… .. Oysa Kahire’deki toplantı farklı olacağa benziyordu. Çağrı mektubu şöyle diyordu: “Mısır uygarlığında skarabenin (*Skarbe: Pislik böceği. Eski Mısır’da dinsel simge. Güneşin her gün doğuşunu simgeler. Aynı zamanda insan ruhunun ölümsüzlüğünün simgesidir. Eski Mısır mezarlarında bulunan çok sayıda böcek kalıntısı bu inanca işaretti. ÇN.) yeri: Sanat, din, mitoloji, efsane açılarından.”
Firavunlar zamanında, skarabeye kutsal bir nitelik verildiği söylenmekte, kimseye yeni bir şey öğretmiyeceğim. Özellikle “kutsal skarabe” diye bilineni ya da Scarabeus sacer böyleydi. Ne var ki bu böceğin her türü bu niteliğe sahipti. Onun sihirli olduğuna, yaşamın büyük sırlarını bildiğine inanılırdı.
Öğretim yıllarım boyunca, öğretmenlerimden her biri bunu kendine göre anlatmıştı. Doğa Bilimleri Müzesi’nde kendi laboratuvarım olduğu zamanda da, benim öğrencilerim skarabe hakkında övücü, heyecanlı öykü öğrenmeye hak kazandılar. Bir Bir kınkanatlılar uzmanı için, II. Ramses’in, tezek yiyici bir böceğe taptığını öğrenmenin ne demek olduğunu bir düşünün! Skarabeye tapmak Mısır sınırlarını aşmış, Yunanistan’a, Fenike’ye, Mezopotamya’ya kadar yayılmıştı. Romalı lejyonerler kılıçlarının kabzasına bir skarabe resmi kazıtmayı adet edinmişlerdi. Etrüsklerde, ameist gibi ince mücevherler, skarabe biçiminde işlenmekteydi.
Benim uzmanlık alanımda skarabe, bir utku, bir soyluluk ünvanı idi. Hatta, saygıdeğer atalarımızdan biri diyecektim.. Doğal olarak, onunla ilgili bazı araştırmalar yaptım, kitaplar okudum. Ona elbette adi bir hanım böceği muamelesi yapamazdım. Bütün böcekler aynı tezekte yetişmez. Bununla birlikte araştırmalarım ne denli derinleşmiş olursa olsun, Kahire’deki toplantıda bana yer yok gibiydi. Sekiz ülkeden gelmiş yirmi beş kişi arasında bir tek ben hiyeroglif okumasını bilmiyor, firavunların kaçıncı Thoutmes ya da Amenophis olduklarını çıkartamıyor ve bir tek ben Koptçanın “sasidik” olanı ile “subakmimil” olanını -gerçi kimse bana bir daha hiç duymadığım bu sözcüklerin anlamını sormamıştı ama, sanırım bunları doğru dürüst yazmayı becerebildim- bilmiyordum.
Hepsi beni aşağılamak için birleşmişler gibi, aslında çok eğlenceli görünen firavunlara ilişkin
deyimler kullanıyor ve kuşkusuz hiçbiri bunları çevirmeyi düşünmüyordu. Onların çevresinde, dinleyicinin bilgisinden kuşku duyuyormuş gibi görünmek için böyle bir şey yapılmazdı.... ..
… ..
“Günümüz dünyasına bir bakın. Kesinlikle ikiye ayrılmış durumda. Bir yanda, istikrarlı nüfusa sahip, zengin,
demokratik, teknik ilerlemeleri neredeyse her gün artan, yaşam umudu yüksek. Tarihte bugüne dek görülmemiş
barışın, özgürlüğün, refahın, ilerlemenin altın çağını yaşayan topluluklar var. Öte yandan, giderek kalabalıklaşan
ve durmadan yoksullaşan, yiyecekleri dışardan sağlanan, dört bir yana dağılmış metropoller, birbiri ardından
kaosa sürüklenen devletler var.”
“Yıllardan beri çözüm aranıyor ama her geçen daha da batılıyor. Tam anlamı ile iki ayrı insanlıkla karşı
karşıyayız ve aralarındaki uçurum her geçen gün daha da büyüyor. Aniden, Tanrı bir çözüm yollayacak olursa,
kim yakınır. Durmadan artan nüfusu doyurmaları gereken ve kaydettikleri ilerlemelerin nüfus patlamasıyla sıfıra
indiğini gören üçüncü Dünya ülkeleri mi? Giderek azınlıkta kalan biz ayrıcalıklılar, Güneydeki insanların biraz
daha kalkınmış ve biraz daha azkalablık olmalarını istemiyor muyuz? Söylesenize, bir çözüm bulunacak olursa,
kim yakınır?
… ..
… ..
“Kızıla yakalanan kadınların sadece erkek doğurdukları gözlemlenmiştir. Başka ülkelerde, başka
gözlemlerde bulunuldu, her türlü hastalık ile durum biraz daha anlaşılır oldu. Konuyu size açıklayabilecek kadar yetenek ve bilgi edinemedim ama ana fikir şudur: kadın, hastalıkla savaştığı dönemde, bazı antikorlar üretiyor ve bunlar bir virüs ile savaşırcasına kadının yaşadığı cenine saldırıyor. Bazı hastalıklar da Afrika’daki kızıl gibi -kızlara saldırıyor, bazıları da oğlanlara. Yani kuramsal olarak bir kadın kızlara ya da oğlanlara karşı bağışıklık kazanabiliyor. Bu konuda araştırmalar sürdürülmüş ve sanırım bir aşıyapımına da gidilmiş. Evet ya, aşı, Bir iğne, bir hacamat ya da belki bir hap! Oğlan olması istenirse, kızlara karşı aşı olunuyor ve artık hiçbir cenin gelişemiyor.
“Ama şu “erkek çocuk hastanesi” üzerinde durmama izin verin. Pahalı bir teknik uyguladıkları
ya da çocuklarının cinsiyetini öğrenince hüstana uğrayanların gebeliklerine son vermede
duraksadıkjları için tehlikenin azaldığını söylemiştim. Ancak bu aşı imal edilecek, yaygınlaştırılacak olursa, cinsiyetin erken saptanmasına ya da kürtaja hiç gerek kalmayacak.
Bu ayrımcı doğum hapı almak gibi bir şeyé Bazı ülkelerde, bazı çevrelerde, cinsiyet dengesi ağır
bir darbe yemiş olmaz, ama dünyanın büyük bir kısmında bir felaket yaşanır. … ..
… ..
-Bu kız karşıtı aşı düşüncesi canavarca bir düşünceydi ama bazı kafalarda daha canavarca düşüncelerin oluşmasına yol açtı.
“Her şey inekler üzerinde yapılan, görünürde zararsız bir deneyle başladı. Bir kaç yıl önce
laboratuvarlarda hazırlanan yapay döllenme yoluyla, boğaların spermlerinin dişi veya erkek
üretecek biçimde değiştirilebileceği keşfedildi. Diğer cinslere, bu arada insanlara da
uygulanabilecek bir yöntemdi. Sonra, cinsiyeti değiştirilecek bir madde zerkiyle , doğrudan hayvanın üzerinde deney yapılıp yapılamayacağı araştırıldı. Araştırmalar nispeten hızlı oldu.
Boğaların gücünü ve verimliliğini artıran, bir bakıma erkek doğurtan spermalara, dişi doğmasını
olanaksız kılan bir çeşit “doping” yapıldı.
“Sonuç istenilenin tersi oldu, çünkü başlangıçta amaç, süt verdikleri için daha fazla kazanç
sağlayan ineklerin doğmasını sağlamaktı. Araştırmacıların çoğu, tasarının rafa kaldırılmasını
uygun gördüler, kaldı ki deney yapılan hayvanların, tehlikeli biçimde saldırgan olmuşlardı. Ama
bir takım açıkgözler, özellikle boğa güreşinde, bu işin kazançlı olabileceğini düşünerek o maddeyi,
deve gibi, horoz gibi diğer güreşen hayvanlara da uygulayabileceklerini ileriye sürdüler.
Neden günün birinde insanlara da uygulanmasın? Sadece ringlerde boy gösterecek canavarlar
yetiştirmek için değil, ama aynı zamanda milyonlarca ailenin geleneksel arzusu olan erkek çocuğa
sahip olma “zorunluluğunu” da tatmin etmek için!
“Bu şamada, işler daha ileri gitmeden birileri müdahale etti, Söylendiğine göre bazı biyoloji
uzmanları telaşlanıp, tanınmış bilim adamlarını, din adamlarını, siyasetçileri harekete geçirdiler.
… … Proje durduruldu, fonlar başka alanlara kaydırıldı ve ekip dağıldı. … … Çünkü bilgiler
hazır, alıcılar var ve kazanç hırsı soydaşlarımızı kör ediyor. Nasıl kaygılanmazsın?
… …
… .. o uygunsuz maddenin teknik açıdan imal edilebileceğini ve belki de doksanlı yılların ortalarından itibaren imal edilmiş
olduğunu
söyleyebilirim. Günün birinde, tamamıyla kullanılabilir hale geleceğinden eminim. Asıl sorun, bunun ne zaman olacağıdır. Asıl soru erkekler ile kadınların, bunu bilinçli biçimde
kullanabilecekleri olgunluğa eriştiklerinde , gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmektir. İnsanları
olgunlaşmamış diye nitelemek için, kim oluyorum diyebilirsiniz. … …
… .. 1000 yılının savaşları, 2000 yılının silahları ile çözümlenmeye çalışılıyor. … .. .. .. Şu lanet
madde için de durum aynı. Otuz yıl sonra yaygınlaşacak olursa, insanlığın onu kötüye kullanmayacağını ümit
etmek istiyorum. Ama bugün? İçinde yaşadığımız dünyayı görmüyor musunuz?
… ..
-... .. … .. Emin değilsem de, günün birinde, dünyanın bazı yörelerinde doğumu azaltacak basit ve
etkili bir yöntem bulunacağını tahmin ediyorum. Bu, büyük bir felaket ye da soykırım mı sayılır?.
Sanmıyorum. Beslenemeyen çok kalabalık ülkeler var; yöneticileri bir sürü yöntemle nüfus
patlamasını kontrol etmek istediler, sınırlı sonuçlar aldılar, hatta bazıları hiç alamadılar. Şayet
yarın hatta bugün doğumları şiddete baş vurmadan, zira kaçmadan ana-babanın özgür iradesiyle
azaltma yolu bulunursa…
… ..
-Evet, böyle bir çözüm bulunacak olursa, bunun neresi uygunsuz ya da canice? Çin, tek çocuk yasasını getirdiğinde , Şanghay ve başka kentlerde pek çok aile, ilk çocukları kız olursa, onu yok
etmeleri için doktorlar ile hemşirelerin başının etini yemişti. Hindistan’da, zor kullanarak kısırlaştırma yapılmak istendi, ayaklanmalar oldu; erkekler, erkekliklerinden,
onurlarından olacaklarını sandılar. … ..
… ..
-Bütün toplumları kısırlaştırmak söz konusu değil ama böyle bir maddenin olması ve yaygınlaştırılması
halinde , nüfus fazlalığı sorununun, özellikle büyük olduğu yörelerde, çözümlenmiş olacağını
göz ardı edemeyiz.
… ..
… ..
“Kızıla yakalanan kadınların sadece erkek doğurdukları gözlemlenmiştir. Başka ülkelerde, başka gözlemlerde bulunuldu, her türlü hastalık ile durum biraz daha anlaşılır oldu. Konuyu size açıklayabilecek kadar yetenek ve bilgi edinemedim ama ana fikir şudur: kadın, hastalıkla savaştığı dönemde, bazı antikorlar üretiyor ve bunlar bir virüs i
le savaşırcasına kadının yaşıdığı cenine saldırıyor. Bazı hastalıklar da Afrika’daki kızıl gibi -kızlara saldırıyor, bazıları da oğlanlara. Yani akuramsal olarak bir kadın kızlara ya da oğlanlara karşı bağışıklık kazanabiliyor. Bu konuda araştırmalar sürdürülmüş ve sanırım bir aşıyapımına da gidilmiş. Evet ya, aşı, Bir iğne, bir hacamat ya da belki bir hap! Oğlan olması istenirse, kızlara karşı aşı olunuyor ve artık hiçbir cenin gelişemiyor.
“Ama şu “erkek çocuk hastanesi” üzerinde durmama izin verin. Pahalı bir teknik uyguladıkları ya da çocuklarının cinsiyetini öğrenince hüstana uğrayanların gebeliklerine son vermede duraksadıkjları için tehlikenin azaldığını söylemiştim. Ancak bu aşı imal edilecek, yaygınlaştırılacak olursa, cinsiyetin erken saptanmasına ya da kürtaja hiç gerek kalmayacak. Bu ayrımcı doğum hapı almak gibi bir şeyé Bazı ülkelerde, bazı çevrelerde, cinsiyet dengesi ağır bir darbe yemiş olmaz, ama dünyanın büyük bir kısmında bir felaket yaşanır. … ..
… ..
-Bu kız karşıtı aşı düşüncesicanavarca bir düşünceydi ama bazı kafalarda daha canavarca düşüncelerin oluşmasına yol açtı.
“Her şey inekler üzerinde yapılan, görünürde zararsız bir deneyle başladı. Bir kaç yıl önce laboratuvarlarda hazırlanan yapay döllenme yoluyla, boğaların spermlerinin dişi veya erkek üretecek biçimde değiştirilebileceği keşfedildi. Diğer cinslere, bu arada insanlara da uygulanabilecek bir yöntemdi. Sonra, cinsiyeti değiştirilecek bir madde zerkiyle , doğrudan hayvanın üzerinde deney yapılıp yapılamayacağı araştırıldı.Araştırmalar nispeten hızlı oldu. Boğaların gücünü ve verimliliğini artıran, bir bakıma erkek doğurtan spermalara, dişi doğmasını olanaksız kılan bir çeşit “doping” yapıldı.
“Sonuç istenilenin tersi oldu, çünkü bşlangıçta amaç, süt verdikelri için daha fazla kazanç sağlayan ineklerin doğmasını sağlamaktı. Araştırmacılarınçoğu, tasarunun rafa kaldırılmasını uygun gördüler, kaldı ki deney yapılan hayvanların, tehlikeli biçimde saldırgan olmuşlardı. Ama bir takım açıkgözler, özellikle boğa güreşinde, bu işin kazançlı olabileceğini düşünerek o maddeyi, deve gibi, horoz gibi diğer güreşen hayvanlara da uygulayabileceklerini ileriye sürdüler.
Neden günün birinde insanlara da uygulanmasın? Sadece ringlerde boy gösterecek canavarlar yetiştirmek için değil, ama aynı zamanda milyonlarca ailenimgeleneksel arzusu olan erkek çocuğa sahip olma “zorunluluğunu” da tatmin etmek için!
“Bu şamada, işler daha ileri gitmeden birileri müdahale etti, Söylendiğine göre bazı biyoloji uzmanları telaşlanıp, tanınmış bilim adamlarını, din adamlarını, siyasetçileriharekete geçirdiler. … … Proje durduruldu, fonlar başka alanlara kaydırıldı ve ekip dağıldı. … … Çünlü bilgiler hazır, alıcılar var ve kazanç hırsı soydaşlarımızı kör ediyor. Nasıl kaygılanmazsın?
… …
… .. o uygunsuz maddenin teknik açıdan imal edilebileceğini ve belki de doksanlı yılların ortalarından itibaren imal edilmiş olduğunu söyleyebilirim. Günün birinde, tamamıyla kullanılabilir hale geleceğinden eminim. Asıl sorun, bunun ne zaman olacağıdır. Asıl soru erkekler ile kadınların, bunu bilinçli biçimde kullanabilecekleri olgunluğa eriştiklerinde , gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmektir. İnsanları olgunlaşmamış diye nitelemekiçinm, kim oluyorum diyebilirsiniz. … …
… .. 1000 yılının savaşları, 2000 yılının silahları ile çözümlenmeye çalışılıyor. … .. .. .. Şu lanet madde için de durum aynı. Otuz yıl sonra yaygınlaşacak olursa, insanlığın onu kötüye kullanmayacağını ümit etmek istiyorum. Ama bugün? İçinde yaşadığımız dünyayı görmüyor musunuz?
… ..
-... .. … .. Hemin değilsem de, günün birinde, dünyanın bazı yörelerinde doğumu azaltacak basit ve etkili bir yöntem bulunacağını tahmin ediyorum. Bu, büyük bir felaket ye da soykırım mı sayılır?. Sanmıyorum. Beslenemeyen çok kalabalık ülkeler var; yöneticileri bir sürü yöntemle nüfus patlamasını kontrol etmek istediler, sınırlı sonuçlar aldılar, hatta bazıları hiç alamadılar. Şayet yarın hatta bugündoğumları şiddete baş vurmadab, zıra kaçmadan ana-babanın özgür iradesiyle azaltma yolu bulunursa…
… ..
-Evet, böyele bir çözüm bulunacak olursa, bunun neresi uygunsuz ya da canice? Çin, tek çocuk yasasını getirdiğinde , Şanghay ve başka kentlerde pek çok aile, ilk çocukları kız olursa, onu yok etmeleri için doktorlar ile hemşirelerin başının etini yemişti. Hindistan’da, zor kullanarak kısırlaştırma yapılmak istendi, ayaklanmalar oldu; erkekler, erkeklliklerinden, onurlarından olacaklarını sandılar. … ..
… ..
-Bütün toplumları kısırlaştırmak söz konusu değil ama böyle bir maddenin olması ve yaygınlaştırılması halinde , nüfus fazlalığı sorununun, özellikle büyük olduğu yörelerde, çözümlenmiş olacağını göz ardı edemeyiz.
… ..
“Günümüz dünyasına bir bakın. Kesinlikle ikiye ayrılmış durumda. Bir yanda, istikrarlı nüfusa sahip, zengin, demokratik, teknik ilerlemeleri neredeyse her gün artan, yaşam umudu yüksek. Tarihte bugüne dek görülmemiş barışın, özgürlüğün, refahın, ilerlemenin altın çağını yaşayan topluluklar var. Öte yandan, giderek kalabalıklaşan ve durmadan yoksullaşan, yiyecekleri dışardan sağlanan, dört bir yana dağılmış metropoller, birbiri ardından kaosa sürüklenen devletler var.”
“Yıllardan beri çözüm aranıyor ama her geçen daha da batılıyor. Tam anlamı ile iki ayrı insanlıkla karşı karşıyayız ve aralarındaki uçurum her geçen gün daha da büyüyor. Aniden, Tanrı bir çözüm yollayacak olursa, kim yakınır. Durmadan artan nüfusu doyurmaları gereken ve kaydettikleri ilerlemelerin nüfus patlamasıyla sıfıra indiğini gören üçüncü Dünya ülkeleri mi? Giderek azınlıkta kalan biz ayrıcalıklılar, Güneydeki insanların biraz daha kalkınmış ve biraz daha az kalablık olmalarını istemiyor muyuz? Söylesenize, bir çözüm bulunacak olursa, kim yakınır?
… ..
Delikanlı öfkesini alaya vurmuştu: “Eskiden hor görücü bir ırkçılıkla karşı karşıya idik; bugün saygılı bir ırkçılıkla karşı karşıyayız. … .. Herkesin yüzyılı kendine.
Nice Rimalilinin, özellikle iyi yetişmiş çavredekilerin duyguları böyleydi. Oysa Abdane, tam tersine, özelliği, kendine özgü gerçekleri kabul etmekten yanaydı. İktidar oyununu kendi kurallarına göre oynayacağını göstermek için geleneksel kılıklar giyiyordu. Bu da eskilerin hoşuna diyordu. Bin yıllık sesleri kısıldığında Abdane karından konuşmayı, düzenbaz olmayı biliyordu.
Bu hüner uzun süreli yeterli olmuştu. Tebası uysaldı ve bizler, Kuzey’dekiler, büyülenmiştik. Kokuşmuş mu? Sarayın yüksek duvarları ardında bir sapık mı? Sokaklarda sopa zoruyla herkesi inamaya zorluyordu. Bütün önemli görevlere erkek kardeşleri ile kuzenlerini mi yerleştirmiş? Kuzey’de buna nepotizm yani akraba kayırıcılığı deniliyordu. Güney’de ise buna “Aile kurulu” deniliyordu. … .. … Aynı düşünce sistemi içinde Kuzey’e yerleşen bir Güneyli işçiye “göçmen” deniliyordu da, Güney’e yerleşen bir Kuzeyli işçi “sürgün” diye tanınmlanıyordu….. ..
… … niyetim, otuz yaşından küçük olanlara ya da unutmuş bulunanlara o dönemde nasıl bir hava estiğini, Güney’deki karışıklıklar söz konusu olduğunda, ortalığın ne gibi sislerle kaplandığını anımsatmaktır.
… ..
… .. Oysa bu yönden, çğının diğer yöneticilerinden farklı değildi. On beş-otuz yıl sonra ortaya çıkabilecek sorunları, pek azı öngörülebilecek durumdaydı; çoğu, ardılları olma küstahlığını gösterecek mirasçılarına bu işin çözümünü bırakmış oluyordu.
… .. ..Olup bitenler karşısında her yerde, Abdane’nin zorbalığı kınanır gibi yapılıyor ama gizliden kutsanıyordu. … ..
… ..
Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl & Amin Maalouf
Özgü adı: Le Premier Siecle Apres Beatrice
Çeviren : Esin Talu-Çelikkan
Telos Yayıncılık
Birinci Basım: Şubat 1998
Amin Maalouf, doğrudan olmasa da günümüzde giderek daha da belirginleşen, dünyanın yarınlarını bekleyen giderek büyümekte olan nüfus yoğunluğunun, bir başka ifadeyle nüfus artış hızının ve refahı oluşturan değerlerin dünyadaki dağılımına dikkati çekmeye çalışıyor…
YanıtlaSilBir tarafta eğitim, teknoloji, insani değerlerin yüksek seviyelerde olduğu ama nüfus artış hızının daha yavaş olduğu ülkeler, diğer tarafta aradaki uçurumun giderek büyüdüğü tam tersi bir tablonun ortaya çıkardığı endişeler….
SilBir de iklim değişikliklerinin binlerce önce neden olduğu gibi günümüz dünyasında ağırlıklı gündem maddelerinden birini oluşturan göçmen sorununu da, ayrıca akıllarda giderek daha da kalıcı bir şekilde yer tutuyor…
SilBütün bunlar olurken, görünürde Rusya-Ukrayna arasında gerçekte ise, Batı dünyası ve Rusya ile birlikte hareket edenlerin oluşturduğu taraflar arası savaşın etkileri, tahıl koridoru ve yoksulluk-açlık içindeki ülkelere buğday-mısır gönderilmesi konularını gündem oluşturması da romanın kalem alındığı dönemde kağıt üzerine yansıtılmamış olmasına rağmen günümüz okuyucusunda çağrışım yapmaya devam ediyor….
SilMaalouf, aslında günümüz dünyasını, yaşananları anlatıyor. “niyetim, otuz yaşından küçük olanlara ya da unutmuş bulunanlara o dönemde nasıl bir hava estiğini, Güney’deki karışıklıklar söz konusu olduğunda, ortalığın ne gibi sislerle kaplandığını anımsatmaktır.“ derken, aslında geçmişe gönderme yapıyor… .. Ama günümüzde, bizlerle birlikte yaşananlara şahit oldukça, iktidarı ele geçirenler cephesinde değişen bir şey olmadığını görüyor olmalı. Diğer i bir ifade ile “Tarih tekerrür ediyor.”
YanıtlaSilRomanda, bu olanların anlatıldığı bölümün devamında olanları ise okuyucuya bırakmak gerekiyor.
Sil