8 Ağustos 2022 Pazartesi

Mücellâ & Nazan Bekiroğlu


 

Mücellâ … .. bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinde nostaljik bir hikâye ile buluşturuyor. 


Mücellâ, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kim tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı.


Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lâmbasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler.


Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücellâ. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse fark etmeyen … Neyi beklediğini bilmeden bekleyen… Derken günün birinde, kıyısında kaldığı hayata son bir çabayla dönmek isteyen…


Sümbül kokulu yastık kılıfları, kanaviçe işli peçeteler, uçları fistolanmış havlular, çeyiz sandıkları arasında…


Hanımeli, yasemin ve leylâk kokulu yaz ikindileri gibi uzun kış gecelerinde de, ya çardağın altında ya hep o soldaki pencerenin içinde…


Mücellâ’nın dupduru ve çarpıcı hikâyesi. ... ..

... ..

… .. Fakat gündelik hayatın önemsiz ayrıntılarında kimseyle didişmeyen, bu arada görümcesinin

her dediğine de “He” diyen bu kadın duru bir sezgiyle hayati meseleleri fark eder, işte o zaman kendi

bildiğini okumaktan vazgeçmez. Ve bir özelliği vardır ki onu Neyyire Hanım için önemli kılmıştır.

Mümine hemşirenin nasılsa bu yeni harflerle okuma yazması vardır.

Nasıl? Millet Mektepleri açıldığında en evvel Mümine hemşire koşmuştu mahallenin okuluna.

Akşam ezanından sonra, okuma yazması hiç olmayanlara eğitim veren A sınıfında, Gazi Paşa’nın çerçeveli bir fotoğraftan sınıfı seyreden bakışları altında dört aylık kursu tamamlamıştı.

Şahadetnamesi hâlâ, yeşil kadife kabı içinde yatağının başucunda asılı Kur’an’ın arka kapağı ile

son sayfası arasındaydı, Halil’in büyük ihtimalle başkasına yazdırılmış ve okunmaktan solmuş tek

mektubuyla iç içe. … ..

… ..

Mümine hemşireye hiç benzemiyordu bu asi gelin. 


Daha nişanlıyken, Neyyire Hanım’a bir kez elini kaptıranın ondan kolunu kurtaramayacağından adı

gibi emin olan Keriman, bu eve telli duvaklı geldiği günün sabahından itibaren boyun eğmeyeceğini

göstermişti kayınvalidesine. Keriman’a göre Neyyire hanım, bir köşede otursa bile her şeyi dikkatle

izleyen, her şeye karışan, gençlerin her hevesini kursağında bırakan huysuz ihtiyarlardan biriydi.

Çalıdikeni. Çere yok. Onun varlığı bile zahmetti.

Gerçekte Neyyire Hanım ve Keriman’dan biri dönerken diğeri yürüyordu aynı yolu. Aynı yolun yolcularıydı ikisi de ve doğruymuş gelinin kaynana toprağından yaratıldığı. Bu kez çetin cevize çatmıştı Neyyire Hanım. Neticede gelin kaynana, iki inatçıkeçi gibi Fahir

köprüsünde durduklarında ne biri alttan almış, ne diğeri sözünü esirgemiş, yıkılıp giden Fahir olmuştu

sadece.

… ..





*Mücellâ & Nazan Bekiroğlu


Timaş Yayınları

1.Baskı:2015, İstanbul


21 yorum:

  1. 1930'lar ve sonrası.... yurdum insanlarının bilindik aile yaşamının günümüzde şekil değiştiren ama o günlerdeki hali giderek toplum hafızasında unutulmaya olan sıkıntılarının kelimelere yansıtıldığı hüzünlü bir giriş ile başlıyor roman.....

    YanıtlaSil
  2. Neyyire Hanım'ın "uslu kızı"nın adının Neyyire Hanım'ın "hamarat kızı"na çıkmasının marifet olduğu yıllar.....

    YanıtlaSil
  3. İkinci Dünya Savaşı, bir diğer adı ile kıtlık yılları.... karaborsa ve yokluk insanların yaşamını etkilese de, hayatın devam ettiği, kadın yazarın kaleminden genç kızların ve yetişkin kadınların iç dünyaları adeta birlikte yaşanıyormuşcasına canlandırılıyor.... sürükleyicilik müthiş.

    YanıtlaSil
  4. Yazarın, "gelin hamamın "Dante'nin Cehennemi" benzetmesi, detayları tasvir etmesi de müthiş...

    YanıtlaSil
  5. Etrafındaki yaşıtlarına çıkan talipliler ve nasip olup da evlenenlerin olduğu bir ortamda, Mücellâ'nın 30 yaşındaki ruh hini anlamamak mümkün mü?

    YanıtlaSil
  6. Yusuf Ziyanı Sunay yazdığı mektup, hel içindeki "... Bu yüzden bana en fazla kötülük yaptığı anda bile annemden nefret etmedim. Zalimdir ama masumdu benim annem. ...." sözleri, yurdum insanının sıradan maruz kaldığı iç acıtan bu öykü, .... Bu sözler, Prof. Pskiyatrist Dr. ve aile terapisti Gülseren Budayıcıoğlunun, " insanımızın özellikle çocuk yaşlarında en büyük travmalara en yakınlarındakilerden başlayarak aile içindeki bireylerden maruz kaldıkları...." anlamındaki sözlerini akla getiriyor....

    YanıtlaSil
  7. .... radyonun başında... " Adalet mülkün temelidir" cümlesinin altında bir zamanlar muktedir siyasileri olan sanıkların yüzlerce davadan yargılanmasını. Fakat mazlumlar adına zalim devirenlerin kendisi şimdi o kadar zalimdir ki mahkeme sorudan çok teşhire, adaletten çok intikama dönüştü. ... ... Bu senaryo ve oyucu rolündeki tetikçileri so rakı yıllarda aynı oynu tekrarladiklarini görmüştük . Şimdilerde ise senaryonun ve tetikçileri yenileri sahnede.... Allah ülkemize, milletimize dürüst, ahlaklı ve liyakatsahibi devler adamları nasip etsin....

    YanıtlaSil
  8. "... .. Sadece Mücellâ'nın kısmeti gecikmişti. Görünüşe bakılırsa gecikmekle kalmamış, o kısmet hiç gelmemişti....." bu ifadeler, "yaşanmaış hayatlar.. .. "deyimini hatırlatıyor. Annelerin, babaların sorumluluğu ağır, evet çocuklarının geleceği için endişelenmek yanında yanlış yapmamak için de duyarlı olmaları gerekmez mi? Mücellâ'yı o zamanın tehlikelerinden koruyalım l derken, hayatın gerçeklerinde koparmak hakkını kendilerinde bulanlar yıllar geçtikçe bir hayatı nasıl karartıtklarının fakına varamıyorlar.... Evlâtlar, kimsenin malı değil... sadece Allah'ın onlara emaneti değil miydi? Hayattan onları izole etmek, "göz açtırmamak", "gözü açılmadan benim doğrularım çerçevesi içinde kalmalı" demek anne babanın bile haddi olmamalı... İşte Mücella en yakını annesinin çizdiği sınırlar içinde kalarak ya da bu durumu kabullenerek farkında olmadan 50'li yaşlarına geldi ve üçüncü evliliğini yapmak isteyen 70'li yaşlarındaki taliplisine kadar bekle(til)di... ... ne oldu? İyi mi oldu? Yaşanmamış bu hayatın vebalî nasıl ödenecek?

    YanıtlaSil
  9. Yaşı yetmişi bulmuş, mahalleliye kalırsa bir ayağı çukura çoktan girmiş Hüseyin Efendi ... ..

    YanıtlaSil
  10. Mücellâ'nin sadece kendi "yaşanmamış hayatı değil, aynı zamanda çevresindeki diğerlerinin hayatları da insana hüzün veren, bunun yanında yazarın o dönemi yasamış olanlar için hafızalardan silinmeye başlayan ince detaylara kadar ustaca inen kalemi sürükleyici liği devam ettiriyor.... ..

    YanıtlaSil
  11. Mucellâ 'nin "yaşanmamış hayat" olarak isimlendirebileceğimiz öyküsünün verdiği karamsarlığı artiracak diğer hayat hikayelerini de okurken uyanan merak , farkında olmadan romanın sona yaklaşmamızi sağlıyor....

    YanıtlaSil
  12. Güvenili insan olma, sır küpü olma iyi gibi görünse de... .. "... bilgisine ortak, sırrına, sıdaş olduğu şeyi onu en fazla ilgilendirenlere anlatsa." bunun sonuçların ortaya çıkarabileceği vahim tablo ..... Mücell'a anladı ki ona düşen sadece susmaktır. ... .. "Öyle bir ateş ki düştüğü sırlar denizinde Mücellâyı yakıyordu." ... yazık oldu Güzide'ye ...insanoğlu çiğ süt emmiştir denilen noktadayız. Sözün bittiği yer .... olmaz diye bir şey yok, her şey olabilir....

    YanıtlaSil
  13. Tabi ki Şerafettin Albay'a da yazık oldu.....

    YanıtlaSil
  14. İnsanın, "Burnunun sızlaması ne demek?" Sadece yaşayan bilir.... .. Mücellâ anlatırken bu durum anlayabiliyorum. Herkesin imtihanı kendine değil mi? Haksızlık diye sızlanmak yerine bazen ortaya çıkan şartları, istenmedik haller için bile kabullenmek gerekiyor. Yani takdir olunana razı olmak....

    YanıtlaSil
  15. Nefise Hanım'ın yılların olgunlaştırdığı değişim ve affedebilme yeteneği belki de hayatın akışı içinde kaçınılmaz gibi görünen travmaları bile aşabileceğini iyi bir örnek olunca bir başka duygu seli bırakıyor hayata ... affetmek iyidir.... hatalarda mükerrerlik olmaması kaydı ile .... Nefise ve Rengin arasında kopmuş bağın onarımında Yaradanın hediyesi kundaktaki minik bebeğin sevgi köprüsünü yeniden kuran varlığı...

    YanıtlaSil
  16. Ah Güzide... .. "O gece Mücellâ her şeyin insan için olduğunu bir kez daha anladı. Lâkin her şeyin her biri göklerden mi geliyor, yoksa insan kendi kaderini kendi mi çiziyor, işte bubub içinden çıkamadı. Ama şu kesin: İnsanoğlu çiğ süt emmişti." ...

    YanıtlaSil
  17. "Bildi ki bazı şeyleri sormamak, sormaktan daha iyidir. ... .. Ama hayat iştei romanı da sinemayı da aratmıyordu.... Erzincan'lı erin Güzide'den bıkması için bir yıl yeterdi. ..."

    YanıtlaSil
  18. Güzide'nin affedilecek yanı ver mıydı? İyi de affa değer olanı zaten herke s affeder. Asıl af, lâyık olmayanı da affetmek değil mi? Tıpkı vicdan gibi. Onu kaybetmeye en çok hakkımız olduğu anda koruyabildiğimiz şey değil miydi vicdan?..."

    YanıtlaSil
  19. En sonunda "Mücellâ Teyze, Ferhunde Kalfa'ya benziyorsunuz siz"... Halit Ziya Uşaklıgil'in hikâyesinin kahramanı oluvermişti....

    YanıtlaSil
  20. Mücellâ... .. Razı geldi payına düşene. Demek hayat böyle bir şeydi. Buydu demek, bu kadardı nasibi.

    YanıtlaSil