Sonbaharın sonlarına yaklaşıyordu. Alçalan güneş , gün boyunca kendini gizleyen sisi yararak , Salisbury şehri yakınlarındaki küçük Wiltshire köyüne doğru eğmişti parlak yüzünü. Yaşlı bir insanın zihnini ansızın aydınlatıveren bir hatırlayış pırıltısı gibi bir güzellik saçmıştı ortalığa, öyle ki güneşin kaybolan gençliği ve tazeliği, yeniden dirilmiş gibi oluyordu. Islak çimen aydınlıkta ışıldıyordu: Hendeklerde tek tük yeşillik kümeleri -son birkaç yeşil dal burada h^la yiğitçe duruyor, keskin rüzgârların ve erken donların zorbalığına karşın sonuna kadar direniyordu- yüreklenip canlandılar; gün boyunca solgun ve somurtkan akan derenin yüzeyine neşeli bir gülümseme yayıldı; çıplak dallarda kuşlar ötüşüp cıvıldaşmaya başladılar, kışın geçtiğinbe, baharın geldiğine neredeyse inanmışlardı sanki. Eski kilisenin yükseldikçe incelen tepesindeki rüzgâr fırıldağı ta yukarıda parıldayarak genel sevince katılı gibiydi; sarmaşıklarla gölgelenen pencerelerden de , kızaran gökyüzüne karşı öyle parlak ışınlar yansıyordu ki, yirmi yazın ışığı ve sıcaklığı bu evlerde depo edilmiş sanırdınız.
Kışın geldiğini durmadan fısıldayan belirtiler bile şimdi genel görünüşe güzellik katıyor, canlılığı, acıklı bir hava vererek bozmuyordu. Toprağı kaplayan güz yapraklarından güzel bir koku yayılıyor, uzaktan geçen araba ve insanların kaba seslerini örten bu yapraklar, ötelerde sessizce oraya buraya tohum serpen çiftçilerle, bereketli kara toprak gürültüsüzce yarıp geçen ve ekinlerin yalnızca saplarının kaldığı tarlalarda zarif şekiller çizen sabanlarla birlikte, tatlı bir huzur yaratıyorlardı. Bazı ağaçların kıpırtısız dallarında, yemişlerin mücevher olduğu o masalsı bahçelerdeki gibi, mercan kümelerini andıran yabanmersini salkımları sarkıyordu; bütün süslerinden soyunmuş olan bazı başka ağaçlar, kendi döktükleri parlak kırmızı yaprak kümeciklerinin ortasında duruyor, yaprakların yavaş yavaş çürüyüşünü seyrediyorlardı; bazıları ise daha yaprak dökmemişlerdi, ama çatlamış, kurumuştu yaprakları, yanmış
gibiydiler; bazı ağaçların gövdelerinin çevresinse, o yul verdikleri elmalra, kırmızı tepecikler halinde yığılm ıştıu; kimi ağaçlar ise (yaprak dökmeyen babayiğitlerdi bunlar doğa, en uzun hayatı ince narin gözdelerine bağışlamadığını bunlara anlatmış gibi, sert ve somurtkan, dinmdik duruyorlardı. Bunların daha koyu renkli dalları arasında güneş ışıkları kırmızımtırak sarı yollar çiziyor; kızı ışık, gizlendiği esmer dalları, kendi parlaklığını daha belirgin göstermek için kullanıyor, ölen günün pırıltısını buradan destekliyordu.
… ..
… .., sesi gittikçe acılaşarak; “ zengin bir adam olarak her sınıftan, her tabakadan insanlar arasında bulundum; dostlar, akrabalar, yabancı kişiler; yoksul bir kimseyken haklı olarak güvendiğim insanlardı bunlar, haklıydım güvenmekte çünkü ne beni ne de benimgözüm önünde birbvirleirniş aldatmışlardı o zaman. Ama zengin olduktan sonra , içinde gizli bit yozlaşma eğilimi barındırmayan tek bir kişiliğe rastlamadım. İhanet , hile, aşağılık planlar; benim gözdem olmaka için gerçek ya da uydurma bütün rakiplere karşı nefret, düşmanlık, yalancılık, alçaklık
uşaklık; ya da” burada gözünü kuzeninin gözüne dikti; “ya da hepsinden beteri dürüst bir aldırmazlık pozu; zenginliğimle aydınlığa çıkan güzellikler işte bunlar. Kardeş kardeşe, oğul babasına düşman, arkadaşlar birbirlerinin başını ezme çabasında, yürüdüğüm yol boyunca bana arkadaşlık eden insanlar bunkar oldu. Bilmem doğru, bilmem yanlış, yosul giysiler içinde erdemi bulup çıkaran ve ödüllendiren zenginlerin hkâyeleri anlatılır. Budala, sersem olmalı bu zenginler. Araştırmalarını kendi zenginliklerinde yapmalıydılar. Öldükleri zaman zevk için tabutlarına tükürecek olan alçakların aldattığı, oynattığı, sömürdüğü vr bütün bunlara layık sersemler olduklarını anlamalıydılar; o zaman arayışları benim gibi sonuçlanır, onlar da benim gibi olurlardı.”
… .. … Yanımda bulunanların kişiliklerini değiştirdim ve yozlaştırdım, yüreklerinde açgözlü fesatlar, umutlar besledim; kendi aile üyelerim arasında kalmakla birlikte birçok ai
le felaketine yol açtım; ben olmasam sonuna kadar zararsız kalacak ailelerde bir meşale gibi ahlaksızlık gazlarını bulup tutuşturdum: Sonunda beni tanıyan herkesten kaçtım, gizli yerlere sığındım, kovalanan bir insan gibi yaşadım. Az önce gördüğünüz genç kız… No o! Ondan söz edince gözünüz parladı! Demek şimdiden başladınız ondan nefret etmeye, öyle mi?
… .. .. Her zaman böyledir bu. Zenginlerin mezarlarından ne miras davaları yeşerir; akrabalar arasında, yalnız sevginin büyümesi gereken yere hile, nefret, yalan tohumları eker! … ..
… ..
… .. ortada fol yok yumurta yokken siz ikinizin birbirinizi gırtlaklamanıza gönlüm razı olmuyor. Mr. Pecksniff, siz yukarı kattaki miras sahibinin kuzenisiniz, biz de yeğeniyiz; biz derken Chiv’i kastediyorum. Belki, önemli bakımlardan, siz onun bizden daha yakınısıznızdır. Çok iyi. Öyleyse, öyle olsun. Ama siz ona ulaşamıyorsunuz, biz de ulaşamıyoruz. Size ne parlak şeref sözü veririm ki bayım, o anahtar deliğinden sık sık baktım, bu sabah dokuzdan beriş, küçük bişr geçici yardım için en ılımlı ve kibar bir başvuruma cevap bekleyerek; sadece on beş pound ve benim emniyetim. … ..
… ..
“Herhalde Spottletoeların burada olduğundan haberiniz yok?” dedi Mr. Tigg. … ..
… .. Mrs.Spotletoe babamın erkek kardeşinin çocuğuyla evlenmedi mi? Mrs. Spottletoe da Chuzzlewit’in kendi yeğeni değil mi?... ..
… ..
“Başıma gelenler!” diye haykırdı Mr. Pecksniff, hacvaya bakarak. “Çok kötü. Bu insanların para hırsı korkunç.”
“Hem yalnız Spottletoelar değil, Tigg,” dedi Slyme, Tigg’e bakıp Mr. Pecksniff’le konuşarak. “Antony Chuzlewit’le oğlu da haberi işitmişler, bugün öğleden sonra onlar da geldiler. … ..
… ..
“Böylece,” dedi Slyme, … .. “bir kardeşle bir yeğen daha çıktı ortaya, şimdiden.”
… .. çıkarı olan herkes bu duyguyu paylaşıyor, bayım. Bütün aile buraya koşuyor. Bireysel kıskançlıkların ve çıkarların bir süre unutulması ve ortak düşmana karşı birlik kurulması gereken zaman gelmiştir. … ..
… .. Bundan sonraki posta arabasıyla da olay yerine ailenin daha bir sürü sevgi dolu üyesi geldi … .. ve sonunda küçük hanın odaları yirmi dört saat için karaborsaya çıktı ve dört yatakla bir divandan meydana gelen özel odalar piyasada kuruş kuruş pahalanmaya başladı.
Sözün kısası, iş öyle bir yere vardı ki bütün aile Mavi Ejder’e doldu ….
… .. Martin Chuzzlewit kuşatma altındaydı. … ..
… .. Sonra, Mr. Martin Chuzzlewit’in ölmüş kardeşinin dul karısı vardı: … .. elinden gelse, kaynını özel bir tımarhaneye kapatıp, kendisini sevmeye başlayarak aklının başına geldiğini kanıtlayıncaya kadar orda tutup, tam bir Samson olduğunu gösterecekti. … .. Yanında, evde kalmış beyefendi tavırlı üç kızı oturuyordu; … .. Sonra, Mr. Martin Chuzzlewit’in yeğeni, çok esmer ve çok kıllı bir genç vardı; … .. Ayrıca … .. dişi bir kuzin vardı. Sonra George Chuzzlewit geliyordu. … .. neşeli bekâr kuzen. …. .. Son olarak Mr. Chevy Slyme’la arkadaşı Tigg vardı. … ..
… ..
“Sözün kısası,” dedi Martin; … .. dedem bu yaşa kadar bana baktı. Aslında pek çok meziyeti vardır. … .. ama iki tane büyük kusuru vardır ki bunlar kötü yanının kaynağıdırılar. Bir kere hayatta ondan daha inatçı bir insan kesinlikle yoktur. İkincisi, felaket derecede bencildir. … ..
… ..
*Martin Chuzzlewit & Charles Dickens
Özgün ad: The Life and Adeventures of Martin Chuzzlewit
Çeviren: Murat Belge
1.Baskı: 2011, İstanbul
İletişim Yayınları
*Fortunatus is a Latin word meaning "happy, lucky, rich, blessed". A masculine given name, it can refer to:
*Toga - Vikipedi (wikipedia.org)
*Toga, yaklaşık altı metre uzunluğundaki bir kuşağın vücuda belirli bir yöntemle sarılmasıyla (dolanmasıyla) elde edilen ve genellikle bir tunik üzerine giyilen Antik Roma'nın en karakteristik giysisi. Toga istisnasız yünden[1] ve içine giyilen tunik de genellikle ketenden yapılırdı. Roma tarihi boyunca, toga genellikle erkekler tarafından giyilirken kadınlar stola giymeyi tercih etmişlerdir. Roma Yurttaşı olmayanların toga giymesi yasaktır.
*St James’ Park (famouswonders.com)
*St James’s Park is one of the oldest parks with royal status in London. It is situated in Westminster in the center of the city. The park is found at the very most southern point of the area in London known as St James’s. The area got its name from a hospital for lepers dedicated to Saint James the Less.
*Horatio Nelson - Vikipedi (wikipedia.org)
*A. Horatio Nelson (29 Eylül 1758 - 21 Ekim 1805), Napolyon Savaşlarında savaşmış İngiliz deniz subayıdır. Norfolk'da doğup Trafalgar savaşı sırasında, 47 yaşında ölmüştür. İngilizlerin ünlü denizcisidir. 1771-1805 yılları arasında denizcilik yapmıştır.
Napolyon'nun Mısır'ı işgali sırasında Osmanlı Devleti'nin İngiltere'den yardım istemesi sonucu bölgeye gitmiştir ve Fransız donanmasını büyük uğraşlar sonucunda imha etmiştir. Hatta Nelson Fransız donanmasını bulmak için Cebelitarık Boğazı'nı geçip Fransız donanmasını okyanusta aramış, ama yoğun sis dolayısıyla hemen yanından geçen Fransızları görememiştir. Osmanlı Devleti de Nelson'a bu üstün hizmetinde dolayı Osmanlı Nişanı vermiştir. Osmanlı tarihinde ilk defa bir yabancı komutan bu nişanla onurlandırılmıştır. Nelson'ın birçok resminde yakasındaki ay yıldızlı Osmanlı Nişanı açıkça görülmektedir. Nelson'un şapkasından düşürmediği içindeki saat mekanizmasıyla ortasındaki elmas dönen mücevherli çelenk sultan III. Selim han tarafından kendisine armağan edilmiştir.[1]
… ..
*Trafalgar Muharebesi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Trafalgar Muharebesi, 21 Ekim 1805'te İngiliz donanması ile Fransız ve İspanyol donanmaları arasında, İspanya'nın güneyindeki Trafalgar burnunun batısında gerçekleşen deniz muharebesi. Muharebe, İngiliz donanmasının kayıpsız zaferi ile sonuçlanmıştır.
Bu yenilgi ile Napolyon'un Büyük Britanya'yı işgal hayalleri suya düşmüştür. İngiliz donanması 18. yüzyılda ele geçirdiği deniz hakimiyetini bu zaferle pekiştirmiştir.
Londra'nın merkezindeki Trafalgar Meydanı ismini bu zaferden almıştır ve meydanın göbeğinde Amiral Nelson'un devasa bir sütun üzerindeki heykeli bulunmaktadır.
*Trafalgar Meydanı - Vikipedi (wikipedia.org)
*Trafalgar Meydanı, Londra'nın merkezinde, National Art Gallery'nin ana giriş kapısının baktığı önemli meydan. Adını, Amiral Horatio Nelson komutasındaki İngiliz donanmasının Fransız ve İspanyol donanmalarını yendiği Trafalgar Savaşı'ndan alır. İlk adı IV. William meydanıydı. Bugünkü adı George Ledwell Taylor tarafından önerildi.
1820'de IV. George tarafından alanın düzenlenmesi için dönemin peyzaj mimarlarından John Nash görevlendirildi. Charing Cross bölgesinin yeniden yapılandırılması planı doğrultusunda, Nash Trafalgar Meydanı'ndaki pek çok binayı yıktırdı. Meydanın bugünkü son haline ulaşması ise 1845 yılında İngiliz mimar Charles Barry'nin yaptığı çalışmaların sonucu oldu.
Mr. Pecksniff’in kızlarından birinin adı olan “Mercy”, merhamet demektir. Pecksniff öbür kızı Charity’nin adı da “Hayırseverlik” anlamına geliyor. -ç.n.
YanıtlaSilCharles Dickens; İlişkilerin, maske takılı yüzlerin, çıkar beklentilerinin ön planda olduğu insanlar arasındaki ikiyüzlülüğün zirve yaptığı bir ortam anlatılıyor…. böyle olunca da; en azından kitabın baş tarafı için anlaması çok da kolay olmayan, sürükleyicilikten uzak bir öykü yakıştırması yapabiliriz….
YanıtlaSilKitabın arka kapak tanımından alıntı; Charles Dickens, Martin Chuzzlewit’te büyük bir aile içinde mirastan pay kapmak uğruna dönen entrikaları anlatırken gerilimi tırmandırarak heyecanlı bir roman sunuyor. Yazar, çıkar çatışmaları sonucu insan ilişkilerinin ne kadar çirkinleştiğini, aile içi gerilimlerin ne boyutlara ulaştığını gösterirken; Amerika seyahatinin yer aldığı bölümlerdeyse Amerikan yaşam tarzını, geleneklerini ve siyasi düşüncesini nükteli bir üslupla eleştiriyor. … ..
YanıtlaSilRoman 866 sayfa ve elli dört bölüm. Asıl öykü, bir başka ifade ile sürükleyicilik (sanki) otuzuncu bölümden itibaren (s.486) başlıyor.
YanıtlaSilKitabın son bölümünde yer alan ve G.K. Chesterton tarafından kalem alınan “Sonsöz”de; “... .. Bana kalırsa Dickens’ın diğer kitaplarından keyif alan okur, bunun bir tür melankoli olduğunu düşünecektir. … .. Dickens’ın absürtlük ruhsatının standartları için bile sahneler vardır; en ağırından ve en hafifinden espriler vardır; … Dickens bunu hayatının meşakkatli ve mutsuz bir döneminde yazmıştır . … … Dağları bile güldürecek bir deha, yıldızlarla hokkabazlık edecek bir yaratıcılık katmıştı bu kitabın içine. Ne var ki kitap hüzünlüydü ve bunu o da biliyordu.” diyor.
YanıtlaSilDickens’ın kitabına uzun bir eleştiri kaleme alan G.K. Chesterton; yazarın diğer romanlarından sonra; anlamakta güçlük çekilen, sayfalar ilerledikçe, anlama güçlüğü probleminin okuyucunun kendisinden kaynaklandığın yakıştırmasına yol açan; romanı yarıda bırakmak ve bitirmek azmi arasında kıvrandıran duygu karmaşasına açıklık getiriyor. Roman eleştirisini okuyunca (demek ki anormallik bende değilmiş diyerek) rahatlıyorsunuz.
-Chesterton’un eleştirisinde geçen “melankoli” ve “absürt” kelimelerinin sözlük anlamları da bu duruma açıklık getiriyor:
Melankoli:
Melankoli - Vikipedi (wikipedia.org) … ..günümüzde yaygın olarak kişinin az hareketli ve normalden daha heyecansız bir hayat tarzını sürdürdüğü depresyondan kaynaklanan bir duygudurum bozukluğu anlamında kullanılır.
Absürt: Kökeni: Fransızca / Saçma, anlamsız. Akıl almaz. Abes
Romanı okurken "yoruldum".
Sil