalesef bu gizli niyetini yerine getirememişti.   … ..    Hayal kırıklığını gizleyip, gelen eleştirileri direnmeden kabul etti. Ruth, Martin’in içindeki güçlü uyuşmazlık akıntısının derinlerinde çağlayarak aktığını anlayamadı.

… ..

… ..

… .. Eli, masanın altında gizlice yanında oturan Ruth’un elini aradı, sıcacık bir temas alışverişi oldu. Kısa ve hızlı bir bakış atan Ruth’un gözleri ışıl ışıldı, erimiş gibiydi. O gözlerdeki ışıltı ve erimişliğin büyük kısmının, kendi bakışlarında gördüklerinden kaynaklandığını fark etmese de içini dolduran heyecan dalgası içinde Martin’in de gözleri pırıl pırıldı. … ..

… ..

Bir pazar akşamıydı ve küçük salonu çoğu işçi sınıfına mensup Oakland’lı sosyalistlerle tıklım tıklım dolu buldular. Kürsüdeki kişi zeki bir Yahudiydi ve hem Martin’in hayranlığını kazandı hem de ona ters geldi. Adamın dar omuzlarıyla sağlıksız göğsü kalabalık bir gettonun çocuğu olduğunu ilan ederken, zayıf ve sefil kölelerle onlara hükmeden ve zamanın sonuna kadar da hükmetmeye devam edecek olan bir avuç azametli efendi arasında çağlardır süren mücadeleyi bütün gücü ile hissetti Martin. Şu ufak tefek pörsük yaratık, bunun simgesiydi. Biyolojinin yasalarına göre hayatın hudutlarında helak olan zayıf ve etkisiz insanlardan oluşan bütün o sefil  yığınları temsil eden kişidi Güçsüzlerdi,yetersizlerdi. Kurnaz felsefelerine ve karıncalar gibi birlikte çalışmaya eğilimli olmalarına rağmen , Doğa Ana olağanüstü insan lehine onları reddetmişti. Doğa Ana ki doğurgan etrafa saçtığı mebzul miktardaki hayat tohumunun sadece en iyilerini seçiyordu. Yarış atlarının ve hıyarların soylarını geliştirirken insanın taklid edip kullandığı yöntem de buydu. Şüphesiz Kozmoz’un yaratıcısı çok daha iyi bir yöntem geliştirebilirdi, ama bu özel Kozmoz’un yaratıkları, bu özel yontemi sineye çekmek durumundaydılar. Elbette yok olurken kıvranıp debelenmeyecekler  demek değildi bu;tıpkı sosyalistlerin kıvranması gibi, tıpkın kürsüdeki konuşmacının ve hayatın ceremesini asgariye indirip zekâlarıyla Kozmoz’u alt edebilecekleri yeni bir mekanizma geliştirmek üzere onunla fikirleşen ter içindeki kalabalığın o anki kıvranması gibi.

Martin böyle düşünüyordu ve Brissenden kalabalığını canına okusun diye onu sıkıştırınca böyle konuştu. . İtaat ettiği bu talimat uyarınca kürsiye çıktı, âdet olduğu üzere başkana selam verdi. Düşük bir sesle, dura dura, Yahudi konuşurken kafasında oluşmaya başlayan fikirleri belli bir düzene sokarakkonuşmasına başladı. Bu tür toplantılarda her konuşmacıya beş dakika verilirdi. ve süre dolduğunda, kalabalığın doktrinine yönelik saldırısında hızını alan Martin, yolu ancak yarılamıştı. Dikkatlerini çekmişti dinleyicilerin; onlar da bağıra çağıra Martin'in süresinin uzatılmasını istediler. Zekâlarına denk birdüşma olarak takdir ettikleri Martin’i her kelimesini dikkatle dinlediler. O da ateşle, inançla konuştu; kölelere, onların taktiklerine ve ahlaklarına ince eleyip  sık dokuyarak değil, sözünü sakınmadan saldırdı; bahsettiği kölelerin onlar olduğunu dobra dobra dile getirdi. Spencer’dan ve Malthus’tan (*Nüfus bilimi ve siyasi iktisat alanında eserler vermiş İngiliz ruhban ve akademisyen Thomas Robert Malthus(1766-1834). Tanınmasına ve adının Martin Eden’da yer almasına neden olan çalışması, nüfus üzerine olanıdır.Malthus, nüfuzun geometrik oranda, besin maddelerinin ise aritmetik oranda arttığını, yani bir süre sonra besin maddelerinin nüfusa yetmeyeceğini ileri sürdü. Bu gidişatı yavaşlatacak iki unsur vardı: 1. Kıtlık, hastalık ve savaş gibi yöntenler uygulayan doğa, 2. Doğum kontrolü, , kürtaj, fahişeliğin yaygınlaşması, insanların daha geç yaşlarda evlenip daha az çocuk sahibi olması ve cinsel perhiz gibi önleyici yöntemler uygulayan insanlar. . Malthus’a göre  devlet , bu nüfuz felaketinden korunmak istiyrsa, fakir halkm kesimlerine herhangi bir yardımda bulunmamalıydı. BU konuları, çok büyük tartışmalara neden olan An Essay on the Principlevof Population adlı kitabında ele aldı. Malthus’un etkisi ve gündeme getiriği konularla ilgili tartışma, günümüzde de devam ediyor.) alıntılar yaptı, biyolojik gelişim yasasını anlattı.

“Yani” diye başladığı yere döndü, “kölelerden oluşan hiçbir devlet sonsuza kadar yaşayamaz. Eski gelişim yasasın işlemeye devam ediyor. Gösterdiğim gibi varoluş mücadelesinde, güçlüler ve güçlülerin soyu yaşamaya devam ederken, bu mücadele geçerli olduğu müddetçe yeni gelen her neslin gücü de artar.  Gelişim budur. Ama siz köleler-kabul ediyorum, köle olmak hiç de iyi bir şey değil- siz köleler gelişim yasasının hükümsüz kaldığı, zayıfların ve güçsüzlerin yok olmadığı, bütün güçsüzlerin her gün istediği kadar yiyip içtiği ve aynı güçlüler gibi evlenip yeni kuşaklar ürettiği bir toplum hayal edersiniz. Peki bundan nasıl bir sonuç çıkar? Gelecek kuşakların güçleri artmaz, hayatları değer kazanmaz. Tersine kaybeder. Sizin o köle felsefenizin can düşmanı işte budur. Sizin köle toplumunuzun, köleler için, köleler tarafından ve köleler vasıtasıyla zayıflatılması ve paramparça olması kaçınılmazdır, çünkü onu oluşturan hayat zayıflamakta ve parçalanmaktadır.

Dikkat edin, biyolojiden bahsediyorum, duygusal ahlaktan değil. Hiçbie köle devleti sonsuza kadar yaşayamaz ve…”

Dinleyiciler arasından biri bağırdı. “Peki ya Birleşik Devletler’e ne olacak?

“Ne olacakmış?” diye cevapladı Martin. “On üç koloni başlarındakileri atıp Cumhuriyet adını verdikleri bir yapı oluşturdu. Artık köleler, kendilerinin efendisiydiler. Artık tepelerinde kılıcıyla duran bir efendileri yoktu. Ama illa bir efendiniz olacak yoksa yaşayamazsınız.; böylece yeni efendiler çıktı içinizden: Büyük, asil ve güçlü adamlar değil, kurnazlıklarıyla örümcek ağı gibi her tarafı saran tüccarlar ve tefeciler. Siz tekrar köle yaptılar. Ama  açık söylemek gerekirse, dürüst ve asil adamlar gibi kollarının gücüyle değil de, gizliden gizliye, örümcek ağı yöntemiyle, yalan dolanla, tatlı dille kandırarak. Köle yargıçlarınızı satın aldılar,  köle vekillerinizi baştan çıkarıp doğru yoldan saptırdılar, şimdi de çocuklarınıza kölelikten çok daha ağır bir dehşeti dayatıyorlar. Bugün sizin çocuklarınızın iki buçuk milyonu, her gün Birleşik Devletler’in tüccar oligarşisi için ter döküyor. Siz kölelerin on milyonu uygun bir evde oturmuyor ve yeterli beslenmiyor.

Ama bunun dönüşü yok. Hiçbir köle toplumunun sonsuza kadar yaşayamayacağını göstermiştim. Köle toplumu , yapısı gereği, gelişim yasasını geçersiz kılmak zorundadır. Yani artık hiçbir köle toplumu, bu çürümeden kaçınamaz. Gelişim yasasını geçersiz kılmak, lafta kolaydır; gücünüzü koruyacak yeni bir gelişim yasası buldunuz mu? Onu formülleştirin. Çoktan formülleştirildi mi? O zaman anlatın.

… ..

… ..


“Bitirdim ben…

Koydun lavtamı kenara.

Mor üçgüller arasında

Gölgeler asılı durdukça

Şakımak da sona erdi, şarkılar da.

Bitirdim ben…

Koydum lavtamı kenara

Eskiden bülbüller gibi erken,

Çiy düşmüş çalılarda öterken,

Kestim artık sesimi.

Yorgun bir ketenkuşuyum şimdi.

Dudağımdaki ezgiler bitti,

Öttüğüm zamanlar geçip gitti.

Birtirdim ben.

Koydum lavtamı kanara.”


… ..





s.7 

*Martin Eden & Jack Eden

Özgün adı: Martin Eden

İngilizce aslından çeviren : Levent Cinemre

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Birinci Basım: Temmuz 2014




*
Richard Swinburne - Vikipedi (wikipedia.org)

*Richard Swinburne (d. 26 Aralık 1934, Smethwick, Staffordshire, İngiltere), İngiliz felsefeci. Din felsefesi alanında birçok kitap yazmış ve analitik felsefe geleneğinde modern din felsefesinin öncüsü olmuştur. Oxford Üniversitesi'nde din felsefesi alanında profesörlük görevini sürdürmektedir. 50 yılı aşan bir süredir Tanrı'nın varlığına dair felsefi argümanların önemli bir tarafı olmuştur. Felsefede en çok katkı sağladığı alanlar ilk olarak din felsefesi ve bilim felsefesidir. Din felsefesiyle ilgili ilk çalışmaları birçok tartışmaya yol açmıştır.

… ..











*
Algernon Charles Swinburne Poems and Poetry (famouspoetsandpoems.com)


*Tristan ve İsolde - Vikipedi (wikipedia.org)

*Tristan ve İsolde 12. yüzyıldan beri birçok varyasyonla yeniden anlatılan bir romantizm hikâyesidir. Hikâye, Kernevek şövalyesi Tristan (Tristram, vb.) ve İrlandalı prenses Iseult (Isolde, Yseult, vb.) arasındaki yasak aşkları hakkında bir trajedidir. Anlatı, Lancelot ve Guinevere'nin Kral Arthur romantizminden önce gelir. Batı sanatı ve edebiyatı üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Hikâyenin ayrıntıları bir yazardan diğerine farklılık gösterse de genel konu yapısı hemen hemen aynıdır.



*Jack London - Vikipedi (wikipedia.org)

*John Griffith London (John Griffith Chaney;[1] 12 Ocak 1876, San Francisco - 22 Kasım 1916, Kaliforniya), Amerikalı gazeteci ve roman yazarı. Vahşetin Çağrısı, Martin Eden, Demir Ökçe, Beyaz Diş ve Deniz Kurdu başta olmak üzere elliden fazla kitabın yazarı olan Jack London, Dünya ticari dergi romanının öncüsü ve yazarlıktan yüksek gelir elde edebilen Amerikalıların ilklerindendir.[2]

… ..


Romanları[değiştir | kaynağı değiştir]

Jack London'ın Turtles of Tasman kılıfı

Hikâye derlemeleri[değiştir | kaynağı değiştir]

Otobiyografik anıları[değiştir | kaynağı değiştir]

Kurgu dışı eserleri ve makaleleri[değiştir | kaynağı değiştir]

Kısa öyküleri[değiştir | kaynağı değiştir]

  • "By The Turtles of Tasman"

  • "Diable-A Dog"

  • "An Odyssey of the North"

  • "To the Man on Trail"

  • "To Build a Fire"

  • "The Law of Life"

  • "Moon-Face"

  • "The Leopard Man's Story" (1903)

  • "Negore the Coward" (1904)

  • "Love of Life"

  • "All Gold Canyon"

  • "The Apostate"

  • "In a Far Country"

  • "The Chinago"

  • "A Piece of Steak"

  • "Good-by, Jack"

  • "Samuel"

  • "Told in the Drooling Ward"

  • "The Mexican"

  • "The Red One"

  • "The White Silence"

  • "The Madness of John Harned"

  • "A Thousand Deaths"

  • "The Rejuvenation of Major Rathbone"

  • "Even unto Death"

  • "A Relic of the Pliocene"

  • "The Shadow and the Flash"

  • "The Enemy of All the World"

  • "A Curious Fragment"

  • "Goliah"

  • "The Unparalleled Invasion"

  • "When the World was Young"

  • "The Strength of the Strong"

  • "War"

  • "The Scarlet Plague"

  • "The Seed of McCoy"

  • "The Sundog Trail"

  • "Batard"

  • "The King of Mazy May"

  • "South of the Slot of fun"

Oyunları[değiştir | kaynağı değiştir]



*Martin Eden - Vikipedi (wikipedia.org)

*Martin Eden, 1909'da Amerikalı yazar Jack London tarafından yazılan ve yazar olmanın mücadelesini veren genç işçi Martin Eden'i konu edinen romandır. Kitabın yazarı olan London'ın aksine protagonist Eden, sosyalizmi "köle ahlakı" olarak niteleyerek reddetmekte ve onun yerine Nietzsche'nin bireyciliğine (individualizm) inanmaktadır. Jack London, romanının motiflerinden birinin de Eden'in inandığı individualizmi eleştirmek olduğunu belirtmiştir.

… ..


*Martin Eden: Zihin Kıvrımlarının Evrilişi | by Mehmet Ali Kaya | Yetkin Yayın | Medium


*Martin Eden - Jack London - Kitap Yorum ve İncelemesi - Profesörün Günlüğü - Kişisel Blog (profesorungunlugu.com)


*
New Mexico - Vikipedi (wikipedia.org)

*New Mexico, Amerika Birleşik Devletleri'nin güneybatı kesiminde bulunan bir eyalettir. Başkenti Sante Fe, en büyük şehri Albuquerque'dir. 1 Temmuz 2019 itibarıyla nüfusu 2.096.829'dur. New Mexico 4 ana bölgeye ayrılabilir: Great Plains (Büyük Düzlükler), Rocky Dağları, Colorado Platosu ile Basin-Range Bölgesi. İngilizce ve İspanyolca eyaletin resmi dilleridir.

… ..






*Oakland, Kaliforniya - Vikipedi (wikipedia.org)

*Oakland, ABD'nin Kaliforniya eyaletinde San Fransisco'nun da dahil olduğu "San Fransisco Körfezi"nde kıyısı olan bir şehirdir. Şehir, San Fransisco'yla köprüler aracılığıyla bağlanır. Şehrin nüfusu 2006 verilerine göre

420.183, yüzölçümü ise 202.4 km²'dir. Şehrin belediye başkanı ise Ron Dellums'tur.

Şehir, Kaliforniya'daki en büyük şehirlerden biridir. Bununla beraber, San Fransisco'ya coğrafik olarak yakın olması ve genel olarak ulaşımın kolay olması sebebiyle, Oakland, bol nüfuslu bir yerdir.


… ..


*East End - Vikipedi (wikipedia.org)

*East End, Londra'nın doğusunda bulunan bir bölgedir. Bölge, Londra Şehri'nin doğusunda Thames Nehri'nin kuzeyinde yer almaktadır ve daha geniş Doğu Londra'nın tarihi çekirdeğini oluşturur. Genel olarak kabul edilmiş

sınırlara sahip olmamakla birlikte Lea Nehri'nin çeşitli kanalları genellikle doğu sınırı olarak kabul edilir.

… ..





*Kitaptan (Ç.n.) alıntı: East End;  İngiltere'nin başkenti Londra'nın birzamanki en yoksul bölgesi. Sur dışında kalan ve on altıncı yüzyıldan itibaren “Şehrin öteki yakası”olarak görülen bölge, şehrin içinde yel alması uygun görülmeyen tabakhane, dökümhane, bira üretim evi gibi işletmelerin bulunduğu  ve giderek buralarda çalışanların. On dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar köylerden şehre göç edenlerin de ilk yerleştiği yer olan bölge gittikçe kalabalıklaştı. Bu asırda bölge

 fakirliği yerinde incelemek isteyen Jack London’ın 1902 yılında yoksul kılığına girerek bir süre yaşadığı ve

sonrasında da Uçurum İnsanları ( The people of the Abyss) adlı kitabını yazdığı yerdir. 



*Rudyard Kipling - Vikipedi (wikipedia.org)

*Joseph Rudyard Kipling (d. 30 Aralık 1865, Mumbai, Hindistan – ö. 18 Ocak 1936, Londra), İngiliz şair, roman ve hikâye yazarı.

… ..

Eserleri[değiştir | kaynağı değiştir]



*The Princess (Tennyson poem) - Wikipedia

*The Princess is a serio-comic blank verse narrative poem, written by Alfred Tennyson, published in 1847. Tennyson was Poet Laureate of the United Kingdom from 1850 to 1892 and remains one of the most popular English poets.[a]

The poem tells the story of a heroic princess who forswears the world of men and founds a women's university where men are forbidden to enter. The prince to whom she was betrothed in infancy enters the university with two friends, disguised as women students. They are discovered and flee, but eventually they fight a battle for the princess's hand. They lose and are wounded, but the women nurse the men back to health. Eventually the princess returns the prince's love.

Several later works have been based upon the poem, including Gilbert and Sullivan's 1884 comic opera




*The Princess (poem) - Wikiquote

*Prenses, Alfred Tennyson tarafından yazılan ve 1847'de yayınlanan serio-komik boş manzum bir anlatı şiiridir. Şiir, erkeklerin dünyasını terk eden ve erkeklerin girmesinin yasak olduğu bir kadın üniversitesi kuran kahraman bir prensesin hikayesini anlatıyor. Bebekliğinde nişanlandığı prens, kadın öğrenci kılığında iki arkadaşıyla üniversiteye girer. Keşfedilirler ve kaçarlar, ancak sonunda prensesin eli için bir savaşa girerler. Kaybederler ve yaralanırlar, ancak kadınlar erkekleri sağlığına kavuşturur. Sonunda prenses, prensin aşkına karşılık verir.

Prologue[edit]

  • And one said smiling 'Pretty were the sight
    If our old halls could change their sex, and flaunt
    With prudes for proctors, dowagers for deans,
    And sweet girl-graduates in their golden hair.

    • Stanza 8, line 139.

  • A rosebud set with little wilful thorns,
    And sweet as English air could make her, she.

    • Stanza 9, line 153.

Part II[edit]

  • As thro' the land at eve we went,
    And pluck'd the ripen'd ears,
    We fell out, my wife and I,
    O we fell out I know not why,
    And kiss'd again with tears.

    • Song: As Through the Land, l. 1-5.

  • And quoted odes, and jewels five-words-long
    That on the stretch'd forefinger of all Time
    Sparkle for ever.

    • Lines 355-357.

Part III[edit]


Our echoes roll from soul to soul,

And grow for ever and for ever...

  • Sweet and low, sweet and low,
    Wind of the western sea,
    Low, low, breathe and blow,
    Wind of the western sea!
    Over the rolling waters go,
    Come from the dying moon, and blow,
    Blow him again to me;
    While my little one, while my pretty one, sleeps.

    • Song: Sweet and Low, stanza 1.

  • Blow, bugle, blow! set the wild echoes flying!
    Blow, bugle! answer, echoes! dying, dying, dying.

    • Line 352.

  • O Love! they die in yon rich sky,
    They faint on hill or field or river:
    Our echoes roll from soul to soul,
    And grow forever and forever.
    Blow, bugle, blow! set the wild echoes flying!
    And answer, echoes, answer! dying, dying, dying.

    • Line 360.

Part IV[edit]

  • The splendour falls on castle walls
    And snowy summits old in story:
    The long light shakes across the lakes,
    And the wild cataract leaps in glory.
    Blow, bugle, blow, set the wild echoes flying,
    Blow, bugle; answer, echoes, dying, dying, dying.

    • Song: The Splendor Falls, stanza 1.

  • There sinks the nebulous star we call the sun.

    • Line 1.

  • Tears, idle tears, I know not what they mean,
    Tears from the depth of some divine despair
    Rise in the heart, and gather to the eyes,
    In looking on the happy Autumn-fields,
    And thinking of the days that are no more.

    • Song: Tears, Idle Tears, stanza 1, line 21.

  • Unto dying eyes
    The casement slowly grows a glimmering square.

    • Line 33.

  • Dear as remembered kisses after death,
    And sweet as those by hopeless fancy feigned
    On lips that are for others; deep as love,—
    Deep as first love, and wild with all regret.
    Oh death in life, the days that are no more!

    • Line 36.

  • O love, they die in yon rich sky,
    They faint on hill or field or river:
    Our echoes roll from soul to soul,
    And grow for ever and for ever.

    • Song: The Splendor Falls, stanza 3.

  • Dear as remember'd kisses after death,
    And sweet as those by hopeless fancy feign'd
    On lips that are for others; deep as love,
    Deep as first love, and wild with all regret;
    O Death in Life, the days that are no more.

    • Song: Tears, Idle Tears, stanza 4, line 36.

  • O Swallow, Swallow, flying, flying South,
    Fly to her, and fall upon her gilded eaves,
    And tell her, tell her, what I tell to thee.

    • Song: O Swallow, stanza 1.

Part V[edit]

  • Man is the hunter; woman is his game:
    The sleek and shining creatures of the chase,
    We hunt them for the beauty of their skins;
    They love us for it, and we ride them down.

    • Lines 147-150.

  • Man for the field and woman for the hearth:
    Man for the sword and for the needle she:
    Man with the head and woman with the heart:
    Man to command and woman to obey;
    All else confusion.

    • Lines 427-431. x

Part VI[edit]

  • Home they brought her warrior dead:
    She nor swoon'd, nor utter'd cry:
    All her maidens, watching, said,
    "She must weep or she will die."

    • Song: Home They Brought Her Warrior, stanza 1.

  • You wrong yourselves — the woman is so hard
    Upon the woman.

    • Lines 205-206.

Part VII[edit]

  • Ask me no more: thy fate and mine are seal'd:
    I strove against the stream and all in vain:
    Let the great river take me to the main:
    No more, dear love, for at a touch I yield;
    Ask me no more.

    • Song: Ask Me No More, stanza 3.

  • Now sleeps the crimson petal, now the white;
    Nor waves the cypress in the palace walk;
    Nor winks the gold fin in the porphyry font:
    The fire-fly wakens: waken thou with me.

    • Song: Now Sleeps the Crimson Petal, stanza 1.

  • Now lies the Earth all Danaë to the stars,
    And all thy heart lies open unto me.

    • Song: Now Sleeps the Crimson Petal, stanza 3.

  • Sweet is every sound,
    Sweeter thy voice, but every sound is sweet;
    Myriads of rivulets hurrying thro' the lawn,
    The moan of doves in immemorial elms,
    And murmuring of innumerable bees.

    • Lines 203-207.

  • Like perfect music unto noble words.

    • Line 270.

  • Happy he
    With such a mother! faith in womankind
    Beats with his blood, and trust in all things high
    Comes easy to him; and tho’ he trip and fall,
    He shall not blind his soul with clay.

    • Lines 308-311.

Conclusion

  • God bless the narrow sea which keeps her off,
    And keeps our Britain, whole within herself,
    A nation yet, the rulers and the ruled —
    Some sense of duty, something of a faith,
    Some reverence for the laws ourselves have made.
    Some patient force to change them when we will,
    Some civic manhood firm against the crowd.

    • Lines 51-57.



Önsöz

  • Ve biri gülümseyerek dedi ki: "
    Eski salonlarımız cinsiyetlerini değiştirebilseler ve gösteriş
    yapabilselerdi, Gözetmenler için iffetliler, dekanlar için duaylar,
    Ve altın saçlı tatlı kızlar mezunlarıyla.

    • Kıta 8, satır 139.

  • Küçük kasıtlı dikenleri olan bir gül goncası,Ve İngiliz havasının onu yapabileceği kadar tatlı,
    o.

    • Kıta 9, satır 153.

Bölüm II

  • Arifesinde toprağa giderken, Ve olgunlaşmış kulakları kopardık, Düştük, karım ve ben, Nedenini bilmiyorum,



    Ve yine gözyaşlarıyla öpüştük.

    • Şarkı: Toprağın İçinden Geçerken, l. 1-5.

  • Ve alıntılanan kasideler ve beş kelimelik
    mücevherler Tüm Zamanların
    işaret parmağında sonsuza dek parıldayın.

    • 355-357 satırları.

Bölüm III


Yankılarımız ruhtan ruha yuvarlanıyor,

Ve sonsuza dek büyüyor ve sonsuza dek büyüyor ...

  • Tatlı ve alçak, tatlı ve alçak, Batı denizinin rüzgarı, Alçak, alçak, nefes al ve es,


    Batı denizinin rüzgarı!
    Dalgalı suların üzerinden git, Ölmekte olan aydan gel ve üfle,

    Onu tekrar bana üfle;
    Küçüğüm, güzelim uyurken.

    • Şarkı: Sweet and Low, kıta 1.

  • Üfle, borazan, üfle! Vahşi yankıları uçurun!
    Üfle, borazan! Cevap, yankılar! Ölüyor, ölüyor, ölüyor.

    • Satır 352.

  • Ey Aşk! Zengin gökyüzünde ölürler, Tepede ya da tarlada ya da nehirde bayılırlar:
    Yankılarımız ruhtan ruha yuvarlanır,

    Ve sonsuza dek büyürler.
    Üfle, borazan, üfle! Vahşi yankıları uçurun!
    Ve cevap ver, yankılar, cevap! Ölüyor, ölüyor, ölüyor.

    • Satır 360.

Bölüm IV

  • İhtişam kale duvarlarına
    düşüyor Ve karlı zirveler hikayede eski:
    Uzun ışık göllerde sallanıyor,
    Ve vahşi katarakt ihtişamla sıçrıyor.
    Üflemek, borazan, üflemek, vahşi yankıları uçurmak, Üflemek,
    borazan; cevap, yankılar, ölmek, ölmek, ölmek.

    • Şarkı: The Splendor Falls, kıta 1.

  • Güneş dediğimiz bulutsu yıldız orada batıyor.

    • Satır 1.

  • Gözyaşları, boş gözyaşları, ne anlama geldiklerini bilmiyorum, İlahi bir umutsuzluğun
    derinliğinden gelen gözyaşları, Kalpte yükseliyor ve gözlere toplanıyor, Mutlu sonbahar tarlalarına bakarken,


    Ve artık olmayan günleri düşünürken.

    • Şarkı: Gözyaşları, Boşta Gözyaşları, kıta 1, satır 21.

  • Ölmekte olan gözlere
    Kanat yavaş yavaş parıldayan bir kare büyür.

    • Satır 33.

  • Ölümden sonra hatırlanan öpücükler kadar sevgili,Ve
    umutsuz fantezi sahtekarlığı
    yapanlar kadar tatlı Başkaları için olan dudaklarda; Aşk kadar derin, ilk
    aşk kadar derin ve tüm pişmanlıklarla vahşi.
    Ah hayatta ölüm, artık olmayan günler!

    • Satır 36.

  • Ey aşk, zengin gökyüzünde ölürler, Tepede ya da tarlada ya da nehirde bayılırlar, Yankılarımız ruhtan ruha yuvarlanır,


    Ve sonsuza dek büyürler.

    • Şarkı: The Splendor Falls, kıta 3.

  • Ölümden sonra hatırlanacak öpücükler kadar sevgili,
    Ve umutsuz süslü numara
    yapanlar kadar tatlı Başkaları için olan dudaklarda; aşk kadar derin,
    ilk aşk kadar derin ve tüm pişmanlıklarla vahşi;
    Ey Yaşamda Ölüm, artık olmayan günler.

    • Şarkı: Gözyaşları, Boşta Gözyaşları, kıta 4, satır 36.

  • Ey Kırlangıç, Kırlangıç, uçan, Güneye uçan, Ona uç, Ve yaldızlı saçaklarına düş, Ve söyle ona, söyle ona,

    sana ne söylediğimi söyle.

    • Şarkı: O Kırlangıç, kıta 1.

Bölüm V

  • İnsan avcıdır; kadın onun oyunudur:
    Kovalamacanın şık ve parıldayan yaratıkları, Derilerinin
    güzelliği için onları avlarız;
    Bizi bunun için seviyorlar ve biz de onları aşağı sürüyoruz.

    • 147-150 satırları.

  • Tarla için erkek ve ocak için kadın: Kılıç ve iğne için erkek: Başı olan adam ve kalbi olan kadın:


    Emredecek erkek ve itaat edecek kadın;
    Diğer her şey kafa karışıklığı.

    • 427-431 satırları. x

Bölüm VI

  • Eve savaşçı ölülerini getirdiler: Ne bayıldı, ne ağladı, ağladı:
    Bütün bakireleri seyrederek,
    "Ağlamalı,
    yoksa ölecek" dediler.

    • Şarkı: Eve Savaşçısını Getirdiler, kıta 1.

  • Kendinize haksızlık ediyorsunuz — kadın kadına çok zor
    .

    • 205-206 satırları.

Bölüm VII

  • Bana başka bir şey sorma: Senin kaderin ve benim kaderim mühürlendi: Akıntıya karşı çabaladım ve hepsi boşuna: Bırak büyük nehir beni anaya götürsün:



*Robert Browning - Wikipedia

*Robert Browning (7 May 1812 – 12 December 1889) was an English poet and playwright whose dramatic monologues put him high among the Victorian poets. He was noted for irony, characterization, dark humour, social commentary, historical settings and challenging vocabulary and syntax.

His early long poems Pauline (1833) and Paracelsus (1835) were acclaimed, but his reputation dwindled for a time – his 1840 poem Sordello was seen as wilfully obscure – and took over a decade to recover, by which time he had moved from Shelleyan forms to a more personal style. In 1846 he married fellow poet Elizabeth Barrett and moved to Italy. By her death in 1861 he had published the collection Men and Women (1855). His Dramatis Personae (1864) and book-length epic poem The Ring and the Book (1868–1869) made him a leading poet. By his death in 1889 he was seen as a sage and philosopher-poet who had fed into Victorian social and political discourse. Societies for studying his work survived in Britain and the US into the 20th century.

… ..

… ..

List of works:

(His only notable prose work, with the exception of his letters, is his Essay on Shelley.)



*Men and Women (poetry collection) - Wikipedia

*Men and Women is a collection of fifty-one poems in two volumes by Robert Browning, first published in 1855. While now generally considered to contain some of the best of Browning's poetry, at the time it was not received well and sold poorly.[

… ..

Poems in the collection:

  • "Love Among the Ruins"

  • "A Lover’s Quarrel"

  • "Evelyn Hope"

  • "Up at a Villa – Down in the City"

  • "A Woman’s Last Word"

  • "Fra Lippo Lippi"

  • "A Toccata of Galuppi's"

  • "By the Fire-Side"

  • "Any Wife to Any Husband"

  • "An Epistle Containing the Strange Medical Experience of Karshish, the Arab Physician"

  • "Mesmerism"

  • "A Serenade at the Villa"

  • "My Star"

  • "Instans Tyrannus"

  • "A Pretty Woman"

  • "Childe Roland to the Dark Tower Came"

  • "Respectability"

  • "A Light Woman"

  • "The Statue and the Bust"

  • "Love in a Life"

  • "Life in a Love"

  • "How It Strikes a Contemporary"

  • "The Last Ride Together"

  • "The Patriot"

  • "Master Hugues of Saxe-Gotha"

  • "Bishop Blougram’s Apology"

  • "Memorabilia"

  • "Andrea del Sarto"

  • "Before"

  • "After"

  • "In Three Days"

  • "In a Year"

  • "Old Pictures in Florence"

  • "In a Balcony"

  • "Saul"

  • "De Gustibus—"

  • "Women and Roses"

  • "Protus"

  • "Holy-Cross Day"

  • "The Guardian-Angel"

  • "Cleon"

  • "The Twins"

  • "Popularity"

  • "The Heretic’s Tragedy"

  • "Two in the Campagna"

  • "A Grammarian’s Funeral"

  • "One Way of Love"

  • "Another Way of Love"

  • "Transcendentalism - A Poem in Twelve Volumes"

  • "Misconceptions"

  • "One Word More"



*Robert Browning'in 1855 yılında yayımladığı Man and Woman adlı kitabında yer alan şiirler arasındki “Alight Eoman”şiirindeki dizeye atfen. Ağını örerek bir erkeği ele geçirmeye çalışan bir kadından bahsedilen şiirde Browning “Ruhlarla oynamak ters teper /Asıl mesele kendi ruhunu kurtarmaktır” der.




*A Light Woman by Browning Robert: read poem | Full text (metasorting.com)

I.

So far as our story approaches the end,

 Which do you pity the most of us three?---

My friend, or the mistress of my friend

 With her wanton eyes, or me?


II.

My friend was already too good to lose,

 And seemed in the way of improvement yet,

When she crossed his path with her hunting-noose

 And over him drew her net.


III.

When I saw him tangled in her toils,

 A shame, said I, if she adds just him

To her nine-and-ninety other spoils,

 The hundredth for a whim!


IV.

And before my friend be wholly hers,

 How easy to prove to him, I said,

An eagle's the game her pride prefers,

 Though she snaps at a wren instead!


V.

So, I gave her eyes my own eyes to take,

 My hand sought hers as in earnest need,

And round she turned for my noble sake,

 And gave me herself indeed.


VI.

The eagle am I, with my fame in the world,

 The wren is he, with his maiden face.

---You look away and your lip is curled?

 Patience, a moment's space!


VII.

For see, my friend goes shaling and white;

 He eyes me as the basilisk:

I have turned, it appears, his day to night,

 Eclipsing his sun's disk.


VIII.

And I did it, he thinks, as a very thief:

 ``Though I love her---that, he comprehends---

``One should master one's passions, (love, in chief)

 ``And be loyal to one's friends!''


IX.

And she,---she lies in my hand as tame

 As a pear late basking over a wall;

Just a touch to try and off it came;

 'Tis mine,---can I let it fall?


X.

With no mind to eat it, that's the worst!

 Were it thrown in the road, would the case assist?

'Twas quenching a dozen blue-flies' thirst

 When I gave its stalk a twist.


XI.

And I,---what I seem to my friend, you see:

 What I soon shall seem to his love, you guess:

What I seem to myself, do you ask of me?

 No hero, I confess.


XII.

'Tis an awkward thing to play with souls,

 And matter enough to save one's own:

Yet think of my friend, and the burning coals

 He played with for bits of stone!


XIII.

One likes to show the truth for the truth;

 That the woman was light is very true:

But suppose she says,---Never mind that youth!

 What wrong have I done to you?


XIV.

Well, any how, here the story stays,

 So far at least as I understand;

And, Robert Browning, you writer of plays,

 Here's a subject made to your hand!       



*I.

Hikayemiz sona yaklaşırken,

 Üçümüz arasında en çok hangisine acıyorsunuz?---

Arkadaşım ya da arkadaşımın metresi

 Onun ahlaksız gözleriyle mi yoksa benimle mi?


II.

Arkadaşım zaten kaybetmeyecek kadar iyiydi.

 Ve henüz gelişme yolunda görünüyordu,

Av ilmiğiyle yolunu kesiştiğinde

 Ve onun üzerine ağını çekti.


III.

Onu kendi işlerine bulaşmış halde gördüğümde,

 Yazık dedim, eğer sadece onu eklerse

Diğer dokuz doksan ganimetine,

 Bir heves için yüzüncü!


IV.

Ve arkadaşım tamamen onun olmadan önce,

 Ona kanıtlamak ne kadar kolay dedim,

Kartal gururunun tercih ettiği oyundur,

 Gerçi bunun yerine bir çalıkuşuna saldırıyor!


V.

Bu yüzden, gözlerine, alması için kendi gözlerimi verdim.

 Elim ciddi bir ihtiyaç içinde onunkini aradı,

Ve benim asil hatırım için döndü,

 Ve bana gerçekten kendini verdi.


VI.

Kartal benim, dünyadaki şöhretimle,

 Çalıkuşu, kızlık yüzüyle odur.

---Başınızı çeviriyorsunuz ve dudağınız mı kıvrılıyor?

 Sabır, bir anlık boşluk!


VII.

Bakın arkadaşım şist ve beyaza gidiyor;

 Bana basilisk gözüyle bakıyor:

Görünen o ki, onun gününü geceye çevirdim,

 Güneş diskini gölgede bırakıyor.


VIII.

Ve bunu tam bir hırsız gibi yaptım, diye düşünüyor:

 ''Onu sevmeme rağmen...o bunu anlıyor...''

``Kişi tutkularına hakim olmalı (başta aşk)

 ``Ve arkadaşlarına sadık ol!''


IX.

Ve o,---evcil bir şekilde elimde yatıyor

 Bir duvarın üzerinden geç saatlerde tadını çıkaran bir armut gibi;

Denemek için sadece bir dokunuş ve işe yaradı;

 'Bu benim,---düşmesine izin verebilir miyim?


X.

Onu yemeye aldırış etmeden, bu en kötüsü!

 Yola mı atılmıştı, dava yardımcı olur muydu?

'Bir düzine mavi sineğin susuzluğunu gideriyordu'

 Sapını çevirdiğimde.


XI.

Ve ben --- arkadaşıma nasıl göründüğümü görüyorsunuz:

 Yakında onun aşkına nasıl görüneceğimi tahmin edersiniz:

Ben kendime nasıl görünüyorum, bana mı soruyorsun?

 Kahraman yok, itiraf ediyorum.


XII.

'Ruhlarla oynamak garip bir şey,

 Ve kişinin kendisini kurtarmaya yetecek kadar önemli:

Yine de arkadaşımı ve yanan kömürleri düşün

 Taş parçalarıyla oynadı!


XIII.

İnsan hakikat için hakikati göstermeyi sever;

 Kadının hafif olduğu çok doğru:

Ama diyelim ki şöyle diyor: ---Boş verin o gençliği!

 Sana ne yanlış yaptım?


XIV.

Neyse, hikaye burada kalıyor,

 En azından şimdilik anladığım kadarıyla;

Ve Robert Browning, sen oyun yazarısın,

 İşte elinize yapılmış bir konu!



*https://tr.wikipedia.org/wiki/Rudyard_Kipling

*Joseph Rudyard Kipling (d. 30 Aralık 1865, Mumbai, Hindistan – ö. 18 Ocak 1936, Londra), İngiliz şair, roman ve hikâye yazarı.

… ..

*“He travels fastest who travels alone” Kipling’in “The Winners” adlı şiirinde geçen ve çok alıntı yapılan bir söz.

Eserleri:



*https://www.kiplingsociety.co.uk/poem/poems_winners.htm

*What is the moral ? Who rides may read.

  When the night is thick and the tracks are blind,

A friend at a pinch is a friend indeed;

  But a fool to wait for the laggard behind

Down to Gehenna, or up to the Throne,

He travels the fastest who travels alone.


White hands cling to the tightened rein,

  Slipping the spur from the booted heel,

Tenderest voices cry, "Turn again,"

  Red lips tarnish the scabbarded steel,

High hopes faint on a warm hearth-stone

He travels the fastest who travels alone.


One may fall, but he falls by himself

  Falls by himself, with himself to blame;

One may attain, and to him is the pelf,

  Loot of the city in Gold or Fame

Plunder of earth shall be all his own

Who travels the fastest, and travels alone.


Wherefore the more ye be holpen and stayed, 

Stayed by a friend in the hour of toil,

  Sing the heretical song I have made

  His be the labour, and yours be the spoil.

Win by his aid, and the aid disown

He travels the fastest who travels alone.



*Herbert Spencer - Vikipedi (wikipedia.org)

*Herbert Spencer (27 Nisan 1820 - 8 Aralık 1903), İngiliz filozof ve sosyolog.[1]

27 Nisan 1820 yılında Derby (İngiltere)'de doğmuştur. Babası George, geleneklere uymayan, Anglikan mezhebine bağlı olmayan bir okul öğretmeniydi. Babası da dahil olmak üzere birçok aile üyesi öğretmendir. Sanat ve beşeri bilimlerde değil, teknik ve

faydacı konularda eğitim gördü. 1837'de demiryolu için inşaat mühendisi olarak çalışmaya başladı, 1846'ya kadar bu

mesleğe devam etti. Spencer bu dönemde kendi başına çalışmaya devam etti ve bilimsel ve siyasi çalışmalar yayınlamaya

başladı. 1848'de Spencer, Economist'in editörü olarak atandı ve entelektüel fikirleri sağlamlaşmaya başladı. 1850'de ilk

büyük çalışmasını Sosyal Statik olarak tamamladı. Bu çalışmanın yazımı sırasında, Spencer ilk olarak uykusuzluk

yaşamaya başladı ve yıllar boyunca zihinsel ve fiziksel sorunlar yaşadı. Birçok bilim dalında binlerce fikir ortaya atmış

ve "evrim" teorisinde Charles Darwin'in bir numaralı rakibi olmuştur.

1858'de evrim teorisini biyoloji bilimi ile sınırlamayıp, bu teoriyi bütün bilimlere uygulamak fikri kafasında belirdi. Sağlık sorunları nedeniyle günde

sadece birkaç saat yazabiliyor olmasına ve maddi durumunun kötülüğüne rağmen, 1862'de dokuz ciltlik şaheseri Statik

Felsefe'yi yazmaya başladı.

Statik felsefe kısaca birçok farklı bilim dalına evrim teorisini uygulamayı konu alır. Bu şaheserin en çok dikkat çeken ve Spencer'ın da üzerinde en çok çalıştığı bölüm, sosyoloji'ye evrim teorisinin uygulanma

sını, toplum evrimini inceleyen, "Sosyoloji İlkeleri" adlı 3 cilttir. "Biyolojinin İlkeleri" ve "Ahlâkın İlkeleri" bu şaheserin üzerinde en çok konuşulan ve kuşkusuz bilim dünyasına en çok katkıda bulunan

diğer bölümleridir.

1858'de evrim teorisini biyoloji bilimi ile sınırlamayıp, bu teoriyi bütün bilimlere uygulamak fikrini uygulamaya koyar.

1862'de dokuz ciltlik Sentetik Felsefe'yi yazmaya başladı. Sentetik Felsefe, kısaca birçok farklı bilim dalına evrim teorisini uygulamayı konu alır. Bu kitabın en çok dikkat çeken

ve Spencer'ın da üzerinde en çok çalıştığı bölüm, sosyolojiye evrim teorisinin uygulanmasını, toplum evrimini

inceleyen, "Sosyoloji İlkeleri" adlı 3 cilttir. Spencer, ahlaki ve siyasal inançlarını, çağdaşı olan Toplumsal Darwinciler gibi bir Doğa felsefesi

zemininde geliştirmeye çalıştı. Darwin'in doğal evrim teorisinin ve bu teoriden önce kendisinin türettiği "uyum yeteneği” doğal seçilimin toplumsal hayatta

uygulamasında başı çekti. Spencer'a göre, tıpkı doğada verilen var olma mücadelesinde "uyum yeteneği en çok

olan"ın hayatta kalması gibi, toplumda yaşanan rekabet de en iyi olanın ortaya çıkmasını sağlayabiliyordu.

Spencer, toplumların tıpkı canlı organizmalar gibi işlediğini de öne surdu. Toplumlar ne kadar karmaşıklaşırsa parçaların

karşılıklı bağımlılığı da o ölçüde artıyordu. Doğal bir özellik olarak kendi dengelerini sağladıkları için, kendi üyelerinin

daha ileri düzeyde evrim için mücadele etmelerine ihtiyaç duyarlar. Ancak mücadele feodal toplumda askeri bir form

kazanırken, Spencer, sanayileşmiş toplumda rekabet ve iş birliği bileşiminin bu formun yerini almasını gerekli görür.

Ayrıca, evrimin özel çıkarları genel faydaya dönüştürerek bir tur "görünmez el" gibi işlediğini düşünür. Evrimin en uzun

vadeli yönelimi egoizmden özgeciliğe doğrudur. Süreç içinde toplumsal hayat, toplumsallaşmanın en yüksek düzeye

ulaşmasıyla bireysellikte en büyük gelişimi sağlayacaktır.

1870'lerde ve 1880'lerin başında özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve İngiltere'de ünü doruk noktasına varmıştı. 1902'de Edebiyat

dalında Nobel Ödülüne aday gösterildi. Birçok ödülü ve övgüyü çoğu zaman reddetti. Uzun bir hastalık döneminin

ardından 1903'te vefat etti.

Herbert Spencer geniş bir alana yayılmış farklı türdeki bilgileri uyumlu bir şekilde birleştirerek Viktorya çağına damgasını vuran kişilerden olmuştur. Evrim kuramının gelişiminde ve kabulunde en az Charles Darwin kadar büyük bir rol oynamış, bugün evrim kuramını açıklarken kullanılan birçok terimi de ilk kez kullanan kişi, o

olmuştur.

… ..

Başlıca eserleri:

  • System of Synthetic Philosophy (1862-1893)

  • Social Statics (1851)

  • Education (1861)

  • The Man Versus the State (1884)


 *(*46) … ..    Çok bilinenn diğer bir eseri, Man Versus Statetir. Türkiye’de Spencer’in on ciltlik büyük eserinin First Principles adlı kısmı, İlk Prensipler (Çeviren: SElmin Evrim, MEB,

1947) adıyla basılmıştır.

(*47) … .. Spencer, insanın olgusal gerçekleri bilebileceğini, mutlak gerçeği ise bilemeyeceğini düşünüyordu. Bu yüzden

de dinle bilimin, insan zihninin sınırlarını tanımak ve “evrenin kendini bize göstermek suretiyle sergilediği gücünü nihai

olarak anlayamayacağımızı”kabul etmek konusunda uzlaşaılması gerektiğini söylüyordu. Bilinmez (Unknowable) olarak isimlendirdiği bu farkındalığın, geleneksel dinler yerine geçebileceğini ileri sürüyordu.

(*48,7) Herbert Spencer,1862 yılında yayımladığı bu kitabının “Bilinmeyenbaşlıklı ilk kısmında din ile bilimin uzlaşması önerisini anlatır. “Bilinen” başlıklı ikinci kısmında ise bilimsel gelişmelerin insanın dikkatine bir süredir getirmekte olduğu madde, hareket, kuvvet,

evrim gibi konuları yorumlar.



*Alfred, Lord Tennyson - Wikipedia

*Alfred Tennyson, 1. Baron Tennyson, FRS (6 Ağustos 1809 - 6 Ekim 1892), İngiliz şair. Kraliçe Victoria'nın hükümdarlığı sırasında Birleşik Krallık'ın devlet şairiydi. İngilizce dilinde en popüler şairlerden biri olmaya devam etmektedir.

Rahip bir din adamı olan George Clayton Tennyson'ın oğlu olarak dünyaya geldi. Okula gitti ise de başarısız olan Alfred, okuma yazmayı ve temel eğitimi babasından aldı. Küçük yaşlarda edebiyatla tanışan Alfred'in çok sayıda edebi eseri vardır.


*In Memoriam A.H.H. - Wikipedia

*Alfred Lord Tennyson’ın 1833’de genç yaşta yitirdiği dostu Alfred Henry Hallam’ın anısına yazmaya başladığı 133 bölümden oluşan bu uzun şiir, on dokuzuncu yüzyılın en etkili şiirlerinden biridir. Şiir, 1861’de eşi Prens  Aklbert’i kaybeden Kraliçe Victoria’ya da teselli vermiştir.. … …

*The poem "In Memoriam A.H.H." (1850) by Alfred, Lord Tennyson, is an elegy for his Cambridge friend Arthur Henry Hallam, who died of cerebral haemorrhage at the age of twenty-two years, in Vienna in 1833.[1] As a sustained exercise in tetrametric lyrical verse, Tennyson's poetical reflections extend beyond the meaning of the death of Hallam, thus, "In Memoriam"

also explores the random cruelty of Nature seen from the conflicting perspectives of materialist science and declining Christian faith in the Victorian Era (1837–1901),[2] the poem thus is an elegy, a requiem, and a dirge for a friend, a time, and a place.[3]

… ..

Themes:

As a man of the Victorian Age (1837–1901) and as a poet, Lord Tennyson addressed the intellectual matters of his day, such as the theory of the transmutation of species presented in the anonymously published book Vestiges of the Natural History of Creation (1844), a speculative natural history about the negative theological implications of Nature functioning without divine direction.[8] Moreover, 19th-century Evangelicalism required belief in literal interpretations of The Holy Bible against the theory of human evolution; thus, in Canto CXXIX, Tennyson alludes to "the truths that never can be proved" — the Victorian belief that reason and intellect would reconcile science with religion.[9]

In Canto LIV, the poet asks:

Are God and Nature then at strife,

That Nature lends such evil dreams?

So careful of the type she seems,

So careless of the single life;

That I, considering everywhere

Her secret meaning in her deeds,

And finding that of fifty seeds

She often brings but one to bear,

I falter where I firmly trod,

And falling with my weight of cares

Upon the great world's altar-stairs

That slope thro' darkness up to God,

I stretch lame hands of faith, and grope,

And gather dust and chaff, and call

To what I feel is Lord of all,

And faintly trust the larger hope.


The Poet Laureate, Alfred, Lord Tennyson. (Vanity Fair 22 July 1871)

In Canto LVI, the poet queries Nature about the existential circumstance of Man on planet Earth: "Who trusted God was love indeed / And love Creation's final law — / Tho' Nature, red in tooth and claw / With

ravine, shriek'd against his creed — / Who loved, who suffer'd countless ills, / Who battled for the True, the Just, / Be blown about the

desert dust, / Or seal'd within the iron hills?"[10] Moreover, although Tennyson published "In Memoriam A.H.H." (1850) nine years before Charles Darwin published the book On the Origin of Species (1859), contemporary advocates for the theory of natural selection had adopted the poetical phrase Nature, red in tooth and claw (Canto LVI) to support their humanist arguments for the theory of human evolution.[11]





In Canto CXXII, Tennyson addresses the conflict between conscience and theology:


If e'er when faith had fallen asleep,

I hear a voice 'believe no more'

And heard an ever-breaking shore

That tumbled in the Godless deep;

A warmth within the breast would melt

The freezing reason's colder part,

And like a man in wrath the heart

Stood up and answer'd 'I have felt.'

No, like a child in doubt and fear:

But that blind clamour made me wise;

Then was I as a child that cries,

But, crying knows his father near;


The conclusion of the poem reaffirmed Tennyson's religiosity, his progress from doubt-and-despair to faith-and-hope, which he realised

by

mourning the death of his friend, Arthur Henry Hallam (1811–1833).[12]

Personal themes

The literary scholar Christopher Ricks relates the following lines, from canto XCIX, to the end of Tennyson's boyhood at the Somersby Rectory, Lincolnshire, especially the boy's

leaving Somersby upon the death of his father.[13]



In Canto XCIX, the poet speaks of:


Unwatched, the garden bough shall sway,
The tender blossom flutter down,
Unloved, that beech will gather brown,
This maple burn itself away.



*Locksley Hall - Wikipedia

* Alfred Tennyson’ın 1835’te yazıp 1842’de Poems adlı kitabında yayımladığı 97 kafiyeli beyitten oluşan şiir…. .. şiirde yorgun bir askeri, birliğiyle birlikte

tesadüfen çocukluğunda yaşadığıköyden geçer.ç Oyıllardakimuytluluğunu, güzel günleini hatırladığı gibi kötü

günleri ve özlemleri de aklına doluşur. Kendisini terk eden , sonra da başka biriyle evlenip çocuk sahibi olmuş eski

sevgilisini görür.


*"Locksley Hall" is a poem written by Alfred Tennyson in 1835 and published in his 1842 collection of Poems. It narrates the emotions of a rejected suitor upon coming to his childhood home, an apparently fictional Locksley Hall,


though in fact Tennyson was a guest of the Arundel family in their stately home named Loxley Hall, in Staffordshire, where he spent much of his time writing whilst on his visits.

According to Tennyson, the poem represents "young life, its good side, its deficiencies, and its yearnings".[1] Tennyson's son Hallam recalled that his father said the poem was inspired by Sir William Jones's prose translation of the Arabic Mu'allaqat.

… ..

What is that which I should turn to, lighting upon days like these?

Every door is barr'd with gold, and opens but to golden keys.

Every gate is throng'd with suitors, all the markets overflow.

I have but an angry fancy; what is that which I should do?

I had been content to perish, falling on the foeman's ground,

When the ranks are roll'd in vapour, and the winds are laid with sound. (lines 99–104)


To be free of his depression, the protagonist continues into a grand description of the world to come, which he views as somewhat utopian. He relapses into anger briefly again when he hears a bugle call from his comrades telling him to hurry up.

Tennyson also predicts the rise of both civil aviation and military aviation in the following words:

Saw the heavens fill with commerce, argosies of magic sails,

Pilots of the purple twilight, dropping down with costly bales;

Heard the heavens fill with shouting, and there rain’d a ghastly dew

From the nations’ airy navies grappling in the central blue;




*Robert Louis Stevenson - Wikipedia


*Robert Louis Stevenson, (d. 13 Kasım 1850, Edinburgh - ö. 3 Aralık 1894, Samoa), İskoç romancı ve şair. En ünlü eseri Define Adası'dır. 2018 yılında itibarıyla dünyada en çok başka dile çevrilen yazarlar sıralamasında Charles Dickens’ın hemen ardında, 26. sıradadır.[

*En çok tanınan eserleri (Treasure Island) DR. Jekyll ve Bay Hyde ( the Strange Case of Dr. Jekyll and Mr Hyde) 

… …1890 yılında Samoa Adaları’ndan 1.6 kilometrekarelişk bir araziyi alıp üzerine yaptığı eve yerleşti. … ..

Ölümü burada oldu. Kolonyalizme karşı mücadelelerinde kendilerine destek olanyazarı seven … .. Samoalılar …

Stevenson’u vsiyetine uyarak şı şiirini de mezar taşına yazdılar:



Under the wide and starry sky

Dig the grave and let me lie.


Glad did I live and glady die

And I laid me down with a will


This be the verse yov grave for me

Here he lies where he longed to be


Home is the sailor home from the sea

And the hunter home from the hill



Şu sonsuz, şu şu yıldızlı semanın altına,

Kazın mezarımı, gömün beni oraya.


Mutlu yaşadım, öldüm yine mutlulukla,

Vasiyetim var size buraya yatarken.


İsterim taşıma kazınsın şu dizeler;

İçinde yatanın özlemiydi bu makber;


Avcı dağdan buradaki evine iner,

Denizci yine bu eve döner denizden.




13 yorum:

  1. Yeni kapıları açabilecek, iyi kalpli bir sevgiliye sahip olunacak, hayallerini gerçekleştirmek hedefine giden yolda; ortama ayak uydurmanın çaresini kitaplarda arayan roman kahramanı….

    YanıtlaSil
  2. Roman kahramanı Martin Eden, çeviriyi yapan Levent Cinemre’nin de ifadesi ile; “... . sanatçının çıraklıktan olgunluğa geçiş sürecini işleyen … .. geleneğinde yazılmıştır Martin’in aşkı uğruna genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesi anlatılır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik sona doğru sürüklenmektedir artık…..

    YanıtlaSil
  3. Yine çevirmen Levent Cinemre'nin kitabın son sayfalarına koyduğu açıklmalardan da roman kahramanı ile yazarın gerçek hayatının kesiştiği çok sayıda ortak yaşanmışıkları da not etmek gerekiyor….

    YanıtlaSil
  4. Yazar, fikir eseri üretmenin aynı zamanda yoğun emek gerektiren sanat eseri üretmek olduğunu anlatan; belkide eleştirel gözle bakıldığında, bir yazarın sanatçı olarak kendisini kabul ettirebilmesine giden yoldaki engelleri anlatmanın, sık sık tekrarlanan başarısızlık öykülerinin sıkıcı olduğu söylenebilir.

    YanıtlaSil
  5. Her şeye rağmen okuyucuyu kitabın sonuna kadar sürüklemeyi başaran bir eser….

    YanıtlaSil
  6. Eseri çeviren Levent Cinemre'nin çeviri için özen gösterdiği emekleri kadar kitap sonundaki 'Notlar'ının da değerli olduğunu ifade etmek gerekiyor....

    YanıtlaSil
  7. 'Ego’su bu kadar yüksek, eserlerinin karşılığını alamayışı karşısında yılmadan, usanmadan büyük bir hevesle yazmaya devam eden Martin Eden’in sonu ne olacak? Sona yaklaştıkça okuma hızınız artıyor.

    YanıtlaSil
  8. Ego’su bu kadar yüksek, eserlerinin karşılığını alamayışı karşısında yılmadan, usanmadan büyük bir hevesle yazmaya devam eden Martin Eden’nin sonu ne olacak? Sona yaklaştıkça okuma hızınız artıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İki zıt kutup dünyasında yaşayan, varlık içinde ve değer görerek büyüyen Ruth ve hayatı mücadele ve yoksulluklarla dolu Martin’inin mutlu sonu yakalamaları ümidi ile kitabın son bölümlerini yutmak isterken buluyorsunuz kendinizi…..

      Sil
  9. Roman kahramanı Martin’in öyküsünün bir yanını hayatın zorlukları ve aşık olduğu kadın, ‘Ruth’ oluştururken, diğer taraftan geçmişin iz bırakan felsefe akımlarının önde gelen isimleri; Kant, Friedrich Nietzsche ve Herbert Spencer başta olmak üzere birçok fikir adamının düşüncelerini ve dönemin gündem oluşturan akımlarını da yorumluyor. Aynı zamanda günümüzde de etkili olan yine günümüzde de tartışılan bir çok gelişmeyi anlamamıza destek sağlıyor….

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Akıllara hemen 2023 yılının dünyayı sarsan İsrail- Filistin meselesi geliyor. Olayın içeriğiğnden bağımsız olarak düşünüldüğünde; çıplak gözle görülen ve bütün insanlığın şahit olduğu, içinde çocuk ve kadınların çoğunluğunu oluşturan ve sayıları on binleri aşan ölümle sonuçlanan katliam karşısında Birleşmiş Milletler’i oluşturan diğer ülkelerin harekete geçememeleri, bunu da ötesinde söz konusu onbinlerle mukayese edilemeyecek kadar az miktarda sokak hayvanı için bile seslerini yükseltenleri de sessiz kalması ders (ibret) alınması gereken bir durum olarak tarihe kara bir leke olarak geçti…. Bu anlayışın devam etmesi, insanlığın geleceği için korkutucu olduğu kadar, karanlık bir tablo beklenitisi ortaya çıkarıyor……

      Sil
    2. Martin Eden’i okudukça, geleceğin dünyasının ülke yönetimlerinin saltanat ve seçim yolu ile başa gelen / getirilen yöneticilerin değil; global ölçekte zengin olan kurnaz ve azınlık olan tefeci zenginlerin kontrolüne geçebileceği, hatta günümüzde bile bu anlayışın gelişmesine katkı sağlayan; her şeyi parasal değer olarak yorumlayan, geçmişten çok daha farklı bir şekilde maddi değerlerin öne çıkacağı bir dünya korku salan gelişmelerle kendini belli ettiğini düşünebilirsiniz.

      Sil
  10. Yazar Jack London 1876-1916 yıllarında yaşamış. Yazarın kendi hayatından alıntılar gibi görünen roman kahramanı Martin Ede’nin ifadesi ile; “Artık tepelerinde kılıcıyla duran bir efendileri yoktu. Ama illa bir efendiniz olacak yoksa yaşayamazsınız.; böylece yeni efendiler çıktı içinizden: Büyük, asil ve güçlü adamlar değil, kurnazlıklarıyla örümcek ağı gibi her tarafı saran tüccarlar ve tefeciler. Siz tekrar köle yaptılar. Ama açık söylemek gerekirse, dürüst ve asil adamlar gibi kollarının gücüyle değil de, gizliden gizliye, örümcek ağı yöntemiyle, yalan dolanla, tatlı dille kandırarak. Köle yargıçlarınızı satın aldılar, köle vekillerinizi baştan çıkarıp doğru yoldan saptırdılar, şimdi de çocuklarınıza kölelikten çok daha ağır bir dehşeti dayatıyorlar. Bugün sizin çocuklarınızın iki buçuk milyonu, her gün Birleşik Devletler’in tüccar oligarşisi için ter döküyor. Siz kölelerin on milyonu uygun bir evde oturmuyor ve yeterli beslenmiyor.
    Ama bunun dönüşü yok. Hiçbir köle toplumunun sonsuza kadar yaşayamayacağını göstermiştim. Köle toplumu , yapısı gereği, gelişim yasasını geçersiz kılmak zorundadır. Yani artık hiçbir köle toplumu, bu çürümeden kaçınamaz. Gelişim yasasını geçersiz kılmak, lafta kolaydır; gücünüzü koruyacak yeni bir gelişim yasası buldunuz mu? Onu formülleştirin. “ … ..

    Ne olacak her millet kendi geleceğini kendi düzenleyecek. Ümit dünyası…..

    YanıtlaSil