12 Ekim 2022 Çarşamba

Yüzyıllık Yalnızlık*


 

… ..Gabriel Garcia Marquez, 1928’de Kolombiya’nın Aracastaca kentinde doğdu. Büyükannesiyle büyükbabasının evinde ve teyzelerinin yanında büyüdü. Başkent Bogota'daki  Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nde başladığı hukuk ve gazetecilik öğrenimini yarım bıraktı. 1940’lardan başlayarak uzun yıllar gazetecilik yaptı. Öykü yazmaya 1940’ların sonlarında başladı…. .. 


… .. Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan  edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında geçen çocukluk arasında ayrım gözetmeyen, adlari birörnek yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. … .. 

… ..

… .. Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı. O zamanlar Macondo, tarihöncesi kuşların yumurtaları kadar ak ve kocaman, parlak çakıllarla örtülü yatağı boyunca dupduru akan bir ırmağın kıyısında kurulmuş, yirmi hanelik bir kerpiç köydü … .. 

… ..Her yıl mart ayında, paçavralar içinde bir Çingene obası köyün dışına çergilerini kurar, boru ve dümbelek şamatası içinde yeni icatların çığırtkanlığını yaparlardı. … ..

… ..Ama Jose Arcadio Buendia, … .. katırıyla bir çift keçisini mıknatıslı iki külçeyle takas etti. … ..

… .. Mart’ta çingeneler yine geldiler. Bu kez, Amsterdamlı Yahudilerin son buluşu diye gösterdikleri bir teleskopla dümbelek çapında bir büyüteç getirdiler. … ..

… ..

… .. Sonunda … .. Çingene büyütece karşılık sikkeleri verdiği gibi, üstüne de birtakım Portekiz paftalarıyla

sefer yollarının haritasını çizmeye yarayan araç, gereç vererek dürüstlüğünü kanıtladı. Usturlabı, pusulayı, sekstant kullanabilsin diye Keşiş Hermann’ın bu konudaki incelemelerini özetleyip eliyle yazdıktan sonra Jose Arcadio’ya bıraktı. … ..

… ..

… .. O boğucu öğle sıcağında Çingene, sırlarını açınca, Jose Arcadio Buendia, bunun köklü bir dostluğun başlangıcı olduğuna inandı. 

… ..

Köyün gelmiş geçmiş en girişken insanı olan Jose Arcadio Buendia, evlerin nereye yapılacağını öylesine planlamıştı ki, ırmağa inip su taşımak için kimse kimseden fazla emek harcamıyordu. Sokakları öylesine bir sağduyuyla yan yana dizmişti ki, öğle sıcağı bastırdığında hiçbir ev ötekilerden daha fazla güneşin altında kalmıyordu. Birkaç yıl içinde Macondo, üç yüz kişilik nüfusun  o zaman kadar görüp duyduklarından çok daha düzenli ve çalışkan bir köy oldu çıktı. Burası, kimsenin otuzunu geçmediği ve kimsenin ölmediği  mutlu bir köydü.

Köyün kurulduğu günden beri Jose Arcadio Buendia, kapanlar ve kafesler yapardı. Kısa bir süre içinde, yalnızca kendi evini değil, bütün köyü kanaryalarla, arı kuşlarıyla, nar bülbülleriyle doldurdu. Onca çeşitli kuşun bir anda şakıması öyle sinir bozucu bir hal aldı ki, Ursula cinnet geçirmemek için kulaklarına balmumu tıkar oldu. Melquiades’in obası, baş ağrısı için billur küreler satarak ilk geldiğinde, bataklığın uyuşukluğunda kaybolmuş bun köyü nasıl bulduklarına herkes şaştı da, Çingeneler köyün yolunu kuş sesleriyle bulduklarını anlattılar.

… ..

… ..

(s.103)… .. Arcadio geliş nedenini açıkladı. Jose Arcadio hakkında şikâyet vardı. Deniliyordu ki Jose Arcadio kendi tarlasını sürmek için işe başlamış, sonra öküzleri dehleye dehleye , önüne çit geldiyse ezip, yapı geldi

yse yıkıp çevredeki en bereketli toprakları zorla ele geçirmişti. Gözü tutmadığı için ilişmediği toprakların sahiplerini de haraca bağlamıştı.Her cumartesi av köpeklerini alıyor, omuzuna çiftesini asıyor, haraç toplamaya çıkıyordu. Jose Arcadio  yaptıklarını inkâr etmedi. “Bu toprakları köyün kuruluşu sırasında Jose Arcadio Buendia dağıtmıştır. Aslında aileye ait olan bu mirası har vurup harman savurduğu için deliliği o zaman başlamıştır,” diyor ve bu yüzden de o topraklara el koymakta kendini haklı görüyordu. Böyle bir savunma gereksizdi aslında, çünkü Arcadio ile pazarlığa gelmişti. El koyulan toprakların tapusu, Jose Arcadio’nun üzerine çıkabilsin diye, Arcadio, bir kadastro dairesi kuracak, bunun karşılığında da Jose Arcadio, haracı,yerel hükümet yetkililerinin toplamasını kabul edecekti. Anlaştılar. Yıllar sonra, Albay, Albay Aureliano Buendia, tapu kayıtlarını incelerken, Jose Arcadio’nun bahçesinin bulunduğu tepeden göz görebildiğine ufka dek, mezarlık dahil bütün toprakların kardeşinin üzerine kayıtlı olduğunu gördü. Ve Arcadio’nun on bir ay süren yönetimi sırasınca haraçları toplamakla kalmayıp Jose Arcadio’nun toprağına ölülerini gömebilsinler diye ölenlerin ailelerinden de para aldığını öğrendi.

Ursula, bütün köyün dilinde dolaşan bu olayları ancak bir kaç ay sonra öğrendi…. .. Ursula önce kuşkulandı. Kocasına … .. “Bilmem ama, bu işin kokusu çıkacak gibime geliyor.” diye ekledi. Sonraları, Arcadişo’nun ev yaptırmakla yetinmeyip Viyana malı eşya ısmarladığını da öğrenince, onunkamu hizmetleri için topladığı parayı yediğine iyice aklı yattı. Bir pazar âyininden sonra, Arcadio^yu yeni evinde oturmuş, memurlarıyla kağıt oynarken görünce, “Sen ailemizin yüz karasısın!” diye haykırdı. Arcadio ona aldırmadı. Ursula, onun altı aylık bir kızı olduğunu ve birlikte yaşadığı Santa Sofia de la Piedadt’ın yine gebe olduğunu ancak o zaman öğrendi. Bunun üzerine, her neredeyse bulup Slbay Aureliano Buendia’ya mektup yazmaya, olan biteni bildirmeye karar verdi. … … 

“Ben Albay Gregorio Stevenson.é

Kötü haberle getirmişti. … .. Liberallerin son direnme noktası da kırılmaya başlamıştı. Riohacha yakınlarında gerileyerek çarpışırken bıraktığı Albay Aureliano Buendia, Arcadio’ya haber iletmişti. Lİberalların can ve mal güvenlğinin korunması koşuluyla, köyü direnmeden teslim edcekti. Arcadio, yolunu şaşırmış ninelere benzeyen bu yabancı haberciye acıyarak baktı. … .. 

… ..

Konuşurken elini koynuna atıp gümüşten yapılmış ufak bir balık çıkardı. “Sanırım bu yeter,” dedi. Arcadio, Albay Aurelino Buendi’nın elinden çıkmış balığı görür görmez tanıdı. Ne var ki, biri savaştan önce bunu almış ya da çalmış olabilirdi. Koynunda gümüş balık var diye adama gözü kapalı güvenilmezdi. Haberci, kimliğine inandırabilmek için askerî bir sır açıklayacak kadar işi ileri götürdü. Görevli olarak CUrçao’ya gittiğini, Karayipler bölgesindeki büütün sürgünleri bir araya toplayacağını, yıl sonunda bir çıkarma yapmaya yetecek silah ve cephane bulacağını açıkladı. Albay Aureliano Buendia bu planın başarıya ulaşacağına inandığından, o anda gereksiz can kaybı verilmesine karşıydı. Ama Arcadio, Nuh diyor Peygamber demiyordu. Kimliğini kanıtlayana dekhaberciyi tutuklayıp tomruğa vurduttu ve kanının son damlasını akıtmacasına köyü savunmaya karar verdi.

Fazla beklemesi gerekmedi. Liberallerin yenilgisiyle ilgili haberler günden güne artıyordu…. .. Kurşunları bitene dek tüfekleriyle savaştılar, kurşunları tükenince tüfeklere karşı tabancalarını , çektiler, sonunda yumruk yumruğa, gırtlak gırtlağa geldiler. Bozgunu gören kadınlardan kimi ellerine geçirdikleri sopalarla, ekmek bıçaklarıyla sokaklara döküldüler. O kargaşalıkta, Arcadio, sırtında geceliği, elinde Jose Arcadio Buendia’nın iki eski tabancasıyla deliler gibi kendisini arayan Amaranta ile karşılaştı. … 

… .. Az sonra silah sesleri kesildi, çanlar çalmaya başladı. Direniş yarım saatten az sürede kırılmıştı. Arcadio’nun adamlarından bir teki sağ kalmamıştı, ama karşı taraftan da üç yüz askeri öldürmüşlerdi. 

… ..

Gün doğarken, alalacele kurulan askeri mahkemenin kararıyla Arcadio, mezarlık duvarının dibinde kurşuna dizildi. … ..

… ..


… ..Oysa o günlerde Albay Aureliano Buendia’nın eyalet merkezi yakınlarında konakladığı sırada öldürüldüğü haberi geldi için, Ursula zahmet edip de parayı gömüden çıkarmadı. Albay’ın öldürüldüğünü açıklayan hükümet bildirisine -son iki yıl içinde bu dördüncü bildiriydi- altı aya kadar gerçek gözüyle bakıldı., çünkü Albay’dan haber alınamıyordu. Tam Ursula ile Amaranta, geçmiştekilerin üzerine yeni bir yas ekleyecekleri sırada, beklenmedik haberler geldi. Albay Aureliano Buendia sağdı. Ne var ki, kendisi de ülkesinin hükümetiyle uğraşmaktan vaz geçmiş, Karayipler’deki öteki cumhuriyetlerin federalleşmesi için çalışanlara katılmıştı. Her seferinde değişik adlarla ve her seferinde ülkesinden biraz daha uzak bir yerde ortaya çıkıyordu…. … Ursula’nın ondan aldığı ilk dolaysız haber, gidişinden birkaç yıl sonra Küba’nın Santiago kentinden yolladığı ve ele sarara buruşa dolaşarak anasına ulaşan mektup oldu. … ..

… ..

… .. On iki yıldan az süre içinde, Albay’ın kendine savaş alanında tohumunu attığı tam on yedi oğlunu, Aureliano adı ve analarının soyadı le vaftiz ettiler. … ..

... ..

… ..

(s.220)Evdeki kısıtlamalar öyle can sıkıcıydı ki, Aureliano Segundo, Petra Cotes’in evinde daha rahat ediyordu. ÖNce karısına fazla yük olmasın bahanesiyle , taşkın partilerini Petra Cortes’in evine aktardı.  Sonra hayvanlar doğurganlıklarını yitiriyorlar bahanesiyle, ağıllarını ve ahırlarını oraya taşıdı. En sonundada, metresinin evi daha rahat ve serin oluyor bahanesiyle işlerini yönettiği ufak büroyu oraya aldı. Kocası henüz ölmemiş bir dul olduğu Fernanda’nın kafasına dank etti ettiği zaman, çoktan iş işten geçmiş, eski duruma dönmek olanağı kalmamıştı. Aureliano Segundo yemeğe bile kırk yılda bir geliyor ve karısıyla yatmak gibi görünümü kurtarmak için yaptığı şeyler bile kimseyi kandırmıyordu.  Bir gece daldı ve Petra Cotes’in yatağında sabahladı. Beklenilenin tersine, Fernanda ona ne sitem etti ne de en ufak bir kırgınlık belirtisi gösterdi, ama aynı gün kocasının giysilerini iki sandığa doldurup kapatmasının evine gönderdi. Fernanda, sandıkları güpegündüz yolladı ve herkes görsün diye de hamallara sokağın ortasından gitmelerini söyledi. Böylelikle, yoldan çıkan kocasının utanacağını, kafası önünde  eve döneceğini umuyordu. Ne var ki, bu gözyaşartıcı kahramanlık Fernanda’nın yalnızca kocasının kişiliğini değil, içinde yaşadığı toplumun kendi ailesinin görüşlerinden ne denli ayrı olduğunu da bilmediğini kanıtladı. Çünkü sokaktan sandıkların taşındığını görenler, bu olayı herkesin çok iyi bildiği bir hikâyenin sonucu olarak nitelediler. Aureliano Segundo ise elde ettiği özgürlüğü üç gün üç gece süren bir parti vererek kutladı. … ..

… ..

.. ..(s.235)Meme, ikinci kez tatile gelişinden bu yana, babasının yalnızca görünümü kurtarmak için evde kaldığını biliyordu. Fernanda’yı iyice tanıdıktan ve gizlice Petra Cotes’le tanışıp görüştükten sonra da babasına hak vermişti. Hattâ annesinin değil, babasının metresinin kız olmayı yeğlerdi. … ..

Amaranta, Meme’nin sözlerindeki belirgin nefreti sezince irkildi. Oysa Fernanda bu sözlerden çok duygulandı… ..Aureliano, Segundo, Meme’nin bu durumunu görünce vicdan azabı duydu ve bundan böyle kızıyla daha çok ilgilenmeye karar verdi. Aureliano Segundo’yu tek başına düzenlediği eğlentilerin acılı yalnızlığından ve kaçınılmaz duruma gelmiş aile faciasına yol açmaksızın Fernanda’nın gözetiminden kurtaran baba-kız arasındaki sevinç dolu arkadaşlık, işte o olaydan sonra başladı. .. . ..

… ..

… .. .(s.239)Fernanda evde sözü geçen tek kişiydi. … ..


… ..(s.290)Kendisine huzur getirmiş odayı bırakıp çıkmak fikri Jose Arcadio Segundo’yu dehşete düşürdü. Kendisini odadan çıkarmaya hiçbir indsanın gücünün yetmeyeceğini, her akşamın karanlığında MOcando’dan kalkıp denize giden cesetlerle yüklü iki yüz vagonluk kataru görmek istemediğini haykırdı. “İstasyondakilerin hepsi trendeydi, “ diye bağırdı. Tam üç bin dört yüz sekiz kişiydiler.” Ursula, onun kendisininkinden daha aşılmaz bir gölgeler dünyasında, büyük dedesininki gibi erişilmez âlemde yaşadığını ancak o zaman anladı. … ..

… ..

Ursula, onun kendisininkinden daha aşılmaz bir gölgeler dünyasında, büyük dedesininki gibi erişilmez âlemde yaşadığını ancak o zaman anladı.

... ...

… .. Kendisine huzur getirmiş odayı bırakıp çıkmak fikri Jose Arcadio Segundo’yu dehşete düşürdü.

Kendisini odadan çıkarmaya hiçbir indsanın gücünün yetmeyeceğini, her akşamın karanlığında

MOcando’dan kalkıp denize giden cesetlerle yüklü iki yüz vagonluk kataru görmek istemediğini

haykırdı. “İstasyondakilerin hepsi trendeydi, “ diye bağırdı. Tam üç bin dört yüz sekiz kişiydiler.” Ursula,

onun kendisininkinden daha aşılmaz bir gölgeler dünyasında, büyük dedesininki gibi erişilmez

âlemde yaşadığını ancak o zaman anladı. … ..

… ..

… .. Elyazmalarındaki son cümle, insanın zaman ve mekân düzeni içindeki yerli yerine oturuyordu.

Soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer,” diye yazmıştı Melquiades.

… ..

… .. Elyazmalarındaki son cümle, insanın zaman ve mekân düzeni içindeki yerli yerine oturuyordu.

“Soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer,” diye yazmıştı Melquiades.

… ..

… ..Aureliano… .. Çünkü yazgısının Melquaides’in yazmalarında bulunduğunu biliyordu. Melquiades’in

odasında yeryüzünde insanların yaşadığını belirleyen bütün izleri yok ederek gelişmiş olan tarih öncesi

bitkilerin, fokurdayan su birikintilerinin, parlak böceklerin arasında elyazmalarını bozulmamış olarak

buldu ve onları gün ıiığına çıkarmaya sabredemeden odanın ortasında ayakta durdu, elyazmalarını

sanki İspanyolca yazılmış ve göz kamaştırıcı öğle güneşinde okunuyormuş gibi hiç zorluk çekmeden

yüksek sesle çevirmeye başladı. Bu yazılar, Melquades’in olaylardan yüzyıl önce yazdığı ve en ufak

ayrıntıya kadar her şeyi kapsayan, ailenin tarihçesiydi. Melquaidesyazıları anadili olan Sanskritçe

yazmış, çift sayılı dizeleri İmparator Augustus’un gizli şifresiyle , tek sayılı dizeleri Lakedomya askeri

şifresiyle kodlamıştı. Aureliano’nun aklını Amaranta Ursula’nın  sevgisine taktığı sıralarda çözmek

üzere olduğu son şifre de, tarihçenin yazılış biçimiydi. Melquiades olayları alışılmış zaman düzeninde

sıralamamış, yüzyıl boyunca olan günlük olayları öylesine bir araya toparlamıştı ki, olayların tümü aynı

anda oluşmuş gibi görünüyordu. Bu buluşun büyüüsüne kapılan Aireliano, Melquaides’in Arcadio’ya

okuduğu ve aslında Arcadio’nun kurşuna dizilmesini belirleyen bölümü hiç atlamadan yüksek sesle

okudu, sonra cennete uçan dünyanın en güzel kadınının doğum haberini okudu, babalarının ölümünden

sonra doğan ve yeteneksizlik ya da tembellikten değil de girişimleri zamansız olduğu için elyazmalarını

çözmekten vazgeçen ikizlerin kimliğini buldu. Yazıların ortasına gelince, kendi kimliğini öğrenmek için

sabırsızlanan Aureliano birkaç sayfa atladı.. O zaman, geçmişin sesleriyle, eski sardunyaların

mırıltısıyla en amansız özlemlere yol açan kopuk iç çekişleriyle yüklü ılık bir esinti başladı. … ..ve

sonunu getirecek olan efsanevi hayvanı dünyaya getirinceye kadar… … olduğunu o zaman anladı. … ..

Sonra kendi ölümünün nasıl ve ne zaman olacağını öğrenmek için bir sayfa daha atladı. Son satıra

gelmeden önce, o odadan bir daha çıkamayacağını anlamıştı. … ..Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum

edilen  soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı.





*Yüzyıllık Yalnızlık &  Gabriel Garcia Marquez

Cien Anos Soledat

1982 Nobel Edebiyet Ödülü

Türkçesi: SEçkin Selvi

Can Sanat Yayınları

1.Basım: 1984





*macondo gabriel garcia marquez'in yüzyıllık yalnızlık (cien anos de soledad) adlı nobel ödüllü romanındaki hikayenin geçtiği, orman içinde, unutulmuş, kurulduğu ilk zamanlar çingenelerden başka insanların yerini bilmediği kasabadır

Krakow : Polnyanın ikinci büyük şehri

20 yorum:

  1. Aureliano, saatlerce Rebeca'yla salonda oturuyor, laterna dinliyordu. Rabeca, laternayı can kulağı ile dinlkiyordu, çünkü çalınan müzik Pietro Crespi'nin kendilerine dans öğrettiği müzikti. Aureliano da laternayı can kulağı ile dinliyordu, çünkü müzik dahil her şey ona Renedios'u hatırlatıyordu. ... ..

    YanıtlaSil
  2. Ev köşe bucak aşk doldu. Aureliano aşkını başı sonu belli olmayan şiirle dile getiriyordu. ... .. Öğlenin ikisinde herkese uyku getiren ağır havada Remeidos vardı, güllerin tatlı kokusunda Remedios, ışığa üşüşen pervanelerin gizinde Remedios, buğusu üstünde fırından yeni çıkmış ekmekte yine Remedios, yine her zaman, her yerde Remedios vardı. ... ..

    YanıtlaSil
  3. Romanı okurken, sayfalar arasında ilerlemeye başladığımda, sık sık ilk sayfadaki soy ağacına bakma ihtiyacı duymaya başladım. Kim kimin nesi anlamında aralarındaki bağı, akrabalık ilişkisini anlamakta zorlandığımı fark ettim. Bunun üzerine ben mi anlamakta güçlük çekiyorum, yoksa benzer duyguları yaşayan başka okuyucu da var mı anlamında internete baktım aşağıdaki yorumu bulunca rahatladım.

    YanıtlaSil
  4. Dünya edebiyatının en iyi eserlerinden biri olan, Nobel ödüllü Yüzyıllık Yalnızlık kitabını incelemeye çalışacağım. Öncelikle bu kitabı okuyup anlayan herkesi tebrik ederek başlamak istiyorum. Çünkü oldukça yoğun ve zorlu bir okumayı başardığınızı düşünüyorum. Kitabı bitirdiğimde hiç bir şey anlatmamış gibi ama aynı zamanda çok şey anlatmış gibi bir düşüncede buldum kendimi. Sanırım bu kadar özel bir kitap olmasının sebebi de bu.

    YanıtlaSil
  5. Bazı sahneler gerçeklikten kopmuş gibi görünüyor, tekrar gerçeklere dönüşmüş gibi bir anlatımla devam ediyor....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçeklikten kopuş sahnelerini, romanın zenginliği olarak görmek gerekiyor.... okurken ne oldu, bu da ne demek, acaba kaçırdığım bir ayrıntı mı var , neyi yanlış anladım telâşı ile dikkatinizi toplamak ihtiyacı hissediyorsunuz ve olayların içine biraz daha derinleşiyor, dikkatinizi romana odakladığınızı fark ediyorsunuz....

      Sil
    2. Gerçeklik boyutunun dışına taşan anlatımların bile sürükleyiciliğini devam ettirmesi olağanüstü... insan farkında olmadan bilinen yaşam boyutu sınırlarının dışına taşan olayları, gerçek yaşamla birlikte anlamaya çalışıyor... dikkatinizi toplayarak okumaya devam etmek, olayın akışından kopmamak için gösterilen gayret hoş bir duygu yaratıyor....

      Sil
    3. Yağmur tam dört yıl, on bir ay, iki gün yağdı. ... ..

      Sil
    4. Ursula, onun kendisininkinden daha aşılmaz bir gölgeler dünyasında, büyük dedesininki gibi erişilmez âlemde yaşadığını ancak o zaman anladı.

      Sil
  6. Romanın satır aralarında yazarın dikkat çekecek kadar sık, Türkler ve Türkiye'yi referans olarak kullanması dikkat çekici .... Kolombiya gibi çok uzak bir ülke yazarına ilham kaynağı olan ülkemiz ve insanımızın uzak coğrafyalarda bile etkisinin bulunmasını, ülkemizin farkında olunmasını memnuniyet verici buluyorumç

    YanıtlaSil
  7. Yazar insan analizi de yapıyor. İnsan davranışlarını, ruh halini ayrıntılara inerek sebep sonuç ilişkisi de kurarak gözlemleme yeteneğini kelimelerle ifade etmesinin Nobel Ödülü'ne layık görülmesinde büyük payı olduğunu düşünüyorum....

    YanıtlaSil
  8. Kendini "bulunmaz Hint kumaşı, kocasını da "çantada keklik" gören Fernanda'nın eşine haddini bildirmek için yaptıklarını yazar şöyle ifade ediyor; "Kocası henüz ölmemiş bir dul olduğu Fernanda’nın kafasına dank etti ettiği zaman, çoktan iş işten geçmiş, eski duruma dönmek olanağı kalmamıştı. "

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Büyük büyük büyük anne Ursula'nın kendisinden sonraki altı yedinci kuşağı da görecek kadar yaşaması gerçek üstü yaşam öyküsünün sadece küçük bir ifadesi .... yazarın hayal gücü müthiş....

      Sil
    2. Değişik boyut için güzel bir örnek daha: "... İki aydır durmadan yağan ve artıl sessizliğin bir başka biçimi haline gelen yağmurun sesine alıştı. ... .."

      Sil
    3. Askerlerin ona baktıkları halde görmediklerini duyduktan sonra kayınbiraderinin orada kalmasına ses çıkarmayan Fernanda dahil, ev halkı onu unuttu. ... .. Melekleri kuşatan hâleye benzer bir ışıkla aydınlanmıştı. Kapının açıldığını duyunca yalnızca başını kaldırıp baktı. Ama bu bakış, gözlerindeki büyük dedesinin onmaz yazgısını kardeşinin görmesine yetti."

      Sil
  9. İşte bu noktada gerçeklikten koptuğunu düşündüğüm gelişmelerin ne olduğu aydınlanmaya başlıyor. İnsanların yaşadığı travmaların onlar üzerindeki etkileri, diğer bir ifade ile ruh/hayal dünyalarındaki boyutunu paylaştığımızı fark ediyoruz...

    YanıtlaSil
  10. Bir rüyada yaşıyormuşçasına, genel çerçevesi insan hayatı olan, ileri geri zaman atlaması yaparak farklı boyutlardan alınan kesitlerin, zaman sıralamasına bakılmaksızın, bazen mantık sırası bazen de bir anlam ifade eden hayallerin gerçeklerle birbirine ne kadar karıştığından emin olamadığınız, ahenkli bir anlatımla son satıra kadar okuyabileceğiniz roman. Okurken rüyada, ara verdiğinizde ve en sonunda bitirdiğinizde ise rüyadan uyanmış gibi oluyorsunuz…. Romanın başından sonuna kadar varlığını koruyan “Türkler Sokağı” akıllarda kalmaya devam edecek…

    YanıtlaSil
  11. Elyazmalarındaki son cümle, insanın zaman ve mekân düzeni içindeki yerli yerine oturuyordu. “Soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer,” diye yazmıştı Melquiades.

    YanıtlaSil
  12. Bir rüyada yaşıyormuşcasına, genel çerçevesi insan hayatı olan, ileri geri zaman atlaması yaparak farklı boyutlardan alınan kesitlerin, zaman sıralamasına bakılmaksızın, bazen mantık sırası bazen de bir anlam ifade eden hayallerin gerçeklerle birbirine ne kadar karıştığından emin olamadığınız, ahenkli bir anlatımla son satıra kadar okuyabileceğiniz roman. Okurken rüyada, ara verdiğinizde ve en sonunda bitirdiğinizde ise rüyadan uyanmış gibi oluyorsunuz…. Romanın başından sonuna kadar varlığını koruyan “Türkler Sokağı” akıllarda kalmaya devam edecek…

    YanıtlaSil
  13. Gerçeklikle ve hayal boyutunu bir araya getiren efsanenin sırrını keşfetmek için, son satıra kadar okumanız gerekiyor.

    YanıtlaSil