İsabekov geç saatlere kadar yatıp uyumamış, hâlâ düşünüyordu. Nasıl hitap edecek, nasıl bir sözle başlayacaktı bu mektuba? Neler yazabilirdi? Zor, çok zor, hatta imkânsız geliyordu mektup yazmak. Söylenecek birikmiş o kadar şey vardı ki! Hem sonra, onun gecikmiş itiraflarını anlayacak mıydı?
Birlikte yaşadıkları ve şimdi geride kalan yıllar çok zor geçmişti. Birbirlerine karşı bunca haksız davranışlardan, kavgalardan, sonu gelmeyen suçlamalardan, kavgalardan , barışmalardan ve ayrılıkla sonuçlanan bu durumdan sonra, onu makul (hayır, bu makul sözü yerine oturmadı) onu sadece insanca anlayabilecek, bağışlayabilecek miydi?. Evliliklerinin ilk yılında olduğu gibi davranabilecek miydi? Sade, açık yürekli ve iyi niyetle? .. Ya böyle karşılamazsa? Ya onu anlamazsa? Daha da kötüsü yine kadınlık gururundan, kötü talihinden söz ederek yine saldırıya başlarsa?.. Hali nice olurdu o zaman?
İsabekov onun sızlanmalarının, yakınmalarının, bir kadın gururundan, kadının öz-saygısından ileri geldiğini anlıyor ve bunu kendi kendine söylüyordu.
Karısı her zaman kadın arkadaşlarına imrenirdi:
-Gördün mü, diyordu, adam gözünü karısından ayırmıyor, herkesin içinde eğilip karısının ayakkabı bağlarını bağlamaktan çekinmiyor. Böyle bir davranıştan korkmuyor….
O da karısına:
-Böyle bir gösterişten hoşlanmam ben, pohpohlamayı bilmem, diyor, kestirip atıyordu.
-Gösterişle ne ilgisi var bunun_ Bir nezakete kuralı, bir duyarlılıktır bu, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Yoksa sen, aşkından, beni sevmekten mi utanıyorsun? Yoo, ben böyle yaşayamam, Ben, sevdiğim erkeğin beni sevdiğini açıkça göstermesinden korkmamasını isterim. Başka türlü davranışı aşağılayıcı buluyorum.
Sen bunu hiç düşünmüyorsun!-Ben hiç de öyle sanmıyorum, zaten bunu düşünecek vaktim yok. Hem sonra, sen de bunca iş arasında, yakında tezini vereceğin bir zamanda, böyle saçmalıklarla nasıl ilgilenebiliyorsun anlamıyorum: Kim kimin ayakkabısını ya da korsasını bağlamış!
-Seninle tartışmanın yararı yok, hiçbir şey anlamıyorsun!
Ama işte şimdi anlıyordu: Onun ne demek istediğini anlıyor, bunu itiraf etmek istemese de, içinden ona biraz hak veriyordu.
… ..
Deve Gözü
… alışma yerine geldiğimizde ilk gün, eli-kolu bağlı bir durumda kalmıştım. Yol boyunca daldığım ve etkisinden kurtulamadığım hayal içindeydim henüz. Konakladığımız yerin hemen yanındaki küçük tepenin üzerinde, çok eskiden kalma bir taş heykel vardı. Granitten kabaca yontulmuş, bu oz heykel, orada yüzyıllardan beri kalmış, bir nöbetçi gibi beklemiş ve yarı beline kadar toprağa gömülmüştü. Uzaktan ölü gözlerle bakıyor ve ürperti veriyordu insana. Sağ gözü, rüzgâr ve yağmurların aşındırmasıyla oyulmuş, yuvasından fırlamış gibiydi. Kalın kaşlar altındaki çirkin gözüyle korku veren bir cadı gibi bakıyordu. Bir kadın heykeliydi bu. Uzun uzun seyrettim onu. Sonra, çadırın yanına gelerek Sorokin’e sordum:-Uzman yoldaş, bu heykeli buraya kimler dikmiş olabilir?
Sorokin bir yerlere gitmek için sabırsızlanıyordu. Atına binerken:
-Sanırım Kalmuklardan kalma, dedi ve sürüp gitti.
Çenemi kapatıp sussaydım ya! Hayır, susmadım. İçimden bir ses ya da bir şeyler dürtüp duruyordu beni konuşmam için. Oradaki sürücülere, pullukçulara döndüm. Daha onlarla doğru dürüst tanışmamıştım bile:
-Hayır, dedim, bu doğru olamaz. Kalmuklar buraya ancak onyedinci yüzyılda geldiler, oysa bu heykel onikinci yüzyıldan kalma bir anıt, bir mezar taşı. Bu kadın heykelini, Batıya doğru yaptıkları büyük akın sırasında Moğollar dikmiş olmalı. Biz Kırgızlar da onlarla birlikte geldik buraya. Yenisey’den buraya gelip Tiyan-Şan’a kadar yayıldık. Bizden önce buralarda Kıpçaklar yaşardı, onlardan da önce sarı saçlı, gök gözlü insanlar…
… ..
-Bu kaynağın adı ne?
Kovayla su aldığım ve bulan dırdığım gölcüğe bakarak biraz düşündüm. Byu çevrede tek kaynak olsa da bir adının olması gerekirdi. Ona bir ad düşünürken suyun yüzü biraz duruldu, ama az aşağısı hâlâ bulanıktı. Genç kıza dönerek cevap verdim:
-Deve Gözü.
-Deve gözü mü?
Kız yüzüne düşen perçemini alnına doğru kaldırarak gülümsedi.
Güzel bir ad! Gerçekten de dev gözüne benziyor, düşünceli bir deve gözüne…
… ..
Kurday Yaylasının ardında
Yüzyıllardır ayak basmamış bir diyar,
Kışın kar fırtınalarının dolaştığı,
Yazın yakıcı sıcakların kavurduğu bir ülke var:
Anarkay bozkırı uzanır buralarda..
Biliyorum, inanıyorum ki o gün gelecek,
Anarkay pelinlerle kaplı bir bozkır değil,
Bir bolluk, mutluluk ülkesi olacak…
… ..
*kızıl elma, oğulla buluşma, beyaz yağmur, asker çocuğu, deve gözü & Cengiz Aytmatov
Çeviren: Refik Özdek
1.Baskı: 1992
Ötüken Yayınları
*Kalmuklar - Vikipedi (wikipedia.org)
*Kalmuklar veya Kalmıklar (Kalmukça: Хальмгуд), Batı Moğol halkı Oyratlar'ın 17. yüzyılda Cungarya'dan Hazar Denizi'nin batısına göç etmiş olan koludur. Bugün çoğunlukla Rusya'nın Kalmukya Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar. ABD, Fransa, Almanya, İsviçre ve Çek Cumhuriyeti'nde azınlık olarak bulunurlar.[1] Sovyet yazar Marietta Şaginyan Ekim Devrimi'nin lideri ve Sovyetler Birliği'nin kurucusu Lenin'in babaannesi Anna Smirnov'un Kalmuk soyundan geldiğini belirtmiştir.
… ..
Kızıl elma; " Aytmatov, çocuk deyip geçmeyin, çocukların anne babalarının ruh hallerini algılayabildiklerini ve zekice davranışlar gösterebildiklerini anlatıyor.
YanıtlaSilÇordon , Saparali (Sefer Ali)... .. ikisi de oğulları ile buluşmaya gidiyorlar
YanıtlaSilİkinci Dünya savaşı yılları... 1941... Çolpon'un oğlu Sultan'ın gönüllü yazılarak savaşa gitmesi....
SilÇordon
SilBeyaz Yağmur; zaman değişiyor, çocuklarımızı anlamamız gerek diyor...
YanıtlaSilAytmatov’un öykülerinde anlatılan İkinci Dünya Savaşı hikâyelerinde düşman için kullanılan faşist(ler) kelimesi benim için Alman askerlerini çağrıştırmaya yetiyordu. Nazi(ler) dese de fark etmeyecekti ve yine aynı anlama gelecekti benim için. Aytmatov’un “Asker Çocuğu” öyküsünde çevirmenin aşağıdaki notu bu konuda biraz daha bilinçli olmamı sağladı. farkı fark ettim.
YanıtlaSilÇevirenin notu ilgi çekici; “Ruslar, savaş boyunca ve daha sonra Almanlara “nazi” denmekten çekinmiş, “faşist” deyimini kullanmışlardır. Bunun gerçek sebebi, “nazi”, “nazizim” ya da “basyonalizm”in milliyetçiliğe çağrışım yapmasıdır. İtalyanca “fascis”, “fascio” kelimelerinden türeyen “faşist” ise “silâ çatısı” anlamına gelmektedir.
silâh çatısı
SilAsker Çocuğu; "Toktos'un oğlu Avalbiyek"....
YanıtlaSilBirden, o perçemli sevimli kızı hatırladım. O anda yanımda olmasını öyle yürekten istiyordum ki! Ona, pelin otlarıyla kaplı bu yabanıl bozkırda, çok güzel bir ülkenin kurulacağını anlatacaktım. Buna inandıracaktım onu. Bu güzel, görkemli ülke ANARKAY olacaktı. (Deve Gözü)
YanıtlaSil