30 Eylül 2023 Cumartesi

Anna Karenina*

Bütün mutlu aileler birbirlerine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir. 

Oblonskiler’in evinde her şey altüst olmuştur. Oblonski’nin karısı, kocasının, evlerinde eski Fransız mürebbiye ile ilişkisi olduğunu öğrenmiş; kocasına, kendisiyle aynı evde yaşayamayacağını bildirmişti. Bu durum üç gündür böyle sürüp gidiyor, gerek karı koca gerek aile fertleri hizmetçiler üzerinde bütün acılığı ile kendini duyuruyordu. Bütün aile fertleri, hizmetçiler, artık bir arada yaşamanın anlamı kalmadığını, bir handa, bir rastlantı ile karşılaşan insanların bile birbirlerine kendilerinden, yani Oblonski’nin aile fertleri ile hizmetçilerinden daha bağlı olduklarını hissediyorlardı. Oblonski’nin karısı dairesinden çıkmıyor, Oblonski ise üç günden beri evde bulunmuyordu. Çocuklar, şaşkın şaşkın evin içinde koşuyorlardı. Evdeki İngiliz kadın, Kâhya kadınla kavga etmiş, , dostlarından birine, kendisine başka yer bulması için pusula yazmıştı. Aşçı daha dün, öğle yemeğindee evden çıkıp gitmişti; bulaşıkçı kadın ile arabacı, hesaplarının görülmesini istiyorlardı.

Kavgadan üç gün sonra -kibar çevrelerde Stiva diye çağrılan- Prens Stephan Arkadyeviç Oblonski, her gün uyandığı saatte, yani sabahın sekizinde, karısının yatak odasında değil de, kendi çalışma odasında, maroken kanepede uykudan uyandı. Sanki yeniden uzunca bir süre uyumak istiyormuş gibi, toplu, bakımlı vücuduyla kanepenin yayları üzerinde döndü, öte yandan da yastığını sımsıkı kucakladı, yüzünü yastığa gömdü; ama birden fırladı, oturdu ve gözlerini açtı.

Gördüğü düşü hatırlamaya çalışarak: ‘Evet, evet nasıldı bakayım?’ diye düşündü. Evet, nasıldı bakayım?.. Evet! Alabin, Darmstadt’ta bir öğle yemeği veriyordu; hayır Darmstadt’ta değil de, bir Amerikan şehrinde…’ Evet, işte rüyasında Darmstadt Amerika’daydı.

‘Alabin, cam masalar üzerinde bir öğle yemeği veriyordu. Evet, masalar da, Il mio tesero (*Aslında İtalyanca yazılmıştır. “Hazinem”anlamına gelmektedir.) Il mio tesero değil de, daha güzel bir şeydi… Sonra, birtakım küçük sürahicikler vardı… Hem bu sürahiler de kadındı,’ diye hatırladı.

Stephan Arkadyeviç’in gözleri neşeyle parladı, gülümseyerek düşünceye daldı: ‘Evet güzeldi, çok güzeldi. Orada daha pek çok güzel şey vardı, ama işte sözle, düşünceyle anlatamazsın, hatta uyanıkken  bile açıklayamazsın…’ diye aklından geçirdi. Çuha perdelerden birinin kenarından içeri sızan ışık çizgisini görünce ayaklarını kanepeden neşeli neşeli sarkıtarak, onlarla, karısının işlediği -ve geçen yıl doğum gününde kendisine hediye ettiği- altın işlemeli maroken terliklerini araştırdı, dokuz yıllık eski bir alışkanlıkla, yerinden kalkmadan , yatak odasında ropdöşambırının  asılı, olduğu yere elini uzattı. İşte o zaman, ansızın, niçin ve nasıl karısının yatak odasında değil de, kendi çalışma odasında uyuduğunu hatırladı. Yüzündeki gülümseme dağıldı, alnı kırıştı.

... ..

… ..

… … koca seçme işinin ana babaları değil, kendilerini ilgilendirdiğine kesin olarak inandıklarını da

görüyordu. Bütün bu genç kızlar, hatta yaşlılar bile ‘artık şimdi, eskisi gibi kocaya varılmıyor,’ diye

düşünüyor ve söylüyorlardı. Peki, ama şimdi kocaya nasıl varılıyordu?.. Prenses bunu kimseden

öğrenememişti. Çocuklarının kaderini belirleme hakkını ana babaya veren Fransız geleneği alınmamış, hatta şiddetle reddedilmişti. Genç kızlar tam bir serbestlik veren İngiliz geleneği de alınmamıştı;

zaten bu gelenek Rus toplumunca kabul edilemezdi. Bir çöpçatanın aracılığına dayanan Rus evlilik

geleneği ise çok münasebetsizdi. Herkes, hatta prenses bile bununla alay ediyordu. Ama kocaya nasıl

varmalıydı, bunu kimse bilmiyordu. Prensesin bu konu ile ilgili olarak konuştuğu herkes ona hep aynı

şeyi söylüyordu: “İnsaf edin, artık çağımızda bu eski gelenekleri bırakmanın zamanı çoktan gelmiştir.

Evlenecek olanlar ana babalar değil gençlerdir.  Şu hâlde, yaşayışlarını diledikleri gibi düzenlemekte

gençler serbest bırakılmalıdırlar. ” Kızları olmayanların bu biçimde konuşmaları kolaydı. Ama prenses, bir topluluğa girecek olursa kızının gönlünü kaptırabileceği, hatta evlenmek istemeyen ya da

kocalığa layık olmayan birini sevebileceğini kavrıyordu.  Zamanımızda gençlerin, kendi alın yazılarını

kendilerinin çizmesi gerektiği yolunda prensesin kulağını ne kadar doldurulursa doldursunlar, kadın

bunlara asla inanamazdı. Prenses bunu, hangi zamanda olursa olsun, beş yaşındaki bir çocuk için en iyi

oyuncağın dolu bir tabanca olduğunu söylemekle bir tutuyordu. Kiti’nin onu, büyük kızlarından çok

rahatsız etmesinin sebebi buydu.

… ..

… ..

… .. 

Prenses bu evlilik işinin olmasını, her şeyden çok da, varlığına inandığı bu huzursuzluktan kurtulmayı

öylesine istiyordu ki… Kocasından ayrılmaya kalkışan büyük kızı Dolli’nin mutsuzluğunu görmek

prenses için ne kadar acı olursa olsun, küçük kızı Kiti’nin alın yazısı ile ilgili kararların doğurduğu

heyecan, onun diğer bütün duygularını yutuyordu. Bugün Levin'in ortaya çıkışı ile üzüntülerine yeni

üzüntüler katılmıştı. Prenses kızının, bir zamanlar Levin’e beslediğini sandığı duygulardan ötürü,

aşırı namuslulukla Vronsk’yi reddetmesinden ve genel olarak, Levin’in gelişinin, artık bitimine yaklaşan

işleri karıştırmasından, geciktirmesinden korkuyordu. … 

… ..

… .. Kardeşinin kötü duruma düşmesinin yakın olduğunu da hissetmekteydi. Daha sonra, kardeşiyle Komünizm üzerine yaptığı ve o zaman pek de ciddiye almadığı konuşma, şimdi onu düşünmeye zorladı. İktisadi koşulların

değiştirilmesini saçma buluyordu. Ama halkın fakirliğiyle ölçünce, kendi refahını her zaman haksızlık saymıştı.

Gerçi eskidende çok çalışır, lüks bir ömür sürmezdi. Şimdi ise büsbütün haklı hissetmek için

daha çok çalışmaya ve daha az lüks bir hayat sürmeye kendi kendine karar verdi.

… ..

… ..

Anna gerekli olan şeyi söylemek için bütün zekâsını harcadı. Ama bunu söyleyecek yerde sevda dolu

bakışlarla ona uzun uzun baktı ve hiçbir cevap vermedi. 

Vronski büyük bir sevinçle: ‘İşte aşk!’ diye düşündü. ‘Tam umutsuzluğa düştüğüm, başarıdan umudumu

kestiğim bir sırada işte aşk! O beni seviyor. Bunu itiraf ediyor.’

Anna’nı ağzından:

“Ne olursunuz, bunu benim hatırım için yapınız. Bana böyle şeyler söylemeyiniz. Sizinle iyi dost olalım,”

sözleri döküldü. Ama gözleri tamamıyla başka şeyler söylüyordu.

… ..

Aleksey Aleksandroviç Karenin, karısının ayrı bir masada Vronski ile baş başa oturup heyecanla bir

şeyle

konuşmasında olağanüstü bir şey, bir uygunsuzluk görmemişti. Ama salonda bulunan başkalarının

bunda

olağanüstü bir hâl ve uygunsuzluk gördüklerini farketmiş, bundan ötürü bu hâl kendisine de uygunsuz

görünmüştü. Bunu karısına açmaya karar verdi.

… ..

Aleksey Aleksandroviç evine dönünce, her zaman yaptığı gibi, çalışma odasına geçti. Koltuğuna oturdu.

Papizm (*Papizm: Katolik olmayan Hıristiyanlara göre Roma kilisesi) ile ilgili bir kitabın, kitap açacağı

ile işaretlenmiş sayfasını açtı. Her zaman yaptığı gibi gece saat bire kadar okudu. … .. Ama bu gece,

kafasını, işi ile her zamanki şeylerle ilgili bir takım düşünceler yerine, karısı ile ve karısının başına gelen

tatsız şeylerle ilgili bir takım düşünceler dolduruyordu. Alışanlığının tersine, yatmadı.   … ..  ortaya

çıkan

yeni durum üzerine düşünmesi gerektiğini hissederek yatağa giremiyordu.

… ..

… ..  karısı ile konuşması gerektiğine karar verince, bu ona çok kolay ve basit görünmüştü. Ama şimdi ortaya

çıkan bu yeni durumu tekrar tekrar aklından geçirince çok karışık ve zor göründü.

Aleksey Aleksandroviç kıskanç değildi. Onun inancına göre karısını kıskanmak ona hakaret etmek demekti.

Bir koca karısına inanmalıydı. Neden inanmalıydı, yani genç karısının her zaman kendini seveceğine neden tam

bir güveni olmalıydı, bunu kendisine sormamıştı. … ..   Şimdi ise, gerçi kıskançlığın utanç verici bir duygu

olduğu ve insanın eşine inanması gerektiği yolundaki inancı  sarsılmamakla birlikte mantığa aykırı,

manasız bir durumla karşı karşıya bulunduğunu hissediyor ve ne yapacağını bilmiyordu. … .. … ..    Karısının kendisinden başka birini sevebileceği ihtimali ilk defa

olarak aklına geliyor ve bundan dehşete kapılıyordu.

… ..     misafir salonunun halıları üzerinde bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. … ..  her turda daha çok

duraklıyor ve kendi kendine konuşuyordu: ‘Evet, buna bir karar verip kesip atmalıyım, buy konudaki görüş ve

kararırmı açıklamalıyım.’ … ..  ‘Peki ama ne oldu?’ diye kendi kendine soruyor, çalışma odasına girerken: ‘Hiç bir şey!’ diye karşılık veriyordu. ‘Karım onunla uzunca bir süre konuştu: Peki, bundan ne çıkar? Bir kadın sosyetede

kimlerle konuşmaz ki? Sonra, kıskanmak hem kendimi, hem onu küçük düşürmek demektir.’ … …      Ama önceleri kendisi için bir değer taşıyan bu düşünceler, şimdi ona değersiz ve anlamsız göründü. … .. ..   bir ses kendisine, bu işin pek de öyle olmadığını, başkaları bunu fark ettiğine göre işin içinde bir iş olduğunu fısıldadı.  … ..

‘Evet,

bir karar verip bu işi kesip atmak ve bu konudaki görüşümü açıklamak gerek’ diye söylendi. … .. ….

… ..      İlk defa olarak karısının kişisel hayatını, düşüncelerini, isteklerini böylesine canlı bir biçimde gözleri

önüne getirdi.Karısının kişisel yaşantısı olabileceği ve böyle bir yaşantısı olması gerektiği düşüncesi, oba

öylesine korkunç göründü ki, bu düşünceyi kafasından hemen kovdu. … ..

… ..

‘Onun duygularıyla, onun ruhunda olup bitenlerle ilgili meseleler benim işim değildir. Bu onun

vicdanının işidir, buna din karışır,’ diye aklından geçirdi ve ortaya çıkan durumu uyabileceği bir prensip dayanağı bulunmasından doğan bir

ferahlık duydu. … ..    Benim ödevim açıkça beliriyor. Bir aile reisi olarak, ona kılavuzluk etmek zorundayım,  bundan ötürü de az çok sorumlu bir kişiyim.

Gördüğüm tehlikeyi ona göstermek, onu uyarmak, hatta otoritemi kullanmak zorundayım. Ona her şeyi

söylemeliyim.’

‘Ona şunları söylemek ve açıklamak zorundayım: Birincisi, ….  ..

ikincisi … ..

üçüncüsü … ..

dördüncüsü … .. 

… ..

… .. Kapının önüne gelen bir arabanın gürültüsü işitildi. … ..

Merdivenlerden bir kadının ayak sesleri duyuldu. … .

… ..

… ..

… .. “Anna seninle konuşmam gerekiyor, dedi.

… ..

… ..

… .. Eskiden kendisine daima açık olan karısının ruhunun derinliklerini, artık kendisine kapalı olarak

görüyordu. Hatta bu yetmiyormuş gibi , karısının tonundan, bu durumdan zerrece sıkılmadığını, âdeta

kendisine: ‘Evet, kapalı, bunun böyle olması gerek, bundan sonra da böyle olacak,’ der gibi olduğunu da görüyordu…  …  Sakin bir sesle:

“... ..   “  … .. “Bugün Kont Vronski ile… .. … “

Anna, … ..    

“... ..      Bu akşam canım sıkılmadı, bu seni rahatsız mı etti?

… ..

“Sen hastasın Aleksey Aleksandroviç,” … ..

… ..

… .. “ … ..    Duyguların, vicdanını ilgilendirir. Ama ben senin kendine, bana ve Allah’a karşı olan ödevlerini

hatırlatmak zorundayım. Hayatımız birbirine bağlanmıştır, hem de insanlar tarafından değil, Allah

tarafından bağlanmıştır.Bu bağı ancak bir suç koparabilir, u çeşit bir suçun ardından da ağır bir ceza

gelir.”

… ..


Anna’nın yüzü bir an gevşedi. Gözlerindeki alaycı kıvılcım ssöndü. … …’Seviyormuş,’ diye

düşündü.

‘Sanki o sevebilir mi? Aşk diye bir şeyin var olduğunu duymamış olduğunu, bu sözü hiç kullanmazdı. O

aşkın ne olduğunu bile bilmez.’

… ..

… .. 

“Söyleyecek bir şeyim yok,” dedi. “Hem artık uyku vakti geldi.”

… ..

O geceden itibaren, Aleksey Aleksandroviç için de, karısı için de yeni bir hayat başladı. Görünüşte

hiçbir değişiklik yoktu. … .. … Dış görünüş hep aynıydı.

… ..

… .. Aleksey Aleksandroviç’in karısı ile olan dış ilişkileri değişmemişti. Biricik fark Kareni’nin kendisini eskisinden çok işe vermesiydi. … .. karısı yazlığa taşındı, kendisi ise

Petersburg’ta kaldı. her zamanki, herhangi bir adam rolünü oynama tonu, karısı ile olan ilişkilerinde son derece

işine yaramıştı. Kasısına karşı biraz daha soğuk davranıyordu. Karısına karşı davranışlarında küçük bir

güceniklik farkı vardı. Ama hepsi o kadar. sanki içinden karısına şunları söylüyordu: ‘Benimle görüşüp anlaşmak

istemedin, senin için daha kötü! … ..

… ..

… .. Karısna gidişi, nezaket gereğince, haftada bir defa onu ziyaret etmek kararını vermesinden ötürüydü. Bundan

başka, bugün karısına para vermek zorundaydı. Çünkü ayın onbeşinci günü evin masrafı için parayı vermeyi bir

usul hâline getirmişti.

… ..

Karısının, en kötü şüphelerini doğrulayan sözler, Aleksey Aleksandroviç’in yüreğini fena hâlde acıtmıştı. Bu acı,

Anna’nın gözyaşlarının doğurduğu tuhaf ve tamamıyla fiziki bir acıma duygusu ile büsbütün güçlenmişti. …. ..

Şimdi o, uzun süredir diş ağrısı çeken ve ağrıyan dişini çektirmiş olan bir adamın duygusu içindeydi: Korkunç ağrılardan ve çenesinden , kocaman, âdeta başından büyük bir şeyin koparılıp çıkarıldığı

hissinden sonra hasta, birdenbire,kendi mutluluğuna inanmayarak , hayatını böylesine uzun süre

zehirleyen, bütün dikkatini üzerine çeken şeyin artık olmadığını fark etmiş, yine yaşayabileceğini, yine düşünebileceğini, yalnız dişiyle ilgilenmeyeceğini anlamıştı. İşte Aleksey

Aleksandroviç bu duygular içindedi. Ağrı tuhaf ve korkunçtu, ama şimdi geçmişti; yine yaşayabileceğini ve

yalnız karısını düşünmeyeceğini hissediyordu.

Kendi kendine düşündü: ‘Şerefsiz, kalpsiz, dinsiz, düşkün bir kadın! Ona acıyarak kendimi aldatmaya

çalışmakla birlikte, ben bunu her zaman biliyor ve görüyordum.’ … ..

… .. 

Levin: ’Israrla hedefe doğru yürümek gerek’ diye düşünüyordu. … ‘... .. Harcayacağım emek, çekeceğim

zahmetler boşa gitmeyecek. Çünkü bu benim kişisel işim değildir, burada söz konusu olan genel refahtır.

Bütün ekonomi ve en önemlisi, halkın bütün durumu büsbütün değişmek zorundadır. Fukaralık yerine

genel refah ve hoşnutluk; düşmanlık yerine dirlik ve çıkar dayanışması… Tek kelime ile kansız ihtilal,

ama çok büyük bir ihtilal… İlkin bizim ilçenin küçük bir bölgesinde, sonra ilde, Rusya’da ve bütün

dünyada kopacak bir ihtilal….      Çünkü haklı bir düşüncenin meyve vermemesi mümkün değildir…. ..

… ..

Geldiğinin üçüncü günü Nikolay, ekonomik planını bir daha anlatmasını istedi ve bunu yermekle kalmadı,

mahsus, komünizmle de karıştırdı.

“Sen sadece yabancı bir düşünceyi almış ve onu bozmuşsun, şimdi de uygulanması mümkün olmayan

yerlere uygulamak uygulamak istiyorsun!

… ..

İKİNCİ CİLT

… ..

… .. Levin hem yazıyor, … .. Tarımla ilgili düşüncelerinin teorik ve pratik sonuçlarını bir kitapta toplamaktaydı.. … ..

Eskiden yazıklarını okuyunca, yapıtının arkasını getirmenin iyi bir şey olacağını gördü. …..

… ..

Şimdi, Rusya'daki elverişli olmayan tarımsal nedenlerine ilişkin yazdığı bölümü tekrar yazıyordu. Rusya’daki yoksulluğun, sadece toprakların adaletsiz dağıtılmasından kaynaklanmadığını; nüfusun şehirlerde yoğunlaşmasını ve lüks tüketimi getiren (ulaşımın kolaylaşması, sanayileşme, kredi yöntemleri ve buna paralel borsa oyunları gibi), Rusya’ya dışarıdan getirilmiş uygarlığın da bu sonuca neden olduğunu kanıtlamaya uğraşıyordu. Levin, ülkeninvarsıllaşmasının, kaynakları olağan koşullardaki artışıyla beraber, bu olguların, ancak tarımın alabildiğine yaygınlaştırılması ve düzenli, belirli koşullarda tarım yapılmasına imkân verilmesi durumunda ortaya çıkacağını düşünüyordu. Ona göre sanayinin diğer alanları tarımın önüne geçmemeli; ülke refahı her alanda eşitçe artmalı; ulaşım araçlarının gelişmesi tarımsal gelişmenin ardı sıra gelmeliydi. Toprakların adaletsiz dağıtılmasıyla tren yollarının yapımının ekonomik üstünlüklere göre değil de politik üstünlüklere dayandırılması gerçekleri dikkate alınırsa, bunlar beklenenin aksine tarımın gelişmesine katkı sağlamakla bir kenara, demiryolu endüstrisinin gelişmesini körüklüyor; kredi usulünün yaygınlaşmasına, tarımın ise gerilemesine neden oluyordu. Ona kalırsa, nasıl ki bir hayvanın sadece bir organının zamanından önce ve tel yönlü gelişmesi, o hayvanın genel gelişimini engelliyorsa; Avrupa için zorunlu olan ve tam vaktinde ortaya çıkana kredi kurumları, demiryolları, genel kaynak çoğaltımı ve endüstriyi geliştirme çalışmaları da Rusya’da genel yapıya zarar veriyordu: çünkü hemen çözümlenmesi gereken bir sorun olan tarımın organize edilmesini sürüncemede bırakıyordu.

… ..

SEKİZİNCİ BÖLÜM

… ..

7

Kocasının inançsızlığından acı çekmekte ve üzülmekte  olduğunu biliyordu. Kiti, inançsız bir insanın cehennemlik olacağına inandığı halde, Levin’in inançsızlığı yüzünden mutluluğunu hiç bozmuyordu. Onun bu halini saçma bir şey olarak görüyordu.

… .

Kocasının son olarak yaptığı yüce bir hareketi düşünüp gülümsedi. …..

“Herkes yardım etmek isteyen, kimseyi incitmek istemeyen bir adam inançsız olur mu?1” dei Kiti. “Kardeşleri onu uşak gibi kullanırlar. Doli ve çocukları onun korumasında. Köylüler her gün gelip kapısını aşındırırlar…”  … ..

(s.822)… .. Sevgili kardeşinin ölümünden sonra, hayat ve ölüm meseleleri … ..  hayatın kökü ve amacı gibi sorular karşısında dehşete düşmüştü.

Canlı varlığın organizasyonu, ortadan kalkışı, maddenin yok edilmemesi, enerjinin sakınımı kanunu ve yükselişi gibi kavramlar eski inançlarının yerini almıştı. … .. Böylece Levin… .. değiştirmiş birine dönüşmüştü.

Bundan sonra Levin bilgisinin eksikliğinden dehşete düşen bir insan gibi bir insan olarak yaşayıp gitti. 

Başlangıçta, yepyeni ödevler ve zevklerle dolu bir hayat sağlayan evlilik bu düşünceleri unutturmuştu ona Ama daha sonra özellikle Moskova’da karısının lohusalığı sırasında yapacak hiç bir işi olmadığı zaman bu sosrular onu yeniden ilgilendirmeye başlamıştı.

“Hıristiyanlığın çözüm şeklini kabul etmediğime göre ne tür bir açıklamaya bağlanmam gerek?” diye sorup duruyordu kendine. Bildiklerinin hiçbiri buna yanıt vermesine yetmiyordu.

Oyuncakçı dükkanında ekmek arayan birisine benziyordu.

Konuştuğu her insanın söylediklerine, okuduğum her kitaptabu sorularına yanıt bulacağını umut ediyor, bunu arıyordu.  

… ..

Karısının lohusalığı sırasında dua ettiğini ve dua ettiği zaman inandığını da gözden kaçırmamıştı. Ama bu bir an sürmüş ve devam etmemişti.

O anda gerçeği bulmuş olduğunu ve şimdi yanıldığını söyleyemiyordu. Çünkü o ânı düşündüğü zaman tutunacak hiçbir şey kalmıyordu geriye. 

… ..

8

Bu şüpheler ara ara çoğalıyot, ara ra azalıyorduç Onlardan kurtulamıyordu. Durmadan okuyor ve düşünüyor, çalışmalarını artırdıkça, varma istediği amaçtan uzaklaşmış olduğunu anlıyordu.

Son zamanlarda.MOskova’da ve köydemadeci felsefenin istediği açıklamaları sağlayamayacağından emin olduktan sonra, Eflâtun, Spinoza, Kant, Schellineg, Hegel ce Schopenhauer gibi soylu bişr dünya görüşünü ileri süren filozoflartı okumaya başlamıştı. Filozofların kurdukları ve belli bir şekilde tanımladıkları Ruh, İstem, Özgürlük gibi kavramlara dayanarak düşündükçe bir şeyler anladoığını sanmıştı. Ama düşünmenin yapay akışından çıkıp hayatla karşılaştığı zaman bu felsefelerin yıkılıp gittiğini de görüyordu.

Bir ara, Schopenhauer’i okurken onun istem deiği şeyin yarina aşk’ı koymuş ve belli bir zaman bununla avunmuştu. Amaü, hayatla yan yana getirdiğpinde bu felsefenin de yıkılıp gittiğini görmüştü.

Kardeşi .. .. ona Homiakov’un dinbilim kitaplarını okumasını önermişti. … .. bu eserde ileri sürülen Kilise fikrini beğendi. .. .. Ama bir Katolik ve nbir de Ortodoks yazarın Kilise tarihlerini okuyup bu iki kilise arasındaki çatışmayı görünce, Homiakov’un dinbiliminin de filozofların dizgeleri gibi yıkılıp gittiğini gördü. 

Bütün bahar boyunca adeta kendinden değildi. Korkuyor ve dehşete düşüyordu.

“Kim olduğumu bilmedikten sonra yaşayamam. Bunu bilmeme olanak yok; şu halde yaşamam mümkün değil,” diyordu kendi kendine.

“Sonsuz zaman, mekân ve madde içinde bir tahıl tanesi ortaya çıkıyor. Biraz durup sonra yok oluyor. Bu tane benim işte.”

… ..

10

Levin kendisinin ne olduğunu ve ne için yaşadığını bir türlü açıklayamıyordu. … .

… ..

Akıl onu şüphelere atmıştı.  Doğru ile yanlışı ayırt etmesine izin vermemişti. Düşünceleredalmayıp da basit bir şekilde yaşadığı zaman, gönlündeki yargıcın kendisine hangi  yolun dpru olduğunu gösterdiğini ve hemen hemen hiç yanılmadığını seziyordu. Kötü bir iş yaptığı zaman hemen fark ediyordu.

… ..

… ..

11


Fokaniç amca (platon’a böyle diyordu), dürüst bir adamdır. Tanrı’dan korkar. Ruhununun kurtuluşu için yaşıyor o. Mith gibi işkembesini doldurmak için değil.

-”Nasıl Tanrı’dan korkuyor… Nasıl ruhunun kurtuluşu için yaşıyor.” dedi Levin.

“Tanrı’nın emirlerine uyarak yaşıyotr. Ama insanlar çeşitlidir. Örneğin sizi ele alalım… Siz kimseye fenalık yetmek istemezsiniz…”

“Evet, evet, hoşçakal…” dedi Levin Heyecanlanmıştı…. .. Köylünün söylediği rastgele sözler sanki onu gerçeğin kapılarını açmış ve gitmek istediği yolda  gerçeğin kapılarını açmış ve gitmek istediği yola ışık tutumuştu.

… ..

12   

… ..

… .. ve bütün insanlar, okumuşlar, cahil ve yoksul köylüler, herkes çeşitli yollardan aynı şeyi söylüyor. Hepimiz yaşamamız gerektiği ve neyin doğru olduğu konusunda anlaşıyoruz. İnsanların kesin bir şekilde bildiği bu biricik bilgi akılla açıklanamaz.  Onun ne nedeni ne de sonucu vardır.

… .. “... .. Ne keşfettim ben” diye sordu. Sadece bildiğim bir şeyi buldum. Geçmişte ve şimdi bana güç veren şeyi… En yüce hâkimi buldum…

… ..

… .. Şimdi hayatın anlamını bulduğumu söyleyebilirim. ‘Tanrı ve ruhumun kurtuluşu için yaşamak.’ … .. 

… ..

… ..


13   

… ..

“Ben sorularıma yanıt istiyordum. Aklım, sorularıma yanıt veremeyecek durumdaydı. Bunlar aklı aşan konulardı. Yanıt hayatın kendisi tarafından verilirdi. Ben bu yanıta erişemedim. Bu yanıt bana verildi. … ..

… .. Akıl yolu ile bu gerçeğe varabilir, onu mantık yoluyla çıkarabilir miydim? Hemcinslerimi sevme gerektiğini bana çocukluğumda öğrettiler. Böylece ruhumda var olan bir şeyi açıklamış oldular. Peki bunu kim keşfetti. ŞÜphesiz aklı değil. Çünkü akıl hayat mücadelesini ve arzularımıza karşı gelenleri yıkmayı öğretir bize. İnsan hemcinslerini sevip onlara yardım etmeyi akıl yoluyla bulamaz. Çünkü bu akıldışı bir gerçektir.”

… .. Çocukları kendi haline bıraktığımız zaman nasıl tehlikelerle karşılkaşıyorlarsa, tutku ve düşüncelerimizle başbaşa kalıp Tanrı’dan, hak ve iyilik fikirlerinden uzaklaştığımız zaman biz de tehlikelerle karşılaşıyoruz.

“Bir hıristiyan olaka yetişip, Hıristiyanlığın sağladığı saadetlerin içinde yaşarkenonların hayatım için ne kadar önemli olduklarını anlayamıyor, onları yıkıp yakmaya kalkışıyordum.Bu bakımdan tıpkı çocuklara benziyordum. Gerçekten yine çocuklar gibi en küçük bir tehlikeyle karşılkaştığım zaman, Tanrı’ya sığınıyordum.

“Evet bildiklerimi akıl yoluyla ele geçirmiş değilim. Bu gerçekler bana verilmiş, açıklanmıştır. Kilisenin öğrettiğine kalbimle inanarak biliyorum bunu…

“Kilise, kilise… “diye tekrarladı Levin. Yan tarafına dönerek dirseğine dayandı.Ta uzakta nehri geçen davarlara baktı.

İçinde bulunduğu gönül rahatlığını bozabilecher şeyi düşünerek, ”Ama kilisenin bütün söylediklerine inanamam ben.” dedi. Kendisini din yolundan alıkoyan tuhaf düşünceleri ele aldı. 

“Yaradılış? Varlığı nasıl açıklayabilirim? Varlıkla mı yoklukla mı? İyilik ve Kötülük… Kötülüğü nasıl açıklayabilirim?

… ..

Mutluluğun gerçek olduğuna inanmaya korkarak, “inanç bu mu yoksa?” dedi. Hıçkırıklarını tutup miki eliyle gözyaşlarını kurulayarak, “tanrım sana şükürler olsun!” diye ekledi.

… ..

18   

… .. 

… .. Tanrı’nın varlığını gösteren en güçlü delil onun, iyiliğin ne olduğunu açıklamış olmasıdır. Ama bu açıklamanın sadece Hıristiyan kilisesine verilmiş olduğunu, Budist ya da Müslümanların bu gerçeğe erimemiş olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Gerçekten onlar da iyilik yapılması gerektiğini söylüyor ve yapıyorlardı.

Bu soruya yanıt vereceğini seziyor ama bunu apaçık bir şeklide ortaya koyamıyordu.

… ..

19   

… .. 

… .. Tanrısallığın en sağlam kanıtı iyilik ve kötülüğün ne olduğunu insanlara bildirmiş olmasıdır. Bern ve içinde bulunduğum kilise topluluğu bu bildiriyi kabul ediyoruz. Peki Yahudiler, Müslümanlar, Budistler ne olacak? Bütün bu insanlar bu bilgiden yoksun mudurlar? Biraz düşündükten sonra hemen hatasını buldu. “Ne yapıyorum ben?” diye sordu. “Tanrısallık ile çeşitli dinler arasındaki bağıntıları incelemeye kalkıyorum. Bana bireysel olarak bir bilgi sunuldu. Ben kalkmış bu bilgiyi akıl yoluyla açıklamaya, dile getirmeye yelteniyorum.

… .. 

… .. Neden dua etmeye devam ettiğimi mantıklı bir şekilde açıklayamıyorum. Dua etmeye devam edeceğim. Ama başıma ne gelirse gelsin, artık hayatımın her ânı anlamlı biçimde geçecek. Eskiden anlamsız olan hayatım ona verebileceğim iyilikle anlam kazanacak.


Anna Karenina  & Lev Tolstoy

Özgün adı:  Анна Каренина

Türkçesi: Hasan Ali Ediz

Yordam Edebiyat

Yordam Kitap, 2016

İthaki yayınları

5.Baskı, İstanbul 2010



*Anna Karenina - Vikipedi (wikipedia.org)

*Anna Karenina Lev Tolstoy tarafından yazılmış, Rus Habercisi'nin 1873-1877 yılları arasındaki döneminde, bölümler hâlinde basılmış roman. 125 farklı yazarın belirlediği bir listede zamanımıza kadar yazılmış en iyi roman olarak görülmüştür.[2]

Eser, 1870'lerin Rusya'sında, toplumun üst sınıfına mensup kimseler arasında yaşanan birbirinden bağımsız iki aşk macerasını anlatır. Olaylar Moskova'da, Sankt-Peterburg'da ve asilzadelerin yazlık malikanelerinde geçer. Romanda dürüst bir evliliğin mutluluğu ile yasak bir ilişkinin düş kırıklıkları karşılaştırılır; sadakat, tutku, kıskançlık gibi temalar işlenir; bir yandan da o dönemde Rusya’da kadınların durumu, eğitim reformu gibi konular dile getirilir.

... ..

Kitap hakkında: 

Romanın baş karakteri Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır. Yüksek bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç Karenin

ile evli ve bir çocuk sahibi olan Anna Karenina'nın sevgisiz ve monoton bir evlilik hayatı vardır.

Anna Karenina, bir gün eşini aldattığı ortaya çıkan ağabeyi Prens Stepan Arkadyaviç'in (Stiva) Moskova'daki evine,

karı-kocayı barıştırmak üzere gider ve orada Vronski adlı bir genç kont ile tanışır.Vronski, Stiva'nın eşi Darya Aleksandrovna (Doli)'nın kız kardeşi Prenses Yekaterina Aleksandrovna Şçerbatski (Kiti)'ye kur yapan bir gençtir. … ..    …Vronski… ..   …Anna'ya kur yapmaya başlar. 

… ..Kiti, sade bir çiftçi olan Levin yerine parlak geleceği olan Vronski ile evlenmesini uygun bulan annesinin etkisiyle Levin'in

teklifini geri çevirmiştir. Levin, köyüne dönüp Kiti'yi unutmaya çalışır. Ne var ki, Vronski, Anna ile tanıştıktan sonra Kiti'ye ilgisini kaybeder, ç… ..

… ..Anna … .. Dedikodulara aldırmadan genç kont ile aşk yaşar ve bu ilişkisinden hamile kalır.

… ..

… ..Bir süre sonra Anna da, Vronski de iyileşecek, Anna kocasından ayrılıp bu evlilikten olma oğlunu ona bırakmaya; Vronski'den olma kızını

yanına almaya; Vronski ise ordudan ayrılmaya karar verir. İki sevgili İtalya'ya kaçıp bir süre gözlerden uzakta yaşar.

… ..


Bu arada Doli, çocukları ile birlikte Levin'in köyüne yakın bir köyde yazı geçirmeye gider. Burada verdiği uğraşların ardından, Levin'in Kiti ile evlilik umudu artar. Moskova'da bir davet sırasında Kiti'ye yeniden evlenme teklif eden Levin sonunda mutluluğuna kavuşur. Çift evlenir, mutlu bir evlilikleri ve bir çocukları

olur.

Oğlunun özlemi ile Avrupa'dan dönen Anna ise Rusya'da toplumdan dışlanır; gittikçe huysuz, kıskanç bir kadına

dönüşür ve Vronski ile arası bozulur. Gittikçe içe-dönük bir kişi olan Vronski'nin artık kendisini sevmediği düşüncesiyle bunalıma giren Anna, yaptıklarından büyük bir pişmanlık duyar ve intihar eder. Anna'nın ölümünden sonra ruhsal çöküntü yaşayan  ise çareyi orduya gönüllü yazılmakta bulur.



 

Romanları:

Hazin Bir Evliliğin Romanı



Öyküleri:


*Kadril - Wikipedia

*Kadril is a Belgian folk group formed in 1976 from the then youth and nature movement Wielewaaljongeren. The group name refers to the salon dance Quadrille, transliterated into Flemish as Kwadril or Kadril.


*Napoleon'un sarayında rağbet gören bir fransız dansı. 1816'da ingiltere'ye geçti. çiftlerin bir kare oluşturarak oynadığı bu dansın müziği beş bölümden oluşur.N

*Eski salon danslarından biri ve bu dansın müziği. 19. yüzyılda İspanya'da ortaya çıktı ve bütün Avrupa'ya yayıldı. 4 kişinin bir araya gelmesi anlamına gelen kadrilde, eski kontradanslardan türemiş, figürleri canlandıran çiftlerin sayısı 4, 6, 8 É olabilir.



*Mazurka - Wikipedia

*The mazurka is a Polish musical form based on stylised folk dances in triple meter, usually at a lively tempo,

with character defined mostly by the prominent mazur's "strong accents unsystematically placed on the second or

third beat".[2] The mazurka, alongside the polka dance, became popular at the ballrooms and salons of Europe in

the 19th century, particularly through the notable works by Frédéric Chopin. The mazurka (in Polish mazur, the same word as the mazur) and mazurek (rural dance based on the mazur) are often confused in Western literature as the same musical form


*Bolshoi Ballet- Coppelia: Mazurka - YouTube


*Wilhelm von Kaulbach - wiki34.com

*Fakir olan babası, resmi kuyumculukla birleştirdi , ancak Wilhelm'in on yedi yaşında Peter von Cornelius'un

altında o zamanlar ünlü Düsseldorf Sanat Akademisi'ne girmesi için fon sağlamayı başardı . Genç Kaulbach,

açlık da dahil olmak üzere yoksunluğa katlanmak zorunda kaldı. Yeteneği ve çalışkanlığı sayesinde Almanya'da

sanatı canlandırmaya çalışan ressamlardan biri olmayı başardı. Bavyeralı I. Ludwig'in Münih'i bir Cermen Atina'sına dönüştürme hırsı , hayatında belirleyici oldu . Cornelius,

Glyptothek'teki freskleri boyamakla görevlendirildi ve onun adeti, kışları Düsseldorf'ta Kaulbach ve diğerlerinin

yardımıyla eskizler yaparak geçirmekti ve yazları en iyi öğrencileriyle birlikte, bu tasarımları fresklere boyardı.

duvarlar. Münih müzesinden. Ancak 1824'te Cornelius, Bavyera akademisinin müdürü oldu. Henüz yirmi

yaşında olmayan Kaulbach, onu takip etti, Münih'te ikamet etmeye karar verdi, bayındırlık işlerinde çok çalıştı,

bağımsız komisyonlar yürüttü ve 1849'da Cornelius Berlin'e gittiğinde, akademinin müdürü olarak onun yerini

aldı, bu görev o zamana kadar devam etti. onun ölümü. Oğlu Hermann (1846-1909) da önemli bir ressamdı.

Wilhelm von Kaulbach - https://tr.wiki34.com/wiki/Wilhelm_von_Kaulbach
























35 yorum:

  1. Romanın çevirisini yapan Hasan li Ediz’in kitabın baş tarafında verdiği bilgiler arasından alıntı yapılacak olursa; Rus edebiyat tarihçilerinden A.R. Zerçanişnov’un belirttiğine göre Tolstoy’un, Anna Karenina romanını yazmaya başlaması şöyle olmuş: Yazar bir gün bir rastlantı ile Puşkin’in bir kitabını karıştırırken, gözüne şu satırlar ilişmiş: “Misafirler yazlıkta toplanmışlardı…” Tolstoy bu satırları okur okumaz, yüksek sesle: “Hah,” demiş, “bir romana işte böyle başlanır. Puşkin bizim öğretmenimiz. Böyle bir başlangıç, okuru hemen olaya sokar. Bir başkası olsaydı, misafirleri, odaları anlatmaya kalkışırdı. Puşkin ise hemen olaya giriyor.”
    Tolstoy bunları söyledikten sonra odasına çekilir ve hemen romanının ilk satırlarının yazmaya başlar: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir. Oblonski’lerin evinde her şey altüst olmuştu.”

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anna karenina’yı dört yıl kafasında tasarlayan Tolstoy, eserin yazılışı için de aşağın yukarı beş yıllık bir emek harcadı. Tolstoy bu romanını, kendi deyimiyle “mürekkep hıokkasının içinde vücudundan etler bırakarak” yazdı. Çalışmalarında çok titiz olan Tolstoy, romanında bölümlerin yerlerini değiştirerek, bazı kişileri çıkarıp yeni bazı kişileri sokarak ve kişilerin karakterleri üzerinde oynayarak, eserinde ve eserinin planında tam on iki sefer değişiklik yaptı. Böylelikle de romanını daha açık, daha iyi ifade edilmiş hale getirdi.

      Sil
    2. Romanın ilk tasarısında, hatta ilk yazılışında gerek Anna, gerek Karenin, gerekse Vronski, romanın son biçimini aldıktan sonra kişiliklerinden çok farklı idiler. Tolstoy sonraları romanın bu önemli kişilerine birçok yenilikler kattı. Böylece Anna Karenina, “kocasını aldatan kadın”dan, Rus toplumunun bütün yaşantısını kapsayan, parlak örneklerle dolu, devrinin en büyük sosyal yaşantı romanı haline geldi.

      Sil
  2. Hasan âli Ediz, Tolstoy’un eserlerine ilişkin analizinin devamında (Tolstoy’un Psikolojik Gerçekliği) ilgi çekici yorumlar yapıyor:
    Tolstoy’un eserlerinde kişilerin gerçek duyguları, çoğu zaman sözle değil, bir gülümseyişle, bir bakışla, bir vücut hareketiyle, hatta susmakla anlatılmaktadır. Bunun için “Savaş ve Barış” romanında, izinli gelen Nikolay Rostov’un, sevgilisi Sonya ile buluşma sahnesini göz önüne getirmek yeter. Nikolay Rostov, kıza nasıl davranacağını bilmez, büyük şaşkınlık içindedir. Tolstoy bu sahneyi şöyle anlatır: “Sonya’nın elini öptü ve ona ’sen’ değil ’siz’ diye hitap etti, adını kullanırken de “Sonya’ dedi. Ama bu arada karşılaşan gözleri birbirine ‘sen’ diyerek tatlı tatlı öpüşmüştü.
    Anna Karenina romanının ikinci bölümünün VII: pasajında, Vronski, Anna’ya onu sevdiğini söyler, Anna ondan böyle konuşmamasını rica eder. “Ağzından: ‘Ne olursunuz, bunu hatırım için yapınız! Bana böyle şeyler söylemeyiniz! Sizinle iyi dost olalım’ sözleri döküldü, ama gözleri tamamıyla başka sözler söylüyordu.”
    Diriliş romanında Tolstoy, Prens Nehlüdov’un kız kardeşiyle buluşma sahnesini şöyle yazmaktadır. “Burada çok şeyler söylemek gerekirdi. Ne var ki sözler hiçbir şey söylemedi. Ama bakışlar, söylenmesi gereken şeyleri söylenmediğini söyledi.”

    YanıtlaSil
  3. 1870’lerin Rusyası’nda yaşanan kadın erkek ilişkileri ve gelecek yüzyılın başlarında yaşanacak devrime giden ekonomik koşullar başta olmak üzere sosyal yapı analiz ediliyor …

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anna; erkek kardeşinin ailesinin dağılmasını önlemek üzere Petersburg’dan Moskova’ya gediğini unutarak; bu sefer, eş zamanlı olarak; kendi yeğeninin sevgilisiyle gönül ilişkisi kuran hala; Tolstoy ve aynı dönemin diğer Rus yazarların anlattığı olaylardan aşina olduğumuz tabloyu anlatırken okuyucuyu fazla da şaşırtmıyor…. okuması kolay, sürükleyici, ilgi çekici …

      Sil
  4. Tostoy, bu konuya devam ederken şunları anlatıyor: "Aleksey Aleksandroviç Karenin, karısının ayrı bir masada Vronski ile baş başa oturup heyecanla bir şeyle konuşmasında olağanüstü bir şey, bir uygunsuzluk görmemişti. Ama salonda bulunan başkalarının bunda olağanüstü bir hâl ve uygunsuzluk gördüklerini fark etmiş, bundan ötürü bu hâl kendisine de uygunsuz görünmüştü. Bunu karısına açmaya karar verdi. "

    YanıtlaSil
  5. Kocası durumu fark etmişse bize laf düşer mi?

    YanıtlaSil
  6. Anna & Aleksey Alaksandroviç Karenin

    (Sitiva) Stephan Arkadyeviç Oblonski & Dolli-Darya Alaeksandroviç
    Tanya, Girişa, Kiti-Katerina Aleksandrovna, Nikolinka,

    Levin -Konstantin Dimitriç
    Sergey İvanoviç

    YanıtlaSil
  7. Aleksey Aleksandroviç, içine kurt düşmesine rağmen, medeni düşünmek ya da mantıklı hareket etmek ve gereksiz kırgınlıklardan kaçınmak adına; maruz kaldığı bu olay karşısında, durumu kendi kendine analiz etmeye başlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Karısı ile ilgili gelişmeler karşısında, yakın çevrelerindeki insanların tutumlarındaki değişikliği sorgulaması, onu da düşünmeye sevk eder.

      Sil
    2. Sonrasında da, “Yangına körükle gitmek” yerine, ortaya çıkan bu durumda kendisinin de sorumluluğu olduğunu düşünen bir aile reisi olarak, “karısına kılavuzluk etmek, gördüğü tehlikeyi ona göstermek, onu uyarmak ve bu şekilde otoritesini kullanmak” şeklinde bir karar alır.

      Sil
    3. Gece yarısını geçen bir zaman sonra, önceden tasarladığı sözleri sakin bir sesle karısına söylediğinde , Anna’nın, (‘yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış’ ifadesiyle anlatılmak istendiği üzere) kocasını suçlayıcı karşı hamlelerle cevap vermesi şaşırtıcı değil…. …

      Sil
    4. Karşılıklı anlayış ve birlikte olmanın sıcaklığının giderek yok olmaya yüz tutması, aradaki ilişki seviyesinin giderek irtifa kaybetmesi; dışarıdan değişiklik yok muşşşş gibi görünmesi ama içeriden bakıldığında iç ilişkilerin temelinin sarsılması geleceğe dair fikir vermeye yetiyor… ..

      Sil
    5. Sadece Anna değil, bir sonraki adımların düşünülmeden o anki duygu seli içinde yuvarlanan birlikte yuvarlan Vronski’nin de; süreç ilerledikçe, içinde bulundukları yaşam tarzının sürdürülebilirliği konusundaki tereddütlerin giderek ağırlaştığını görüyoruz….

      Sil
    6. Sanki iplerin kopması ve uçurumdan aşağı düşülmesi bekleniyor gibi….

      Sil
    7. Bu arada, meydana gelen “Şüyuu vukuundan beter olay” için gerekçe olarak gösterilmesinin ne kadar haklı olduğu şüpheli olmakla birlikte; Anna ile kocası arasındaki 20 yaş farkı bulunduğunu da akılda tutmak gerekiyor….

      Sil
    8. Tolstoy’u takdir etmek gerekiyor; Okuyucuyu da bu duygu seli içine katarak insanı strese sokmayı başarıyor…..

      Sil
    9. Neyse ki, bu kadar gerginlikten sonra Tolstoy; Daha sakin ve düzenli bir hayat tarzı içinde olan Levin ve onun etrafında yaşanan sıradan bir hayat, baharın habercisi dağılan bulutlar, uyanmakta olan tabiatın çiçekleri ve meleyen kuzuların seslerini anlatarak okuyucusuna nefes aldırıyor…. şimdi gevşeme zamanı…..

      Sil
    10. Konstantin Dimitriç (Levin) ile at sırtında birlikte dolaşıyormuş gibi olmak, çiftliğinin uzak köşelerine kadar uyanmakta olan yeşillikler, ahırlardaki yeni yavrulayan inekler, ve çalışanlarının iyi havanın verdiği neşe ile çalışırken gayretli ve mutluluk dolu halleri; okurken, o bahar havasını solurcasına mutlu etmeye yetiyor:)

      Sil
    11. Vronski’nin artık bu ilişkiye son vermeyi düşündüğünü öğrenince; “geç kalmış bir iafadeyi””, “Aptal Kadın!” demeden geçemiyorsunuz….

      Sil
    12. Apatal kadın, ısrarlı soruları karşısında Vronski’ye “gebeyim” dedi. … Vronski sarardı, bir şeyler söylemek istedi, ama sustu. Anna’nın elini bırakıverdi, başını öne eğdi. … …

      Sil
    13. Anna Vronski’nin bu haberin önemini bir kadın gibi, kendisi gibi anlayacağını sanmakla yanılmıştı… Daha fazla yoruma gerek var mı? Bu işlerin sonunun düşünmeden anlık duyguların seline kapılarak sürüklenmek…. nereye kadar?

      Sil
    14. Tam da bu aşamada kitabın çevirisini yapan H. âli Ediz’in dipnotu durumu anlamamızı biraz daha kolaylaştırıyor * 1917 ihtilalinden önce Rusya'da bir karı koca eğer ayrılmak isterlerse, sadece suçsuz olan tarafın boşanma için başvurma hakkı vardı. Buna rağmen boşanma kararının alınması çok zordu. Boşanma kararı alındığı takdirde, suçlu görülen taraf bir daha evlenemeyeceği gibi, çocuğu da elinden alınırdı .

      Sil
    15. Levin ve Kiti; insanların iletişim kazaları ile birbirlerini anlamada yaşadıkları güçlükler hayatın kısalığı karşında gereksiz zaman kayıplarına neden oluyor…

      Sil
    16. Levin ve Kiti; aslında çok daha erken bir zamanda uyumlu bir çift olabilecekken, yanlış rastlantılar ve birbirlerinin duygularını kavramadaki yol kazalarını onlara kaybettirdiği zaman; okuyucunun da duygusal boyutta onlarla birlikte aynı duyguları paylaşmasını ortaya çıkarıyor….. Tolstoy; okuyucuyu da romanın bir parçası haline getirme başarısı mükemmel….

      Sil
    17. Okurken, insanın yanlış giden olayları; yoluna sokmak için eliyle düzeltme isteği uyanıyor…. roman kahramanları ile aynı duyguları paylaşırcasına sevinmek ya da üzülmek değişik bir olay…. Belki de böylesi durumlarda; aklı selim sahibi iyi insanların, -yanlış iş yapma çekingenliğini bırakıp- olaylara küçük dokunuşlarıyla olumlu katkıda bulunmalarına ihtiyaç olabiliyor….

      Sil
    18. Kiti ve Levin arasında yaşanan olayların doğru yolda gidebilmesi için “küçük dokunuş”u, her iki tarafı da yakından tanıyan (Kiti’nin ablası) Dolli’nin şu sözleri durumun tercümesi gibi: “”Evet , şimdi her şeyi anladım,” diye sözlerine devam etti. “Siz bunu anlayamazsınız; hür ve seçmekte özgür olan siz erkekler, kimi sevdiğinizi her zaman açıkça bilirsiniz! Ama bir kadın, bir kız utangaçlığıyla bekleme durumunda olan, siz erkekler uzaktan gören, söz üzerine kabul eden bir genç kızda, ne söyleyeceğini bilmediğine dair bir duygu vardır, böyle bir duygu olabilir onda.” … .. “ … Siz erkekler bir kızı gözünüze kestiriyorsunuz, onun evine gidiyorsunuz, onunla yakınlık kuruyorsunuz, onu inceliyorsunuz, onu sevip sevmediğinizi anlamak için bekliyorsunuz, sonra sevdiğinize iyice inandıktan sonra ona evlilik teklifinde bulunuyorsunuz!” … ..” … .. Ama kız bir şey sorulmaz. Kendisinin seömesini isterler, h^lnuki o seçim yapanmaz, sadece ‘evet’ ya da ‘hayır’ diye cevap verir.”

      Sil
    19. İnsanların, işleri kendi kendilerine zorlaştırması…..

      Sil
    20. Zamanımızda bile bu tür ilişkilerin açık kalplilikle konuşulamaması, niyetlerin açıkça konuşulamaması ilişkilerin kurulmasını, kurulanların sürdürülmesini zorlaştırmaya devam etmekte…..

      Sil
    21. İnsan sosyal varlık…. ilişkilerin sağlam temeller üzerine kurulması ve sağlıklı devam ettirilmesi ince bir sanat!

      Sil
    22. Olaylar dizisi içinde Anna Karenina’nın kocasına yaptığı itiraf, açıklamalar karşısında Aleksey Aleksandroviç’in dışarıdan soğukkanlılık olarak görünen tepkisini kendi kendine anlatırken düşündükleri ilginç:

      Sil
    23. Karısının, en kötü şüphelerini doğrulayan sözler, Aleksey Aleksandroviç’in yüreğini fena hâlde acıtmıştı.Bu acı, Anna’nın gözyaşlarının doğurduğu tuhaf ve tamamıyla fiziki bir acıma duygusu ile büsbütün güçlenmişti. …. ..

      Sil
    24. Şimdi o, uzun süredir diş ağrısı çeken ve ağrıyan dişini çektirmiş olan bir adamın duygusu içindeydi: Korkunç ağrılardan ve çenesinden , kocaman, âdeta başından büyük bir şeyin koparılıp çıkarıldığı hissinden sonra hasta, birdenbire, kendi mutluluğuna inanmayarak , hayatını böylesine uzun süre zehirleyen, bütün dikkatini üzerine çeken şeyin artık olmadığını fark etmiş, yine yaşayabileceğini, yine düşünebileceğini, yalnız dişiyle ilgilenmeyeceğini anlamışıtr. İşte Aleksey Aleksandroviç bu duygular içindeydi. Ağrı tuhaf ve korkunçtu, ama şimdi geçmişti; yine yaşayabileceğini ve yalnız karısını düşünmeyeceğini hissediyordu.

      Sil
    25. Kendi kendine düşündü: ‘Şerefsiz, kalpsiz, dinsiz, düşkün bir kadın! Ona acıyarak kendimi aldatmaya çalışmakla birlikte, ben bunu her zaman biliyor ve görüyordum.’ … ..

      Sil