11 Nisan 2023 Salı

Aldanan Kadın*

Yüzyılımızın yirmili yıllarında Düsseldorrf am Rhein’da, on yılı aşkın bir süredir dul olan Frau Rosalie von Tümmler, kızı Anna ve oğlu  Eduard’la birlikte, bolluk içinde olmasa da rahat şartlarda yaşıyordu. … … ..  kocasını kaybettikten sonra, on sekiz yaşındaki kızı ve ondan in iki yaş küçük oğulcuğuyla Düsseldorf’a taşınmıştı…. .. 

… .. Şu anda yirmi dokuzunda, yakında otuzuna basacak olan Anna evlenmemişti… ..

… ..

“Anlamlı, kesinlikle anlamlı yavrucuğum,” diyordu. “Profesör Zumsteg beğenecek. Senin üslubunu destekledi, üstelik onda bu resmi değerlendirecek göz ve zekâ da var. İnsanda yeter ki bunun için gereken göz ve zekâ olsun. Adını da ne koydun?”

“Akşam Rüzgârında Ağaçlar.”

“Bu isim, amacının ne olduğunu ima ediyor. Gri-sarı zemindeki şu koni ve yuvarlaklar ağaçları, spiral biçiminde yükselen şu tuhaf çizgi de akşam rüzgârını simgeliyor olmalı, değil mi? ... ..

… ..

… .. Anna’n ın ketumluğu düşünülecek olursa aralarındaki sıkı fıkı ilişkinin tek taraflı olduğu söylenebilirdi; tabii eğer annesi yine de içine kapanık kızının ruh dünyası, bu ruhun gururlu ve acı tevekkülü hakkında her şeyi bilmiyor ve bundan kendi kalbini ona sonuna kadar açma hakkını ve sorumluluğunu çıkarmıyor olsaydı.

… ..

… .. “Ve bir keresinde kızına ciddi ciddi şunu teklif etti: Eğer soyuta meraklıysa ve her şeyin ona çevrilmesi gerektiğini düşünüyorsa kokuları renkleri ifade etmeyi düşünebilirdi.

Rosalie’nin aklına bu fikir ıhlamurların çiçek açma zamanında, yani temmuza doğru gelmişti; dışarıda yolun iki tarafındaki ağaçların gecikmiş çiçeklerinin, birkaç hafta boyunca pencereler açıkken bütün evi tarif edilemez saflık ve yumuşaklıktaki koku büyüsüyle doldurduğu ve Rosalie’nin dudaklarından hayran bir gülümsemenin eksik olmadığı, onun için de yegâne iç açıcı dönemdi. Şöyle dedi: “İşte bunun resmini yapmalısınız,

bunu sanatsal olarak denemelisiniz! … ..

… ..

… .. Kokuyu ilk alan ve, “Ah! Bu da nereden geliyor?”  diyerek aldığını dile getiren Rosalie’ydi … ..

… ..

“Bak işte görüyorsun, miski hiçbir zaman sevmemişimdir, amberi de öyle, zaten ikisi aynı şey, insan bunu nasıl parfüm diye sürer anlamıyorum. Sanırım zibet de aynı familyadan. Zaten böyle kokan çiçek de yok, doğa tarihi dersinde öğrenmiştik. … ..

… ..

“Elbette anne, bunu anlıyorum. Ama bak, beden ve ruh, ikisi bir bütündür, psikolojik olan da fiziksel olandan daha az doğal değildir, doğa onu da kapsar. Ruhsallığının, vücudunun doğal dönüşümüne uzun süre uyum sağlayamayacağından korkmana hiç gerek yok. Şöyle düşün: Ruhsal olan yalnızca fiziksel olanın yaydığı ışıktır ve eğer sevgili ruh, vücudun değişen hayatına uyum sağlamak gibi son derece zor bir görevi yerine getirmekten ve değişimin kendisini de etkilemesine izin vermekten başka bir şey yapması gerekmediğini fark edecektir. Çünkü sonuçta ruhu kendi kendi durumuna göre şekillendiren bedendir.

… ..

Anna’ya göre hiç de çekici olmayan, Tanrı’nın özene bezene yarattığı  söylenemeyecek bu yeni yüz, Ken Keaton adında genç bir adama aitti; adam yirmi dört yaşlarında, savaşın oralara sürüklediği bir Amerikalıydı, bir süredir şehirde kalıyor ve birkaç evde İngilizce dersi veriyor ya da zengin sanayici hanımlar tarafından İngilizce konuşma pratiği için ücret karşılığı çağrılıyordu. Paskalyadan beri lise sonda olan Eduart bunu duymuş ve annesine Mr. Keaton’dan birkaç kez, öğleden sonraları İngilizce dersi alma fırsatına kavuşmak için ısrarla ricada bulnmuştu. … ..

…… .. Amerika’nın tabii ki bir geçmişi vardı,  ama bu bir history (tarih) değil, yalnızca kısa ve düz bir success story’ydi (başarı hikâyesi). Kuşkusuz devasa çölleri dışında güzel ve görkemli toprakları da bulunuyordu ama bunların ”arkasında hiçbir şey” yoktu; oysa Avrupa’daki her şeyin arkasında neler yatıyordu, özellikle de derin bir tarihi perspektifi olan şehirlerin arkasında. Amerikan şehirleriyse  he didn’t care for them (onların aldırdığı yoktu) . Onlar da dün kurulmuştu, yine aynı şekilde yarın yıkılabilirdi. Küçük olanları sıkıcı kasabalardı, biri diğerinin tıpatıp aynısıydı; büyük ve kibirli olanlarıysa satın alınmış continental (kıtaya, eski dünyaya ait) kültür varlıklarıyla dolu müzeleriyle korkunç birer mahşer yeriydi. … ..

… ..

Ken, takdir ve keyifle güldü, Eduard annesinin kitap gibi konuştuğunu söyledi, Anna ise dikkatle Rosalie’nin yüzüne bakıyordu. Annesi Mr. Keaton oradayken gerçekten hayat dolu, hatta  ne yazık ki bazen cilveli oluyordu; onu sık sık yemeğe davet ediyor ve genç adam elinin arkasından “Pardon me” derken bile ona anne şefkatini yansıtan bir yüz ifadesiyle bakıyordu. … ..

… .. Anna’ya bu ifade anaçlık bakımından biraz şüpheli geliyor ve onu huzursuz ediyordu.. Mr. Keaton evdeyken Frau von Tümmler kızına ikide bir , ciddi bir ifadeyle burnunun kızarıp kızarmadığını soruyordu. Ve Anna onu yatıştırmak için aksini iddia etse de, burnu kızarıyordu. Ama sonra annesi artık bunu aklına getirmiyor gibi görünüyordu. 

… ..

… .. Fakat Frau von Tümmler, yemeğin ardından birdenbire akşamı sona erdirdi. Migreni olduğunu ileri sürdü, misafirle alelacele vedalaştı ve odasına çekildi. Kanepesine uzanarak, yüzünü elleriyle kapatıp sonra da  yastıklara gömerek, büyük bir utanç, korku ve haz tutkusunu  kendi kendisine itiraf etti.

“Ulu Tanrım, onu seviyorum, daha önce hiç kimseyi sevmediğim kadar seviyorum, olacak şey mi bu? Ben artık elimi eteğimi çektim, doğa beni sakin, vakur bişr yaşlı kadın konumuna getirdi. Onun görünüşünün, beni sarmasını çılgınca arzuladığım muhteşem kollarını ve trikonun altında belirginleştiğini acı ve heyecan içinde gördüğüm, … ..

… ..

… ..Evet, ruhu ve duyuları, doğanın münasip gördüğünün aksine açılmıştı, bu gerçi mutlu bir olaydı; ama cesaret verici değildi ve bütün dünyadan gizlenmeliydi, çok samimi olduğu kızından bile, ama  özellikle de ondan, yani sevdiği erkekten, o hiçbir şeyin farkında değildi ve olmamalıydı; çünkü Rosalie gözünü nasıl cesaretle onun gençliğine dikebilirdi ki?

… ..

… .. Sonunda durumu Eduard bile far etti; öyle anlar oluyordu ki, Ken etrafındaki sıkıntılı sessizlikten hiçbir şey anlamayarak soru sorarcasına sağa sola bakınırken iki kardeş dudaklarını ısırarak başlarını tabaklarına eğiyorlardı. Eduard, akıl v e açıklama almak amacıyla bir fırsatını bulup ablasıyla konuşmak istedi.

“Annemin nesi var?” diye sordu. “Artık Keaton’dan hoşlanmıyor mu?” Anna sustuğu için genç adam ağzını çarpıtarak ekledi: “Yoksa fazla mı hoşlanıyor?” 

… ..

… ..

“Yaptığın düzeltme son derece yerinde anne. Kalp, bir duygusal baş dönmesidir. Kalbimiz ancak muhakememizin ve mantığımızın onayı altında

doğruyu söyler.

… .. 

… .. işte bu hususta seninle farklıyız.

… ..

… ..

“Anna, annen bu yaşlılık günlerinde sadece muktedir gençlere, sadece ergenlere yakışan ve

solmuş kadınlığa yakışmayan, yoğun bir duyguya kapılsa ne derdin?”

“Neden varsayımsal konuşuyorsun anne? Belli ki sen aynen bu söylediğin durumdasın. Âşık mısın?”

… .. Duygularım, tıpkı bir zamanlar senin duyguların gibi mantığın karşısında pek az

direnebiliyor ve ruhumun doğa tarafından bana şaşırtıcı bir biçimde armağan edilen

ilkbaharıyla gurur duysam da, senin vaktiyle çektiğin gibi acı çekiyorum ve bu beni karşı

konulmaz bir biçimde sana her şeyi anlatmaya itti.

… ..

“Ama acı çekiyorsun canım anneciğim ve ben bütün kalbimle sana yardım etmek istiyorum.

Ke’i

bir an için -sadece bir an için, belki bunun bile bir faydası olur- kendi aşkının onu güzelleştiren

ışığında değil de gün ışığında, kendi gerçekliği içinde, yani iyi niyetli, tatlı -kuşkusuz öyle, bu konuda seninle hemfikirim- evet tatlı ama esasen tutkuyu,

uğruna acı çekmeyi hak edecek bir özelliğ olmayan bir delikanlı olarak görmeye çalışamaz mısın?

… ..

…. .. “... .. Tek yapılması gereken görmemek anne, bu işin ilacı kesinlikle bu anne, çünkü

unutmak diye bir şey yok. Sen unutmanın rezillik olduğunu düşünebilirsin; ama insan unutuyor

sen de buna teslim ol. … ..

… ..

… ..Bu güzel, neşe dolu , hepimiz için değerli olan kalp yeniden kendini bulacak. Şimdi acı çekerek

seviyor; peki sence, diyelim zamanla, acı çekmeden, mantık çerçevesinde sevmeyi de öğrenemez mi? Bak anne, sevgi…” (Anna bunu söylerken bir yandan da annesinin bardağına bizzat kediotu yağı damlatmak üzere onu

itnalı hareketlerle yatak odasına götürüyordu), “sevgi neleri içermez ki … …. ..

… .. Rosalie … .., kızının düşüncelerinde gerçeklik payı olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Öte

yandan sevdiği genç adamı bu yeni ckoşullarda tekrar görecek olmanın içinde yarattığı sevinci de

bastıramıyordu. Fakat zeki kızının özellikle bir sözüne “kendisiyle ters düşerek yaşamak” ifadesine takılarak kara kara düşünüyor ve ruhu, vazgeçme fikrini mutluluk fikri haline getirmeye

çalışıyordu. … ..

… .. 

… .. 

Doktor Oberloskamp derhal olay yerine geldi.  … ..

“Bu şartlar altında sevgili hanımefendi, söz konusu fonsiyonların şöyle esaslı bir kontrolü lazım. …  .. Roselie’nin kızına da kesin bir dille, tercihen ambulansla, jinekoloji kliniğine götürülmesinin şart olduğunu açıkladı. Vaka detaylı bir muayene gerektiriyordu… …

… .. Kızına biraz daha yaklaştı ve sönüp gişden bir sesle fısıldadı:

“Doğa… Onu daima sevdim. Aşka gelince… Doğa, onu çocuğa gösterdi.”


*Aldanan Kadın  &  Thomas Mann

Almanca aslından çeviren: Esen Tezel

Can Sanat Yayınları

1.Basım 2012


*Misk geyiğigiller - Vikipedi (wikipedia.org)

*Misk geyikleri birbirlerine çok benzer. Hatta bu yüzden bazı bilimciler onların tek bir tür olduğunu savunurlar. Boyları 60 cm, uzunlukları 90 cm ve ağırlıkları 10 kg civarındadır. Renkleri çoğunlukla koyu kahverengi olsa da türden türe ufak renk farklılıkları olabilir. Ancak en çok dikkati çeken özellikleri ağızlarından aşağıya doğru sarkan iki uzun dişe sahip olmalarıdır. Bu dişler erkeklerde 7 cm uzunluğa kadar ulaşabilir. İsimlerini veren ve ağır bir koku üreten misk bezeleri cinsel organlarının önünde yer alır. Ayrıca kuyruklarında da çürük kokusuna benzer bir koku üreten diğer bir beze daha bulunur.

Misk geyikleri dağ hayvanlarıdır. Türlerden birisi Himalaya dağlarında, diğerleri Kore'nin, Çin'in, Sibirya'nın, Kazakistan'ın ve Moğolistan'ın dağlık bölgelerinde (örneğin Altay dağları) yaşarlar. 2.500 ila 3.500 metre yükseklik civarında yaşamayı tercih ederler.



*AMBER - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

*Tropikal adaların ve Çin, Japonya, Hindistan, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika ile İrlanda’nın bazı sahillerinde veya çevre denizlerinin yüzünde görülür. En çok bulunduğu yer Bahama adalarının sahil
ve açıklarıdır. Genellikle gri siyah, kirli sarı yahut bunların karışımından oluşan damarlı renklerde, bal mumu reçine kıvamında küçük topaklar veya nâdiren birkaç yüz kilograma varan birikmiş kütleler halinde bulunur. Denizde durdukça sertleşir, rengi açılır ve önceleri çok keskin oluşundan dolayı insanlara fena gelen kokusu hafifleyerek güzelleşir. Isıtıldığında ve alkole konulduğunda kolaylıkla erir. Ender maddelerden olduğu için ticarî değeri çok yüksek tutulan amber, eski devirlerden beri bazı önemli ihtiyarlık hastalıklarına iyi geldiği, kan yapıcı ve hararet verici olduğu, hâfızayı ve sinirleri güçlendirdiği, özellikle felç rahatsızlıklarını iyileştirdiği görülerek ilâç yapımında kullanılmış ve afrodizyak özelliğinden dolayı da kuvvet macunlarıyla aristokratların bazı yiyecek ve içeceklerine konulmuştur. En yaygın kullanım alanı kokuculuk olan amberden yine eski devirlerden beri daha çok parfüm, krem ve merhem yapımında faydalanılmıştır.
 



*
Taunus - Vikipedi (wikipedia.org)

*Taunus Dağları - Almanya'nın Hessen eyaletinin ormanları ile ünlü bölge adı.



*Bergisches Land - Vikipedi (wikipedia.org)

*Bergisches Land (Almanca: [ˈbɛʁɡɪʃəs ˈlant], Berg Ülkesi), Almanya'nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde, Ren Nehri'nin doğusunda ve Ruhr'un güneyinde yer alan alçak bir dağ silsilesidir. Manzara ormanlar, çayırlar, nehirler ve dereler tarafından şekillendirilmiştir ve yirmiden fazla yapay göl içerir. [1] Wuppertal en büyük kasabadır, güney kısmı ise Köln ile ekonomik ve sosyo-kültürel bağlara sahiptir. Wuppertal ve komşu Remscheid ve Solingen şehirleri Bergisches Städtedreieck'i oluşturur.


*Wupper'daki Kale - abcdef.wiki

*Burg an der Wupper ( Burg olarak kısaltılır ),


Bergisch şehrinin Solingen şehrinin bir bölgesidir ve Höhscheid bölgesi ile birlikte Burg / Höhscheid bölgesini oluşturur . 1975 bölgesel reformuna kadar Burg, yaklaşık 2000 nüfusuyla Kuzey Ren-Vestfalya'nın en küçük şehirlerinden biriydi . - https://detr.abcdef.wiki/wiki/Burg_an_der_Wupper



*Bensberg Kalesi - Vikipedi (wikipedia.org)

*Bensberg Kalesi (Almanca: Schloss Bensberg) Bergisch Gladbach, Kuzey Ren-Vestfalya, Almanya'da eski bir kraliyet av köşküdür. Artık 'Althoff Grandhotel Schloss Bensberg' adı altında lüks bir otel olarak işletilmektedir. [1] Bina kompleksinin merkezi ekseni tam olarak Köln Katedrali'ne yöneliktir.


*Ehreshoven Castle - Wikipedia

*Ehreshoven Castle (German: Schloss


Ehreshoven
) is a moated castle in Engelskirchen, Oberbergischer Kreis, North Rhine-Westphalia, Germany. It is located near the village of Ehreshoven, about 32 kilometres
(20 mi) by road east of Cologne. Several kilometres to the northwest is Georghausen Castle.


*Gimborn Castle - Wikipedia

*Gimborn Castle (German: Schloss Gimborn) is a former moated castle situated in a remote valley of

the upper Leppe in the municipality of Marienheide in the Oberbergischer Kreis of North

Rhine-Westphalia, Germany.


*Düsseldorf Castle - Wikipedia

*The Düsseldorf castle at or in the Düsseldorfer Altstadt existed from 1260 to 1872 or 1896. The building was erected in 1260 as a lowland castle of the Counts of Düsseldorf.


*Düsseldorf-Oberkassel - Wikipedia

*Oberkassel (Limburgish: Ueverkassel) is a part of Düsseldorf's Borough 4. Oberkassel lies on the west side of the river Rhine, the opposite side of the central district of Düsseldorf. It has an area of 3.68 km2

















2 yorum:

  1. Yaşı ilerlemiş bir kadının aşk hikayesini okurken, işin ahlaki ve duygusal boyutunu mukayese ederken beklenmedik son; insanı düşündürüyor.

    YanıtlaSil
  2. Thomas Mann, övgüyü hakkediyor.

    YanıtlaSil