21 Kasım 2015 Cumartesi

Hayat Filminden Kurtarıcı Kareler ı *

Okudukça kendi hayatımızdan da kareler bulabileceğimiz ve bu fırsattan istfade kendimizi sorgulama fırsatı sunan eserin ilk cildi 240 sayfa. Dersler çıkarabileceğimiz kısa alıntıları paylaşalım:
-.. .. Karşılaştığımız ve yaşadığımız her bir olay, kainattaki kurallar çerçevesinde işler ve kim olursa olsun bu kanunlar değişmez. Soğuk üşütür, sıcak yakar. Tebessüm yaklaştırır, asık yüz uzaklaştırır; aynı şekilde davrananlar, çoğunlukla aynı şeylerle karşılaşırlar.
-Dengede kalmak; oluş ve bozuluş kanunlarını bilmek ve hayata geçirmekle çok yakından ilişkilidir.... ..
-Okumak Anlamakla Anlamak Yaşamakla Anlamlı Olur.
-Bilgiler önce yüreğine dokunmalı insanın sonra zihnine uğramalı. Hakikati arayan, kendini doğrultma çabası içinde olandır,sorun oluşturmamak ve oluşmuş sorun varsa da çözüme katkıda bulunmak için çaba harcayandır. ... .. Daha doğrusunun arayışı ve pratiğe geçirme mücadelesi ile, hayatı daha anlamlı ve dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getirir. ... ..
-Ben değişmem demek, Allah’ımızın bize açtığı dünyayı en güzeliyle yaşamamız için mutlaka gerekli olan ve bize güneşi gösterecek kapıları teker teker kapatmak anlamına gelir ki bundan şiddetle Allah’a sığınmalıyız. Çünkü güneşe gözlerini kapatanlar ancak kendilerini karanlıklta bırakırlar. ... ..
Adım attığımız yerden ayağımıza bulaşanlar
-... .. İnsan mıknatıs gibi olduğundan zamanla kendine benzeyenleri de etrafına çeker. yani bizi benzeyenleri tercih etmeye başlarız. Böylece giderek çevremizin kimlerden oluşacağı yani sosyal çevremiz de şekillenmeye başlar. ... ..
Adımlarımız bizi istediğimiz yere götürüyor mu?
-Niyetimiz amelimizle aynı kulvarda mı? Şu anki yaptıklarımızı yapmaya devam ettiğimizde, bunlar davranışa dönüşerek pekişiyor ve onu yapmak giderek bize daha kolay geliyor. Bu pekişenler, bizim sonuç olarak inşa etmek istediğimiz hedef binasının tuğlalarını mı oluşturuyor?
-Biz aynı davranışlarımızı sürdürdükçe, bunlar imaj oluyor, inanç oluyor, etki ve katkı oluyor; böylece öğreniyoruz. Bunlar bizi, varmak istediğimiz adrese götürecek doğru adımlar mı?
Attığımız her adım, bizi bir noktaya yaklaştırıyorken diğer taraftan da uzaklaştırıyor. Yaklaştığımız taraf, olmak istediğimiz taraf mı yoksa kaçmak istediğimiz taraf mı? ... ..
-Normallerimiz belli mi? Bunlar neyin kimin normali? Normal tanımıızı yaparken hangi kıstasları ölçü aldık? Normali zihnimizde doğru bir ölçüye göre tanımlamadan anormali fark etme şansımız olmadığını biliyor muyuz? ... .. Peygambe Efendimiz (sav); “Mesul olduğu şeyle ilgili bilgilenmesi kişiye farzdır.” buyuruyor. ... ..
-Kul olarak hepimiz, eksikli olma ve yanlış yapabilme ihtimaliyle dünyaya önderiliyoruz.. Bu bizim fıtratımızın bir parçası ama bizler niyet olarak temiz olmaya ve temiz kalmaya dualarımızda ne kadar yer veriyoruz? ... ..
-Dünya yolculuğunun her adımı, bizi ebedî hayata yaklaştırıyorken, bir daha geri dönüşün asla olmayacağının bilinciyle, pişmanlıkları en aza indirecek şekilde davranıyor muyuz? ...  ..
-Sahi hayatımızda yanlış olan şeyler varsa onları ne zaman düzeeltmeyi düşünüyoruz? Mezarda bu gayretlere ihtiyaç olmayacak çünkü...

-Hayatımıza bir bakalım.... Acaba gittiğimiz yön ve attığımız adımlar, bizi istediğimiz yere götürüyor mu? ... ..
Yaklaştırana yaklaşmanın teori ve pratiği
-... .. Kendimize değişim için zaman tanımalyız. Başarabileceğimize hep inanarak ümitvar olmalı ve ilkelerimiz doğrultusunda esnek davranmalıyız. Başarısızlık halinde gerekirse metot ve usulde  değişiklik yaparak tekrar denemeli ve asla pes etmemeliyiz, minik başarıları önemsemeliyiz. ... ..
-... .. Bazen insanın fikri ve bedeni yönden durağan bir devreye girdiği olur. Bu durumlarda panik yapmamalıyız. Kendimizi kimi dönemlerde günün akışına bırakalım, zorlamayalım. Kimi zaman bir adım geri atmak, enerji toplama pozisyonudur. Koşuya eskisinden daha hızlı bir şekilde devam edebilmek için bedensel ve psikolojik yönden biraz dinlenmeye ihtiyacımız var demektir. ... ..
-Terk ettiğimiz alışkanlık, söz ve tavırlarımızı konuşmaya devam etmeyelim. Ya da tasvip etmediğimiz yaşantı biçimlerini sürekli gündemimizde canlı tutmayalım. Sözler, zamanla fiile geçişin habercisidir.
-Bize düşen şeylerden birisi, de bizi istediğimiz sonuçlara ulaştıracak anlayış ve davranış değişikliği için yoğun bir dua seansı uygulamamızdır.
-Niyet ederek sadaka vermek ... ..
--... .. Hayata kuş bakışı bakmak, bütünü gözden kaçırmamak ve erdemli bir hayatın zirvesini adımlamak, hayatın her santiminde mutluluk depolamak demektir.

-Rabbim cümlemize, kendisinden uzaklaştıranlardan azaklaşmaya, yakınlaştıranlara yaklaşmayı nasip etsin. ... .. 
Yol Bilinse Bilmeyenin Yolu Neresi
-... .. iş tutuş yöntemleri, giderek bizim yaşama biçimimiz haline gelir. Yeniliğe açık olan ve kendisini tazeleyen insanlar, statik (durağan) yapıdan çıkıp sürekli gelişimin takipçisi olurlar. Bu, esnek bir yapı anlamına gelir, yani tıkandığı noktada karşısındakinden atılım beklemek yerine kendisi hemen farklı bir çözüme yönelir. Yıllar sonra birde bakmışız ki hangi yoldan ilerliyorsak onun sonuçlarını devşirmişiz. Kendini, gördüğü yöntemlerle sınırlayan, sürekli şartları ya da muhatabını suçlayan ve karşısındakinden çözüm bekleyen insanların devşirdiği sonuçlar hiç de iç açıcı değildir. İnsanı tanımadan, daha iyinin  arayışı içinde olmadan yaşanılan süreçlerde, bir tebessümle ve tatlı sözle halldebileceğimiz sıkıntılar, dağ bir sorun yumağı olarak karşımıza çıkar. İşte o zaman, pirincin içinden taşları ayıklamak yerine taşların içinden pirinci ayıklamak zorunda kalırız.
-İnsan, her hali ve her davranışı ile bir mesaj verir. Bu mesaj olumluya da olumsuzdur. Yol yordam bilenler, insanı önemseyenler, zor da olsa doğruyu seçerek gerçek zorlukları kolaya çevirirler. onlarla hayat kolaydır ve sıkıntılar kolaylıkla aşılabilir. Doğru yöntemi seçenler, ilk önce kendilerini ödüllendirmiş olurlar. Çünkü her doğru davranış zihinsel ve davranışsal olarak bizi daha iyiye ve ileriye taşır, iyi örnek olmamızı sağlar. Bu da iyi alışkanlıklar edinmek, sevap kazanmak, erdemli bir hayata talip olmak ve bireysel kaliteyle toplumsal kalitenin yükseltilmesine ciddi katkı anlamına gelir.

-İnsanlara kolayı da zoru da seçtiren, bilgi birikimleridir. Bilgimiz neyse biz oyuz. ... ..
Herkes istediği durakta iniyor
-İnsanın fikri neyse zikri de odur. Kalbimizde olanlar dilimize gelir. Bizi biz yapan, bizi şekillendiren, karar almamızda etkili olan, bize rengini veren, düşüncelerimizdir. ... ..
-Sürekli yaptıklarımız, giderek inandıklarımız haline gelir...

-Derler ya; “Kırk gün ne söylersen , o olur. İstediklerimiz sürekli ifade edildiklerinde dua yerine geçerler. Ayrıca, beyin o mesajı algılayarak uygulamaya müsait bir psikolojinin oluşmasını sağlar. Sürekli gündemde tutmak, o fikre ve düşünceye uygun bir yaşayışa doğru insanları yöneltir; böylece gönlümüzdeki dilimize, dilimizdeki halimize yansır.
Büyük başlangıçların adımları küçük olur
-Hemen her şeyin başlangıcı küçüktür. ... .. Sabretmenin gerekliliğine olan inanç, çabuk elde etmenin dayanılmaz çekiciliğine üstün geldiği zaman...
-... .. Fırına pişmesi için yerleştirdiğimiz yiyecekler fırının yavaş ısınmasıyla içini çeke çeke pişer. Aniden ısınırsa yiyeceğin altı üstü çabucak pişer; daha doğrusu haşlanır, içi çiğ kalır. Ya da içi pişsin diye biraz daha bekletirsek bu sefer de yanar ve bu haliyle kimsenin işine yaramaz. ... ..
-Tane tane, döne döne inen ve sanatkârı tarafından tek tek işlenmiş zarif kar taneleri, ilk yağmaya başladığında minik minik iken zamanla birikir, etrafı kaplar. Kar yağışının devam etmesi halinde ise tabakalar oluşur. İnişi de birikmesi de yavaştır ve belli bir zaman dilimi içinde olur. ... ..
-Bilmeliiyiz ki başlangıçları önemsemeyenler, büyük başarıları elde edemez ya da elde tutamazlar. ... ..
-... .. bir bebek .... .. yavaş yavaş büyümeye ve gelişmeye başlar. Bir yaş civarında, önceden antramanlarını yaptığı ayağa kalkmayı başarmaya ve öpülesi minik elleriyle tutunarak adım atmaya çalışır. Başardığı minik adımları, yeryüzündeki “Evet bakın başarıyorum.” diyen mutlu gülücüklere dönüşür. Bir iki derken bu minik adımlar önce sağlamlaşır, sonra hızlanır ve giderek büyür. Atılan adımın başarılması, güven temelini pekiştirir ve yeni bir adım için enerji verir, gidierek ivme kazandırır.
-Bebek adımları niçin küçük olur? Çünkü o daha hayatın minik başlangıcını yaşıyor; kendisi küçük, bu yüzden adımları da küçük. ... .. Tecrübe güneşi henüz büüyümemiş ve gelişmemiş. Onun için adımları kendisi gibi küçük. Büyümesine paralel olarak ayakları da büyüyecek, adımları da.

-Bebek adımları benzetmesi psikolojide de kullanılır. Psikoterapi olan, tedavi gören ya da yönlendirilen insanlara; sıkıntıları aşmanın, başarmanın yavaş yavaş ve zamanla olacağını ve minik minik uygulamaları başardıktan sonra daha büyüklerine ulaşılabileceğini ifade etmek için kullanılır. Adeta, “Bir minik adım at, gülümse, çünkü başardın; devamın da getirebilirsin, haydi bebek adımları gibi, attığın adım çok önemli, başardın.” denmek istenir. ... ..
-... .. Minik adımlarla kazanılan başarılar gerçek başarıdır ve çok önemlidir.  istikrarlı minik adımlar olmasaydı, bugün yükseklerde görünen hiç bir insan başarılı, sonuçlar da büyük olmazdı. ... ..
-Bir işe başlarken ilk adımı atmanın zorluğu ve işin hacmi, pek çoklarını korkutur ve caydırır. Bu tip insanlar, başarısızlık korkusuyla denemekten uzak durmuş ya da başarısızlık sonucunda düştükleri yerden ayağa kalkamamışlar içinden çıkar. İnsanlar daha çocukken denemenin önemi konusunda bilinçlendirilmelidir.
-Başaran insanlar, yenilgi tecrübelerini üst üste koyarak onu basamak gibi kullanır ve her yenilgiyi bir avantaj sayarlar; yılmadan yollarına devam ederler. Yenilginin panzehiri zimdir. Azim her zorluğu aşan bir iksirdir.
Bebek Adımları Niçin Küçük Olur?
-... .. Her davranış ve yaklaşım adeta taş taş, tuğla tuğla bina yapar gibi, çocuğun kimlik ve kişilik dokusunu örer. Varlığını fark bile edemediğimiz  nice etki, bir boşluğu doldurarak kişiliğin şekillenmesine katkıda bulunur.
-Bu oluş sürecinde bizler iyi olanlara vurgu yaparak (övme, takdir, ödül gibi) pekişitrmeye çalışmalıyız. Yanlış duygu  ve davranışları da fark edip  alternatif sunarak yönlendirme, izah etme ve ... .. gerekirse bilinçli engelleme gayretiiçinde olmalıyız. Böylece büyümeye giden yolda kontrolü sağlamış oluruz. ... ..
-Eğer iyilik ve güzellikleri daha ufaklıktan itibaren desteklersek bu tavırlar giderek büyüyüp kök salan çınarlar gibi güçlenirler. Unutmayalım ki yanlışlar, daha çabuk kök salmaya müsaittir. ... ..
Bırakırsak Düşer
-... .. Vicdanımızın sesini köreltmeyelim; kendimizi namaz, Kur’an, doğru bilgi ve doğru modellerle şarj edelim.
-Bırakmamız gerekenleri, yani aslında hiç tutmamamız gerekenleri bırakalım gitsin. Kötü alışkanlıklar, yanlış dostluklar, yanlış bir işte çalışmak, harama götüren yerde ve işleyişte bulunmak, yani ayağımıza taş bağlı olduğu halde yürümek gibi bize eziyet veren uygulamaları bırakalım...
-... .. Gelin hayatımızın dökümünü çıkaralım. ... ..
Hız Arttıkça Viraj Kabiliyeti Azalır
-... .. Trafikte aşırı hızdan dolayı yaşanan bütün olumsuzlukların birebir karşılığı, insan ilişkilerinde de görülür. ... .. Gönüller kırılır, yuvalar yıkılır, güllük gülistanlık mekânlar harabeye döner. ... ..
 rengini sözler verir. Duygular sözleri, sözler davranışları etkiler. Kültürümüz, dinlemeyi, değerlendirmeyi ve düşünerek konuşmayı çok önmesemiş. “İki dinle bir konuş.” “Boğaz dokuz boğum” gibi sözler, her söylenenin ... .. ölçülüp biçilerek sarfedilmesi gereğini vurgular. ... ..
-“Ağızdan çıkan söz yaydan çıkmış ok gibidir, gitti gider.”  sözü de bizi tedbirliolmaya davet ediyor. ... ..
-“El yarası geçer de diş yarası geçmez.” ... ..
Üzüm Yemek Ya da Zevk ve Estetik
-... .. Estetik, yapacağı işleri ve takındığı erdemi insan tavrı sonucunda hoşa giden ve beğenilen zevk ve uyumun, ... ..
-Zevk ve estetik ışıltılarını ruhunda toplayanlar, ... ..
-... .. İşte bu duyarlı ölçülere sahip olanlar, kendisine duyduğu saygıdan dolayı, üzümü dahi gelişigüzel yemez, onun yapısına uygun biçimde yer, düzgün bırakır. ... ..
-... .. Denizlere poşet, plastik, piknik atıkları vb. ... .. İnsana duyulan saygı, eşyaya ve tabiata saygıyı da beraberinde getirir. Çöpleri yerleştirdiği çöp kovası bile tertemizdir. ... .. Lavaboda sabun kullanılınca temiz ve susuz bir şekilde bırakılır. ... ..
Çantamda Gözlük, Telefon, Cüzdan Varsa Tamam; Ya Zihnimde?
-... .. Zihnimin olmazsa olmazları... ..  Bunları küçük bir kartona yazıp hep çantamda taşıyacağım inşallah ve ayrıca, çocuklarım ve eşim için de birer tane hazırlayıp pvc ile kaplatıp ellerine vereceğim.
BESMELE: (Ya Rabbim senin dınla başlıyorum, senin adınla adım atıyorum.)
DUA: (Doğruyu görmeyi doğru anlamayı doğru konuşmayı ve doğru davranarak razı olacağın şekilde yaşamamı nasip et.)
İYİ NİYET-HÜSNÜ ZAN: (Ben herkese ve her şeye karşı iyi niyetli ve güzel bir zan içinde olacağım.)
TAKDİR: (Gördüğüm her şeyi iyi takdir edip sahibine teşekkür edeceğim.)
ÖRNEK DAVRANIŞ: (Kim ne yaparsa yapsın ben insanca ve saygılı davranacağım.)
SALAVAT: (Dilim hep Resulûllah’ı ansın ki zihnim yanlış şeylerle meşgul olmasın ve salavat getirmenin manevi kazancını yaşayayım.)

            Ya Rabbim, sen bizi bizden daha daha iyi iyi bilirsin, senin şanına yakışan örnek bir kul olmak istiyoruz. Niyetlerimizi hayırlı, sonuçlarını başarılı eyle. Cümlemize daha iyisini yapmayı nasip et ve güzellikleri üretmede daim ve kaim eyle, ey kullarının ihtiyaçlarını en iyi bilen ve cevap veren güzel Allah’ım.
Yoksa Bıçağınız Görmüyor mu?
-... ..Bizleri körelten her sıkıntının elbette bir çözümü vardır. Eğer hızımızı kesip çözüm aramazsak kaza yapmamız ve belki de bunu çok pahalıya ödememiz işten bile değildir. Allah korusun.
-Hayattaysak ve aklımız-sağlığımız yerindeyse her körelmenin bir de bilenmesi, yeniden sağlıklı biçimde işlemesi vardır. Bunu başarabilmek için;
-Önce davranışve anlayış değişikliğinine istek duyalım. Yanlışlarımızı gidermeye niyet edelim.
-Körelmeye sebebiyet veren halimizi objektif bişr yaklaşımla tespit ve teşhis edelim; bunun için gerekirse yardım ve destek alalım.
-Doğru uygulamanın ne olduğuna karar verelim.
-Doğruları hayata uygulamak için bir plânlama yapalım.
Pes etmeden sonuna kadar bu doğrularla yaşamaya niyet ve gayret edelim.
İnsanı En Çok Savuran Şey, Yanlış Yapması Değil Doğruyu Aramamasıdır
-... .. İnsanın yaradılış gereği yanlış yapma ihtimali vardır. “Hedefe ulaşmak için her şey mubahtır.” anlayışındakiler için ... .. ne gerekiyorsa yapılır. Bu arada birilerinin haksızlığa uğramış olması, üzülmesi ve mağduriyeti, bunun dinî ve ahlakî ilkelere uygunluğu gibi durumlar pek de önemli değildir; ... ..
-İnsan isterse, en haksız durumdayken bile, sözleri ustalıkla kullanarak herkesi haklılığana inandırabilir, bunun için yemen eder, ağlar ... ..   savunduğu doğrularyaşama biçimi haline geldikçe, yaklaştığı taraf aynı zamanda sığındığı taraf olur.
-Yanlışı yapmak çok kolaydır, ve insan yanlışa çok kolay alışır. Bunun zorluğu ise sonra yaşanır. Yanlışa düşmek için eğitim almak, danışmak, düşünmek gerekmez. ... .. Sonucu hesap etmek gerekmez, vicdan azabı diye bir şeyle uğraşmak gerekmez, özür dilemeye de gerek yoktur. ... ..

-Oysa doğrular sadece aramakla bulunur, ... .. İnsan, insan olması gereği hata, yanlış ve günah işleme eğilimindedir. Peygamber ve melek olmanın dışında, bunlardan kaçınmak zordur. Ne var ki insanı yüceltecek olan yanlış yapılmasında değil, ayette de buyurulduğu gibi, yanlışından sonra tevbe edip daha iyi olmaya çalışmaktır. ... .. “Allah’ım, doğru düşünmemi, doğru anlamamı, doğru konuşmamı ve doğru yaşamamı nasip et. Beni doğru insanlara yakın kıl ve beni de o doğru insanlardan eyle!” ... .. 
Yoksa Bıçağınız Görmüyor mu?
-... ..Bizleri körelten her sıkıntının elbette bir çözümü vardır. Eğer hızımızı kesip çözüm aramazsak kaza yapmamız ve belki de bunu çok pahalıya ödememiz işten bile değildir. Allah korusun.
-Hayattaysak ve aklımız-sağlığımız yerindeyse her körelmenin bir de bilenmesi, yeniden sağlıklı biçimde işlemesi vardır. Bunu başarabilmek için;
-Önce davranışve anlayış değişikliğinine istek duyalım. Yanlışlarımızı gidermeye niyet edelim.
-Körelmeye sebebiyet veren halimizi objektif bir yaklaşımla tespit ve teşhis edelim; bunun için gerekirse yardım ve destek alalım.
-Doğru uygulamanın ne olduğuna karar verelim.
-Doğruları hayata uygulamak için bir plânlama yapalım.
Pes etmeden sonuna kadar bu doğrularla yaşamaya niyet ve gayret edelim.
İnsanı En Çok Savuran Şey, Yanlış Yapması Değil Doğruyu Aramamasıdır
-... .. İnsanın yaradılış gereği yanlış yapma ihtimali vardır. “Hedefe ulaşmak için her şey mubahtır.” anlayışındakiler için ... .. ne gerekiyorsa yapılır. Bu arada birilerinin haksızlığa uğramış olması, üzülmesi ve mağduriyeti, bunun dinî ve ahlakî ilkelere uygunluğu gibi durumlar pek de önemli değildir; ... ..
-İnsan isterse, en haksız durumdayken bile, sözleri ustalıkla kullanarak herkesi haklılığana inandırabilir, bunun için yemen eder, ağlar ... ..   savunduğu doğrularyaşama biçimi haline geldikçe, yaklaştığı taraf aynı zamanda sığındığı taraf olur.
-Yanlışı yapmak çok kolaydır, ve insan yanlışa çok kolay alışır. Bunun zorluğu ise sonra yaşanır. Yanlışa düşmek için eğitim almak, danışmak, düşünmek gerekmez. ... .. Sonucu hesap etmek gerekmez, vicdan azabı diye bir şeyle uğraşmak gerekmez, özür dilemeye de gerek yoktur. ... ..

-Oysa doğrular sadece aramakla bulunur, ... .. İnsan, insan olması gereği hata, yanlış ve günah işleme eğilimindedir. Peygamber ve melek olmanın dışında, bunlardan kaçınmak zordur. Ne var ki insanı yüceltecek olan yanlış yapılmasında değil, ayette de buyurulduğu gibi, yanlışından sonra tevbe edip daha iyi olmaya çalışmaktır. ... .. “Allah’ım, doğru düşünmemi, doğru anlamamı, doğru konuşmamı ve doğru yaşamamı nasip et. Beni doğru insanlara yakın kıl ve beni de o doğru insanlardan eyle!” ... .. 
Zararlı Olanı Biriktirmek, Patlamayı Hızlandırmaktır.
-... .. Üzüntü ve gerginlik nsan psikolojisini bozar ve gönülde boşluk oluşur. ... .. Vücuda olumsuz etki eden zararlı maddeler gibi, olumsuz duygular da tahrip gücü yüksek enerji taşı.  ... ..
-Davranışlara yansıyan bu değişiklik, muhataplarını da tahrip etmeye başlar ve sonuç olarak etki-tepki mekanizması, ... .. bünyede onulmaz yaralar açar, frekansları karıştırır. Ne yazık ki bu karışıklık insanı bazen depresyona götüren bir anafora doğru sürükleyebilir.
-İnsanlar birbirlerinin üzüntülerine kayıtsız kalırsa, sıkıntılar paylaşılarak üzüntülerin kaynağı yok edilmezse, herkes önce kendisini düzelterek işe başlamazsa ve Allah’ın güzel kullarına tanıdığı hakları, kendi istediği şekilde kısıtlayarak ya da iptal ederek kendisi için öngördüğü sınırları çizmeye kalkarsa, bu durum patlamanın habercisidir. ... ..

-... .. Bütün bu yanlış gidişin , insanın hak etmediği ağır bir faturası vardır; “mutsuzluk.” Oysa mutluluk insanlığın güneşi gibidir. Mutluluk; ciddi gayret ve mücadelelerle kurulmuş bir yaşama biçiminin semeresidir. .... ..
Çoşku, Hayata Karşı Bir Borçtur
-... .. İnsanın severek yaptığı her şey kendisini besler. Yeni aldığı bir kitabı okuyup bitirmek, bunu eşi ve arkadaşlarıyla paylaşmak, yeni bir giysi denemek, eşi, çocukları ve arkadaşları için süslenmek, kendisine pasta yaptığında arkadaşlarını da çağırıp birlikte yemek, kendine bir dondurma ikram etmek, bir demet çiçek almak, eşine sürprizler yapıp onu ne kadar çok sevdiğini söylemek, ... .. denizin yumuşacık kumlarında yalınayak yürümek, yağmurda ıslanmak için şemsiyesiz sokağa çıkmak...
-... .. Tüm bu hayatı veren aktivitelerin yanı sıra dua ve Allah’la iritibata geçmek için fırsat bilmek, yaşadığımızın ve yaratıldığımızın hakkını en iyi şekilde  verebilmek için uygun bir anlayış ve yaşayışı tercih edebilmek de bir mutluluk kaynağıdır. Kul olmanın idrakine varabilmektir. Hayatın küçük unsurlarıyla bu bilinç düzeyi harmanlandığında anlamlı bir hayat çoşkjusu doğar. ... ..
Doğru Olmak Doğru Durmakla Mümkündür
Her Gördüğümüz, Gerçekten Görmemiz Gereken midir?
-... ..Evde aile, hem de hiç durmadan yanlışını eksiğini gösterip “yapamadın, beceremedin” mesajı verilerek, sürekliş eleştirilip aşağıladığı ve kimi zaman da alay ettiği çocuğuna , yıkan-bozan eleştiri biçimini miras olarak bıraktığının farkında değildir. ... ..
-... .. Evet, hayatımızda hepimizin eksiği, yanlışı, hatası var ve olmaya da devam edecek. ... .. Aslolan, daha iyi olmaya çalışmak ... .. “Sen zaten daha iyisini yapamazsın ki...” mesajını vermek değil, “Evet doğru, şöyle şöyle olmuş fakat şuna şuna dikkat edilirse daha iyi sonuç alırsın, sen bunu yapabilirsin. Çünkü ...” ... ..
Anlaşılır Olma Sanatı
Fazla Etki İz Bırakır
-... .. “Fazla etki iz bırakır.” kuralı, hayatımızın pek çok alanında geçerlidir. Bizi çok mutlu eden ya da çok üzen bir olayı asla unutamayız çünkü üzerimizde etki yepmış ve iz bırakmıştır. Genelde olumlu giden ilişkilerde, arada sırada yaşanan ufak tefek olumsuzluklar tahribat yapmaz, iz bırakmaz. Bu, insanların psikolojik mukavemetlerine iyi gidişin hakim olmasından dolayı böyledir. Bir farkla ki yapılan ciddi hata boyutlarda ise o zaman daha önce yapılmamış olması zararı engellemez. Çocuğun ya da yetişkinin psikolojisi ve mukavemet derecesi ne olursa olsun, yanlış tesir gücü yüksekse büyük tahribat yapabilir.
-... .. İnsanlar; fark edilip takdir edilen davranışları tekrarlama eğlimindedirler. Çünkü sosyal onay, motivasyonu yükselterek şahsın kendisine duyduğu güveni artırır. Çevremizdeki insanlar olumlu ve güzel davranışları başkalarından takdir görmek için bile yapsalar, zamanla bunu yapmak onlarda alışkanlık haline gelir ve giderek inanarak yapılan bir boyut kazanabilir. Onun için iyiliklere, güzelliklere, doğrulara ayarlı ve duyarlı olmalı, aynı zamanda bu özellikleri gördüğümüz insanlara takdir hislerimizi ifade etmeliyiz.

-... .. Vurgu uğradığı yeri pekiştirir. Tekrar etmek ise hatırda kalmayı sağlar. Yanlışı tekrar edip durmak ve başa kakmak, eğitim değeri olan bir yaklaşım değildir. Maksat, suçluluk hissettirmeden yanlışı göstermek ve bir daha yapılmamasını sağlamaya çalışmaksa izlenecek yol, yanlışa değil yapılması gerekene ve çözüme odaklanmaktır. Ona olan sevgimizi ve kendi kişisel değerini vurgulayarak yapılan yanlışın beraberce telafisine çalışmak, en makul yaklaşım tarzıdır. Tahrip edici eleştirilerimiz, o şahsı gönül plânında kaybetmemize sebep olabilir. ... ..
Yanında Durduğun Şey Rengini Etkiler
-İnsanlar, hayırdan, iyilikten ve doğruluktan mutlu olacak vasıfta yaratılmışlardır. Aynı zamanda yanlışa meyilli bir fıtratları da vardır. Bizm hamurumuz hangi suyla yoğrulduysa, kişilik binamız hangi malzemelerle örüldüyse  biz de ona göre davranır ve kendimize benzeyenleri daha çok tercih ederiz.
-Çocuk daha doğmadan önce, onunla ilgili taşıdığımız anlayışımızdan tutun da ona göstereceğimiz güler yüze kadar bizden nasıl bir karşılık almışsa kişilik yapısının tuğlaları da bunlarla oluşur. Özellikle de bizde (ailede) gördüğü yaşama biçimi benlik özellikleriyle birleşerek çocuğun özel yapısını oluşturur.
Biz kimlerle oturup kalkıyoruz?
Kimlere yakın kimlere uzağız?
Olaylara ne şekilde tepki veriyoruz?
-Bunların hepsi, çocuğun yeni oluşan yapısında kullanacağı kendine has tarzın malzemeleri hükmündedir. Çocuk, oluşan bu temel üzerinde yükselerek toplumla muhatap olmaya başlar, desteklenen davranışları gelişir, beğenilen biri olmaya gayret eder.  Kendi gözünde de değer yargıları oluşur; bu iyi bu kötü demeye başlar. İyi gördüklerine yaklaşmak ister ve onlarla bulunmayı tercih eder. ... ..

-Çocuk ilk dersini aileden alır. BU devredeki çocuğun gözünde her şeyin en iyisini ailesi bilir. Özellikle de 0-6 yaşta öğrenme görmeye dayalı olduğundan bizim aile içöinde onun gözü önünde yaptıklarımız, yaşadıklarımız çocuğun da temel hayat bilgisini oluşturur. Elimizdeki bilgi fırçasıyla kişilik tuvalinde oluşturduğumuz renkler, fırçası elinde bekleyen çocuğumuza, “Sen de böyle yapabilirsin.” mesajı vermektedir. ... ..
Ben Haklıyım
-... .. Ortada bir ilişki varsa, bu ilişkinin en az iki muhatabı varsa, olumlu da olsa olumsuz da olsa bu duruma gelinmesinde iki tarafın da dahli vardır. Hiçbir zaman birisi tamamen haksız ya da tamamen haksız değildir; yalnızca haklılık veya haksızlığın oranı farklıdır, ... .. Bu duruma göre, “Ben haklıyım!” diyerek elinden geleni ardına koymayanlarımıza şu soruların sorulması gerekir:
            “Haklıyım” inancı, hakikati aradığımız için mi oluştu?
            Bilen birilerine danıştık, araştırdık, soruşturduk da haklılılığımıza öyle mi karar verdik?
            Bu inanç, “Benim de yanlışım, hatam olabilir.” denmesini niçin engelliyor?
            ... ..
            Haklı olmak, başkalarının haksız olduğu anlamına mı gelir?
... ..
... .. “Sen de haklısın...” demek dine ve ahlâka ters değilse, niçin onun tarafına geçerek sıkıntıyı ve gerginliği bitir miyoruz? ... ..
Amacımız her halükârda haklılığımızda inat etmek mi yoksa ortamı düzeltmek mi?
Ortamı iyice gerdikten ve zedeledikten sonra haklılığın ne anlamı kalır?
... ..
Kimi zaman da usulen “Elbette benim de hatalarım vardır.” ya da “Evet onun da heklı yönleri var tabi ki.” deyip de hâlâ bildiğimiz gibi davranırsak, bu kime inandırıcı gelir?
Karşımızdaki şahsı sürekli “Ben haklıyım!” diyerek bunaltmak, onu bizim haksız yönlerimizi bulmaya ve adeta kendini haklı çıkartacak malzeme aramaya sevk etmez mi? Ve bu, giderek birbirimizin hata ve yanlış adına neyimiz var neyimiz yok ortaya çıkarmak anlamına gelmez mi? Bu yaklaşım kimin işine yarar?
Ben haklıyım diye ortalığı tarumar etmek, halı olmaya yakışan bir durum mu?
Haklılık kimi zaman onda kimi zamanda sen de olabilir. Kişiler arası ilişkilerde ve aile atmosferini korumak adına haklılık iddiasını bir tarafa bırakarak ilişkiyi zedelememek için ortamı gerginlikten kurtarmak adına, “Bu durumun düzelmesi için ne yapabilirm?” diye sormak ve eelinden geleni yapmak daha akılıca değil mi?
... ..
Haklı olmak, başkalarının yanlış davranmasına zemin hazırlayacak bir etkilenmeye zemin hazırlayacak bir etkilenmeye sebep olursa bu haklılığın ne kıymeti kalır?
... ..
En güzel haklılık; haklılığını, sulh ve salâh için kullanarak gönüllere ve akıllara şifa olacak mutevazı bir yaklaşım biçimi,ne ve sevecen bir kuşatıcılığa dönüştürebilmeyi başarabilmektir.  Kişiler arası iletişimde haklı olalım fakat haksız çıkarma mücadelesi içinde olmayalım. Gönlümüzü genişletmesi ve lisanımızı düzeltmesi için Yaradan’ımıza el açıp gayret yelkenlerini şişirerek rahmet deryasında seyredelim inşallah. ... ..
Gayret bizden, takdir Allah’tandır.


... ..
Bardak Dolmadan Taşmaz
-... .. “Başarının sırrı, uğraşılan konuya hakim olmaktır.” der Benjamin Disraeli. ... ..
-... .. “Çocuğuma vurmama gerektiğini biliyorum fakat kendimi engelleyemiyorum.”, ... .. Bir insan bir şeyi yaptığında eğer gerçekten rahatsız oluyorsa, kendini böyle davrandıran sebeplerden tutun da başka hangi alternatiflerin olabileceğine, hatta psikolojik danışmanlık almaya varıncaya kadar bir dizi tedbir gündeme gelir ve bu durumdaki inan çare arar, çünkü rahatsızdır. ... .. Yok eğer sadece şikâyet ediyor ve sadece bununla yetiniyorsa, bu durumdan kurtulmaya fazlaca da ihtiyacı ve dolayısı ile de gayreti yok demektir. ... ..
-... .. çözüm aramayanlar, kendisine ve ilişki içinde olduklarına bu durumun ne kadar zarar verdiğinin ve bu durum ortadan kalkarsa ne kadar fayda göreceğinin farkında değildir.
-Sevmek; sevdiğinin neye ihtiyacı olduğunu öğrenmek ve onu karşılamaya çalışmakla başlar.
-Seven... .. Sevdiğini söylemek sünnet, bir insanınmutlu olmasına katkıda bulunmak ibadettir.
-Sevgi sadece yürekte duracaksa, yapması gereken iyi şeylere vesile olmadığı gibi yanlışları da engellemiyorsa, o şahıs sevgiyi tanımıyor ve varolanın sevgi olduğunu zannediyordur.
-Çünkü bir şeyin varlığı,kendini ele veren belirtilerle anlaşılır.
-Hiç belirti vermiyorsa ya yok demektir ya da sesi çıkmayacak derecede zayıf demektir. Bu kadar zayıflık da bir süre sonra hiç yokmuş gibi algılanmaya sebep olur. Beslenmeyen her şeyin giderek zayıflayıp kaybolması gibi...
-... ..İyi şeyler üretmek ve iyi şeylere vesile olmak; onları oluşturacak sebepleri hazırlamakla ve eyleme geçirmekle mümkün olur. ... ..
Takılınca Çekmeyin
-... .. Günübirlik ilişkilerde, bazen çocuğumuz, bazen karşımızdaki yetişkin, bazen de kendimiz farklı konulara takılabiliriz. Bazen her iki tarafın da takıldığı olur ki bu daha da tehlikelidir. 
-Çünkü birisi takıntısından vazgeçmezse, ipler kopabilir.
-Buradaki tehlike, iki tarafın da ipleri kendinden yana geriyor olmasıdır.
-Tek taraflı olduğunda kişi, karşısındakinin takıldığını görebilir, ipi gevşetebilir ve çözme girişiminde bulunabilir.
-Fakat iki tarafın da takılması halinde, herkes kendi haklılığını savunmaya kilitlendiği için karşısındakinin durumuna objektif bakma şansı genellikle olmaz. Duygular öfke denizinin dalgalarıyla boğuşuyordur artık... 
-Duygu değişmeden davranış değişikliği çoğunlukla olmadığı için takılma daha uzun sürer ve tahribat da hem daha çok hem de daha derin olur.
-Her şeyi kafasına takmak ve hiç olmayacak şeyleri abartarak sıkıntı oluşturma yaklaşımı, muhatabına sıkıntı yaşattığı gibi kişinin kendisine de çok zarar verir.
-Önü alınmayan bu takıntılar zamanla “obsesif kompülsif” denilen bir çeşit rakatsızlığa dönüşebilir. Şahsın psikolojik dengelerini zamanla tehdit etmeye başlar.
-... ..
--Oysa insan, kendini muhatabı ile aynı safta görse karşı safta duruşun hep saldırı, eziyet ve sıkıntı veren pozisyonu tetiklediğini bir bilebilse! Hayatı paylaştığı eşinin; el ele ahirete yürüdüğü yoldaşı, dava arkadaşı, dahası kendi yarısı, yani canı olduğunu bir kavrayabilse!
-O insanın yanlışları, eksikleri olsa bile onu değrli kılacak pek çok özelliği olduğunu,  görmek için bakmadığından fark edemediğini bir anlasa...
-O zaman, yanındaki değerli yol arkadaşını kırıp üzmenin, yıpratmanın aynı zamanda kendi gücünü, enerjisini yok etmek anlamına geldiğini, bu durumdan kendinin de yara aldığını kavrayacak.
-Ve dahası, birbirlerine verdikleri her acı, üzüntü ve sıkıntı ile yuvalarına darbe vurduklarını, bu darbenin de herseferinde evin temelinde ve giderek duvarlarında çatlaklar, parçalanmalar oluşturduğunu görecekler.
-Sonra bu açıklardan gelen soğuklarla üşüyeceklerini, yıkılan bu duvarlarla evin ev olmaktan çıkıp harabeye döneceğini fark edecekler. Bunu erken fark edemeyenler, yuvaları yıkıldıktan sonra ne kadar tehlikeli ve yanlış bir yönde ayak dirediklerini görüp bin pişman olacaklar, fakat işi işten geçmiş olacak. ... ..
-... .. Peki takılıp kalmamak için neler yapmalıyız? İbremizi; saptırmaya ve aksi yönü göstermeye değil; doğru yöne, sevmeye, saymaya ve korumaya yöneltmeliyiz.
-Haklı olduğumuzda dahi eleştiriyi sadece muhatabımızın davranışına yöneltmeliyiz, kişiliğine değil...
-Kimsenin kişiliğine saldırmaya, onu rencide etmeye,küçümsemeye ve frekanslarını karıştuırmaya hakkımız yok. “Sen iyi bir insansın, seni seviyorum; fakat bu davranışın beni şu şu yönlerden üzüyor (bu tür davranışa maruz kalmak beni üzüyor). Sen öyle davrandığında ben kendimi şöyle hissediyorum ve çok üzülüyorum.” ya da “... ..” gibi ifadelerle eleştirdiğimiz hususları ifadelendirebiliriz. Her insan Allah (c.c.) katında çok değerlidir, eleştirimiz insanın bizzatihi kendine yönelik olmamalı.
-“Ben haklıyım!” diye tutturan eşinize karşı “Hayır! Ben haklıyım!” diye karşılık vermek, sorunu çözmez; hatta büyütür.(Özellikle de yoğun öfke halindeyken.)  “Kavga ortamı yangın gibidir. İçine girerseniz yangın büyür ve her iki taraf da zarar görür. Söndürmek için dışardan müdahale şarttır. Hem, “Fikir yürüterek girilmemiş bir çıkmazdan, fikir yürüterek çıkamazsınız.”
-Öncelikle “ Çok afedersin, seni, üzmek istemezdim. doğru, haklı olabilirsin. Lütfen rahat ol, biraz sakinleşebilirsen iyi olur. Çok özür dilerim.” gibi sözlerle muhatabımızı sakinleştirelim.
-Bazen de bu tamamen susarak gerçekleşebilir.  Fakat biraz zaman geçip iki taraf da sakinleşince kibarca “Biraz vakit ayırabilir misin?” diye sorarak ... .. Kendisinin bu kadar gerginleşmesinden dolayı üzgün olduğumuzu ifade edelim. Tekrar kırıp dökmeden “Meseleyi bir de şu yönüyle ele alabilir miyiz?” diye olayın başka boyutlarına dikkat çekelim.... ..
-Takılan çocuksa, yaş dönemi özelliklerini de göz önünde bulundurarak, onun çocuk olduğunu unutmadan, onun için eğitici de olabilecek yaklaşımlarda bulunmalıyız.
-İnatlaşmayı ve çocuğu zorla sindirmeyi herkes yapabilir. Önemli olan, yerinde ve zamanında doğru davranmayı başarabilmektir. ... .. Çocuğun gönlünü ve kişiliğini zedelemeye ne hacet.
-“Niye ben özür dileyeyim, hep ben mi alttan alacağım, bu sefer de barışma gayretini o başlatsın, bana ne!” mantığı çocukca bir yaklaşımdır. Büyüdüğümüzde göreceğiz ki doğru adımı önce atanlar her zaman önde gitmiş ve iz bırakmışlardır. ... ..
-Birbirimizin inadına gitmek seviye kaybettirir. ... ..
-İnsanla hata yapabilir; biz de yapabiliriz. O halde ilk yapacağımız şey, suçu karşımızdaki insanda aramak değil, önce kendi tutum ve davranışlarımızı sorgulamak ve gözden geçirmektir. ... ..
-Takılan insan savunmaya kilitlenmiştir. ... ..


Düğüm Oluşturmama Sanatı
-... ..  Her türlü karmaşa gibi düğümü oluşturmak da son derece kolaydır; ilgi, bilgi ve özel beceri gerektirmez. Yabancı otlar ve deve dikenleri de biz istemeden ve emek vermeden büyürler. Onlar, bakımsızlık ve ilgisizliğin meyveleridir. ... .. Güzel olmasını istediğimiz her şeye, bilinçli bir ilgi göstermemiz... ..
-Her soruna, “insana has” ve “çözülebilir” diye inanarak bakmak, zorluklarla mücadelede,  insan sabrını, iradesini, tecrübesini ve olgunluğunu artıran fırsatlar olarak yaklaşmak, stratejik düşünenlerin tarzıdır. İnsanı feda etmeden, yaralamadan incitmeden ve koruyarak doğrutercihlere zemin hazırlamak, basiretli insanların işidir. Yanlışı anlayıp terk eden her insanı, gökyüzüne kazandırılmış birer yıldız gibi görmek ve bunun için çalışmak, erdemli olmanın bir göstergesidir. Bunun için sadece görünüşüyle yani fiziğiyle değil, aynı zamanda kimyası ile de insan vasfı taşımanın gerektirdiği bir donanıma ihtiyaç var.
-Kin, haset, hırs, tamah, kıskançlık, dargınlık gibi, insanın gönlünü karartan, yükünü artırarak adımlarını ağırlaştıran negatif fazlalıklar, insanın şu koca dünya denizinde boğulmasına zemin hazırlar.
-Oysa sadece iman, bilgi ve sevgi taşıyarak bir tüy gibi hafif olmak sürekli yüzeyde kalmayı sağlar.... ..


Çiviyi Nereye Çakalım?
-... .. Beyin olumlu komutlarla çalışır ve özellikle de çocuk ve özellikle de çocuk, ne mesaj verirsek onu alır, kaydeder. İnsan zihni dikkat çekilen tarafa yönelir ... .. Bir topluluğun önünde “Masamdaki bardağa bakmayın!” dediğinizde, daha sözünüzü bitirir bitirmez herkesin o nesneye baktığını görürsünüz. “Yapma!” diye bir emir verildiğinde, beyin öncelikle fiili algılar; “Ne yapayım?” diye sorar. Bu sebeple zihnimize, yapmaması gerekenler değil, yapması gerekenleri söylemeliyiz.
-İşte ışığın kırıldığı, suyun yol değiştirdiği, sıkıntıların başladığı nokta burasıdır.
-Biz vurguyu olumsuzluklara yapıyoruz, onlar da kalıcı oluyor. Yani çiviyi yanlışların üzerine çakıyor ve onları sabitliyoruz.
-“Kardeşinin saçını çekme!” dediğimizde “çekme” eylemini yapmaya yönlendiriyoruz.
-Bunun yerine, “Kardeşinin başını okşa, onu sev.” demeliyiz ki beyin “sev” “okşa” eylemlerini işleme alsın.
-“Çöpleri yere atma.” dediğimizde, beyin “Ne yapayım?” diye soruyor. Biz ise cevap vererek yaklaşmalıyız, yani “Çöpleri kutusuna at.” demeliyiz.
-Çocuk yalan söylemişse, hırsızlık yapmışsa “yalancı, hırsız” denmesi, çocuğun bunlara devam etmesine bir anlamda teşvik edici etki yapar. “Ben sana güveniyorum, sen iyi bir çocuksun, bir dahaki sefere daha dikkatli davranacağına inanıyorum ve seni seviyorum.” denmesi, gönlündeki ezikliği tamir eder, güven ve cesaret verir.
-Maalesef bizler, olumlu yaklaşmak bir yana, elimizde büyütecle çocuğunhatalarını devasa boyutlara taşıyoruz, adeta hata avına çıkıyoruz. Eksiklerini sürekli yüzüne vuruyoruz ve hatırlatıyoruz. Mesala, “Çok başarısızsın!” demek yerine, “Düzenli çalışırsan daha başarılı olabilirsin” demeyi tercih etmeliyiz ki çocuk da zihnine “düzen” “çalışma” “başarı” kavramlarını kodlayabilsiz.
-Biz güzel ve olumlu duygu, düşünce ve davranışların oluşması ve yerleşmesini istiyorsak, büyüteçle hata arayacağımıza, büyüteci güzellik ve iyilikleri görmek için kullanmalıyız. İki zayıfı olan bir çocuk mahcup bir ifadeyle karnesini getirdiğinde “Doğru, zayıfın var, fakat şu şu derslerin de iyiymiş, bak. Sen akıllı ve çalışkan bir çocuksun, biraz daha dikkatli çalışırsan daha iyi sonuçlar alabilirsin...” demeliyiz.
-Bu konuda hep aklımızda bulundurmamız gereken bir şey daha var: “Bir duyguyu, düşünce ve davranışı yeniden oluşturmak ya da geliştirmek istiyorsak, güçlü bir istek oluşturmak zorundayız.” İşte bu istekçoğunlukla sağlıklı, yani olumlu yaklaşımlarla elde edilir. Kendisinin şartsız sevildiğini, kendisine değer verildiğini, pek çok şeyi becerebildiğine çevvresindekilerin inandığını bilen yetişkin, özellikle de çocuk, çok daha iyisini yapabilmek için samimi bir istek duyar.
-Aşağılama içeren, kıran, üzen usulsüz uyarı ve tenkitler, değil istek uyandırmak, mevcut isteği de köreltir ve bireyi tam zıddına yönlendirir.
-Öyleyse iki husustan birini seçmemiz gerek:
            Birincisi; çivimizi, yani sözlerimizi, nasıl bir biçimde kullanacağımızdır.
            İkincisi; hangi duygu, düşünce ve davranışı gördüğümüzde vurgu yapacağımızdır.

-Gelin hep birlikte iyi bir yönlendirme ve başarılı bir gidiş için karar verelim ve çiiviiyi doğru noktaya çakalım, vurgunuzu doğru kurgulayalım.

*Hayat Filminden Kurtarıcı Kareler ı  – Saliha Erdim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder