26 Kasım 2022 Cumartesi

Bakirenin Aşığı *


 

İngiltere’nin yeni kraliçesi Elizabeth'in bekleyen  iki büyük tehlike vardı. Fransızlar’ın, İskoçya’yı istila edip İskoçya Kraliçesi Mary’yi tahta geçirme tehdidi ve Elizabeth’in vatan hainliğinden hüküm giyip zindanda kalmış Robert Dudley’ye olan tutkulu aşkı.

Tarihi gerçekleri çağımızda devam eden söylentilerle birleştirip karıştıran Philippa Gregory, Tudor günlerini anlatan karanlık ve gerilim dolu bir romanla… .. Kraliçe Elizabeth'i daha öncenin hiç kimsenin göstermediği şekilde resmediyor. 


  Sonbahar 1558

Nortfolk’ta tüm çanlar Elizabeth için çalıyordu, peş peşe çalan çanlar adeta  Amy’nin beynine işliyor bir kadının histerik çığlıkları gibi kulaklarında çınlıyordu, tam hafifledi sustu derken ahenksiz, tiz çınlamalar işkence giibi en baştan başlıyordu. Amy dışarıdan gelen gürültüye daha fazla tahammül edemeyince başını yastığın altına sokup üstüne de yorganı çekti ama ne yapsa kulaklarındaki uğultu kesilmek bilmiyordu. Kargalar yuvalarını terkedip sürü halinde göğe yükseldi, rüzgârda meşum bir şeylerin habercisi gibi zikzaklar çizerek uçmaya başladılar; yarasalar siyah  siyah bir duman bulutu gibi, sanki dünyanın tersine döndüğünü gösterircesine, gün hiç doğmayacak, artık sonsuza dek gece yaşanacak dercesine çan kulesinden havalandı.

Amy tüm bu tantananın neden koptuğunu biliyordu, sormasına hiç gerek yoktu. Sonunda zavallı hasta Kraliçe Mary ölmüş, taht tartışmasız varisi Prenses Elizabeth'e kalmıştı. Ne mutlu, İngiltere’deki herkes bu kutlamaya katılmalıydı. Protestan Prenses tahta oturmuş, İngiltere Kraliçesi olmuştu. Ülkedeki tüm çanlar yeni Kraliçe’nin şerefine çalıyor, halk ellerinde bira kupaları, evlerinde duramamış, sokakta sevinçten dans ediyordu ve artık boşalan hapishanelerin kapılarını ardına dek açılıyordu. İngilizler  Elizabeth’lerine kavuşmuş, Mary Tudor’un yüreklere korku salan devri kapanmıştı. Herkes bu kutlamanın

Kralların Çarpışması II


 

Kralların Çarpışması I


 

Taht Oyunları *


 

21 Kasım 2022 Pazartesi

Boleyn Kızı*


 

Mary Boleyn, on dört yaşında, masum bir kız olarak kraliyet sarayına geldiğinde, VIII. Henry’nin gözlerini kamaştırır. Gördüğü ilgiyle tüm varlığı alt üst olan Mary, hem altın prensine aşık olur, hem de gayri resmi kraliçe olarak her geçen gün artan rolüne. Ancak öyle bir an gelir ki, kralın kendisine olan ilgisi sönmeye başladığında, ihtiraslı planlar yapmakta olan ailesinin piyonuna dönüştüğünü fark eder ve en yakın arkadaşından uzaklaşmaya ve rekabet etmeye zorlanır: Kız kardeşi, Anne Boleyn’den. İşleri iyice çığırından çıktığında ailesine ve kralına baş kaldırması gerektiğinin farkına varır ve kaderinin  iplerini kendi eline alır.

 

Bahar 1521

Boğuk davul seslerini duyabiliyordum. Önümde dikilen kadın görüş alanımı kapatarak idam sehpasını görmemi engelliyordu. Tek seçebildiğim, kadının korsesinin bağcıklarıydı. Saraya geleli bir seneden fazla olmuştu ve yüzlerce şenliğe katılmıştım ama bu tür bir şenliğe ilk katılışımdı.

Bir adım yana kayıp boynumu uzattığımda, mahkûmun ona eşlik eden papazla birlikte yavaş adımlarla Kule’den yeşilliklere, kendisini bekleyen tahta platforma, ortada başını yerleştireceği kütüğe, kafasında yüzünü örten siyah başlığı ve önlüğüyle görevini ifa etmeye hazır cellada doğru ilerlediğini gördüm. … ..

… .. Kral yavaşça tahtından kalktı ve içimden çocukluğun verdiği saflıkla, Yüce Tanrım, bu ne kadar utanç verici bir durum olacak. Çok gecikti. Her şey kötü gitti. Zamanında müdahale etmeyi unuttu, diye geçirdim.

Fakat yanılıyorum. Geç kalmamış, unutmamıştı. Amcamın saray eşrafı önünde ölmesini istiyordu. Böylece herkes öğrenecekti. Tek bir kral vardı, o da Henry’di. Ve tahtına bir oğlan doğacaktı. Aksini dile getirmek utanç verici bir ölüme maruz kalmak demekti.

15 Kasım 2022 Salı

Yaban*


 

Yakub Kadri, I. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı’nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadele’ye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir.


Sakarya Savaşı’ndan sonra düşman orduları Haymana, Mihalıççık ve Sivrihisar bölgelerini, bize, yer yer ateş yığınlarıyla örtülü ıssız ve bir virane halinde bıraktı. O âfetlerden arta kalmış halkın, buy taş yığınları arasında, ilk insanlardan farkı yoktur. Bunlar, yarı çıplak bir halde dolaşıyor; alevin kararttığı harman yerlerinde toprağa, çamura karışmış yanık buğday ve mısır tanelerini iki taş arasında ezerek öğütmeye çalışıyor; adı bilinmez otlardan, ağaç köklerinden kendilerine bir nevi yiyecek çıkarıyor ve bir yabancının ayak sesini duyunca her biri bir yana kaçıp bir kovuğa saklanıyordu.

İşte, Garp Cephesi Kumandanlığı’nın gönderdiği ”Tetkiki Mezalim Heyeti” o viranelerde, o taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken, bu kitabı teşkil eden yazıları, arasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu. Köylülerden bunun sahibinin ne olduğunu sordu. Kimse, onun nereye gittiğini bilmiyordu. Bununla beraber, onun, iki üç yıl hep bu köyde oturduğunu ve son  felaket gününe kadar burada kaldığını söyleyen de kendileri idi.

“Tetkiki Mezalim Heyeti” âzasından biri bu kayıtsızlığa şaştı:

-Nasıl olur! dedi, nasıl olur.. İnsan yıllarca beraber yaşadığı bir kimsenin nereye gittiğini, ne olduğunu bilmez mi?

Köylüler, küskün bir tavırla omuzlarını kaldırıp uzaklaşıyorlardı.

Yalnız içlerinden biri, yaşı belirsiz küçük sıska bir adam, döndü:

Dee, sizin gibi yabanın biriydi, dedi.


Dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için Anadolu’nun bu ücra köşesinden daha uygun neresi

Safiye Sultan*


 

Dillere destan güzelliği, cesareti ve zekâsıyla herkesi kendine hayran bırakan Venedikli Safo.

Manisa Sarayı’nda şehzadeye hediye edilen ve herkesi büyüleyen bir esir. Kanuni’nin torunu Üçüncü Murat’ın önce gözdesi sonra eşi. Üçüncü Mehmet’in annesi. Birinci Ahmet'in büyükannesi. Birinci Ahmet’in büyükannesi.

Siyasi, iktisadi ve sosyolojik olarak bu üç dönem damgasını vurmuş hırslı bir kadın. Hünkârın verdiği isimle Safiye Sultan.


Türk askerinin İtalya topraklarına asker döktükleri, Polya bölgesinde at koşturup cirit oynadıkları ve Papa’yı can korkusuna düşürerek hicret hazırlığı yapmaya mecbur bıraktıkları tarihten beri seksen yedi yıl geçmişti. Venedikliler bu uzun devre içinde Türklerden çok sille yemişler, fakat Türk karakterini iyiden iyiye bellemişlerdi. Türk’ün güler yüze, tatlı söze ve kirsiz öze çok değer verdiğini artık biliyorlardı, onun için de Türklere karşı candan dost görünmeye çalışıyorlardı.

Fakat onların Akdeniz’de “Efendi” geçinmek rüyasından vazgeçmemeleri, Kıbrıs ve Girit gibi her bakımdan mühim adaları ellerinde tutmaları, o denizin gerçekten Efendisi olan Türkleri sinirlendirmekten geri kalmıyordu. Hele Malta korsanlarını Venedik’in daima himaye etmesi ve o adayı Türklerin kuşatılması esnasında el altından şövalyelere yardımda bulunması, Türklerde büyük bir hınç uyandırmıştı. Bununla beraber İstanbul henüz nezaketini, soğukkanlılığını muhafaza ediyordu. Öç alma eğilimleri göstermiyordu. Hatta Kanuni Sultan Süleyman’ın ölmesi ve yerine oğlu Selim'in geçmesi üzerine Çavuş Kubat’ı Venedik’e göndermekten de -saray ve sadrazam- çekinmemişlerdi, barışseverlikte mümkün olduğu kadar sebat edeceklerini hissettirmek istemişlerdi.

Venedik işte bu elçiyi ağırlamakla meşguldü. Bütün şehir bayraklarla süslenmiş, büyük kanala fenerler dizilmiş, Saint Marko Meydanı’nda taklar kurulmuş, Duçeler Sarayı baştan başa çiçekle ve fenerle

8 Kasım 2022 Salı

Kamelyalı Kadın*


 

Düşünceme göre, bir insan bir dili nasıl ancak ciddi bir şekilde öğrendikten sonra konuşabilirse, insanları da ancak iyice inceledikten sonra roman kahramanlarını yaratabilir.

Henüz yaratma yaşına erişemediğinden sadece anlatmakla yetineceğim.

Durum böyle olunca , okuyucuya da bu öykünün gerçekliğine inanmasını söylerim. Bu romanın kadın kahramanı dışında bütün kişiler hâlâ hayatlarını sürdürmektedir.

Buraya aldığım olaylarının çoğunun Paris’te tanıkları var. Tanıklığım yeterli gelmezse  onlar bu olayları doğrulayabilirler. Özel bir durum sonucu, onları sadece ben yazabilirim. Çünkü son sırların tek ortağı bendim. Onlarsız da kusursuz, ilginç ve eksiksiz bir öykü oluşturmak olanağı bulunamazdı.

Bakın şimdi ben tüm bu ayrıntıları nasıl öğrendim:

Yıl 1847, mart ayının 12’sinmde, Laffite Caddesi’nde, mobilya ve zengin antika eşyalarının satılacağını bildiren büyük bir ilan okudum. Bir ölüm ilanının sonunda bu satış yapılıyordu. Fakat, satış Antin Sokağı’ndaki 9 numaralı evde, saat on ikiden on yediye kadar, ayın 16’sında yapılacaktı.

Ayrıca bu ilanda, ayın13’ünde ve 14’dünde apartmanın ve eşyaların görülebileceği yazılıydı.

Her zaman antika eşyalara karşı ilgi duydum. Almak için olmasa bile, hiç değilse görmek maksadıyla bu fırsattan yararlanmaya kesin karar vermiştim ve ertesi gün Antin Sokağı’ndaki 9 numaraya gittim.

Erken saatte gitmiş olmama rağmen apartmanda görmeye gelen beyler, hatta hanımlar vardı. Hanımlar çok zengin olmalarına karşın, yine de gözlerinin önüne serilen o görkeme hayranlık ve şaşkınlıkla bakıyorlardı. 

Bu hayranlık ve şaşkınlığı daha sonra anladım. Çünkü ben de aynı şekilde incelemeye koyulunca kibar bir fahişenin apartmanında bulunduğumu rahatlıkla anladım. Yüksek sosyete kadınlarının en fazla görmeyi istedikleri şey işte o biçim kadınların eviydi. Yüksek sosyete kadınları orada da vardı.

Evinde bulunduğum kadın ölmüştü: Bu amaçla en namuslu aile kadınları onun yatak odasına bile

5 Kasım 2022 Cumartesi

Karamazov Kardeşler*


 

Karamazov Kardeşler, edebiyat tarihinde çok az romana nasip olmuş bir üne sahip. Klasik Rus edebiyatının dev yazarı Dostoyevski'nin bu son romanı, Rusya’nın ruhunu simgeleyen temsilcileriyle Karamazov ailesine odaklanmış, ama girmedik alan, değinmedik konu bırakmamış: din ahlak, baba katli, şiddet, Doğu-Batı sorunu , sınıf mücadelesi, feodalizm, sosyalizm… Dostayevski’nin, “Hiçbir romanımı bu kadar önemsemedim,” dediği Karamazov Kardeşler, daha yayımlandığı tarihten itibaren kült bir eser haline gelmiş ve tüm dünyada büyük tartışmalara yol açmıştır; XX. yüzyılın temel yazınsal izleklerini belirlemiş ve pek çok yazarı peşinden sürüklemiştir. Kitabın yayımlanmasından kısa bir süre sonra ölen Dostoyevski, tıpkı Suç ve Ceza’da olduğu gibi bu kitabında da evrensel insanlığın evrensel sorunlarını ortaya koyar. Karamazov Kardeşler, bu anlamda “kuyuya atılmış bir taş “ kadar etkili bir yapıt olarak önemini koruyor.


Fedor Pavloviç Karamazov

Aleksey Fedoroviç Karamazov, bölgemizin büyük çiftlik sahibi, bundan tam on üç yıl önce, yeri gelince anlatacağım acıklı ve karanlık ölümüyle pek tanınan, şu anda da hâlâ  hatırlanan , Fedor Pavloviç Karamazov’un üçüncü oğluydu. Bu “büyük çiftlik sahibinden”, bütün hayatı boyunca çiftliğinde hiç oturmadığı halde bizim oralarda ona böyle derlerdi, hemen birkaç söz edeceğim. Bu, oldukça az karşılaşılabilecek tuhaf bir tipti. Sadece kötü ve ahlaksız bir tip olmakla kalmayıp ayrıca ahmak biriydi. Ama mallarını mükemmel şekilde çekip çevirebilen ahmaklardandı. Galiba becerebildiği tek iş de buydu. Fedor Pavloviç işe hemen hemen sıfırdan başlamıştı. Çok küçük bir çiftlik sahibiydi. Başkalarının sofralarına koşar, dalkavukluk etmeye çalışırdı. Yine de öldüğünde üzerinden yüz bin ruble kadar nakit para çıkmıştı. Bununla birlikte, tüm yaşamı boyunca bölgemizin en ahmak kaçıklarından biri olmaya devam etmiştir. Bir kez daha tekrarlıyorum: Burada söz konusu olan aptallık değildir;  bu kaçıkların çoğu oldukça akıllı ve kurnazdır, ahmaklık ise bir tür özel, ulusal özelliktir:

3 Kasım 2022 Perşembe

Taras Bulba*


 

Nikolay Vasilyeviç Gogol (D.31 Mart 1809, Ukrayna- Ö.4 Mart 1852 Moskova, Rus Çarlığı)

Rus edebiyatının 19.yüzyıldan itibaren izlediği gelişmeleri 1917’den geri bakarak daha iyi anlayabiliriz. Puşkin, Gogol, Tolstoy vb. büyük simaları, ancak 1917’ye yönelik gelişmelerin ana ekseni karakteristik özellikleriyle kavrandıkça yerli yerine oturtmak mümkün olabilir. 1917 öncesi Rus edebiyatının uluslararası etkisi ne kadar büyük ve geniş olursa olsun, bu edebiyatın dünya tarihinde oynadığı rol, aydınlanma hareketinin ve Fransız Devrimi’nin ardından ortaya çıkan devrim hareketlerinin Rusya’ya yansıyan etkileri ile birlikte düşünüldüğünde daha iyi kavranacaktır. 


Aydınlanmanın Çöküşüne Doğru


Avrupa’da 1789’dan sonra burjuva demokratik hareketleri gittikçe artan ölçüde çaptan düşmeye başlamış büyük Fransız devriminin gelenekleri, ortaya attığı idealler kaybolup gitmeye ya da karikatürleşmeye  yüz tutmuşken , Rusya’da devrimci demokrat hareket ile liberalizm, nispeten geç bir dönemde de olsa, 19. yüzyılda bir hesaplaşma süreci içine girmişlerdir.

… .. 19 yüzyılın ilk yarısında klasik güzellik idealinin ve Napoleon’un Avrupa’ya verdiği imajın sonucu olarak bütün ihtişamıyla edebiyatta canlandırdıkları evredir.

19. yüzyılın başları, “İngiliz sanayi devriminin” Avrupa’nın çehresini değiştirdiği yıllara karşılık gelir. Sanayi devriminin bu evresi, kapitalist üretimi, dolayısıyla da burjuva toplumunun egemenliğini, gerekorta gerekse de doğu Avrupa’da, gerçekleştirilmesi zorunlu ana görev olarak toplumların karşısına çıkarmıştır. Bu evreyi, 1789 Fransız Devrimi’ni hazırlayan o uzun aydınlanma evresinden ayıran temel fark, yeni (kapitalist-burjuva) toplumun temel iç çelişkilerinin, henüz kapitalizmin ekonomik özellikleri olarak insanların bilincinde yer edip doğru dürüst kavranmadan önce gün ışığına çıkmış olmasıdır.… ..