31 Ağustos 2022 Çarşamba

Savaş ve Barış *

 

Eserimin ilk bölümünü yayımladıktan sonra bazı okuyucular bana dönemin karakterlerinin yeterince belirgin olmadığını söyledi. Bu siteme şöyle bir itirazım olabilir. Romanımda bulamadıkları o dönem karakterinin ne olduğunu biliyorum: Serfliğin dehşeti, kadınların dört duvar arasına kapatılması, ergenlik çağındaki çocukların kamçılanması, Saltıçiha(2) vs. Hatıralarımızda hâlâ canlı olan bu karakteri doğru bulmadığım için dile getirmek istemedim. Mektupları, günlükleri, hikâyeleri incelerken bu kargaşa içinde yaşanan dehşet bana, bugünün ya da herhangi bir dönemin dehşetinden fazlaymış gibi gelmedi. O dönemde de aynı şekilde seviliyor, kıskanılıyor, gerçeğin ve erdemin peşinde koşuluyor, tutkulara kapılınılıyordu; düşünsel ve ahlâki hayat aynı şekilde karmaşıktı, hatta yüksek çevrelerde kimi zaman bugün olduğundan daha incelikliydi. Zihnimizde o dönemin karakterini keyfiyet ve kaba kuvvete dayalı olarak canlandırmamızın tek nedeni hikâyelerde, anılarda, söylentilerde, öykü ve romanlarda, günümüze kadar sadece şiddet ve kargaşa olaylarının aktarılmasıdır. O dönemin baskın karakterinin kargaşa olduğu sonucuna varmak, bir tepenin ardında durduğu için sadece ağaçların üstlerini gören bir kişinin, baktığı bölgede ağaçtan başka bir şey olmadığı sonucuna varması kadar yanlıştır. O dönemin de (her tarih kesitinde olduğu gibi) en üst çevrenin diğer toplum kesimleriyle arasındaki uçurumun, egemen olan felsefenin, eğitim özelliklerinin, Fransızca kullanma alışkanlığının vs. doğurduğu bir karakteri var. Elimden geldiğince yansıtmaya çalıştığım bu karakterdir işte.

(3)Rusça bir kitapta Fransızca kullanmak. Neden kitabımda sadece Ruslar değil Fransızlarda bazen Rusça bazen Fransızca konuşuyor? … … Napolyon’un kâh Rusça Fransızca konuşmasını çok saçma bulanların, aslında bunu saçma bulmalarının tek nedeni bir tabloya baktıklarında ışık ve gölgeyle resmedilmiş bir insanı değil, onun yanındaki siyah lekeleri görenlerden farklı olmalarıdır, … ..

… ..

Ama sanatçı tarihi kişi ve olaylar hakkında halkta oluşan fikrin hayal gücüne değil, tarihçilerin

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Sardalye Sokağı *

California’daki Monttttterey’de bulunan Sardalye Soapı bir şiir ve pis kokulu, sinir bozucu bir ses, özel bir ışık, bir tını, bir alışkanlık, bir geçmiş özlemi, bir hayal. Sardalye Sokağı teneke, demir,pas , parçalanmış tahta, delik deşik kaldırım, yabani ot bürümüş arsa, hurda öbekleri, duvarları oluklu levhadan konserve imalathaneleri,gürültülü, pis meyhaneler ve … ,  küçük tıklım tıkış bakkallar, lokantalar ve gariban otelleri. Sokağın sakinleri, adamın birisinin bir keresinde dediği gibi, “........, ….  …. , kumarbazlar ve … çocukları”; bununla kastettiği şey, Herkes. Adam bir başka gözetleme deliğinden baksaydı, “azizler, melekler, şehitler ve mübarek adamlar” diyebilirdi ve aynı şeyi kastetmiş olurdu.

Sabahları, sardalye filosunun şansı yaver gittiyse, serpme ağ tekneleri ağırlaşmış gövdeleriyle yalpalayarak, düdük çalarak koya girerler. Tıka basa yüklü tekneler, konserve imalathanelerinin kuyruklarını körfeze daldırdığı kıyıya, yan yana dizilir. Bu tanım akıllıca seçildi, çünkü imalathaneler kuyruklarını değil de gagalarını batırmış olsaydı, öteki uçtan çıkan konserveler, en azından mecazi bağlamda, çok daha dehşet verici olurdu. Sonra fabrika sirenleri acı acı çalar ve kasabanın dört bir yanındaki kadınlarla erkekler üstlerini değiştirdikleri gibi sokağa fırlar, çalışmak üzere koştururlar. Sonra gıcır gıcır arabalar üst sınıfları getirir: ofislere girip kaybolan müdürler, muhasebeciler, patronlar. Sonra kasabadan İtalyanlar, Çinliler ve Polonyalılar dökülür; pantolonlu, kauçuk gocuklu ve muşamba önlüklü erkeklerle kadınlar. Balığı temizlemek, doğramak, paketlemek, pişirmek ve konserve kutularına doldurmak için koşturarak gelirler. Gümişi balık ırmakları teknelerden dışarıya akar ve tekneler tamamen boşalıncaya kadar da daha, biraz  daha yükselirken , bütün sokak gümbürder, inilder, haykırır ve şıngırdar. İmalathaneler uğuldar, ciyaklar, ta ki son balık  temizlenene , doğranana, pişirilene ve konserve kutularına yerleştirilene dek; sonra sirenler bir kez daha haykırır ve üstünden başından sular damlayan , pis pis kokan bitkin İtalyanlar, Çinliler ve Polonyalılar, erkekler ve kadınlar  dağılır, yorgun argın yokuşu tırmanıp kasabaya girerler ve Sardalye Sokağı yeniden özüne döner -sessiz, sakin ve sihirli. Sokağın normal yaşamı yeniden başlar.. ..

25 Ağustos 2022 Perşembe

Eski Şiirimizin Ustaları*


 

… ..Türk toplumu yeniye, ileriye doğru gidiyor; Türk edebiyatı da öyle…Türk toplumunun çağdaş medeniyet içinde gereken yere ulaşması çabasındayız, çağdaş medeniyet içinde istediğimiz yeri alabilmemiz için çağdaş kültüre sahip olmalıyız. Yeni kuşaklar ona göre yetiştirilmelidir. 

Eskiye özlem duymak gereksiz, eskiyi diriltmeye kalkmak hem faydasız, hem imkânsızdır; eskiye özlem duymadan eskiyi bilmek, geçmiş değerleri saygıyla hatırlamak gereklidir.

Doruğuna kadar çıkmış, çağını bitirip kapatmış bir eski kültürümüz vardır; esski sanatımız, eski şiirimiz bu kültürün büyük bir bölümüdür.

Edebiyat tarihimizin geçmişle ilgili yapraklarını yenilere sunmak, açıklamak için 1963-1964 yıllarında İstanbul Radyosu’nda bir süre “Eski Şiirlerimizin Ustaları” adı altında konuşmalar yayınladım; bu kitapta o konuşmalar bir araya getirildi.

Bu konuşmalarda eski Türk şiirinin Anadolu topraklarında başlamasından yakın günlere kadar ki ustaları kronolojik sırayla gözden geçirilmiştir; kitabın eski şiirimizle ilgilenenlerle birlikte okul öğrencilerine de faydalı olacağını umuyorum.


Yunus Emre * Âşık Paşa  * Ahmedi Şeyhi  *  Süleyman Çelebi  *  Hacı Bayram, 11


Kadı Burhaneddin  *  Nesimi  *  İkinci Murat  *Ahmet Paşa  *  Tokatlı Lûtfî


Fatih Sultan Mehmet

Hâkpây-ı tâcım, kûy-i dilber mesnedim;

Reşk eder Cemşîd ü Cem taht ü Külâhımdan benim!

Çanlar Kimin İçin Çalıyor*


 

… .. Kahramanlığın ve alçaklığın, yiğitliğin ve korkaklığın, görev duygusunun ve dönekliğin, adanmışlığın ve kaypaklığın, inançların ve kuramların, hayallerin ve gerçeklerin birbirine karıştığı insan kişiliklerine ilişkin sorular…

Halka ve aydına ilişkin sorular…

Dinsel inanca ve inançsızlığa ilişkin sorular…

Yaşamın (“şimdi”nin) biricikliğine ve geçiciliğine ilişkin sorular…

Aşka ilişkin sorular…

Tüm bu sorular yumağının Hemingway, “Halk Cephesi” içinde birleşmeyi başaran İspanyol solunun 16 Şubat 1936’da seçimleri kazanması sonrası başlayan 1939’da fasitlerin zaferiyle sonuçlanan İspanyol İç Savaşının süreçlerini irdeliyor.

“Çanlar Kimin İçin Çalıyor?” (tüyler ürpertici acımasızlıkta) bir iç savaş romanı gibi, (şiirsel güzellikte betimleriyle) bir aşk romanı gibi, (akıcı kurgusuyla) bir serüven romanı gibi ya da (Yaşamın anlamını sorgulayan felsefi bir roman gibi okunabilir. 

Doğru olanı, öyle sanıyorum ki, bütün bunların toplamıdır…

Heminway’e modern dünya edebiyatındaki özgün yerini kazandıran bu özelliği olsa gerek:

İnsana ve modern zamanlara ilişkin temel sorunları çağdaş roman sanatına özgü ustalıklarla kaynaştırarak yansıtmayı başarmak…    Ataol Behramoğlu

… ..

Bu Anselmo iyi bir kılavuzdu, dağlarda dolaşmasına diyecek yoktu. Robert Jordan da kendine göre iyi bir yürüyüşçüydü; ama gün doğumundan beri ardına takıldığı bu adamın, kendisini yürüyüş konusunda rahatlıkla katlayıp bir yana koyabileceğini anlamıştı. Robert Jordan bu adama her konuda güveniyordu. Daha onun düşüncesini sınama olanağı bulamamıştı, ayrıca bir yerde adamın düşünceleri

22 Ağustos 2022 Pazartesi

Toprak Yeşerince *

 

… ..Norveçli yazar Hamsun’ın asıl adı Knut Petersen’dir. Yazarlıkta kullandığı Hamsun adını, babasının 1863’te yerleştiği Hamsund köyünden aldı. Çocukluğu ve gençliği kırsal bölgede geçti. Hemen hemen hiç resmi eğitim görmedi. Genç yaşta çeşitli işlerde çalışmaya bir yandan da yazmaya başladı. Üniversiteye gitmek için yeterli parayı bulamayınca, çalışmak üzere ABD’ye gitti.

1884’te beklediğini bulamamış olarak Norveç’e döndü. Ancak iki yıl sonra yeniden ABD’ye gitti, orada edebiyat üstüne konferanslar vermekten tramvay biletçiliğine dek, çok çeşitli işlerle uğraştı.

1889’da Norveç’e dönüşünde Amerikan yaşamını eleştiren bir makale yayımladı. İlk romanı olan açlık’ın büyük Norveç ya da resmî adıyla Norveç Krallığı (Norveççe-BokmålKongeriket NorgeNorveççe-NynorskKongeriket Noreg), Kuzey Avrupa'da bulunan İskandinav Yarımadası'nın batısında bir ülke. Finlandiyaİsveç ve Rusya ile komşu olan ülkenin batıda Atlas Okyanusu'nun bir kolu olan Norveç Denizi'ne kıyısı vardır. Kıyıları binlerce fiyordla çizilmektedir.başarı kazanmasından sonra, yaşamını yazarlıkla kazanmaya başladı. Alman yapımcı Albert Lanngen’in de desteğiyle dünya çapında ünlendi.

19202 de Nobel Ödülünü aldı. 1930’larda ülkesindeki faşist partiye katıldı. II. Dünya Savaşı’nda Norveç’in işgali sırasında Almanları destekledi. Savaştan sonra, bu nedenle tutuklandı, ancak ileri yaşı dolayısıyla yalnızca para cezasına çarptırıldı. … ..

… ..

… ..Adam bir vadinin batı ucundan doğru ilerliyor. Ağaçlık bir yer; çamlar köknarlar arasında bol yapraklı ağaçlar, altlarında otlar. Saatlerce böyle… Alacakaranlık çöküyor. Kulağına uzaktan uzağa bir akan su sesi geliyor, bu ses onu canlı bir varlık sesi gibi canlandırıyor. Yamacı tırmanıyor, aşağıda yarı karanlığa bürünmüş vadiyi görüyor; ardında da güney ufukları. Dinlenmek için yatıyor. Sabah onun gözleri önüne çayırlık, koruluk geniş bir manzara seriyor. Aşağı iniyor. Yeşil bir yamaç var. Daha aşağıda da  bir dere pırıltısı; bir de tavşan zıplayıp duruyor. Adam başını sallıyor, onaylar gibi. Dere pek geniş değil ama , tavşan bir sıçrayışta karşıya geçebilir. Yuvasının üzerinde sıkı sıkı oturan bir beyaz dağ horozu onun ayak sesine, öfkeyle tıslayarak, doğruluyor; Tüylü av hayvanları, postlu av hayvanları… Güzel bir yer burası.

19 Ağustos 2022 Cuma

Kırık Kalemli Kadınlar*

 

Geçmiş Zaman Hanımları

… ..

1905: Serez-Selanik

-Öyle, ama şunu unutmayın bizde kadınların hikâyeleri biraz da acıyla yoğrulmuştur. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Şimdi birlikte çıksak, kapı kapı Serez’i, Selânik’i dolaşsak her evden acıyla sınanmış bir kadın hikâyesi çıkar. … ..

.. ..

-Evet babam Avrupalı bir zat olduğu için ahlâk ve namusuna güvendiği insanlarla görüşmeme izin verirdi. “Fakat pek genç olduğum için fırsat bulan ilân-ı aşk etmekten hâli kalmazdı. Zaman içinde misafirlerimle aramda edebiyat temelinde bir denge kurabildim. Bu sebeple toplantılar uzun süre devam etti. Eğer salonumda yanlış bir şey yaşansaydı toplantılara son vermek zorunda kalabilirdim. Hatta bu konuda saraya benimle ilgili jurnaller verilmiş, rivayete göre Sultan Abdülhamid, “Bırakın, onun babası Macar’dır” deyip dikkate almamış. Salı günlerini iple çekerdim. İkiyle dört arası hanım misafirler, dörtle altı arası da erkek yazarlar gelirdi. … ..

… ..

-Haklısınız, ancak bunun sebebi üstadımız Ahmed Mithat, Fatma Aliye Hanım’a  bir mektubunda bu konuda bazı öğütler vermiş, kendisi de benimle paylaşmıştı. Bu sebeple çekindik. Siyasi faaliyetlerin yoğunlaştığına dair haberler geliyor hep.

-Evet, hatta size bir sır vereyim. Ben de cemiyete katıldım. Az sayıda kadın üyeden biri de benim.

… ..

-Fakat son derece tehlikeli değil ?

-Tehlike hayatın her anında şaireciğim. Kaderde varsa evinizin içinde de gelip sizi bulur.

-Padişaha büyük sadakatle bağlı Cevdet Paşa’nın kızından en son beklenen şey bu olabilirdi.

15 Ağustos 2022 Pazartesi

Kabil*


 

Jose Saramago; Portekizli yazar, şair, oyun yazarı ve gazeteci… 16 Kasım 192- 18 Haziran 2010 tarihleri arasında yaşamıştır. … .. Din konusundaki görüşleri nedeniyle yapıtları Portekiz Hükümeti tarafından sansürlenince Kanarya Adaları’na yerleşen yazar, ölümüne kadar burada yaşamıştır. 

… .. Yazarın, kitabın başından itibaren inananların değerlerine saygıdan uzak bir anlayışı yansıtan dili; Portekiz Hükümeti’nin sansür kararını haklı çıkarmaya yetmese de, nedenini anlamaya yetecek kadar rahatsızlık verici. … ..

… ..

… .. Gün geldi, âdem bir toprak parçası satın alabilir ve burası benim diyebilir oldu; bir tepeye sırtını dayamış, kaba kerpiçten bir ev yükseltebildi; üç oğlu, kabil, habil ve şit, artık burada doğabilirdi; üçü de, yaşamlarının uygun döneminde, mutfak ile salon arasında dört ayak üzerinde emeklediler; çünkü büyük iki oğlan, yaşları geldiğinde, henüz gencecik olmanın verdiği kurnazlıkla, ailenin eşeğine binerek babalarının çalıştığı yere götürülmeleri için geçerli olsun ya da olmasın bütün gerekçeleri kullanıyorlardı. Bu iki oğlanın eğilimlerinin benzer olmadığı çok çabuk fark edildi. Habil keçilerle ve oğlaklarla birlikte olmayı tercih ederken, kabil çapalardan, direngler ve tırpanlardan büyük keyif alıyordu; biri kendi yolunu hayvancılıkla çizmeye çalışırken, diğeri tarıma atılma hevesindeydi. O dönem ekonomisinin en önemli iki sektörünü tamamen kapsayan bu aile içi el emeği paylaşımının tamamen tatminkâr olduğunu kabul etmek gerekir. Komşuların ortak görüşü, bu ailenin geleceği olduğu yönündeydi. Çok yakında görüleceği gibi, … .. Çok küçük yaştan beri, kabil ile habil dünyanın en iyi dostuydu; kardeş gibi gözükmüyorlardı, biri nereye gitse diğeri de oraya gidiyordu, her şeyi ortak bir onayla yapıyorlardı. … … Ta ki günün birinde yazgı kendini gösterme vaktinin geldiğini düşünene kadar bu böyle sürdü. Habil’in kendi sürüsü vardı, kabil’in de tarlaları; geleneğin ve dini vecibelerin gereğini yerine getirerek , emeklerinin ilk ürününü …

11 Ağustos 2022 Perşembe

Vadideki Zambak *


 

Honore de Balzac (1799-1850): 19. yy Fransız edebiyatının büyük ismi.

Vadideki Zambak 1836 yılına yayımlandı. Roman, gençlikten yetişkinliğe uzanan yolu, evli bir kadına duyduğu aşkla kateden Felix’in hikâyesini anlatıyor.


… .. Yalıtılmışlığım beni düşler alemine götürse de, düşüncelere dalmaktan keyif almam, size başıma gelen ilk felaketleri tasvir edecek bir olayla başladı. Evde benimle hiç ilgilenilmediği için, dadı beni yatırmayı sıklıkla unutuyordu. Bir akşam bir incir ağacının altında usulca büzüşmüş bir halde, çocukları kavrayan ve vaktinden önce gelişmiş melankolimin bir tür duygulu bir kavrayışla bezediği o meraklı tutkunun etkisiyle bit yıldıza bakıyordum. Eğlenen ve bağrışan ablalarımın uzaktan gelen gürültülerini düşüncelerimin eşlikçisi gibi algılıyordum. Gece olduğunda gürültü kesildi. Annem evde olmadığımı tesadüfen fark etti. Dadımız, o ürkütücü Matmazel Caroline, azar işitmemek için, evden tiksindiğimi, bana dikkatlice göz kulak olmasa çoktan evden kaçmış olacağımı ileri sürerek annemin benim hakkımdaki yanlış değerlendirmelerini meşrulaştırdı; güya aptal değil, sinsiydim ve şimdiye kadar baktığı tüm çocuklar arasında benim kadar kötü mizaçlısına hiç rastlamamıştı. Beni ararmış gibi yapıp seslendi, cevap verdiğimde, saklandığımı bildiği incir ağacının yanına gelip, bana:

-Orada ne yapıyordunuz? dedi.,

-Bir yıldız bakıyordum.

-.Bir yıldıza bakmıyordunuz, dedi bizi yukarıdaki balkonundan dinleyen annem. Sizin yaşınız astronomiye uygun mu?

-Ah! Madam, diye haykırdı Matmazel Caroline, su deposunun musluğunu açık bırakmış, bahçeyi su basmış. Evi bir uğultu sardı. Ablalarım suyun akışına bakıp eğlenmek için musluğu açmışlar, ama suyun fışkırmasıyla her yanları sırılsıklam olunca neye uğradıklarını şaşırıp musluğu kapatmadan kaçmışlardı.

8 Ağustos 2022 Pazartesi

Yûsuf ile Züleyha & Nazan Bekiroğlu


 

… .. Sevginin yanılgısı yok. Yanlış olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu yanlış çizmek. Hangi kaynaktan geldiğini suyun, hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek. Bilmemek yanlış kılar sevgiyi.

  Züleyha ki Yûsuf’u sevdi. İbtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi. Sonra aşkın kaynağını bildi, Yûsuf’u değil, Yûsuf’ta tecellâ eden nuru sevdiğini far etti. Yûsuf da, ki rüyasında güneş, ay ve on bir yıldız ona secde etmişti, bir kuyuya atılmış ve kendisine zindanda rüya yorumu verilmişti, önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun.Züleyha suretinde tecellâ ettiğini fark etti. Biri sûretten nura yükselirken diğeri nurun sûrette tecellâ ettiğini idrak etti.

İşte bütün hikâye: Kim düştü kuyuya

 Y’usuf mu, Yakub mu, Züleyha mı? Zindan kimin kaderi, Yûsuf’un mu, Yakub’un mu yoksa Züleyha'nın mı? Yûsuf, Yakub ve Züleyha yok aslında. Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir.


Söylenmemiş Mesnevi kalmadı yer yüzünde. Her Yûsuf u Züleyha, bir öncekinin hem aynı hem de başkası. Bu nasıl mazmun, diyor ya, kalbi dipsiz derinliklerde çoğalan Fuzuli, Farsça Divan’ın önsözünde, yani Mukaddime’sinde. Hiç kullanılmamış, diye kaldırıp atıyor ya bir imgeyi uykusuz kaldığı gecelerin sabaha değdiği yerde. Sonra aynıı gecelerin aynı sabahlara değdiği yerde, bu kez, bu nasıl mazmun, diye yırtıyor ya kullanılmış ı-olan başka bir mazmunu. Hem bilinen hem bilinmeyen, hem kullanılmış bir imge  hem kullanılmamış bir imge; böyle olmalı ki sözün hükmü tamam olsun. Eski zincire bağlanan bir halka, ama yeni, böyle olsun ki zincir kuvvetli olsun.

Her Yûsuf u Züleyha bir öncekinin hem aynı hem başkası. Bu da öyle. Ayna aynı, kitap farklı.

Şiir:

bu kez birkaç kitap

yine ayna ayna

Mücellâ & Nazan Bekiroğlu


 

Mücellâ … .. bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinde nostaljik bir hikâye ile buluşturuyor. 


Mücellâ, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kim tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı.


Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lâmbasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler.


Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücellâ. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse fark etmeyen … Neyi beklediğini bilmeden bekleyen… Derken günün birinde, kıyısında kaldığı hayata son bir çabayla dönmek isteyen…


Sümbül kokulu yastık kılıfları, kanaviçe işli peçeteler, uçları fistolanmış havlular, çeyiz sandıkları arasında…


Hanımeli, yasemin ve leylâk kokulu yaz ikindileri gibi uzun kış gecelerinde de, ya çardağın altında ya hep o soldaki pencerenin içinde…


Mücellâ’nın dupduru ve çarpıcı hikâyesi. ... ..

4 Ağustos 2022 Perşembe

Işık Doğudan Gelir & Cemil Meriç


 

… .. Cemil Meriç eserine “medeniyetlerin defter-i âmâli” olan ansiklopedileri ele alarak başlar. Kendisinin de sık sık başvurduğu, aklın değerine iman eden , gelenekleri , tecrübenin ve rasyonel tenkidin süzgecinden geçiren, peşin hükümleri sorgulayan ansiklopedilerdir bunlar. Her yüzyıla damgasını vuran ansiklopediler vardır. Cemil Meriç’e göre: on sekizinci Yüzyıl Ansiklopedisi, on dokuzuncu yüzyılda Büyük Ansiklopedi ve yirminci yüzyılda Fransız Ansiklopedisi. On sekizinci yüzyılda Diderot’un başkanlığında yayımlanan Onsekizinci Yüzyıl Ansiklopedisi’ni tanıtır önce Cemil Meriç  Diderot’ya göre: “Dil, yeni bir düzene kavuşturulmadıkça düşünce de yenilenemez. Bütün ümitlerimizin temeli dil. O istikrara kavuşmaz ve gelecek nesillere bütün kemaliyle aktarılamazsa, yazdıklarımızın yarınından nasıl emin olabiliriz.?” Bu ansiklopedi ilk defa “insan bilgisinin pozitif bir terkibini yapmış, maddî ilimlerin objektif ve tecrübî özünü ortaya çıkararak müstakbel araştırmaların ve düşüncelerin malzemesini hazırlamıştır” (R. Hubert). Büyük Ansiklopedi’ye gelince. On dokuzuncu yüzyılın özelliği, eski inanç biçimleri ile felsefî zihniyet arasındaki kavgadır, modern toplum, mazinin siyasî müesselerini temizlemeye çalışarak, demokrasinin kurulmasını sağlamalı, sosyal güçlerin ve iktisadî  unsurların yeni baştan dağılımını gerçekleştirmeli, sermaye ile emek birbiriyle barıştırılmalı. 

Evet “ansiklopedilerin kaderi fâni olmaktır. 25 yıl içinde insan ilimleri gelişecek yahut yeniden değerlendirilecektir, yeni olaylar çıkacaktır su yüzüne, eski nazariyeler ölecek, yerlerine tazeleri geçecektir. Aynı kelimeler 25-30 yıl içinde bambaşka mânâlar ifade edecektir,” yeni ansiklopedilere ihtiyaç doğacaktır. Ama ansiklopediler yaprak gibi dökülmezler, onlar “dünü yarına bağlayan zincirin vazgeçilmez birer halkasıdırlar…. Her ansiklopedi, insan zekasının belli bir merhalesini ifade eder” (M. Berthelot). Yirminci yüzyılın Fransız Ansiklopedisi de bilgi vermek ve öğretmek amacındadır. Ama ansiklopedi bir “eser” de olmalıdır, merkezi insan olan bir eser. “Siyasî, felsefî, dogmatik hiç bir inancın hizmetinde” olmayan; “başka milletlere, başka fikirlere, başka düşünce ve duyma tarzlarına sonsuz bir