Akşam üzeri,geç vakit, jandarma mülazımı kalemden çıkarken çavuş odaya girdi; selam verip bir kağıt uzattı:
“Merkezi vilayette mütevali(1*) vakalar hudusuna(2*) sebebiyet veren uygunsuz takımından Yanık Emine, kaza dahilinde ikâmet ettirilmek ve ahar(3*) bir mahalle azimetine(4*) muhalefet olunmak üzere izam(5*) edildiğinden icrayı icabı(6*) emrediliyordu. Kaymakam bu tezkerenin arkasına laal(7*) mürekkebi batmış bir kamış kalemle yazdığı havalede “Kasabanın ahlakı ümumiyesini ifsada meydan verilmemek için lazım gelen tedabirin jandarma bölük kumandanlığınca ittihazı(9*) demişti.
Mülazım daha yeni mürekkepten çıkmış , pembe, sarışın
tüy gibi ince, güzel endamlı bir delikanlıydı. Mektepte adı “Dal Sabri” idi. Bunu okuyunca garip bir mahcubiyetle hafifçe kızardı; daha bu kabil bir işe ilk ras geliyordu. Fakat çavuşa
(1*) mütevali: sürekli, peş peşe
(1*) hudus: sonradan meydana gelme
(3*) ahar: başka
(4*) azimet: gitme, gidiş
(5*) izam edilme: gönderilme
(6*) icrayı icap: gerekenin yapılması
(7*) laal: kırmız, al
(8*) ifsat: bozma
(9*) ittihaz: alma , edinme
acemiliğinden renk vermemek ve çapkın görünmemek için kaşlarını biraz daha çatarak çok ciddi
yapmak istediği sahte bir sesle:“Getirin onu buraya!” dedi.
… ..
Burası Ankara’ya iki gün öte, ana yollardan aykırı küçük bir kasabaydı. İki gün bitmez tükenmez yokuşlar çıkılarak bin zahmetle takatsiz ve ezilmiş bir halde gelindiği halde orada oturacak bir kahve, yatılacak bir han bulunmaz; şu çıplak kuru memlekete varmak için ne deden bu kadar yollar aşıp zahmetler çekildiğini insan bir türlü anlamazdı. Soğuk, barınılmaz bir kışı; susuz, dayanılmaz bir yazı vardı.
… ..
Kasabada kimse Yatık Emine’ye ev vermek istemiyor, hiçbir mahalle onu almaya katlanamıyordu. Memlekette içten içe kaynayan hiddet, bir hoşnutsuzluk vardı. Kahvelerde toplanan erkekler, çeşme başında biriken kadınlar hep bu işten bahsediyorlar:
“Hele hükümetin ettiğine bak, kötü karıları gönderecek bizim memleketi bulmuşlar?...” diye söyleniyorlardı.
Bu iltihap(1*) izzetinefislerini yaralamıştı. Hatta halkın sıkıştırması üzerine belediye azası Kaymakam’ın yanına çıkıp resmen şikayet bile etmişlerdi. … ..
… ..
(1*) intihap: seçim
… ..
Bir taaruz
… ..
… ..Rügârın içinde bozuk bir se:
“Cüzdanını!” diye emretti.
Hayrullah Efendi şakağına uzanan tabancaya rağmen canına ilişilmek istenmediğini anlayınca, bu
ümitle pür helecan:
“Aman,” dedi, peki vereyim!”
.. .. bir eliyle cüzdanını çıkarttı, ötekine uzattı. … .. Cüzdanda altı tane yüzlük ve birçok da beşlik
banknotlar vardı. Yedi yüz liradan fazla idi. Fakat canından iyi mi idi? Sağlık olsun, yine kazanırdı,
tek hayatına ilişmesin de…
Hırsız , karanlığın içinde telaşla cüzdanı açtı. Hayrullah Efendi’nin elektrik lambasını kpıp bir
atkı ile sarılı olan yüzünü göstermemeye çalışarak içini acele acele yokladı. Kâğıtların üzerindeki
yüz rakamı bu keskin ışığın altında da cazibeli ve daha manalı görünüyor, büyür gibi canlı duruyordu.
Herif, vahşi sesiyle:
“Kımıldarsan vururum!” dedi.
Eli bir müddet, kağıtların üzerinde örümcek gibi korkunç, kararsız, şaşkın ve düşünceli
dolaştı, dolaştı, parmaklar büküldü, tereddüt eder gibi durdu, sonra yalnız bir tane sini, bir
bel liralığı çekti, cüzdan ı kapadı ve geri, sahibine, Hayrullah Efendi'ye uzattı. … .. arkasına
bakmadan, kaçmaya başlamıştı.
Hayrullah Efendi korkaktı; fakat hem dinç, hem de çok meraklı, mütecessis bir adamdı. Şu
acemi ve acayip hırsızı, geçirdiği korkuya rağmen …. .. arkasına düştü.
… ..
… ..
… .. mütareke senelerinde bulunuyorlardı.; cepheden veya esaretten kadit halinde dönen, hastaneden
sakat veya illetli olarak kapı dışarı edilen nice ihtiyat zabitleri vardı ki ne maaş alabiliyorlar, ne iş
bulabiliyorlardı. Senelerce tahassürünü çekerek yaşadıkları hudutlardan evlerine dönünce açlıktan ve
sefaletten bir nebze saadet ve rahata kavuşamamışlardı. Bu bir devir idi ki , yalnız askeri bir felakete
inhisar (inhisar: bir şeyle sınırlanmak) etmiyordu; içtimai (toplumsal) cihetten de dünyanın en korkunç , usandırıcı ve kemirici bir devresi idi;
koca bir insan nesli, mecalsiz babalar, ezgin analar, gıdasız çocuklarla, bilhassa bozulan bir ahlak ile kavruk, yatkın, çürük kalmıştı.
Demin gırtlağına sarılan adam , kendisi burada kârına bakıp işini yoluna koyduğu sıralarda, dört
sene, göğsünü o işin rahatça görülmesine ta uzaktan, harp meydanlarında siper yapmıştı. Zorla aldığı
parayı bir hisse, bir hak idi.
Hayrullah Efendi, ertesi gün bir kayık erzak hazırlattı ve onun evine gönderdi; götüren adam avdetinde
anlatıyordu:
“Kapıyı bir kadın açtı, ‘Olamaz, bizim efendinin şimdi bunları alacak parası yok, yanlış getirdiniz!’ diyordu. O sırada kocası geldi, ‘Kim gönderdi?’ diye sordu, biz söylemedik, fakat anlamış olacak ki, ısrar etmedi, başını öte yana çevirdi, pek iyi göremedik ama galiba ağlıyordu!”
*Memleket Hikâyeleri & Refik Halid Hikâyeleri
İnkılâp Kitabevi
2017, İstanbul 2017
"Yatık Emine" (öykü): Anadolu’da eski zamanların iki yüzlü insanların yaşadığı, sevgi kavramından nasibini almamış,cahilliğin kol gezdiği bir nahiyede yoksulluk ve çaresizlik içinde bırakılmış bir kadının hikâyesi… ama aynı zamanda çevresinde yaşayanların ortaklaşa paylaştığı kötülükler….
YanıtlaSil"Şeftali Bahçeleri": Anadolu'nun uzak köşelerinde memur manzaraları.... işini ihmal eden merkezden uzakta kalmış zavallı memurlar, zavallı memlekettim.. Mülkiye'den mezun olduğunda ki hayallerin ve şimdi içine düştüğün hâl....
YanıtlaSil"Koca Öküz" ve Hacı ağa; günlük hayatımızda da karşılaştığımız, kurnaz, haram-helâl demeden iş gördüren-iş bitiren uyanık geçinen ama toplumda saygıdan çok korku yaratan, kendisinden çekinilen tipleme ... 1919'lara Refik Halid Karayın'da şahit olduğu ama günümüzde giderek toplumu saran hastalıklı bir sosyal yapı maalesef... namuslu insanlardan uzak dursun diyeceğim ama aynı zamanda sayılarının çokluğu da üzüntü verici.... .
YanıtlaSilUnutmamak gerekiyor; "dinsizin hakkından imansız gelir. Hacı Ağa'nın hakkından da öküz geldi...
Sil"Vehbi Efendi'nin Şüphesi": böyle hikâyeler de yazarın nereden aklına gelir. "Allah kuru iftiradan korusun... " Vehbi Efendi'yi resmen silkelemişler (keriz silkelemesi olmuş:)
YanıtlaSil"Sarı Bal": … .. Lakin şimdiki kaymakam sert davranıyordu. Polise şiddetli emirler vermiş,”İçeride yakaladığınızı tıkın hapse!” demişti. Galiba geceleri kendisi de devre çıkıyordu ki geç vakit, bu mahalleden, yüzü sarılı geçtiğini, hatta Sarı Bal’ın evi etrafında dolaştığını görmüşlerdi. … ..
YanıtlaSil… .. Birden dışarıdan keskin, telaşlı düdükler aksetti. … .. yeni gelen komiser sabaha kadar süreceği anlaşılan bu meclisi dağıtmaya gelmişt. …..
… .. Kimse gözlerine inanamıyordu. Ne yapacaklardı? Nihayet memur ile amirini şu müşkül vaziyetten kurtarmak için … .. birer birer dışarı çıktı…
… .. Ertesi gün ist
ifa eden kaymakam İstanbul’da kendisini himaye eden sarayta mensup bir eski dostuna yazdığı mektupta…..
“Garip Bir Hediye”: … .. Feridun nerden bilirdi ki…. neden dolayı Yahudi’nin bir adi traş fırçasına böyle giranbaha (değerli, kıymetli) iki taş saklamış olduğunu bir müddet daha anlayamadı, fakat bir gün tesadüfen öğrendi ki gümrükten mal kaçırmak için bazen en akla gelmez hilelere müracaat edilir ve işte böyle bir traş fırçasının sapına bin liralık iki pırlanta konulduğu da olurmuş!
YanıtlaSil"Bir Tarruz": .... .. savaş yıllarında ve şimdi de günümüzde; bir tarafta vatan içini canını verenler ve diğer yanda ülkede hiç bir sıkıntı yokmuş gibi yaşayanlar ve bunun da ötesinde gözleri dönmüşçesine ikbal peşinde koşanların öyküsü... "tarih tekerrür ediyor....."
YanıtlaSil