-“Türkiye, öteki geri kalmış ülkelerle kıyaslanmayacak kadar köklü bir
kültüre, tarihe ve devlet geleneğine sahiptir; stratejik öneminden folklor
çeşitliliğine uzanan ayrıcalıklar, bölgesel bir liderliğin potansiyel gücü,
kalkınmanın insan ve kaynak şeklindeki hammaddeleri vardır.
-Ve bütün bu özelliklerine, 200 yıllık çabalarına rağmen Türkiye, geri
kalmışlığı aşamamış bir ülkedir.
-Temeldeki bozukluğun, 600 yıllık tarihin ve günümüzdeki genel durumun
incelenmesi sonucunda ortaya şöyle bir gerçek çıkmaktadır. Türkiye’nin asıl
meselesi kalkınmayı sağlayacak birikimlerin yokluğu deeğil, yanlış yönde ve
biçimde, kalkınmaya önder olmayacak sınıf ve zümrelerin önderliğinde
kullanılmış olmasıdır. Birikimleri harekete geçirecek dinamiklerin yeterli
olmayışıdır...
-Türkiye’de bin yıllık bir kültürün süzgecinden geçmiş insan birikimi de
vardır, hatta sermaye de. Mesele bunların yanlış kullanılmasından veya hiç
kullanılmamasından doğuyor. Yani un da vardır, yağ da vardır, şeker de. Ancak
helvanın yapılması için uygulanan tarif hatalıdır...” vurgusu yapılıyor kitabın
arka kapak tanıtımında.
-Kitabın ilk sayfalarında toplumların gelişimine ve “geri kalmışlık”
kavramına yer verilerek Ali Halil Gevgilili’nin “Atatürkçü Dış Politika ve NATO
ve Türkiye” adlı eserinden aşağıda yer alan alıntıya dikkat çekilerek Osmanlı
döneminden günümüze kadar olan süreç geri kalmışlığımızın nedenleri
inceleniyor.
“Tarih boşuna yaşanmış bir deney
değildir. Dünden gelen bugünkü toplumumuzun kendi doğrultusu içinde yarına
gidecektir. Tarihin verdiği engin ders, hızını ancak kendisinden alan
eylemlerin bugün ve yarın içinde başarıya ulaştığıdır. Dünün araştırılması, bir yerden sonra, bugünün ve
yarının araştırılması demektir.”
-Kitaptan kısa alıntıları paylaşalım:
Geri kalmışlığın evrensel mekanizması
Eski Denge’yi yıkan darbeler
İleri Osmalı toplumu
-Osmanlı toplumu belirli bir dönemin en ileri, en medeni , en insancıl
devletini kurmuştur. Osmanlı yönetimi İslam kültürüyle Türklerin devlet kurma
alışkanlık ve yeteneklerini birleştirmiş, Kuran’a dayanan kurumlarla kavramları
çok
akılcı bir şekilde yorumlayarak kendi gerçekleriyle bağdaştırmış, çağının en güçlü devletini meydana getirmiştir. ... ..
akılcı bir şekilde yorumlayarak kendi gerçekleriyle bağdaştırmış, çağının en güçlü devletini meydana getirmiştir. ... ..
-Türkiye’nin ve geri kalmışlığının açıklanmasında hayati önemi olan
Osmanlılık dönemi yeterince bilinmemektedir. Osmanlı İmparatorluğu hâlâ
kılıcının gücünden ötürü yükselmiş (yükselmek okul kitaplarında çok yer
fethetmiş anlamaında kullanılıyor) , padişahların kötülüğü, kadına düşkünlüğü
yüzünden gerilemiş olarak tanıtılmaktadır. Gerileyen toplumu yabancıların
insafına terk eden Tanzimat ve Islahat
Fermanları gibi davranışlar ise çoklukla göklere çıkarılmaktadır:
-Tarihin bu yanlış
ve belki de maksatlı sunuluşu birkaç nedene bağlanabilir: Cumhuriyetin ilk
dönemimde geriye dönüş eğilimlerini kırmak için alınmış tedbirleri yanlış
yorumlayan kimi işgüzarlar bütün bir Osmalı tarihini kötü göstermek çabasına
düşmüş, tarihe eğilen herkesi geriiciikle suçlamışlardır. Daha sonraları
ise topluma kabul ettirilmiş bazı kavram ve kurumların ne denli uygunsuz olduğunu tarihin
ispatlaması, tarihin, yanlış öğretilmesine, yüzeyde kalınmasına, bilgisizliğe
yol açmıştı. 1940’ların faşist eğilimleri de bir çeşit dehşet hjavası yaratarak
tarihçiyi ve hür düşünceyi baskı altında tutmuş, tarihi sınıfsal ve ekonomik
açıdan incelemeye imkan vermemiş, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun bize
iletebileceği dersi”’kılıcı kuvvetli olduğu için kazandı’yla sınırlamıştır.
-Oysa ‘neden’
kuvvetli olduğu ve ‘nasıl’
zayıfladığı anlatılmamıştır.
-Tarihin özüne eğilen az sayıdaki bilim adamı son derece önemli araştırmalar
yapmışlardır. Ancak ortam onları kösteklemiş, sentez ve sonuca varmalarını
güçleştirmiştir. Fakat şunu hemen ekleyelim ki, eğer bu bilim adamlarının
çalışmaları olmasaydı, bugün tarih üzerine söz söylemenin, hatta Türkiye’nin
geri kalmışlığını incelemenin imkânı bulunmayacaktı.
-Geri kalmışlık sorununa eğilinmesi , belirtilerle sınırlı kalmayıp nedenlere
inen bir dinamik metotla mümkündür ki, bu araştırma ancak toplumun tarihsel
gelişimi içinde yapılabilir. Osmanlı dönemine genişce bir yer ayırmamızın ilk
nedeni , geri kalmışlığımızın bu uzun
tarih içinde oluşmasıdır. Günümüz Türkiyesi’nin dün bilinmeksizin
açıklanamayışıdır. Günümüzdeki dar boğazları yaratan etkenlerin dün toplumu
çökertenlere çoklukla benzemesi, onların bir çeşit uzantısı olmasıdır.
-Türkiye Osmanlı toplumunun bir devamı, son varılan aşamasıdır. Türkiye
insanındaki temel eğilimler, tutkular ve dünya görüşü bu uzun tarih dönemimde
oluşmuş; bozularak, değişerek ya da benliğini koruyarak süregelmiştir. Hem Türk
toplumu hem de Türk insanı Osmanlılığın izlerini hâlâ ve her şeye rağmen
taşımaktadır. Bu gerçek göz önünde tutulduğunda, günümüzün Türkiye’sini doğru değerlendirmenin geçmişten
başlamayı gerektirdiği, ileriye dönük yöntemleri araştırmak için tarihin bize
önemli ipuçları vereceği söylenebilir.
-Osmanlı toplumunun çağın öncü uygarlığını meydana getirdiği dönem
incelenirken, ileriliğin nedenlerini araştıracağız. Çağın ve toplumun ekonomik
koşullarıyla Osmanlı düzeni arasındaki uyumun nasıl sağlandığını, düzenin
tutarlılığını ve ileriliğini yaratan temel etkenleri, yüksek düzeydeki dengelerin
mihrak noktalarını belirtmeye çalışacağız. Bu amaçla, önce dönemin en öenmli
aracı olan toprağın Osmanlı dönemindeki yerini göreceğiz. Sonra, imparatorluğun
mülki yönetiminde ve gelişmesinde büyük payı olan ordunun toprak düzeniyle
nasıl bir uyum yarattığı incelenecek. Bunu izleyen bölümlerde ekonomik ve
siyasal koşullarla devletin uyumu; devletin görevleriyle yapısı ve felsefesi
arasındaki denge; ekonomik koşullarla insan ve dünya görüşünün bütünleşmesi ele
alınacak.
İleri Osmanlı düzeni
Toprak düzeni ve ordu
Ekonomik düzenle
devletin uyumu
Devlet mülkiyetine
dayanan bir denge
Geri kalmışlığın
oluşması
Dengenin hassas
noktaları
Osmanlı dengesini
sarsan darbeler
Toprak mülkiyeti
rejiminin bozulması
Devletin para ihtiyacı
Toprak zenginlere sunuluyor
Toprak düzeniyle
beraber ordu da çöküyor
Tımarlı sipahiler tarih sahnesinden çekiliyor
Ordunun yeni temeli profesyonel askerler
Kapıkulu ocağının önem kazanması
Yeniçeri ocağının bozulması
Profesyonelliğin yol açtığı yıkıcı gelişmeler
Sosyal ve ekonomik
yapı çöküyor
Celali isyanları
Beylerin, ağaların oluşması
Devlet yönetimindeki yozlaşma
-... ..I. Ahmed ünlü Adalaletnamesi’nde (1604) rüşvetin devletin alt
kademelerine kadar yayılmasından söz etmekte, özellikle kadrolardan
yakınmaktadır. ... ..
-Memurlardaki, devlet adamlarındaki yozlaşmaya paralel olarak
ilmiye zümresinin üst kademeleri ve eğitim sistemi de gerilemektedir. Ulemanın
başı durumunda oaln ve günümüzün adalet, eğitim bakanıve diyanet işleri başkanı
niteliklerini kendinde toplayan Şeyh-ül İslam, III. Murat dönemi,nden itibaren
adi bir memur gibi azledilmeye başlamıştır. ... ..
-Ulemanın yozlaşması bütün eğitim düzenine yansımaktaydı.
İmparatorluğun kuruluş ve gelişme döneminde büyük hizmet gören medreseler 17.
yüzyıldan sonra gerilemiş, eskiden mantık, matematik, geometri gibi dersler
öğretilirken şimdi şer’i derslere önem verilir olmuştu. Eğitimdeki bozulmanın başlıca
nedenleri işsizlerin medreselere doluşması; medreseleri besleyen kaynakların
(vakıflar) kuruması; müderrislik icazetinin (diplomasının), aynen kadılık
görevi gibi, parayla satılması, rüşvet karşılığı verilmesi ve bundan ötürü her kesesi şişkinin
hoca olabilmesiydi.
-Ulemanın yozlaşması sonuucunda bir zamanların göğüs
kabartıcı düşünce ve vicdan hürriyeti , yerini koyu taassuba bırakıyordu.... .. iktidardakilerin aksi görüş savunanların kafir olduklarına dair bu dönmede fetvalar alınıp verilmiş,
muhalifler ‘zulüm ve tedhişe maruz kalmış’; uğursuz oldukları
gerekçesiyle vezirler görevlerinden uzaklaştırılmışlartır...
-Bu ters gelişim zamanla imparatorluğun temel direklerinden
bir diğerini, din hürriyetini de zedelemiştir: Oysa, tam deyimiyle yetmiş iki
milleti bir araya toplayan Osmanlılarda din ve ırk ayrıcalığı gütmek,
imparatorluğun imparatorluk niteliğine aykırı düşmekte, bölünmeleri adeta
teşvik etmektedir.... ..ilerdeki parçalanmaların ortamını hazırlamıştı. IV.
Murat’tan başlayarak (1623) Hristiyanlara zaman zaman kötü muamele yepılmış,
onların “... kıyafetleri, evlerinin renkleri tespit edilmiş; ata binmeleri,
hamamda nalınsız gezmeleri, başlarına çıngırak takmaları, kaldırımda
yürümemeleri gibi manasız nizamalar konmuştu...
-Görüldüğü gibi, Osmanlı toplumunun her alanını saran bir yozlaşma
17. yüzyıldageenişlemekte, genişlemektedir....
Ekonomik
düzensizlik ve borçlanma teşebbüsleri
-Celali İsyanları’ndan sonraki dönem, ekonominin hızla iflasa
yaklaştığı, yer yer cesur çıkışlarla bu kaçınılmaz sonun ertelendiği bir
dönemdir. Daha öncesözünü ettiğimiz ekonomik nedenler maliyeyi zor duruma
sokmaktadır. Bütçe açığı büyümekte, gider hanesi genişlerken gelirler
azalmaktadır.
Ekonomik
durum
-III.Murat’ın son dönemlerinde... .. Özellikle tüccar zümresinin ve baskısının
güçlenmesi, bu zümreden alınan resimlerin kaldırılması gibi ters kararlara yol
açmış; çapı ve devlete sağlayacağı geliri artmakta olan tüccar, daha dikkatle vergilendirilmesi
gerekirken, bundan böyle vergi yükünden kurtarılmıştır.
-... .. devletin görevlerine her gün artan ölçülerle yeni
sermayedarlar ortak ve sahip çıkmaktadır. o dönemin önemli sorunu olan büüyük
şehirlerin iaşesi artık devletin elinden ve denetiminden uzaklaşmaktadır.
-Yiyecek fiyatları hızla yükseldiğinden devlet, kadıların
kararlaştırdığı narh uyarınca düşük
fiyat vererek hububatı halktan zorla almaktadır. Ancak bu şekilde toplanan mal
İstanbul’da madrabazların eline geçmekte, fahiş fiyatla satılmakta, hatta;
gemilere yüklenerek tekrar Anadolu’ya kaçırılıp karaborsaya sürülmektedir!
-Bütün bu güçlüklerin yanı sıra yabancıların Osmanlo
ekonomisindeki yeri ve etkisi gittikçe artmakta, ilerdeki bağımlılığın ortamını hazırlamaktadır. Fransa’ya 1536’da tanınan ilk kapitülasyon
(lugat anlamı: karşısındakinin
hakimiyetini kabul etmek)1569’da yenilenmiş ve genişletilmiştir. 1579’da İngiltere ile ticaret
başlamış, 1582’de ilk İngiliz elçisi gelmiş, 1583’de serbest ticaret izni
almıştır. Bu arada dikkat çekici bir nokta, ilk İngiliz elçilerinin
masraflarını İngiliz devletinin değil, tamamen ünlü Şark Ticaret
Kumpanyası’nın karşılamasıdır. Durum böyle olunca , kumpanyanın
sömürebileceği kaynakları Osmanlı ülkesinde bulup çıkarmak elçilerin açık
görevi olmuştur...
-Fransa
ve İngiltere’den
başka devletler de Osmalılarla ticaret anlaşmaları yapmakta, akidnâğmeler
almaktadırlar. Çok sayıda Fransız,
İngiliz, Leh, Felemenk, Ceneviz, Venedik tüccarı bu yıllarda Anadolu’yu
gezmekte, mal getirip mal götürmektedir. Ancak, yapılan ticarette taraflar eşit
olmadığından eşit ekonomik güce sahip olmadıklarından, ticaretin genişlediği
oranda yerli üreticinin şikâyeti artmakta, yerli zanaatlar açıkça
baltalanmaktadır. ... ..
-Osmanlı Devleti’nin
iç ticaretine kimi yerli malın bir eyaletten ötekine geçmesi%12-%50
oranında resme tabi iken , kapitülasyonlar
gereğince yabancılar Türkiye’ye soktuklrı mallara yalnızca %3 gümrük
ödemektedirler. ... ..
-Fransızların Papa’yla
beraber yürüttükleri ilginç çabalar vardır: 1600 yıllarında Katolik Cizvit papazları İstanbul’a,
Selanik’e İzmir’e, Sakız ve Nakşe adalarına gönderilmişlerdir. Fransa’nın ve Papa’nın amacı, bir
yandan Osmanlı Ortodokslarını Katalikliğe çekmek, bir yandan da iki mezhebin
barışmasını sağlamaktadır. Fransa’nın
ve Papa’nın
Türkiye’de yeni işbirlikçiler yaratmaları, tutamaklara sahip olmaları
umulmaktadır. ... ..
-Özellikle Papa V. Sikst (1587) döneminde Batı Trakya’ya
Cizvit Papazları; imparatorluğun doğusundaki Osmanlı Hristiyanlarına ise (Ermeniler, Melikiler, Yakubi ve
Keldaniler) özel papalık heyetleri gönderilmişti. Amaç, bu insanları
Katolik yaparak nüfuz yaratmak, Vatikan ve Fransa için bir köprü başı kurmaktı.
Nitekim bu çabalar sonuç vermiş ve Osmanlı topraklarında çok sayıda Katolik
manasstırları açılmıştı. ... ...
İlk
borçlanma teşebbüsleri
Bütün bunlar olup biterkendevleti içine alan mali cendere
gittilçe daralmaktadır.Devlet ekonomik görevlerini yitirmek üzerededir. ... ..
-1787 yılında Rusya’ya yeniden savaş ilan edildiğinde ,
devlet iflasın eeşiğine gelmiştir. ... .. Padişah mali bunalım karşısında,
devlet büyüklerinden iane toplanmasını, bir çeşit iç borçlanmaya gidilmesini düşünmektedir. Ancak bu yolda da başarı
sağlanamayınca, Osmanlı zenginlerinden ümisdi kesen I. Abdülhamit ‘Cenab-ı Hak lâyiklerini versin’ diyerek Şeyh-ül İslam’dan fetva
alacak ve ‘dış borçlanma’yı tarihimizde ilk olarak
deneyecektir. ... ..
-III.Selim, ... .. İspanya elçisine başvurmu, fakat isteği
reddedilmiştir. Osmanlı Devleti artık nazının geçtiği her yerden borç
aramaktadır. Sırasıyla Fas
Sultanı’ından borç isteminde bulunulmuş, Cezayir
ve Tunus yoklanmış, fakat hepsinden
olumsuz cevaplar alınmıştır. ... ..
-Avrupa sanayi ihtilaline başlarken Geri Kalmış Türkiye’nin
iyi niyetli devleti, zenginlerden de kıymetli madenleri toplamak için, ‘kadın ziyneti ile altın ve gümüşlü silakhtan
maada altın ve gümüş eşyanın şer’an haram olduğuna dair’ Şeyh-ül İslam’dan ...
fetva almakla meşguldür. ... ..
Geri kalmışlığın
kökleşmesi
-19.yüzyılın başlarında Türkiye geri kalmış ve muhtaç bir
ülke durumundadır. ... .. hasta imparatorluk ... .. sömürü gelişen batı kapitalizminin kabaran
dev taleplerini karşılayacak biçimde büyütülecektir.
-Osmanlı Devleti, hammadde kaynağı ve Pazar olma niteliğinin
yanı sıra, jeopolitik önem de taşımaktadır. ... ..
Osmanlı
memleketine yabancılar üşüşüyor
-1800’lerin başında Batı, sanayi devrimini gerçekleştirme
yolundadır. Özellikle İngiltere başı
çekmekte, gelişen endüstrisine dünyanın dört yanında hammadde kaynağı ve Pazar
aramaktadır.
-19. yüzyılın bu ilk döneminde bütün Avrupa ülkeleri sıkı bir
himaye sistemi uygulamaktadır; biri, Osmanlı ülkesi hariç. Öteki memleketler
yeni kurulan sanayii dış malların rekabetinden korumak amacıyla gümrük
duvarları çekerlerken, Osmanlılar kendi özbenliklerine yabancılaşmanın doruğuna
varmışlar, ... ..
Anlaşmalar
ve Fermanlar
-... ..1833 Anlaşması kapitülasyonların yabancılara tanımış
olduğu öncelikleri genişleterek onları yerli tüccarla eşit duruma getirmiş;
ülke dahilinde de ticaret yapmak imkanı vermişti. ... .. Bu anlaşma İngiltere’yle 16 Ağustos 1838’de
imzalanmıştı; bir eşini Fransızlar
aynı yılın Kasım ayında Osmanlı Devleti’ne imzalattılar. Fransa’yı Löbek,
Bremen ve Hamburg şehirleri (18 Mayıs 1839); Sardunya (2 Eylül 1839); İsveç ve
Norveç (31 Ocak 1840); İspanya (2 Mart 1840); Felemenk (14 Mart 1840) Belçika
(30 Nisan 1840); Prusya (22Ekim 1840); Danimarka (1 Mayıs 1841) ve Toskana (7
Haziran 1841) izledi.
-Türkiye ‘Tanzimat-ı
Hayriye’den salah beklerken Avrupa’nın bütün ülkeleri hasta
adam’ın
başına üşüşmüş, mümkün olan en büyük lokmaları ondan koparmaya uğraşmaktadır.
-Tarihimizde
genellikle ‘büyük kurtarıcımız,
Batılılaşmanın müjdecisi’ olarak sunulan 1839 Tanzimat ve 1856
Islahat Fermanları, aslında, emperyalist yayılmasının birer aracı
fonksiyonundadır. Bu fermanlar, özellikle 1856’dakinin temel niteliği, Batı
kapitalizminin çıkarlarına uygun üstyapı kurtumlarını Osmanlı memleketinde bina
etmektir. Tanzimat’ın, Batı’ya yaranmak için Hristiyan tebaaya
tanıdığı haklar, aslında, Hristiyanların küçük bir zümresi olan işbirlikçilerin
Avrupa’daki efendilerine daha rahat hizmetlerini sağlamakiçin kaleme
aldırılmıştır.
-Islahat Fermanı’ında açıkca beliren durum , yabancıların
kendi çıkarlarına maşa olarak kullandıkları zümreleri güçlendirmek, onların
aracılığıyla hem ekonomik, hem siyasal konularda devletin içişlerine egemen
olmak istemeleridir. Nitekim Islahat Fermanı’nın esasları Ali Paşa ile
İstanbul’daki Fransız ve İngiliz sefirleri arasında kararlaştırılmış; padişah,
fermanın girişinde, “Osmanlı Devleti’nin isteyen ve dostu bulunan devletlerin
yardım ve himmetlerinden söz etmiştir.
-Islahat Fermanı’nın ayrıca Paris Anlaşması’na dahil
edilmesi, yabancıların bu noktayı istismarına, sık sık içişlerimize
karışmasına, hatta, Hristiyan tebaanın devleti Avrupa’ya şikâyet edebilmesine
yol açmıştı.
-Bu fermanlar ve 1876’da imzalancak olan Berlin Anlaşması’yla Osmanlı Devleti adeta Avrupa’nın vesayeti
altına girmekte, kendini yabancı dostların himmetine teslim etmektedir.
Dışa
borçlanmalar başlıyor
-... .. Osmanlı istikrazlarının bazı ilginç özellikleri
vardır. Bu konudaki bilgisizliğinden ötürü devlet büyük ölçüde aldatılmış, Düyun-ı Umumiye’nin kuruluşuna kadar
süren ilk dönemde, borçlandığı paranın ancak yarısı eline geçmiştir. Sonra,
Avrupa bankerleri bu acemi borçluyu adeta para almaya zorlamışlar, devrin
paşalarına bol rüşvet yedirerek onları kullanmışlardır. Osmanlı yönetimi ise
dışarıdan gelen bu taşıma suyu har vurup harman savurmuştur. ... ..
-... .. Devlet fasit bir dairenin içine düşmüş, boğulup
kalmıştı. 1874’te, yani ilk borçlanmadan yirmi yıl sonra, devletin o yıl içinde
ödemek zorunda olduğu borç ve faizleri, toplam gelirinin %80’ine ulaşmaktadır.
-Borç taksitlerinin ödenmesine artık imkân kalmamış; 1875’te
Osmanlı Devleti’nin tek taraflı bir kararıyla faizler yarıya indirilmiş;
1876’da tamamen durdurulmuştur. 1878 Berlin Kongresi’nde Osmanlı Devleti kendi
maliyesiniuluslararası bir komisyonun eline teslim edecek, 1881’de ise Osmanlı
borçlarının temizlenmesi için Düyun-ı Umumiye
kurulacaktır.
-Düyun-ı Umumiye, yani ‘genel borçlar’ kurumu alacaklı
devletlerin, Osmanlı Bankası’nın (bu banka yabancı sermayeye ait olup Osmanlı Devleti
hazinesini elinde tutmaktadır) ve hükümetin temsilcilerinden meydana
gelmektedir. Düyun-ı Umumiye’nin görevi, Osmanlı devletinin borçlara
karşılık göstermiş olduğu gelir kaynaklarını işletmek, sağlanan parayı
alacaklılara dağıtmaktır. Kurum geniş kadrosuyla Osmanlı ülkesinin tütün ve tuz tekellerini yönetmekte, pul,
balık, müskirat resimlerini ve çeşitli vergileri bizzat toplamaktadır.
-... .. devlet içinde devlet niteliğindedir. Maliye
Nezareti’nde resmi olarak 5.500 memur çalışırken, Düyun-ı Umumiye’dekilerin
sayısı 8.000’den fazladır. ... .. Osmanlı Devleti, son taksiti 1954’te
yatırılacak olan bu borçları ödemeye başlamakta; memleket günden güne
sömürgeleşmektedir.
Yabancıların
etkisindeki devlet
-... .. Bu davranışlarda İngiltere öncü olmakla beraber,
yalnız değildir: Islahat Fermanı’nı hazırlayanlar arasında Âli Paşa’nın olması
ve İngiliz elçisinin yanısıra Fransız elçisi de bulunmaktadır. Nüfuzu
günden güne artan ve Mahmut Nedim Paşa’yı kullanan Rusya, Osmanlı Devleti’nin iç kararlarında göz önünde tutulması gereken
bir ağırlık merkezidir.
-Yabancıların bu nüfuzu karşısında Osmanlı paşaları bir
devletin yanına sığınmayı siyasi başarıları için tek çıkar yol görmektedirler.
Reşit Paşa İngilizlerin, Âli Paşa Fransa’nın , Mahmut Nedim Paşa Çar’ın adamıdır. “Artık iktidara
geçmek, Osmanlı devlet adamları ile elçiler arasında bir pazarlık konusu haline
gelmiştir.
-Paris Konferansı’nda temsil edilen bütün devletler, karışma
yetkilerini kullanarakkendi çıkarlarına uygun programlar hazırlamakta, bunu
savunacak Osmanlı paşaları yaratmaktadır. Paşalar ise tabi oldukları
devletinnüfuzunu artırmak için uğraşmakta, başardıklarıtaktirde iktidara
gelmektedirler. Bu durum karşısında bir Osmanlı
siyaseti gütmenin imkânı kalmamıştır. Devletin genel politikası yerine, “İngiltere’ye mütemayil Reşit Paşa’nın, Fransa’ya taraftar Âli Paşa’nın, daha
sonraları Rusya’ya taraftar Mahmut
Nedim Paşa’nın siyaseti kaim olmaktadır. Abdülmecit’in yirmi iki yıl süren
saltanatı devrinde yirmi iki defa sadrazam değiştirmişolmasının sebeplerinden
biri, ve balkide en mühimi , bu yabancı müdahalesidir...
-Osmanlı paşalarının
bu alışkanlığı bir gelenek niteliği kazanarak imparatorluğun sonuna dek
sürecektir. Mithat Paşa, Kâmil Paşa ve benzerleri İngiltere’nin vesayetine
girecek , Enver Paşa’ların Almancılığı Allahuekber değindaki talihsiz ‘Erzurum
Fatihliğine’, Kanal seferine ve giderek memleketin kesinlikle parçalanmasına
yol açacaktır.
-Bu arada Amerika Birleşik
Devletleri’nin ilgi çekici çabaları vardır. Hızlı bir gelişmeyle
kapitalizmin gelecekteki önderliğine hazırlanan bu devletin gözünde, geniş
Osmanlı memleketi , her denize açılan iskeleleri ve sömürülme imkânlarıyla
hayli müsait bir hedeftir. Nitekim 1829 yılında imzalanan ilk ticaret
anlaşmasının ardından Amerikan
konsoloslukları pıtrak gibi çoğalmıştır. ... .. 1831’de ilk Amerikan konsolosluğu İzmir’de
açılmış,1843’te ilk Amerikan elçisi
gelmiş, 1867’de Osmanlı elçisi gitmiştir. Amerikan
konsolosluklarının çoğalması şöyle olmuştur.
Yıllar İskele
ve şehirler
1831 İzmir
1835 Kıbrıs,
Mısır, Halep, Sayda ve Beyrut
1836 Selanik,
Kandiye
1839 İstanköy,
İzmit, Bursa
1843 Çanakkale
1844 Midilli
1846 Yafa
ve Kudüs
1848 Trablus,
Şam
1849 Trablus,
Lazkiye
1849 Trablus
ve Lazkiye
1858 İstanbul
1859 Kalas,
Rodos, Tolcu,Trabzon, Sakız
1861 Gaziantep,
İskenderun
1862 Limasol
1863 Adana
1867 Remo,
Samsun, Bükreş
1868 Maraş
1871 Ruscuk,
Portsait
1872 Kahire
1873 Hanya
1878 Filibe
1887 Sivas
1898 Bağdat
1899 Erzurum
1902 Harput,
Ankara
1905 Hudeyde
1906 Basra
1911 Mersin
-Görüldüğü gibi Amerika
80 yıl içinde Osmanlı memleketinde 45 konsolosluk açarak yağma Hasan’ın
böreğine ortak çıkmıştır. Bu liste İstiklal savaşı öncesindeki yaygın Amerikan mandası
savunuculuğunun yanlızca birkaç aydının iyi niyetli düşüncesi olmayıp
yerleşmişbir mekanizmanın bilinçli ürünü de olduğunu ortaya koymaktadır....(Altemur Kılıç’ın bir araştırmasına göre,
“1914 yılında Türkiye’nin muhtelif yerlerinde 17 Amerikan dini misyonu, 200 misyon şubesi ve 600 Amerikan okulu bulunmaktadır)
-Yabancıların Osmanlı Devleti’ne etkilerine, hatta avuçları
içine alması hemen her alanda kendni göstermiş, devlet kademeleri
yabancı uzmanlarla dolmuştur. 1838’de kurulan ve büyük önem taşıyan Ziraat ve Sanayi meclisinin müsteşarlığını
bir >İngiliz yapmaktadır. Ekonomik durumu yönetip düzeltmekle görevli Melic-i Maliye’de üç yabancı delege söz
ve rey sahibidir, vb. Ancak bu sızmaların en
önemlisine ordu hedef olmuştur.
-Nizam-ı Cedit, Eşkinci Ocakları gibi askeri düzeni
Batılılaştırma hareketleri çeşitli yabancı uzmanların Osmanlı ordusunda görev
almalarını mümkün kılmıştır. Özellikle Almanlar
bu alanda başarılı olmuş, giderek bütün orduyu ellerine geçirmiş, adeta Alman
silahlı kuvvetlerinin Doğu birlikleri durumuna getirmişlerdir.
-Ünlü Feld Mareşal Moltke
1836’da gelmiş, orduda ve Anadolu’da incelemeler yapmıştır. General Von Der Goltz (Golç Paşa) ıslah heyetiyle beraber 1883’de gelerek
1895’e kadar Osmanlı Genelkurmayı’nın II.
Başkanı olarak çalışmıştır. Daha sonra tekrar Türkiye’ye dönen Golç Paşa,
Dünya Savaşı’nda 1. ve 6. Osmanlı ordularına kumanda etmiştir. Bir başka Alman generali Liman Von Sanders, 71
kişilik Alman Heyet’i Askeriye-i İslahiyesi’nin başına gelmiş, ... .. Bu arada
öteki Avrupa devletlerinden de uzmanlar gelmişse de, (donanmayı ıslah için İngiltere’den Amiral Limpus, jandarma gücü eline teslim
edilen Fransız Generali Bauman vb.) Almanlar ordu
yönetimine önce ortak, sonra egemen olmuşlardır. ... ..
-Golç Paşa, Türkiye’deki ilk görevi sırasında (1883-95)Alman
Başvekili Prens Bismark’a gönderdiği şifreli mektuplarda , Osmanlı paşalarını
nasıl satın aldıklarını anlatmaktadır; ... ..
-Golç. Alman Feld
Mareşalı Walderze’gönderdiği mektupta ise ülkesinin yardım maskesi altında
gizlenen asıl niyetini açıklamaktadır.: ... ..
-İşte, kurtarıcı gibi karşılanan Alman generalin gerçek düşünceleri. İsmet İnönü,
yıllar sonra yazacağı hatıratında bu durumu yorumlayacak ve “Birinci
Dünya Savaşı’ında ordumuza hakim olan Almanlar, (eğer
savaş kazanılsaydı) bir daha geri dönmemek üzere
gelmişlerdi” diyecektir.
Sömürünün emrindeki
araç: Batılılaşmak
1800’lerin
‘Mukaddes İttifak’ı
-1800’lü yıllarınOsmanlı memleketinde hâkim zümrelerin (yüksek devlet memurları, mültezimler,
tefeciler, yabancı işbirlikçileri, bey ve ağalar)
çıkarınca işleyen bir ekonomik düzen yürürlüktedir.
Geleneksel yapıyla tam bir çelişki yaratan bu yeni düzen,
artık müesseseleşmek, kendini hukukun güvenliğine almak,bütünlenmek aşamasına
gelmiştir. Memleketteki bu yollu eğilimler, Batı’nın kendi sömürüsünü
genişletmek, işbirlikçilerinin güvenliğini sağlamak amacı ve çıkarlar ı ile tam bir uyum halindedir. Batı önce
tavsiye yoluyla, sonra ekonomik ve siyasal baskıyla bu eğilimlere arka çıkacak,
bir noktadan sonra onları zorla kabul ettirecektir.
-Batılaşma aynı zamanda bir kültür sorunudur. Ancaki bütün
kültürler gibi, sınıfsal tercihleri, sınırları çok az belirlenmiş bir ekonomik
görüş ve onun hukuk sistemini de beraberinde taşır. Bir bakıma¸ temeldeki ekonomik
gerçeğin yansımasıdır. Bu açıdan incelendiğinde bizdeki Batılaşma hareketleri,
hâkim zümrelerin kendi çıkarlarını sağlama almak için giriştikleri ve bu
çabalarında Avrupa’dan destek gördükleri bir tercih şeklinde belirmektedir.
-Batılılaşmanın
ilk ve en büyük şampiyonları devlet
yönetimindeki paşalar olmuştu.
Reşit Paşalar, Âli paşalar, Mithat Paşalar vb. Bu paşalar, öteki vezirler ve
devlet büyükleri, imtiyazlı durumlarına rağmen özledikleri can ve mal
emniyetine, politik güce Asla ulaşamamışlardır. ... ..
-Tarih, azledilen, sürülen, servetleri hazineye aktarılan
devlet memurlarıyla doludur. ... ..
1800’lü yıllarda bu zümre hem canını, hem de özelci ekonominin de
yardımıyla gittikçe artan servetini güvenliğe almak özlemindedir.Aslında
öncelikle bu nedenlerden ötürü hasreti çekilen
Batılaşma memleketi kurtarmak
gerekçesiyle örtülüp tek çıkar yol şeklinde paşalar tarafından iyi niyetli
padişahlara sunulacaktır. Batı’ının yaşayışı, giyimi, kişiyi özel mülkiyeti
güvenliğe alan kurumları ithal edince, devlet ve bu arada, tabii, yüksek
memurlar kurtulacaktır. ... ..
-Bu araştırmalara göre, büyük servetlerin asıl kaynağı, siyasi menşeli kazançlar
olmuştur. “İnkar edilemez ki, konak ve malikhâne hayatında ya da yüksek
payeli devlet memurlarının
elinde biriken servet sabırlı ve devamlı bir tasarruf sonunda üretilmiş değil, bilakis, mevcut
bir servet yığınının başkası sırtından alınması, yani yalnızca el değiştirmesi suretiyle meydana
çıkmıştır. ... ..
-Siyasetle ticaretin böylesine kaynaşmış olduğu bir ortamda,
serveti kaybetmemek de tamamen siyasi bir değişim sonucu olmaktadır: ... ..
-Servetin varlığı ve sürekliliği siyasi mevkilerine bağlı
olan Osmanlı paşaları , ... .. ‘gözden düşme’
durumlarında bile bu serveti elden kaçırmamak için, Batılaşmanın hukuk
güvenliğinden medet beklemektedirler.
-Batılılaşmada
çıkarı olan ikinci zümre
büyük toprak sahipleridir. Ayanlar, baylar, ağalar.
Bu zümre toprak mülkiyetine fiilen el koymuş 1808 Sened-i İttifak’ıyla
varlığını resmen saraya kabul ettirmiştir. Ancak elindeki toprağın hukuki
mülkiyetine hâlâ sahip değildir. Batı Roma hukukunun temeli olantavizsiz
mülkiyet kavramı ile gelecek ve onların da kayıtız şartsız egemenliğini
sağlayacaktır.
-Batılılaşmanın
yarayacağı üçüncü zümreyi,
Avrupa’nın işbirlikçileri , genişleyen finans kapitilizmi, devletin gerilediği
oranda eski huzurunu kaybetmiş olan azınlıklar meydana getiriyor. ... ..
-Görüldüğü gibi
Batılaşmak, içteki hakim zümrelerin çıkarlarıyla kapitalist Avrupa’nın
birleştikleri ortak bir yön şeklinde belirmektedir.
-Cevdet Paşa’nın bir milleti imha hükmünde gördüğü (bu
yenileşeme, daha doğrusu kopyacılık eğilimleri, Batı’dan aktarılan Ticaret
Kanunu’nda (1850), Deniz Ticareti (1864), Ticaret Mahkemesi Usulü (1868), Ceza
Kanunlarında (1858) ,1880 ve 1881 Usul kanunlarında kendini belli etmekte ;
Mecelle ihtiyaçları karşılayamamakta, Avrupalıların ticari sorunlarını
çözümleyen özel heyetler ve Nizamiye Mahkemeleri kurulmaktadır.
-Kısacası özetlendiğinde, batılaşma
hareketleri aslında çok küçük bir azınlığın ve yabancıların, özel
sermaye ve mülkün çıkarını, güvenliğini sağlayan; halk kitlelerine hiç, ama
hiçbir şey getirmeyen hareketlerdir. Getirmemesi bir yana, günümüze dek sürecek
kültür ikiliğine (düalizme), halk kitlelerinin daha geniş çapta ve daha rahat
sömürülmesine yol açmıştır.
Bir imparatorluk
çöküyor
Tek parti dönemi:
Emperyalizmden (şimdilik) kurtuluyoruz, geri kalmışlıktan değil
Atatürk
olmasaydı belki Türkiye olmazdı
Atatürk
geri kalmışlığı yenememiştir
Devletçilik
denemesi
Cumhuriyet’in
mutlu azınlığı
Başarısızlığın
nedenleri
Atatürk sonrasından
Emerikan yardımına
Özel
sektörün sınırlanması ve Harp zenginleri
Temeldeki bozukluk,
dün ve bugün
Batı
ve Batılaşmak nedir?
Batı
kültürünün kaynakları
Batı’nın
niteliği: ‘Maddiyatçılık’’
Batı’nın
niteliği: ‘Ferdiyetçilik’
İmkansızın peşindeki
iktidarlar
Geri
kalmışlık neden alt edilemiyor?
Temeldeki
bozukluk
Temeldeki
bozuklukların sonuçları
Sınıfsal
ve siyasal tercihlerde karmaşıklık
Dinsel
tepkinin mantığı
Karmaşıklığın
hâkim zümrecelerce kullanılışı
Batılaşmaya,
bürokrasiye, CHP’ye tepki; Devrim ve AP iktidarı
DP’nin
doğup güclenmesindeki nedenler
DP
iktidarını halk neden tuttu?
DP’nin geri kalma sürecindeki yeri
DP’nin geri kalma sürecindeki yeri
Devrim
ve AP iktidarı
Bağımlı ve güçsüz
ekonomik düzen
Geri
kalmış sanayi düzeni
Girişimci
değil ürkek
Aracı
ve komisyoncu
Dağınık
ve israfçı
Geri
kalmış toprak düzeni
İkili sosyal yapı
Eşitsizliğin
nedenleri
Eşitsizliğin
sonuçları
Şehirliyle
köylü
Doğu
ile Batı
Doğu’nun
devlet kavramı
-Tarihin hiçbir döneminde Doğu Anadolu, Osmanlı bütününün
kaynaşmış bir parçası olmamıştır.İmparatorluğa katılan topraklarda devletin
geleneksel mülkiyet düzeni uygulanıptimar sahipleri aracılığıyla devlet
otoritesi uzak köşelere götürülürken , Doğu Anadolu bu sisteme bir istisna
yaratmıştır. İmparatorluğa bağlanmakla beraber toprak mülkiyeti düzeni
değişmemiş, feodal özellik
taşıyan beylerin egemenliği kesintisiz devam etmiştir.
-Osmanlıların Doğu’ya tanıdığı ayrıcalık ve Doğu’nun
Osmanlılara’şartlı’ bağlanması, Çaldıran seferi
sonrasında, 1515 yılını izleyen döneme rastlar. Osmanlılar, söz konusu seferden
sonra yirmi mıntıkanın Sünni Kürt beyiyle anlaşma yapmıştır. ‘Devlete itaat’
kaydıyla, onlara yönetim beratlarını ‘eski tertipleri üzerine’ yönetimi
sürdürmek için vermiştir. Yani, toprağın mülkiyet düzenine karışmamıştır.
-Osmanlıların Doğu’ya bu ayrıcalığı tanımaları çeşitli
nedenlerden ileri gelmektedir. Doğu, ırk ve mezhep özelliğinden ötürü merkezi devlete
her zaman başkaldırabilecek nitelikte olduğundan, Osmanlılar bu bölgede
kendilerine sadık müttefikler bulmak zorunda kalmışlardır. Bu müttefvikler,
bölgedeki Kürt ve Türk beyleridir. Osmanlı Devleti, Şii ayaklanmalarını
bastırırken yararlandığı ve her zaman çekindiği beylere bir çeşit armağan ve
taviz olarak topraklarını gönüllerince yönetmek imkânını bırakmış, onların
işine karışmamıştır. Bu armağanın karşılığında savaşçı Kürt kabileleri merkeze
başkaldırmamış, bölgenin coğrafi şartlarını, ulaşım yollarının yetersizliğini,
merkezden uzaklığını fırsat bilip imparatorluktan kopmamıştır. Bu koşullar
altında, devletle beyler arasında bir çeşit sözsüz
mukavelenin yapıldığı söylenebilir.
-Bu mukavele hemen her zaman yürülükte kalacak, bölgenin
evrimini geniş ölçüde etkileyecektir. Örneğin Batı’da bey ve ağalar 16.yüzyıldan sonra ekonomik
ve idarikuvvete dayanarak meydana çıktıklarından güçlerini din ve kan bağlılığı
giibi faktörlerle pekiştiremeyecek, bu bakımdan nispeten güçsüz olacaktır. Doğu’daki beyler ise
aralıksız devam eden bir derebeylik geleneğini sürdürmektedirler. Köklü feodal
yapının ürünü olduklarından ekonomik güçlerini aşiret bağlarıyla , akrabalık ve
şeyhlik kurumlarıyla sağlamlaştırmışlardır.
-Doğu’nun bu tarihsel özellikleri ve merkezle arasındaki
sözsüz anlaşma, Cumhuriyet’tensonra da önemini ve etkisini korumuştur. Devlet,
Türkiye’nin batısına kendini, kurumlarını ve hukukunu kolaylıkla kabul
ettirirken , devlet geleneğinin
olmadığı doğu bölgesinde durum değişiktir. Batı’da devlet toplumun örgütlenmiş
gücü ve hâkim zümrelerin temsilcisi şeklinde belirmiştir.Doğu’da isehâkim
zümreler devletin hükmi şehsiyetini eskiden olduğu gibi sınırlı alanlarda
tanımış, kendi bölgelerinin bizzat devleti olmak geleneğini sürdürmüşlerdir.
-Meseleye bu açıdan bakınca, devlet kavramının niteliği ve
fonksiyonu Doğu ile Batı farklılaşmasının
ekseni şeklinde belirmektedir. Batı’nın ve Batılı hâkim zümrelerin
evrimi devletle içli dışlı bir ilişkinin etkisindeyken, Doğu ve Doğulu hakim
zümreler devletin nimetlerinden ve sınırlamalarından uzak, kendi başına buyruk
bir ortamda gelişmiştir. Sözsüz anlaşma uyarınca, Devlet, Doğulu beylerin hayat alanına
karışmamaktadır. Doğu’daki kanunu onların yapıp uygulamasına, hatta
kendi kanunlarının çiğnenmesine göz yummaktadır. Devlet bu şekilde davranarak bey çıkarlarını zedelemekten
ve tehlikeli tepkilere yol açmaktan dikkatle kaçınmaktadır. Geçmişteki olaylar Doğulu
beylerin yabancı çıkarlara kolayca alet olabildiklerini göstermiştir,
sınırlarımızın hemen yanı başında etnik yapıdaki isyanlar ve çatışmalar yer
almıştır, vb. Ancak, devletle Doğulu hâkim zümreler arasındaki bu
anlaşma halkın her zaman zararına işleyecektir.Doğulu vatandaş devletin nimetlerinden
ve her şeye rağmen koruyucu kanadından uzak kalacak, bir çeşit üvey evlat gibi
beylerin keyfine terk edilecektir. ... ..
Etnik
Farklılaşma
-Doğu’nun önde gelen ayrıcalığı, bölgedeki insanlardan
çoğunun anadili itibariyle Türkçeden
başka dil konuşmasıdır. Doğulu vatandaşların %53’ünü kapsadığı resmen
belirtilen bu başka dil hemen her yerde Kürtçe olup bir-iki ilde Arapçadır.
Erzincan, Erzurum, Kars, Adıyaman, Antep’te düşük olan başka dil oranı Doğu
illerinde çok yüksektir.: Ağrı %64, Bingöl %69, Bitlis %66, Siirt %99, Urfa %
61, Diyarbakır % 69, Mardin %92, vb.
-Doğu’nun Türkiye bütününden ayrı tutulmasında, içine
kapanmasında ve kendi kaderine terk edilmesinde bu dil ayrıcalığı
önemlidir. Doğulu beylerin devleti kendi
bölgelerinden uzak tutmalarında, devletin bu uzaklığı kabullenmesinde etnik
ayrılığın payı büyük olmuştur. ‘Türkiye
dil, din, kültür ve uygarlık bakımından bir bütündür’ diyerekgerçekleri
soyutlayan resmi politikalar aslında devleti Doğu’yla ilgilenmek külfetinden
kurtarmış, Doğulu bey ve ağaları sömürülerinde serbest bırakmıştır. Bu
bakımdan, Doğu’da halkın ezilmişli,ğine ve ayrıcalıkların büsbütün kökleşmesine
yol açmıştır. ... .. “İstenildiği kadar Türk-Kürt diye bir şey yoktur, bu
topraklarda oturan herkes Türk’tür denilsin, belirli bir sosyolojik ve etnik
gerçek saklanamaz, bu gerçek, dildir ve bu unsurun toplumsal yapıda meydana
gelen farklılaşma, dışarıya açılma ve dış faktörlerle bütünleşme eğiliminde
büyük rolü vardır.
Sosyal
ve ekonomik yapı
-Coğrafi, tarihi, etnik ve ekonomikşartları Türkiye’nin öteki
bölgelerinden değişik olan Doğu,
kendine özgü sosyal yapısını günümüzde de korumaktadır. Doğu halkının hâkim
zümrelere bağımlılığı sadece ekonomik ilişkilerle sınırlanmamıştır.. Dindel ve
etnik faktörler, aşiret dayanışması gibi nedenlerin bağımlılıktaki yeri
Türkiye’nin öteki bölgeleriyle kıyaslanamayacak kadar önemlidir. Doğulu toprak
ağaları bu bakımdan Batılılardan daha imtiyazlıdırlar. Sömürüleri şıhlık, beylik gibi sıfatlarla
pekişmiştir. Bu feodal ilşkiler, mülkiyeti kontrol eden kişilere, insanları
ekonomik bağların ötesindeki birtakım bağlarla da kenetlemektedir. “Aşiret
şeklindeki toplumsal ve siyasal örgütleşme, devlet fikrinden önce gelen bir
şekildir. Burada biz’lik duygusu
egemen olup bizim aşiret, filanın aşireti
sözü, mensubiyeti daha iyi bir şekilde ifade etmektedir. Örneğin Hakkâri’de
vatandaş, hiçbir zaman Türkiyeliyim,
Çukurcalıyım, Beytüşşebaplıyım veya filan köydeniz vb. demez. Pinyaniş Aşiretindenim, Menpurranlıyım der.
-Bu çerçevede biçimlenen ilişkilerin beylerin eline ek bir
kuvvet vermesi doğaldır. Hele devletin o sözsüz anlaşma gereğince Doğu’dan uzak
durması, feodalitenin kendine özgü kanunlarının bu bölgede egemen olmasını
kolaylaştırmıştır.
Doğu’nun toprak düzenibölgedeki ekonomik ve sosyal ilişkileri
aynen yansıtmaktadır. Ekonomisi geniş ölçüde hayvancılığa dayanan ve geleneksel
tahıl üretimi yapılan bu bölgedeki toprak dağılımı Tğürkiyenin tümüne kıyasla
daha eşitsizdir. Çiftçi ailelerinin %38’i (300 bin aile) topraksızdır. Bu oran
Gaziantep, Urfa, Diyarbakır ve Mardin’de %45’i bulmaktadır. Türkiyenin
Batı’sında ise oran 20-30 arasında değişmektedir. Feodalite benzeri sosyal
yapının ilk gereği olan merkezi devlet gücünün zayıflığı , ikinci şart olan
büyük toprak mülkiyetiyle Doğu’da bütünleşmiştir.
-Doğu’nun ekonomik görünüşü hemen her alanda Batı’nın çok
gerisindedir. Türkiye nüfusunun %19’unu barındıran bu bölgede, (1970’lerin
başında) toplam traktörlerin sadece %3,3’ü; biçerdöverlerin %4,7’si; kara taşıt
vasıtalarının &6,5’i bulunmaktadır. İŞ Kanunu’na bağlı iş yeri oranı %10,7;
banka mevduatınınki ise %3,2’dir. Devlet yatırımlarının sadece %10’u , özel
sektör yatırımlarının ise %2,7’si Doğu Anadolu bölgesindedir. Okuma –yazma bilmeyenlerin
oranı Türkiye’nin tümünde %51 iken Doğu’da %72’dir.
-... .. Doğu Anadolu her haliyle, geri kalmış Türkiye’nin en
geride bırakılmış bölgesi durumundadır.
*Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi – İsmail Cem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder