6 Aralık 2023 Çarşamba

Onuncu Köy*


 

Damalı’nın muhtarı, bekçiyi çağırıp, “Bugün sana görev var Ali Gede! dedi. “Üç Damlar’a” gidip Duranâ’ya bildirim söyleyeceksin. Kendi yoksa avratları evdedir, onlara söylersin…”

“Hay hay söylerim!” dedi. Ali Gede.

Görünürde kuş muş yoktu daha… Görünürde değil, kimsenin aklında yoktu kuşlar…

Muhtar Hamdi düşünüp durdu: Kağıda mühür bastırmak gerekir, sen gene kendisini bul en iyisi! Yarın iş resmiyete dökülürse zorluk çıkarır. Nemize gerek!..”

“Olur, bulurum!” dedi Ali Gede. ”Tasalanma..”

“Kızını okula göndermiyor dürzü! Öğretmen bu kez kesin istiyor. Okul dışı tek döl kalmamaya azmi cezmi kast etti herifçioğlu. Vallahi aferin! Biz olsak Duranâ’dan yılarız. O yılmıyor. Aşkolsun!..”

“Ne yılacak? dedi Ali Gede, “Ardında dağ gibi hökümet! Onun yerinde olsam ben de yılmam!”

“Duranâ boş mu? Onun ardında da yanardağ gibi bir parti! Çatal boynuzlu dürzü böyle deyip övünüyormuş. Abuk sabuk konuşuyormuş ortalıklarda!”

Çıkarıp köy defterinin arasındaki bildirimi bekçiye verdi: “Mühürlenecek yerinde işaret var, sakın yanlışlık yapayım deme. Dikkat et…

“Ederim, tasalanma!..” dedi Ali Gede, çıktı.

Köyden aşağı yürüdü. Kuşlar görünmüyor, görünecekleri de aklında yok bekçinin. Güz ayları ılık gidiyor. İnsanı kaşındıran güneş, kuşluk yerinden yukarı ağmış. Günlerden cuma olduğu için tarlalar, bahçeler boş. “Damalı’nın insanında hâlâ biraz saygı var.” Cumaları tarla tapan iş tutmaz, öküzü eşeği yormazlar. Öküz eşek sayesinde kendileri de dinlenir.

Asar’dan aşağı, boş tarlalar arasından iniyor Ali Gede. Birden gökyüzünde kara bir bulut gördü. Çok yükseklerden, Acıgöl yanından gelip Burdur yanına doğru geçen, kara, kapkara bir buluttu. Gün vuran yerleri ak çelik gibi parlatıyordu. Yükseklerden geçtiği için neyin nesi olduğu ilk bakışta seçilemiyor, bilinemiyor. Uçan bir bulut.

“Kuşlar bunlar’” dedi Ali Gede.”Her ne cins kuşsa? İki üç yıla bir görürüm bokları! Böyle yüksekten uçar giderler.

“Hayır mıdır, şer midir, yoksa şerbela mıdır, seçemem! Allaha hamdolsun, hep böyle yüksekten geçerler!

… ..

Karşı mahalleye “Üç Damlar” derlerdi. Şimdi orda, yirmiden fazla ev var. “Demek ilk icat olduğunda üçtü. Bir ad ki nasıl konur kardaşım, öyle kalır…. ..

… ..

… .. Değirmen kaşındaki inişten sallandı. Dereboyu, yeşil yaprağını dökmüş çınarlarla doluydu. … ..


Ortadan, yaz-kış bir çay akar. Çay, Ulupınar köyünden çıkar. Eriklibeli’nde, Damalı’dan, Sümbüllü’den geçerek varıp göle dökülür. Bazı uslu akar, bazen deli; bazı iyice taşar. Yanında yakınında ne var, yok, siler süpürür.

Damalı’nın asıl kömeli kısmı, çayın berisindeydi. DuranÂ’nın bulunduğu yakada epey ev vardı. Damalı Köyü , dere tepe, yedi mahalleydi. Öte yakadaki üç mahallenin çocuğu beri yakadaki okula gelir. Muhtar da, çoklukla, beri yakadan seçilirdi.

... ..

… ..

Osman Hafız'ın Meryem: “Onun orasını bir kendi bilir, bir de Allah!” diye düşündü.”Belki de günahını azaltıyorlar. Damalı köyünde laf çok. Bir kancık biraz serbes olunca hemen kulp takarlar! Benim bile lafımı etmediler mi? Edepsizliklerinden… Pire Kızı’nı biraz güleç görüp, bize de düşer mi diye umuyorlar. Düşer, meh!.. Yalayın!”

Mahalleyi bitirdikten sonra, okula yürüdü. Okuldan köy içine geçecek.

Çamaşırlıkla çeşmenin arası gene çamur. Taşların üstünden sekerek yürüdü. Tek Ardıç’ın oradan Damna Mehmet’in dereden geçti…

“Öğretmen Efendiye bu kez peşkir var…” diyor kendi kendine, “Aferim Esen Ali’ye! Gördün mü! Aferim! Yoksul takımından, ama adam!

Öğrenci helasının yanındaki gedikten bahçeye girdi. Fidanlar arasından geçti: “Bunlarla uğraşır yaz kış! “Bakacağım, yeşerteceğim diye çırpınır hep… Gönül yüksekliği bilmez. Karıncayı incitmez. Ağzından kötü söz çıkmaz… Dört okka adam… Alacağı kız yaşadı! İyi öküz dengine düşmez derler ya… Meryem gibi bir kancık ister buna. Güzel diller ile, tatlı diller ile gönlünü alacak… Dağın başında öpüp okşayacak… Kafasına kalbine kuvvet verecek… Yuyup kurutacak, silip süpürecek, her yerleri ak pak edecek… Evini kuşların yuvasına döndürecek… Altı ayın içinden kendini bıktırmayacak… Bir şey dedi mi, koşuverecek, yolunda ölüverecek… O zaman o da ölür… Hiç yüzüne kıl kadar gölge düşürür müydüm? Hiç günlerden bir gün ah dedirtir miydim? Hey gidi Piri Kızı heey! At, sahibinin altında kişner… Yaşın küçük olacaktı…”

… …

… .. Kancıktır adamı adam eden! Kancıktır adamın yüzünü güldüren, eğdiren!...

… ..

… ..









*Onuncu Köy & Fakir Baykurt

Adam Yayınları

Birinci Basım: 1961


3 yorum:

  1. Fakir Baykurt, yurdum insanının 1959, 60’lı yıllardaki sosyolojisini anlatıyor. Genelleme yapmak gerekirse, aradan geçen yaklaşık seksen yıl sonra, çok da değişiklik olmadığını anlamak üzüntü verici.

    YanıtlaSil
  2. Dünyadaki teknolojik gelişmelerin, dünyadaki hayata ilişkin değişikliklerin ülkemize yansımaları elbette çok şeyi değiştirdi; aradan geçen çok uzun süre sonrasında bile, insani değerler ve medeni olmanın gerektirdiği anlayışın günlük hayata yansımasında neler kazandık; sorgulamaya ihtiyaç olduğunu düşünüyor insan.

    YanıtlaSil
  3. Dini siyasete alet etmek, parti, para işlerinde kullanmak onlarca yıl önceki gibi; şimdi de güncellenmiş hali ile istismarcıların aparatı olarak karşımızda….. yazık!

    YanıtlaSil