14 Kasım 2015 Cumartesi

Halime Kaptan *

Roman belgesel ya da film olacak nitelikte bir öyküye sahip. “Yüz elli dokuz sayfa”ya sığmayacak olaylar dizisi;  bir solukta okuyabileceğiniz bir dille kaleme alınmış.
-Karadeniz’in Cide kıyılarında ev geçindiren bir sandalın kaptanı Temel Reis, bir sefer dönüşü hastalanıp ölür. Oğlu Sabri uzun süredir askerdedir. Şimdi kim geçecekti dümene? Torunu Memiş mi? O heniz çok küçük; geçse geçse ancak küreğe geçer. Böylece Temel Reis’in gelini Halime, Karadeniz’in şiddetli rügârlarnda yelken kullanmaya başlar. Halime kaptan, kadınlığüını gizlemek için laz başlığını bağlamış, kara zıpkayı çekmiştir ayağına. Poyrazla, karayelle boğuştuğu gibi, asker kaçağı korsanlarla da boğuşur. ..
-Kitap Rıfat Ilgaz’ın çocukluğunda yakından tanıdığı Halime Kaptan’ın Halime Kaptan’ın azgın fıtınalarla ve korsanlarla baş ederek İnebolu’ya cephane çekişinin romanı. Türk kadınının yurdu için dalgalı denizlerdeki savaşımının, Kurtuluş Savaşına cephane ve “umut” taşıyışının belgeseli...
-Romanın okunması için gerekçe olabilecek kısa alıntıları paylaşalım;
-... .. Yanına dirice iki gemici bulması gerekiyordu bu işleri başarabilmesi için. Ama adam nederedeydi... Onyedi yaşındaki delikanlılar bile Çanakkale savaşına katılmışlardı. Ya ellisinden büyük adam olacaktı yanına ya da onyedisinde, on üçünde çocuk... Bekir’le, Memiş’le çıkacaktı yola ister istemez. Gelini Halime’ye de “Geç küreğe!...” diyemezdi ya... ..
-... .. Cide köyleri demek, yokluk demekti, hastalık demekti savaş yıllarında. ... ..
-... .. Çok işitmişti Kırım’ı kaynatasından. Balkan Savaşından önce, Temel Reis Sivastopol’a gitmişti, Odesa’ya da... ..  Bir de Batum vardı, türkülerde de geçerdi, anlattığı hikâyelerde de... ..
-... ..Muhtar aşağı yukarı biliyordu ne soracağını onun. İçi rahatlayarak kaşlarıyla, gözleriyle “sor” demeye getirdi.
            “Padişahçı mısın, Mustafa Kemalci mi?”
Aldanmamıştı muhtar, bira da şakaya getirerek... ..
            “Demek yanılmamışım! İnebolu’da öğrendim, Kemal Paşa buyruk çıkarmış. Kim bir sandalla üç kayıkçı bulursa kaptana da, kayıkçılara da askerlik yok, diye”
-... .. Hem yürüyor hem düşünüyordu. MustafaKemal’i görmemişti ama onun birçok iyi şey yapacağına inancı vardı. Bugüne kadar uzak topraklar üzerinde savaşılmıştı. Bu sefer bıçak gelip kemiğe dayanmıştı. Samsun’daki örgüt subaylarından birinin neler anlattığını anımsadı. Binbaşıymış ama sivil giyiniyordu. Bütün denizcile şimdilik öyleydi. Tanınmamak için... Karadeniz’e giren gâvur gemileri sandallarda bastırınca toplayıp götürüyordu onları... Daha olmazsa topa tutup batırıyordu takalarını... Bandırasından Yunan gemisi olduğunu anladığı bir zırhlı, kendi sandalına bile bir iki mermi yollamış, Sinop kıyılarındaki kayaların arasına sığınıp zor kurtulmuştu ellerinden. Sonradan öğrenmiştti bu geminin Averof zırhlısı olduğunu. İnebolu’yu, Samsun’u bile topa tutmuştu bu namussuz gemi... ..
-... .. gitmeliydi. Hasköy, Halıcıoğlu depolarında çok tüfekler, çok cephaneler vardı İnebolu iskelesine götürüp Kemal Paşa’nın subaylarına teslim edecek... Oradan da Ecevit-Kastamonu yolundan, gene kendisi gibi kadınların “Ho...” deyip sürdüğü  kağnılarla Ankara istasyonuna indirilecekti. Eğer bu savaş kazanılacaksa böyle kazanılacaktı. ... ..
-... .. Düşman Beylikköprü’de... Bu memleketin kadınları bilşe kağnısında, takasında cephedekilere cephane yetiştirirken başına buyruk, dağda bayırda kaçaklık yok! ... ..
-... .. Halime Kaptan’ı ayakta karşılayan binbaşı şaşırmışa benziyordu. Karadeniz’i yılın hemen dört mevsiminde bir uçtan bir uca korkusuzca dolaşan, sandık sandık cephane, yüzlerce mavzer, mitralyöz taşıyan yılmaz, yorulmaz kaptan bu sarı yazmalı, yanık yüzlükadın mıydı?... ..
-... .. Zor bir görevdi üzerine aldığı. Ne yapıp edip başarmalıydı. ... ..

*Halime Kaptan – Rıfat Ilgaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder