Karamazov Kardeşler, edebiyat tarihinde çok az romana nasip olmuş bir üne sahip. Klasik Rus edebiyatının dev yazarı Dostoyevski'nin bu son romanı, Rusya’nın ruhunu simgeleyen temsilcileriyle Karamazov ailesine odaklanmış, ama girmedik alan, değinmedik konu bırakmamış: din ahlak, baba katli, şiddet, Doğu-Batı sorunu , sınıf mücadelesi, feodalizm, sosyalizm… Dostayevski’nin, “Hiçbir romanımı bu kadar önemsemedim,” dediği Karamazov Kardeşler, daha yayımlandığı tarihten itibaren kült bir eser haline gelmiş ve tüm dünyada büyük tartışmalara yol açmıştır; XX. yüzyılın temel yazınsal izleklerini belirlemiş ve pek çok yazarı peşinden sürüklemiştir. Kitabın yayımlanmasından kısa bir süre sonra ölen Dostoyevski, tıpkı Suç ve Ceza’da olduğu gibi bu kitabında da evrensel insanlığın evrensel sorunlarını ortaya koyar. Karamazov Kardeşler, bu anlamda “kuyuya atılmış bir taş “ kadar etkili bir yapıt olarak önemini koruyor.
Fedor Pavloviç Karamazov
Aleksey Fedoroviç Karamazov, bölgemizin büyük çiftlik sahibi, bundan tam on üç yıl önce, yeri gelince anlatacağım acıklı ve karanlık ölümüyle pek tanınan, şu anda da hâlâ hatırlanan , Fedor Pavloviç Karamazov’un üçüncü oğluydu. Bu “büyük çiftlik sahibinden”, bütün hayatı boyunca çiftliğinde hiç oturmadığı halde bizim oralarda ona böyle derlerdi, hemen birkaç söz edeceğim. Bu, oldukça az karşılaşılabilecek tuhaf bir tipti. Sadece kötü ve ahlaksız bir tip olmakla kalmayıp ayrıca ahmak biriydi. Ama mallarını mükemmel şekilde çekip çevirebilen ahmaklardandı. Galiba becerebildiği tek iş de buydu. Fedor Pavloviç işe hemen hemen sıfırdan başlamıştı. Çok küçük bir çiftlik sahibiydi. Başkalarının sofralarına koşar, dalkavukluk etmeye çalışırdı. Yine de öldüğünde üzerinden yüz bin ruble kadar nakit para çıkmıştı. Bununla birlikte, tüm yaşamı boyunca bölgemizin en ahmak kaçıklarından biri olmaya devam etmiştir. Bir kez daha tekrarlıyorum: Burada söz konusu olan aptallık değildir; bu kaçıkların çoğu oldukça akıllı ve kurnazdır, ahmaklık ise bir tür özel, ulusal özelliktir:
İki kez evlenmişti, üç oğlu vardı: en büyüğü, ilk karısından Dmitri Fedoroviç, diğer ikisi ie ikinci karısından İvan ve Aleksey. Fedor Pavloviç’in ilk karısı, yine bölgemizin toprak sahiplerinden, oldukça zengin ve tanınmış, soylu Miusovlardandı. Drahoması vardı, dahası güzel , üstelik de şimdiki neslimizde pek sık rastlanmasına rağmen eskiden arada arada bir ortaya çıkan zeki kızlardandı. Bu kız nasıl oldu da o zamanlar herkesin “geri zekâlı” dediği böyle önemsiz bir adamla evlenebilmişti, bunu anlatmaya hiç girişmeyeceğim. Geçmişte kalan “romantik” kuşaktan bir kız tanıyordum. Bu genç kız, istediği zaman rahatlıkla evlenebileceği bir beyefendiye duyduğu birkaç yıllık anlaşılmaz bir aşktan sonra ölmüştü. Kendi kendisine aşılmaz engeller icat etmiş ve fırtınalı bir gecede, kayalığa benzeyen yüksek bir kıyıdan oldukça derin ve hızlı akan bir nehre atlamış, bu nehirde kesinlikle kendi kaprisleri yüzünden, sadece Shakespeare’in Opheliasına benzemek yüzünden ölüp gitmişti. … .. Bunu gibi Adelaida İvanovna Miusova’nın davranışı da kuşkusuz başkalarına ait eğilimlerin ve öfkenin tutsağı olmuş bir düşüncenin yankısıdır. Belki de kadın bağımsızlığını ilan etmek, toplumsal koşullara, akrabalarının ve ailesinin despotluğuna karşı çıkmak istemiştir. … ..
… ..Karı koca arasında sık sık kavgalar olduğu herkesçe bilinen bir şeydi. Ama söylendiğine göre , dayak atan Fedor Pavloviç değildi, tam tersine ateşli, gözü pek, esmer, sabırsız ve şaşılacak bir fizik gücüne sahip olan Adelia İvanovna’dan kendisi dayak yiyordu. Sonunda kadın evi terk etti ve Fedor Pavloviç’i kucağında üç yaşındaki Mitya’yla bırakıp yoksulluktan nefesi kokan papaz okulu mezunu bir öğretmenle kaçtı. … ..
İlk oğlunu başından attı
… .. evin sadık uşağı Grigoriy, üç yaşındaki Mitya’yı himayesine almıştı. … .. Ancak bir rastlantı oldu ve Adelaida İvanovna’nın kuzeni, uzun yıllar yurtdışında yaşamış olan Pyotr Aleksandroviç Miusov Paris’ten geri döndü. … .. İyi eğitim görmüş, başkentte ve yurtdışında yaşamış, üstelik tüm yaşamı süresince Avrupalı olabilmiş, hayatının sonuna doğru kırklı ellili yılların (yazar 1840 ve 1850 yıllarını kastediyor). liberalleri arasına katılmıştı. Kariyeri süresince Rusya’da olsun, yurtdışında olsun döneminin en liberal kişilerinden pek çoğuyla ilişkide bulunmuş, Proudhone’u da Bakunin’ni de şahsen tanımıştı. … .. Paris Şubat Devrimi’nin üç gününü anımsamayı, barikatlarda bu devrimin katılımcısı olduğunu ima ederek anılarını anlatmayı özellikle pek severdi .. ..
…Adeliada İvanovna’nın başına gelenleri öğrendikten sonra … .. … Çocuğun eğitimini üzerine almak istediğini açıkça söyledi. … ..Mitya , bu kardeş çocuğu dayının evine geçti, ama bu dayının da bir ailesi yoktu. İşlerini yoluna koyup … .. alelacele uzun süre kalmak üzere Paris’e gidince çocuk da kardeş çocuğu teyzelerden birine, Moskova’lı bir hanımefendiye verildi. Paris’e yerleştikten sonra Pyotr Alekdandroviç de çocuğu unuttu, özellikle de hayalini o kadar etkileyen ve tüm yaşamı süresince unutamadığı Şubat Devrimi başladığında. Moskovalı hanımefendi de öldü ve Mitya , hanımefendinin evli kızlarından birine verildi… ..
… ..
“Hiçbir şeyden korkma, hiçbir zaman korkma, üzülme. Yalnız içindeki pişmanlık azalmasın, Tanrı her şeyi bağışlar. Dünyada Tanrı’nın affetmeyeceği hiçbir günah yoktur ve olamaz. Zaten insanoğlu, Tanrı’nın gösterdiği sonsuz sevgiyi harcayabilecek kadar büyük günah da işleyemez. Tanrı’nın sevgisini geride bırakabilecek bir günah var mıdır acanba? Sadece hep pişman olduğunu düşün, korkuyu ise tamamen aklından çıkar. Tanrı’nın seni düşünemeyeceğin kadar çok sevdiğine, günahlarınla birlikte ve bir günahkâr olarak da sevdiğine inan. … .. Öleni, sana yaptıkları için tüm kalbinle affet, onunla gerçekten barış. Pişmanlık duyarsan seversin de. Eğer seversen, artık sen Tanrı’nın sevgili kulu olursun… Sevgiyle her şeyi alabilirsin, her şeyi kurtarabilirsin. Eğer tıpkı senin gibi bir günahkâr olan ben, senin için bu kadar üzülüyor ve sana acıyorsam, kim bilir Tanrı ne kadar üzülür ve acır. Sevgi paha biçilmez bir hazinedir, onunla tüm dünyayı satın alabilirsin, sadece kendinin değil , başkalarının günahlarını da bağışlatabilirsin. Git ve korkma.”
… ..
… ..
“Hiçbir şeyden korkma, hiçbir zaman korkma, üzülme. Yalnız içindeki pişmanlık azalmasın, Tanrı her şeyi bağışlar. Dünyada Tanrı’nın affetmeyeceği hiçbir günah yoktur ve olamaz. Zaten insanoğlu, Tanrı’nın gösterdiği sonsuz sevgiyi harcayabilecek kadar büyük günah da işleyemez. Tanrı’nın sevgisini geride bırakabilecek bir günah var mıdır acanba? Sadece hep pişman olduğunu düşün, korkuyu ise tamamen aklından çıkar. Tanrı’nın seni düşünemeyeceğin kadar çok sevdiğine, günahlarınla birlikte ve bir günahkâr olarak da sevdiğine inan. … .. Öleni, sana yaptıkları için tüm kalbinle affet, onunla gerçekten barış. Pişmanlık duyarsan seversin de. Eğer seversen, artık sen Tanrı’nın sevgili kulu olursun… Sevgiyle her şeyi alabilirsin, her şeyi kurtarabilirsin. Eğer tıpkı senin gibi bir günahkâr olan ben, senin için bu kadar üzülüyor ve sana acıyorsam, kim bilir Tanrı ne kadar üzülür ve acır. Sevgi paha biçilmez bir hazinedir, onunla tüm dünyayı satın alabilirsin, sadece kendinin değil , başkalarının günahlarını da bağışlatabilirsin. Git ve korkma.”
… ..
… ..
Dimitri - Mitya
Adeliada İvanovna
Fedor Pavloviç Karamazov____ / /__Dimitri (Mitya)
/
Sofya İvanovna
/
İvan
/
Aleksey (Alyoşa)Büyük Engizisyon Yargıcı
… ..(s.355,356,357) İşte çölde sorulan birinci sorunun ve her şeyden üstün tuttuğun özgürlük adına reddettiğin şeyin
anlamı buydu. Oysa ki, bu soruda dünyanın en büyük sırrı yatıyordu. “Ekmeği” kabul edip gerek tek
tek
insanların, gerekse tüm insanlığın bir arada ortak ve ezeli bir sıkıntısına, “Kimin önünde eğilmek
gerekir?” sorusuna yanıt vermiş olurdun. İnsanoğlu için özgürlüğünü kazandıktan sonra önünde
eğileceği kişiyi bulmaktan daha sürekli ve ve daha büyük tasa yoktur. Ama insanoğlu, bütün
insanların hep birden önünde eğilemeye razı olacakları derecede tartışmasız birini arıyor.
Çünkü bu zavallı mahlukların kaygısı, sadece benim ya da bir başkasının önünde eğilmekten ziyade,
herkesin inandığı ve önünde eğildiği ve mutlaka hep birlikte eğildiği birini bulmaktır…. .. Hep birlikte eğilmek yüzünden birbirlerini kılıçtan geçirdiler. Tanrılar
yarattılar ve birbirlerine, “Kendi tanrılarınızı bırakın ve bizimkilere saygı gösterin, yoksa sizi de,
tanrılarınızı da yok ederiz!” dediler. … .. … İnsan ne için yaşadığı konusunda kesin bir düşüncesi
olmadan yaşamaya razı olmaz ve çevresi ekmekle dolu da olsa dünyada kalmaktansa kendisini
yok eder. … .. Senin tarafından baştan çıkartılmış ve büyülenmiş olarak peşinden özgürce gelmesi için
insan sevgisini istedin. Eski sert yasanın yerine, insan sadece karşısında duran senin tasvirine bakarak neyin iyi, neyin kötü
olduğuna artık kendisi özgür yüreğiyle karar vermeliydi, ancak eğer seçme özgürlüğü gibi
korkunç bir yükün altında ezilirse en sonunda senin tasvirini de, senin gerçeğini de
reddedeceğini ve hatta çürüyeceğini hiç düşünmedin mi? Sonunda gerçeğin sende olmadığını, çünkü onlara bu kadar dert ve çözümsüz sorun bırakarak
senin bu yaptığından daha büyük bir karışıklık ve azap içinde bırakılmalarının mümkün olmadığını
haykıracaklardır.…. .. Oysa sana ne teklif edilmişti? Bu zayıf isyancıların mutlulukları için onların vicdanını ilelebet
yenebilecek ve esir alabilecek yalnızca üç kuvvet vardır dünyada. Bunlar, mucize, sır ve otoritedir.
Sen üçünü de reddettin ve buna kendin örnek oldun. … ..
... ..
... ..
… ..
Starets Zosima’nın Sohbet ve Öğütlerinden
e)Rus rahibi ve onun oynayacağı muhtemel rol hakkında birkaç söz
… ..(s.438) … ..Tanrınınkullarına karşı hep böbürlenen bir dünyadaki dinle ilgisi olmayan insanlara bakın, bu
dünyada Tanrı’nın çehresi ve gerçeği çirkinleşmedi mi? Onların elinde bilim var, bilimde ise sadece
duyuları doğrulayan şeyler olur. manevi dünya, yani insan varlığının yüce olan yarısı ise
tamamen reddedilmiş, bir tür törenle, hatta nefretle kovulmuştur. Özellikle son zamanlarda dünya, özgürlüğünü ilan etti.
Onların bu özgürlüğünde biz ne görüyoruz: Sadece esaret ve intihar! Çünkü dünya diyor ki: “Senin ihtiyaçların var, öyleyse onları karşıla, çünkü sen de en soylu ve en zengin insanlarla
aynı haklara sahipsin. Bu ihtiyaçlarını karşılamaktan korkma, hatta onların sayısını artır…” İştedünyanın şimdiki öğretisi böyle. Özgürlüğüde bunda görüyorlar. Peki, bu ihtiyaçların sayısını artırma
hakkından ne anlaşılır? Zenginlerde yalnızlık ve manevi intihar, yoksullarda ise kıskançlık vre adam öldürme, çünkü haklarını verdiler, ama
ihtiyaçlarını giderecekleri yolları henüz göstermediler. Zaman geçtikçe dünyanın daha çok
birleşeceğine, mesafelerin kısalması, fikirlerin yayılmasıyla bir kardeş toplum haline gelineceğine
inanıyorlar. Ama siz insanların bu şekilde birlik olacaklarına inanmayın Özgürlüğü ihtiyaçların
sayısını
çoğaltmak ve hızla gidermek olarak algılayıp huylarını bozuyorlar, çünkü kafalarında bir sürü saçma
sapan ve aptalca istekler, alışkanlıklar ve ipe sapa gelmez icatlar yaratıyorlar. Sadece birbirlerini
kıskanmak için , şehvet ve böbürlenmek için yaşıyorlar. Ziyafetler vermek, arabalara, unvanlara ve
kölelere sahip olmak artık öyle gerekli sayılıyor ki, bunları sağlamak için canlarını, şereflerini ve
insanseverliliklerini bile feda ediyorlar ve hatta eğer bu ihtiyacı gideremeyecek olurlarsa kendilerini
öldürüyorlar. Zengin olmayanlarda da aynı şeyi görüyoruz, yosullarda ise ihtiyaçların giderilmesi ve
kıskançlık şimdilik içki içip sarhoş olarak bastırılıyor. Ama yakında şarap yerine kan içecekler, gidişleri
bunu gösteriyor. Sorarım size: Böyle insanlar özgür müdür?... ..
… ..
… ..Mallarını artırmayı başarmışlardır, ama mutlulukları azalmıştır…. ..
… ..
… ..
e)Efendiler ve uşaklar ve efendilerle uşakların ruhen karşılıklı olarak kardeş olup olamayacaklarına dair bir kaç söz
… ..
g)Dua, sevgi ve başka dünyalarla münasebet hakkında
… ..
Çürüme Kokusu
(s.458-472)Keşiş-rahip Peder Zosima’nın cesedini unvanına uygun şekilde gömülmeye hazırladılar. … ..Gün yeterince ağardığında şehirden hastalarını, özellikle de çocuklarını kapıp gelenler bile oldu. Herhalde ortaya çıkmakta gecikmeyeceğine inandıkları acil şifa gücüne umut başlayarak bu dakikayı bile bile beklemiş gibiydiler. Şehrimizde herkesin ölen staretsi daha hayattayken tartışmasız ve yüce bişrev azizi saymaya nr derece alışmış oldukları böylece anlaşılmış oldu..Hem gelenlerin arasında sadece bait halktan insanlar yoktu. İnananların bu derece çabuk ve açık bir şekilde ve hatta sabırsızlıkla ve neredeyse bir talep olarak ortaya koyduğu bu büyük beklenti, Peder Paisiy’e göre çok önceden beri kendisinin de hissettiği, ancak gerçekte onun beklediğini de aşan kesin bir günah olarak görünüyordu…. ..bunlarda bir düşüncesizlik ve telaş bulmuş olsa bile gizliden gizliye kendi içinde, ruhunun derinliklerinde bu heyecanlı insanlarla hemen hemen aynı şeyi bekliyordu ve bunu kendisine itiraf etmesi mümkün değildi. Gene de bir tür önseziyle bazı tesadüfler hiç hoşuna gitmiyordu. …
… ..
… .. Daha gün ağarmadan önce staretsin gömülmeye hazır cenazesini tabuta koyduklarında ve tabutu birinci, yani eski kabul odasına götürdüklerinde tabutun yanında bulunanlar arasında, odanın pencerelerini açmak gerekir mi, gerekmez mi sorusu ortaya atılmıştı. Ama birisi tarafından laf olsun diye sorulmuş olan bu soru, yanıtsız kaldı ve hemen hemen hiç dikkati çekmedi. Olsa olsa orada bulunanlardan ancak birkaçı bu soruyu farketmişti. Onlar da böylesine büyük bir adamın cesedinin bozulacağını ve kötü bir koku yayacağını beklemenin gerçek anlamda bir saçmalık olduğunu, hatta bu soruyu soran kişiye imanı zayıf, düşüncesizin biri olduğu için acımak gerektiğini (eğer alay edilmezse tabii) düşünerek ağızlarını açmamışlardı. … … ama öğleden sonra üçe doğru artık o kadar açık ve inkâr edilemez bir şekilde ortaya çıkmıştı ki, bu haber bir anda bütün keşişhaneye ve dua etmeye gelen tüm ziyaretçilere yayıldı,... .. manastırda da duyuldu ve manastırdakilerin hepsini hayrete düşürdü…. ..
… ..
“Git buradan peder!” dedi. Peder Paisiy emreden bir sesle. “İnsanlar değil, Tanrı yargılar. Belki burada böyle ‘işaret’ görüyoruz, ama bunu ne sen, ne ben, ne de başka biri anlayabilir. Çık git pedr ve sürüyü kışkırtma1é diye ısrarla tekrarladı.
… ..
… ..
… ..
… ..Bu masalı şu anda evimde aşçılık yapan bizim Matroyona’dan daha çocukken dinlemiştim. Bak şöyleydi: ’Bir varmış bir yokmuş, kötü, ama çok kötü bir kocakarı varmış ve bu kocakarı bir gün ölmüş. Arkasında bir tek hayır bile bırakmamış. Şeytanlar onu yakalamışlar ve ateş gölüne fırlatıp atmışlar. Kocakarının koruyucu meleği ise durmuş, Tanrı’ya anlatma üzere bu kadının yaptığı bir hayır işi olsun hatırlayabilir miyim diye düşünüyormuş. Anımsamış ve Tanrı’ya şöyle demiş: “Bu kadın bahçeden bir sap soğan kopartmış ve bir dilenciye vermişti.” Tanrı ona şu cevabı vermiş: “Bu bir sap soğanı al, gölün içindeki kadına uzat, ona tutunsun ve çıksın, şayet gölden çıkabilirse cennete gitsin, yok eğer soğanın sapı koparsa kocakarı şimdi olduğu yerde kalsın..” Melek, kocakarıya koşmuş, bir sap soğanın uzatmış, al kocakarı, buna yapış ve dışarı çık demiş. Sonra onu dikkatlice çekmeye başlamış, artık tamamen çekmiş ki, göldeki diğer günahkârlar da onun dışarı çıktığını görür görmez kocakarıyla birlikte çıkabilmek için eteğine yapışmaya çalışmışlar. Ancak bu kocakarı kötü, ama çok kötü bir kocakarıymış ve, “ Sizi değil, beni çekiyorlar, bu soğan da sizin değil, benim,” diyerek başlamış onları tekmelemeye. Bu lafı söyler söylemez de soğan kopuvermiş. Kocakarı göle düşmüş ve o gün bugündür de yanar dururmuş. Melek ise ağlamış ve oradan uzaklaşmış. … ..
… ..
… ..
İppolit Kirilloviç burada sanığın Gruşenko’ya olan tutkusunu ayrıntılı bir tablo halinde ortaya koydu. İppolit Kirilloviç, sanığın sözleri ile ifade ederek “dayak atmak” üzere “bu genç hanıma” gittiği andan itibaren başladı ve ”ama dayak atmak yerine onun dizlerinin dibinden ayrılamadığını” ve bu aşkın böyle başladığını anlattı. “Bu arada sanığın babası olan ihtiyar da aynı kadının peşindedir. Şaşırtıcı ve uğursuz bir tesadüf bu, çünkü daha önceden her ikisi de bu kadını tanıdıkları ve onunla karşılaştıkları halde ikisinin birden yüreği tutuşuyor ve bu iki yürek, önüne geçilmez Karamazov iftirasıyla alev alev yanıyor… .. Burada genç kadının itirafına tanık oluyoruz.: ‘Ben,’ diyor. ‘ikisiyle de alay ediyordum.’ Evet, birdenbire ikisiyle de alay etmek istemişti: Önceden böyle bir isteği yoktu,, ama birden aklına ala etmek geliverdi ve iş, her ikisinin de karşısında yenik düşmesiyle sonuçlandı. Paraya Tanrı gibi tapan ihtiyar sırf kadın evine gelsin diye hemen üç bin ruble hazırladı, ama kısa zaman sonra iş sırf yasal karısı olmayı kabul etmesi için kadının ayaklarına ve bütün malını mülkünü sermesi mutluluk sayacak kadar ileri götürdü. Bu konuda kesin kanıtlarımız var. Sanığa gelince, onun yaşadığı trajedi ortada, gözlerimizin önünde. Ama genç kadının ‘oyunu’ bu şekildeymiş işte. Fettan kadın, zavallı adama umut bile vermemiş, çünkü gerçek anlamda umudu ona ancak en son anda , genç adam kendisine acı çektiren bu kadının önünde diz çökmüş dururken babası ve rakibinin kanına bulanmış elini ona uzattığında vermiş: Zaten tam bu anda da tutuklandı. Tutuklandığı sırada kadın içten bir pişmanlıkla ‘Beni de beni de onunla birlikte sürgüne gönderin, onu bu hale ben getirdim, herkesten çok ben suçluyum!’ diye haykırıyordu . … ..
*Karamazov Kardeşler & Fyodor Dostayevski
Çeviri: Ayşe Hacıhasanoğlu
Özgün adı : Братья Карамазовы, Bratya Karamazovı)
Can Sanat Yayınları
1.Basım: 2010
*Fyodor Mihayloviç Dostoyevski; d. 11 Kasım 1821, Moskova – ö. 9 Şubat 1881
SEVİNÇ TÜRKÜSÜ
Sevinç, göklerin parlak yıldızı
Cennet bahçelerinin güzel kızı
Sen ey en kutsal, Tanrısal varlıkların bir eşi
… …
... .. (s.45)Öyleyse nedir bu staretslik diyebilirsiniz.. Strartes , sizin ruhunuzu, iradenizi kendi ruhuna ve kandi iradesine bağlayan adamdır. Bir staretsi seçtikten sonra kendi iradenizden vazgeçiyor ve iradenizi tam bir itaat içinde staretse teslim ediyorsunuz. ....
YanıtlaSilBu kavramlar bizi pek yabacı değil..... İslâmiyet'te ruhban sınıfı yok. Şeyhler, şıhlar, tarikat liderleri ise var ve çoğu akçeli işlere bulamış durumda... tv ve radyo istasyonları, ticari şirketleri, pahalı araçları ve külliyelerinde binlerce kişiye yemek ve barınma hizmeti verebilen külliyeleri olanlar var.... yanı manevi zenginlik dışında kaynağı şüpheli işler..... bizar düşünmekte yarar var....
YanıtlaSilDostoyevski'nin "starets'liği uzun uzun anlattığı bölümdeki bu kelimenin yerine "Şeyh" ya da "şıh" kelimesini koyarak okunması halinde aynı anlayışın ülkemizde de geçerli olduğunu görebiliriz. .... birileri için din istismarcılığı iyi pirim yapıyor maalesef...
SilAkçeli işlerden uzak duran ve mütevazı hayatlarıyla insanlara ören yaşamı olan ve bir anlamda terapi hizmeti veren samimi dindarları bu anlayışın dışında tutmak gerektiğini de biliyoruz....
Silüzülme. Yalnız içindeki pişmanlık azalmasın, Tanrı her şeyi bağışlar. Dünyada Tanrı’nın affetmeyeceği hiçbir günah yoktur ve olamaz. Zaten insanoğlu, Tanrı’nın gösterdiği sonsuz sevgiyi harcayabilecek kadar büyük günah da işleyemez. Tanrı’nın sevgisini geride bırakabilecek bir günah var mıdır acanba? Sadece hep pişman olduğunu düşün, korkuyu ise tamamen aklından çıkar. Tanrı’nın seni düşünemeyeceğin kadar çok sevdiğine, günahlarınla birlikte ve bir günahkâr olarak da sevdiğine inan. … .. Öleni, sana yaptıkları için tüm kalbinle affet, onunla gerçekten barış. Pişmanlık duyarsan seversin de. Eğer seversen, artık sen Tanrı’nın sevgili kulu olursun… Sevgiyle her şeyi alabilirsin, her şeyi kurtarabilirsin. Eğer tıpkı senin gibi bir günahkâr olan ben, senin için bu kadar üzülüyor ve sana acıyorsam, kim bilir Tanrı ne kadar üzülür ve acır. Sevgi paha biçilmez bir hazinedir, onunla tüm dünyayı satın alabilirsin, sadece kendinin değil , başkalarının günahlarını da bağışlatabilirsin. Git ve korkma.”,
YanıtlaSilDostoyevski, dönemin hem sosyolojisini hem de kişilerin psikolojik analizlerini yaparken bir terapist gibi düşüncelerini paylaşıyor....Peder / Starets'in Yaratıcının bağışlayıcılığı ile ilgili sözleri anlamlı...
SilEvet. Böyle olması gerek.❤️🙏
SilAdeliada İvanovna
YanıtlaSilFedor Pavloviç Karamazov____ / /__Dimitri (Mitya)
/
Sofya İvanovna
/
İvan
/
Aleksey (Alyoşa)
Romanın kahramanlarından biri Karamazov ailesinin babas, Fedor Pavloviç Karamazov...... kolayca sinirlenen, alkol bağımlısı ve Çevresinde çok da sevilmediği anlaşılıyor.... sözlerini başı ile son u rasında kopukluklar olabiliyor , yin de çevresinde gelişen olaylarla birlikte olayların gelişimini takip etmeye çalışıyorum....
YanıtlaSilYekaterina İvanovna ve Agrafena Aleksadrovna (Gruşenko)'nın, Dimitri Karamazov((Mitya) için yaptıkları ağız dalaşı ilginç.... .. "kadınlar kadınların kurdudur" sözünü doğrularcasına ...
YanıtlaSilDimitri Federoviç Karamazov
YanıtlaSilDostoyevski, yaşadığı dönemin mistik konularını, efsaneleşmiş mucize öykülerini, mezheplerin halk üzerindeki etkilerini, kilise, din adamları, sosyal yaşamda gündem oluşturan inanç konularını dile getiriyor....
YanıtlaSil... ..bütün savaşlarda rastlanabilecek insanlık dışı tutum /davranışlardan bir kısmına örnek verirken Türklerle ilgili yakıştırmalarını 'kuyruk acısı' ruh haili ile yazılmış olarak değerlendiriyorum....
YanıtlaSil“Büyük Engizisyon Yargıcı” bölümünde iki kardeşin (ivan ve Alyoşa) mistik konulardaki sayfalarca süren inançlar konusundaki düşünceleri tarihin derinliklerinden (büyük fatihler,(s.361) Timur’lar, Cengiz Han’lar) tüm âlemi ele geçirmek arzusuyla dünyada kasırga gibi estiler, ama onlar bilinçsiz de olsa insanlığın evrensel ve genel olarak birleşmesi gerektiği yolundaki aynı düşünceyi ifade ettiler. Dünyayı ve imparatorun erguvan renkli pelerinini kabul etseydin dünya hükümdarlığını kurmuş ve dünyaya huzur getirmiş olurdun. Çünkü insanların vicdanına sahip olan ve onların ekmeğini elinde tutanlardan başka kim onlara sahip olabilir? … ..
YanıtlaSilBütün dünyayı ele geçirme ve tek bir yönetim altında toplama hevesi günümüzde de varlığını sürdüren hastalıkolı bir ruh hâli...
YanıtlaSil"... buğday tanesi toprağa düşüp ölmedikçe yalnız kalır. Ama ölürse çok ürün verir" (Yuhanna İncili, bap12:24.)
YanıtlaSil"Yuhanna 12:24" alıntısını önce romanın başında, sonra da değişik yerlerde ve(421) "Esrarengiz Ziyaretçi" bölümünde tekrar işlemesinin gizemi anlaşılıyor.... yazar hem insan psikolojisini hem de dönemin sosyolojisinin analizini yapmakta..
SilEsrarengiz Ziyaretçi Mihail'in öyküsü roanın en ilgi çekici sahnelerinden biri.... sürükleyici... anlamlı...
Sil"Starets Zosmn'nın manastıra girmeden önceki yaşamıyla ilgiki gençlik anıları / Düello" bölümünde geçenler ve aşina olduğumuz peygamber kıssaları kıssaları ilginç geldi... aslında semavi dinlerin ortak yanları üzerinde düşünmeye değer ayrıntılar olduğunu görüyoruz....
YanıtlaSilSeküler bakış açısı, milenyum tarikatları, dinler tarihi başlıkları altında kitaplarda anlatılan yorumların benzerini, Dostoyevski (1821-1881) kendi döneminde yapmış. Aynı konularda bugün ilgili alanı bakımından konu uzmanı sayılan uzmanlar da benzer yorumları yapıyorlar... insan evlâdı aynı, zaman değişiyor ama toplum sosyolojisindeki değişim genel hatları ile çok az değişiyor...
YanıtlaSilMallarını artırmayı başarmışlardır, ama mutlulukları azalmıştır…
YanıtlaSilİnsanların bilmedikleri, tanımadıkları kavramlardan korkmaları bilinen bir şey…. Gecenin karanlığında ormanda yalnız kalan birisi için; her ses ve hareket eden her gölge bir korku kaynağı olabilir. Sağlığında insanların saygı duyduğu Keşiş-rahip Peder Zosima’nın ölümü de çevresindekileri etkilemişti…. Bu saygı duygusu cehaletin de etkisi ile çevresindeki insanlar tarafından gizemli yorumlara ve onun da sıradan bir ölümlü olabileceği gerçeğinini üstüne çıkartılarak abartılı beklentilere yol açmış görülüyor. Elbette Dostoyevski zamanın sosyolojisini yansıtıyor… şehirden hastaların, özelliklede çocuklarını kapıp gelenlerin olması ve “ortaya çıkmaya gecikmeyeceğine inanılan acil şifa gücüne umut bağlayanların olması, ölen staretsin daha hayatta iken yüce bir aziz sayılması ve bu nedenle de ortaya çıkan abartı dolu gizemli mucize beklentisi insanlara arasında giderek artan bulaşıcı bir ruh hali anlatılıyor…
YanıtlaSilSonuçta zaman geçtikçe, doğal olarak her ölümlüde beklenmesi gereken, Starets Zosima’nın cesedinden de giderek artan şekilde kokular gelmesi… .. ona saygı duyanların kabullenmek istemediği gerçeğin önce akıllarda yer etmeye başlaması, sonraları kendilerinden emin olamadıkları için bir diğerine ifade etmekten çekinmeleri gerçeğin artık inkâr edilemez hale gelmesi…..
SilDostoyevski’nin vurguladığı bu olayda (Keşiş-rahip Peder Zosima’nın ölümü ) bazen toplumlarda kaynağı şüpheli olmakla birlikte, inanç kökenli sıradışı rivayet ya da efsane olmuş söylentiler giderek kabul görmeye başlayabiliyor…. bazen ölmüş olanların cesetlerinden çok iyi hissedilen çok hoş bir geldiği ısrarla anlatıldığı hatırlatılıyor….
Silİnsanlar arasında bu ruh halini hemen kabullenen, meraklı, “pireyi deve yapan” , olayları abartılı anlatan tiplere gönderme yapıyor…
SilKuleli Askeri Lisesi’nde ergenliğe yeni girmiş genç çocuklar olarak, arkadaşlarımızla birlikte, ailelerinden ilk olarak ayrı kaldığımız günleri hatırlıyorum. Ortaköy’lü arkadaşımız Zülfikar’ın gece uykusuna hazırlandığımız o saatlerde, ışıkların söndürüldükten sonra, on iki kişinin paylaştığı ranzalarımzıda önceleri fısıltılarla sonraları bizlerde alışkanlık yapan muzip olduğu kadar çocuk halimizle korku uyandıran “kıtmir” öyküsünü defalarca dinlediğimizi hatırlıyorum…. Zülfikâ’ın bu olayı sanki dün şahit olunmuş bir film sahnesi gibi ve her defasında yeni abartılar eklenmiş korku filmi gibi anlatmasını unutmamız mümkün değil…. Zülfikâr’ın uyku öncesi tüylerimizi diken diken etmeyi başardığını itiraf ediyorum….
YanıtlaSilDostoyevski'nin anlatımında vurgu yapılan benzer inanışlar (hurafeler) günümüzde de varlığını sürdürüyor.... giderek azalsa bile türbelere (Telli Baba, Bayraklı Baba vb.) giderek veya kutsallık yakıştırılan yerlerde insani isteklerin / dileklerin karşılanması beklentileri...... mum yakarak, ağaç dallarına küçük kumaş şeriler bağlayarak ibadet / beklentilerin karşılanması için yapılan ritüeller.....
YanıtlaSilPeder Paisiy’in bir yandan mantığı ile yaklaştığında, halktan insanların (mübarek / aziz kişi olarak düşündükleri ölmüş olan Starets Zosima’dan şifa v b. olağanüstü beklentiler içine girmesi kadar, bu olup bitenlerde bir düşüncesizlik ve telaş bulmuş olsa bile gizliden gizliye kendi içinde, ruhunun derinliklerinde bu heyecanlı insanlarla hemen hemen aynı şeyi bekliyor olması ve bunu kendisine itiraf edemeyiş hali, insanın nasıl ikilemde kaldığının bir göstergesi sanki….
YanıtlaSilMantıklı düşündüğünde ddoğruyu yakalayabiliyor olan Peder Paisiy’in sürü psikolojisine kapılarak kilisede toplanan insanların ruh haline kendini kaptırması ayrıca değerlendirmeye açık…..
Sil.......orada bulunanlardan ancak birkaçı bu soruyu farketmişti. Onlar da böylesine büyük bir adamın cesedinin bozulacağını ve kötü bir koku yayacağını beklemenin gerçek anlamda bir saçmalık olduğunu, hatta bu soruyu soran kişiye imanı zayıf, düşüncesizin biri olduğu için acımak gerektiğini (eğer alay edilmezse tabii) düşünerek ağızlarını açmamışlardı. ... ..
YanıtlaSilİnsanlar hem ortamdaki değişikliği / kokuyu fark ediyor, hem de orada bulunanların birbirlerinden çekinerek hep birlikte fark ettikleri değişimi (kokuyu) görmezden gelmeleri, sessiz kalmayı tercih etmeleri ..... beni şaşırtmıyor.
Sil"mış gibi yaşamak", harekete geçmek yerine statükoyu sürdürmek...
Silama öğleden sonra üçe doğru artık o kadar açık ve inkâr edilemez bir şekilde ortaya çıkmıştı ki, bu haber bir anda bütün keşişhaneye ve dua etmeye gelen tüm ziyaretçilere yayıldı,... .. manastırda da duyuldu ve manastırdakilerin hepsini hayrete düşürdü…. ..
Silbir ölüye olağanüstülük yakıştırmak ve onun da önce yaratılmış sonra da her canlı gibi ölümü tatmış birisi olduğunu göz ardı ederek yapılan yorumlar bu sefer ortaya çıkan yeni durum karşısında şekil değiştirerek dedikodu vb. dönüşmesi de ibretlik...
YanıtlaSiltam da "ifrat ve tefrit" kavramı akıllar geliyor..... bir uçtan diğerine savrulmak.....
SilBen daha Üniversitedeyken okumuştum. Bir sabah, akşam okuduktan sonra otobüse binmişim bir adam bana baktı ve cenazeniz mi var diye sormuştu. 🤣 Çok etkileyici, keşfedici, terbiyeci ve derin yazar, katılıyorum. Dikkat edin, depresyona yol açabilir 😃 İnsanın ne kadar çirkin ve aciz olduğundan yani...
YanıtlaSilRomanın sonu Sherlock Holmes’un öykülerine benzedi. Fedor Pavloviç’in katilini merak ediyorum…
YanıtlaSilRomanın sonlarına doğru (s.879) "Şeytan. İvan Fedoroviç'in Kâbusu", gerçekten de kâbus gibi.... 20 küsür sayfa dolusu hem felsefe hem de ancak bir şeytanın dile getirebileceği inançlara ve, imana dair düşünceleri alt üst edercesine saçmalıkları akıcı
YanıtlaSilbir dille anlatan kâbus sayfaları Dostoyevski'ye bravo....
Anlıyoruz ki, gördüğü kâbus kendi vicdanıydı....
Silkendi kendine söyleyemeyeceği / itiraf edemeyeceği gerçekleri seslendiren kâbus...
SilBuradan da çıkarabileceğimiz sonuç / alabileceğimiz ders var; "gerçekler gizlenmeye çalışılsa bile vicdanlar gerçek karşısında suskun kalamaz", bu yüzden bütün niyet ve davranışlarımızda zamanı geldiğinde hesap vereceğimiz bilincinde olmalıyız....
SilDostoyevski'nin aklına gelip kalemiyle kağıda yansıttığı olaylar şeytanın aklına gelmez türden... ""babasıyla aynı kadına aşık olan iki kişi, ya da baba oğul iki kişinin aşkına maruz kalan zavallı kadının bu durumdaki psikolojisi....
YanıtlaSilSonuç, trajedi...
SilYazarın "Şaşırtıcı ve uğursuz bir tesadüf ..." olarak nitelediği olay 1077 sayfalık romanın temelini oluşturuyor
SilRomanın, özellikle son üçte birlik bölümü dedektif romanlarını sevenler için ilgi çekici .... savcı ve Petersburg'dan gelen avukatın konuşmalarını profesyonel hukukçuların bile okumasında yarar olacağın ı düşünüyorum.... Dostoyevski unvanını hakkediyor....
YanıtlaSilDedektif romanlarını seven Sultan Abdülhamid'in "Karamazov Kardeşleri" okuyup okumadığını da merak ediyorum....
SilUzun bir roman. Son sahne duygusallık dolu olduğu kadar maddi ve manevi kavramlar bakımından derslerle bitti. Tavsiye ediyorum...
YanıtlaSil