11 Temmuz 2015 Cumartesi

Başörtüsüz Demokrasi’de Adı Konmamış Darbe *

Kitabın ilk baskısı 2004 yılında yapılmıştı. 2014 yılında yapılan üçüncü baskısı ise 395 sayfa. Kitapta geçen olaylar sırasında kendisine en çok destek olanblar arasında yer alan kardeşi Ravza şimdilerde AKP milletvekili.
-Kitapta 02 Mayıs 1999 yılında TBMM’de milletvekili yemin töreni öncesi ve sonrasındaki olaylar anlatılıyor.
-Dersler çıkarılması gereken süreç halen yaşanmaya devam ediliyor.
Yaşanan süreci ve günümüzdeki gelişmeleri evrensel hukuk penceresinden sorgulamaya devam etmemiz için çok neden var.
-Merve Kavakçı’nın bugünleri de sorgulayan yeni kitaplarını bekliyoruz...
-Türkiye’nin başörtülü ilk milletvekili seçilmesinden günümüze gelindiğinde değişen çok şeyler olduğunu yaşayarak görüyoruz.
Değişmemekte direnenler olduğuna da şahit oluyoruz.
Ön yargılarımızla hüküm vermek yerine insanımız anlamamız gerekir.
Karşı tarafı dinleme becerisini gösterebilmeliyiz.
Evrensel değerleri unutmamalıyız.
Önce insan diyebilmeliyiz.
Neyin doğru olduğunu tarih yazacak.
Okurken bugünleri de sorgulayabiliriz/sorgulamalıyız...
Kitaptan alıntılarla satırlar arasında dolaşmaya başlayalım:
-... .. Türkiye insanını, dinine bağlı Türkiye’nin halkını , yıllarca hakir gördüler. Onlara “örümcek kafalılar” dediler. Başını Yaradan’ın emri ile örten Türkiye kadınına ancak tarlada çalışmayı, okulda hizmet etmeyi, evlerinde temizlik işlerinde yardımcı olmayı layık gördüler. Balını örtenleri hem her fırsatta kıyafetlerinden dolayı eleşirdiler hem de onlarınkendilerini geliştirmek üzere kullanmak istedikleri en tabii haklarına- insan olmalarından dolayı sahip oldukları haklarına- tecavüz ettiler.
Basın tansiyonu yükseltmek için elinden geleni yapıyor
Seçim yaklaşıyor, Parti Genel Merkezinden ses yok
-Ankara’ya bir gidişimde Parti Genel Merkezi’ne uğrayarak, görebilirsem Recai Bey ile görüşeyim stiyordum. ... .. Recai Bey, ailemize yabancı biri değildi. ... ..
18 Nisan 1999 erken genel seçimi
Mazbatamı alıyorum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden
-... Yıllarıniçimde içimde biriktirdiği haksızlığa uğramışlığın temsilcisi kendini daha da çok gösteriyor. Zaten insanların bir kısmının bana olan destek ve teveccühü onların, kızlarının, hanımlarının, annelerinin “ezilmiş”, “itilmiş”liğinden kaynaklanıyor.
Yemin merasimine bir gün kala ... (1Mayıs 1999)
-... Ama olaylar geliştikçe Merve Kavakçı’nın şahsı bir tarafa bırakılarak, iş sadece başındaki başörtüsünin Meclis’e girmesi meselesine  dönüştürülmüştü......
-Öğleye doğru bir telefon geliyor. Abdullah Bey  geleceklerini söylüyor. ... .. Öğleden sonra ... .. Önden Abdullah Gül Bey, arkasından Salih Kapusuz ve Lütfü Esengül Beyler giriyorlar içeriye. ... .. Abdullah Gül Bey, ... .. yüzündeki sıkıntılı ifadeyi gizlercesine takındığı bir “plastik” gülümseme ile ... ... Allahım neler duyuyordum! Kulaklarım neler işitiyordu, ... .. Böyle bir teklif bana nasıl getirilebilirdi?... .. Ban basın toplantısını Meclis’e girmeden, girmekten vazgeçtiğimi söylemek için yapamam. Böyle bir şey olmaz. ... .. “... seçmenlerimin ve bana ümir bağlamış milyonlarca kişinin yüzüne bir daha asla bakamam. Onun için, eğer herhangi bir zorlukla karşılaşıp Meclis’e giremezsem o zamanyaparım basın toplantısını” diyordum.... ..
-... ..Sayın Nedvzat Yalçıntaş... ..Dönelim 2011 yılında Yalçıntaş ailesinin Nişantaşı’ndaki evlerinde ziyaretimiz sırasında anlattıkları ... .. daha da şaşırtıcı idi. ... .. “ O zaman kimdi beni bu plandan habedar etmesi gereken üst düzey partili? Öğrenebiir miyim, zira bana hiç kimse ne o günlerde  ne de daha sonra gelmedi” dedim. Ancak sorularıma cevap alamadım. ... ..
Beklenen Beklenmeyen Gün
... .. Milletvekilleri seçildikleri illerin alfabetik sırasına göre kürsüye glip yemin ediyorlar. Sır Antalya’ya gelince Nesrin Hanım görünüyor.  Partisinin “Başörtüsü meselesini biz çözeriz”lerle aldığı oylara ihanet edercesine, yüzünde tuhaf bir ifadeyle diğer hanım milletvekillerinin aksine açık renk kıyafeti ile başı açık olarak kürsüye doğru yürüyor. ... .. yemin ediyor. Sonra da adeta bir suçlu edasıyla hemen gözden kayboluyor.... .. o gün kendisini nasol hissettiğini soran gazetecilere tüyler ürperten cevabını tekrarlayıp duruyor, “Kendimi çıplakmışım gibi hissettim” diyordu Nesrin Hanım.
-Aslında, kişilerin yaptıkları “seçimlerin” değerlendirmesini yapmaya gerek yok, zira “kaçınılmaz” günde, herkes yaptığndan sorumlu olacak. Ancak, bir toplumun geleceğine yön çizecek hadiselerin aktörlerinin, kendi tavırları yanında, temsil ettikleri kitlelerin sorumluluklarını da omuzlarına yüklenmiş bulacakları da bir gerçektir, o “kaçınılmaz” günde. Bu sebeple, Nesrin Hanım’ın Türkiye’deki tek tipçi zihniyete boyun eğişinin değerlendirmesinin yapılması gerektiğine inanıyorum. ... ...
-... .. “İşte Meclis’teyiz! Biz Meclis’teyiz.”20 seneyi aşkın sğüredir itilen, kakılan, horlanan, başının örtüsünü şerefle taşımayı tercih eden Anadolu kadını, yapılan bütün baskılara, çekilen sıkıntılara, akıtılan gözyaşlarına, sızlayan yüreklere rağmen sonunda Meclis’te... Milletin Meclisi’nde... Çocukluk yıllarında üniversitedeki hocalık görevini başörtüsü yasağı yüzünden bırakmak zorunda kalan annesinin sıkıntılarını, ıstıraplarını birlikte yaşamış olan Merve, Tıp Fakültesi’nin kapısında görevli hizmetliler tarafından aşağılanan, hatta başörtüsüne el uzatılamn Merve şimdi Meclis’in büyük salonunda... Aradan geçen birkaç saniye içerisinde Nazlı Abla’nın yanında ön koltuklara doğru ilerlerken çıkan gürültüyü fark ediyorum... ... ..
-Kim olabilirdi bu patırdıyı ve gürültüyü çıkaranlar? Kim milletin oyları ile Milletin Meclisi’ne gelene “Dur” diyebilirdi? Bu cesareti neredeni, kim bulabilirdi? ... ...  Alkışlarla “Dışarı, dışarı” diye bağıran bu topluluğun içerisinde dini bütün ailelerden gelenlerin bulunabileceğini düşünüyorum.İnsan hakları söylemleriile kafamızda yer edenleri; batıda tahsillerini tamamlamış ama herkese, değişik fikirlere saygılı olmayı öğrenememiş, çağdaş görünme çabası ile adeta çırpınan zavallı kadııkları görüyorum. Olduklarından daha da küçülüyorlar gözümde. Kendi iradeleri ile varlık gösteremeyen ancak erkek hegomonyasında emir kulu olarak var olabilen bu “küçük”  kadınların Anadolu kadınını temsil etmek bir yana, Anadolu kadınını tanımadıklarından, tanıma gibi bir dertleri olmadığından da hiç şüphe etmiyorum. Ortaçağ Avrupası’nda cadı avı mentalitesi ile hemcinslerini yok etmeye hazır, kin ve nefretlerini içlerinde tutamayan bir grup. ... ..Hemcinslerine karşı savaş açacak kadar kendilerini kaybeden çağdaş(!) kadınlar... Bir meslekdaşlarını kıyafetinden dolayı diskrimine edebilecek kadar dar zihniyetli kadıncıklar. Acaba bu hanım milletvekilleri, Türkiye’nin 1985 senesinde altına imza attığı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi UIuluslararası Sözleşmesi”ni (CEDAW) hiç mi duymamışlar? Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni hiç mi okumamışlar? ... ..
-... .. Zülme sessiz kalanların zulmedenler kadar vebal altına gireceklerini bilmezler mi?... ..
-... ..Çalmadım, çırpmadım, hırsızlık etmedim, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemedim. Ben Rabbim’in emri ile başımı örttüm ve kanunların verdiği yetki ile halk tarafından seçilip, Yüksek Seçim Kurulu’nun onayı ile meclise gönderildim.  O zaman neden korkayım? ... ..
-... Ecevit... .. Lütfen bu kadına haddini bildiriniz! ... ..Demokratlığı sadece kendi gibi düşünenlere layık gören, hurriyetleri belli bir sosyal sınıfa mal eden faşistik zihniyet görüyor dünya. Bu tek tipçi zihniyet, düşünen insanı, konulan ve inanan evet, inanan insanı kendine en büyük düşman olarak niteliyor.... ... sorgulamayan, hakkını aramayan, hür olma melekesi dondurulmuş, sadece itaat eden bir millet oluşturmak... ...
-Sayın Ecevit”Burası devlete meydan okuma yeri değildir!” derken yaptığın hatanın farkına bile varmıyordu. Birincisi, burası devletin değil Millet’in Meclisi. İkincisi ise Sayın Ecevit’in Millet’in Meclisi’nden atmak istediği kişi, o millet tarafından kendilerini temsil etmek üzere Ankara’ya gönderilmiş bir vekişl idi. Asıl, onun yaptığı konuşma milleti hiçe saydığı için devlete meydan okuma oluyordu. Çünkü devlet, milletin hizmetlerinin yürütüldüğü bir kurumdur. “Devlet” “millet”in iradesine saygı gösterdiği, milletin derdine deva olduğu müddetçe mana kazanır; hakimiyet milletin olur.
-Diğer taraftna Ecevit, konuşmasını hazırlarken “Ben bunları söylüyorum ama konuşmamı Kavakçı’nın Meclis’e girmesini engelleyecek hangi Anayasa ve Meclis İç Tüzüğü maddesine dayandırmalıyım?” diye hiç mi düşünmemişti?... ..
-Başkalarını kendileri gibi düşünme ve giyinmeye zorlamayı; farklılıklara açık, toleranslı ve saygılı olmamayı; diğerlerinin varlığına tahammül edememeyi çağdaşlık diye sunduklarını pek güzel anlıyor. Aynı zamanda da gerçeklerin su üstüne çıkmasına, çağdaşlıktan nasiplerini almamış yobazların maskelerinin milletin gözü önünde düşmesine vesile olduğum için de huzurluyum.... ..
-Şimdi geriye baktığımda, Yaradan’ın buyurduğu üzere; şer gibi gözükenlerde hayırların, hayır gibi gözükenlerde ise şerleringizli olduğunu daha da iyi idrak ediyorum. ... ..
-... zulmün olduğu yerde, dilsiz şeytan olmamak adına... .. uluslararası hukuka başvurdum. ... .. AİHM... Kavakçı v. Türkiye davası, ... ..sonuçlandı. Türkiye seçme ve seçilme hakkını ihlal etmekten suçlu bulundu.

*Başörtüsüz Demokrasi’de Adı Konmamış Darbe – Merve Kavakçı-İslam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder