… ..Üç gündür nasıl olduysa bir sahil kasabasında, deniz kıyısındaydım. Aklım, eylül bir dedi mi Trabzon’a inen sonbahar yağmurlarında kalmış olsa da burada da hiç bitmeyen bir yaz yok haddizatında. Kışın, yaz içinden sancıyla çıkmasını izliyorum. Kemâle eren her şeyin zevali başlıyor şimdi. Üzümler morarmış, incirler çatlamış. Çürümenin başlangıcı bir adım ötede duruyor.
Yine de burası çok güzel. İnsanlar güler yüzlü, satıcılar nazik trafikte kimse korna çalmıyor, selektör parlatmıyor. Dallar, kırıldığı yerden kendini onarıyor. Ayağı toprak görmemiş apartman kedileri bile arılkardan korkmayı öğreniyor burada. Ay ışığı yaprakların üzerinde oynaşıyor.
Üstelik kalbimin kapıları da açılmış. Salaş bir balık lokantasında -deftersiz kalemsizim- elime tutuşturulan tükenmez bir kalemle kâğıt peçete üzerine cümleler yazıyorum. Hiç tanımadığım bir gökyüzü haritasıyla güneşin deniz üzerine düşen ışığı arasındayım. Ben gurbette değilim/Gurbet benim içimde faslındayım. Ezelî gurbette.
Derken, kim bilir hangi radyodan, Özhan Eren’in dizeleri çarpıyor kulağıma: “Âh Bu Gönlüm!”
Öyle bir uzağa düştün ki gönlüm
Buna sürgün derler a canım ayrılık değil
İki mısra kan. Ben bu ezgiyi bu dizeleri de defalarca dinlemiştim oysa Ama o zamanlar böyle değildim. Böyle kırılmamıştı dallarım, ceplerim boş, akçelerim geçersiz kalmamıştı. Şİmdi ise ilk kez anlar gibi fark ediyorum ki; sürgündeymişim.
Bahçede bir mimoza ağacı var. Az ötede deniz ve neşeli, eğlenceli kalabalıklar. Ağacın altında daha çok kendi içime kapanıyor, bir mimoza ağacı ütopyasına dalıyorum.
Sahi, bu dünyada öyle bir yer var mıdır? Bütün insanların mutlu olduğu, bütün -kedileri köpekleri haydi haydi- örümcekleri bile incitmekten korkan, karıncaları ezmekten sakınan, tek bir çocuğun bile acı çekmesine göz yummayan insanların, sadece o insanları yaşadığı yer?Bütün beton yığınlarına ve lüks otomobillerin gürültüsüne sırtımı döne döne. Üstüme dökülen arıya , böceğe, parmaklarımı yapış yapış eden reçineye şükür ede ede. Bir bahçe. Sessiz. Sakin. Defne fidanını, rügârınkökünden söküp atmadığı bir çocukluk zamanı. Park sorunu, oturacak masa, servis sırası hepsini geride bırakmış, içime attığım bütün âhları, bütün hakları sahiplerine helâl etmiş, hepsinden helâllik dilemiş. Geriye, hû çeken rüzgârın uğultusu kalmış bir hatırla kapısına düştüğümüzde içeri alınmadan önce saçlarımızı arkadan tek örgüyle topladığımız, ayak bileklerimize beyaz yaseminden bilezikler taktığımız, kuşların kanadının kırılmadığı bir yer. Tanımadığımız kokuların adını koyabildiğimiz, hatırladıklarımız tanıyabildiğimiz bir yer.
… ..
*Mimoza Sürgünü & Nazan Bekiroğlu
Deneme
Timaş Yayınları
1.Baskı: Ekim 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder