… ..Andriç yüksek öğrenimini fasılalı, ama üç üniversitede yaptığından dolayı da çok verimli oldu. … .. Birinci Dünya Savaşı patladığı sırada (Haziran 1914), Avusturya veliahtını öldüren bir delikanlının mensup olduğu bir Sırp Millî İhtilalci Derneği’nin üyesi (Bosna Gençliği) olarak yevkif edildiği zaman cebinde hapishaneye götürebildiği biricik kitap Kierkegaard’ın iki küçük cildi olmuştu. Onun romanlarında da yer alan akislerini bulduğumuz kaderci karamsarlığın bir tutkusundan geldiğini sanıyorum. Bir yıl hapis ve iki yıl da Travnik’te oturmaya mecbur olan Andriç 1917 yılında affedilip de serbest kalınca Zagreb'e gitti. Orada kendisi gibi Güney İslavları Birliği düşüncesiyle yoğrulmuş bir dergi çıkardı: Knijevni Youg (Ebedi Güney) , 1918 yılında Hırvat ve Sırpların birleşmelerini ilan eden “Zagrep Millî Konseyi”ne sekreter oldu. Savaşın bitmesi Yugoslavya’nın doğması ile birlikte ona da, Graz Üniversitesi’nde yüksek öğrenimi fırsatını vermişti. Türk idaresi altındaki Bosna -Hersek’te fikri hayat üzerine hazırladığı bir tezle edebiyat doktoru oldu.
… ..
Altı yüz yıllık bir ömrü olan Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen çöküşü arifesindeki görünüşünü, Bosna eyaletinin küçük bir kasabasının perspektifinden , iki dünyanın çatışan insanları ile törensel bağlantılar ve dinî dogmaların baskısı altında kalan yerlilerin yaşayışından çıkardığı gerçeklerle anlatma yoluna giden bu romanın adını, çöküşün Batı’dan görünüşünü ifade etmek amacı l Gün Batarken olarak değiştirdim. Batı dillerine çevrilirken de yapılan bu değiştirmeyi, roman meselesinin bize değinen yönü ile değerlendirmek istedim. ,
… ..
Travnik Çarşısı’nın sonunda, gürül gürül akan serin Sumeç Suyu’nun alt yanında , hangi devirden kaldığı
iyice bilinmeyen “Lütfiya’nın Kahvesi” adlı küçük bir yer vardır. Buranın ilk sahibi Lütfiya’yı, kasabasının en yaşlıları bile hatırlamıyorlar. Bu Lütfiya, Travnik’in dört bir yanına serpilmiş olan mezarlıklardan birinde, son uykusuna yatalı yüzyılı aşmış bulunmasına rağmen, herkes kahvesini içmek için Lütfiya’ya gitmekte., birçok sultanların, vezirlerin, beylerin adları unutulduğu halde, onun adı hâlâ anılmakta ve dillerde dolaşmaktadır. Küçük kahve bahçesinde, dağın eteğindeki dimdik kayalığın hemen dibinde, bir parça kenarda, üzerinde ihtiyar bir ıhlamur ağacının dallarının çadır gibi gerildiği, yüksekçe ve serin bir yer vardır. Ihlamur ağacının çevresinde, kayalıkla fundalığın arasına, yere alçak sıralar çakılmıştır. Bunlar düzensiz, eğri ve kamburdurlar, ama üzerinde oturanlar rahat ederler ve bir türlü de kalkmak istemezler. Yıllar boyu kullanıla kullanıla eski biçimlerini kaybetmişler, sanki oradaki ağaç, toprak ve taşlarla birlikte yerden bitmişler, birbirlerinden ayrılmaz bir duruma gelmişlerdir.Yaz aylarında, yani mayısın başından ekim sonlarına kadar, burada öğleden sonraları, “ikindi” vakitlerinde, “Travnik Beyleri”nin ve onların topluluğuna katılabilen kişilerin buluşmaları, çok eski devirlerden beri yerli bir töre haline gelmişti. … ..
... ..
Son zamanlarda, 18. yüzyılın 19. yüzyıla döndüğü yıllarda, tarih shifesinde, birçok karışık olaylar
ve kökten değişmeler geçmekteydi. Bütün bu olaylar, her yönden gelip üzerine saldırıyorlar, birbirleriyle
çarpışıyorlar ve bütün Avrupa’yı ve koca Osmanlı Devleti’ni karmakarışık ediyorlar; hattabu çukur vadiye kadar ulaşıyor, sonra da kendi getirip yığdığı, kum setleri
önünde göllenen bir çağlayan gibi birdenbire duraklıyorlardı.
Daha Macaristan’dan geri çekildikleri zamandan beri, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki münasebetler gitgide çetinleşmiş ve karışmış, genel yaşama
şartları da gittikçe uygunsuz bir duruma gelmeye başlamıştı. Bu koca devletin savaşçıları -ağalar ve
sipahiler-, verimli Macar ovalarındaki zengin mülklerini kaybetmişler, çok kıt ve verimsiz topraklarına
çekilmek zorunda kalmışlardı.
18. yüzyılda, Bosna’ya doğru ilerleyen savaşlar, öte yandan da Hıristiyan reaya kitlesi arasında aşırı ümitlerin yayılmasına sebep oldu. ve o zaman
kadar farkında olmadıkları dış dünyaya gözlerini açtılar. Bu hal, reaya tabakası ile “hüküm süren
Osmanlı efendileri” arasındaki münasebetlere tesir etmeden kalamazdı. …
… ..
19. yüzyılın başlarında, yeni bir çağın ve yeni bir mücadele tarzının belirli işaret, Sırbistan’da
ki ayaklanma oldu. Bununla birlikte bu dolaşık yumak, daha da sıkılaştı ve çözülmez hale geldi.
… ..
Yerli Müslümanlar yukarıda belirttiğimiz gibi, kaygıya düşüyorlar, bezgin ve endişe içinde, herhangi bir konsolosun gelişi
ihtimali üzerine konuşuyorlardı. Dış memleketlerden gelen şeyleri kabul etmiyorlardı. Kuşkulu ve yeni
olan her şeye karşı peşin hüküm sahibi idiler. … ..
… ..
Buna karşılık, Hristiyanlar, Ortodokslar kadar Katolikler de bu türlü haberleden memnun oluyorlar, bir kaptan bir kaba boşaltılmış gibi ağızdan ağıza, kaçamak
şekilde ve fısıldaşarak aktarıyorlardı…. ..
… ..
Çoğunluğu teşkil eden Katolikler, Viyana’daki kudretli Katolik kayzerinin himayesi ve yardımını getirecek, nüfuzlu bir Avusturya konsolosunun rüyasını görüyorlardı. Sayıca
daha az ve sın yıllarda Sırbistan’daki ayaklanmalar yüzünden sürekli kovuşturmalara uğrayan Ortodokslar, bir Avusturyalı veya bir Fransız konsolosundan pek fazla bir şey beklemiyorlar, aksine ancak Osmanlı hâkimiyetinin çökmeye yüz tuttuğunun iyi bir işaret ve delilini görüyorlar,iyilik ve kurtuluş müjdeleyen bir kargaşalık devrinin başlayacağını
ümit ediyorlardı. Bir Rus konsolosu olmaksızın hiçbir şey yapılamayacağını eklemeyi de
unutmuyorlardı.
Sayıca az olmalarına karşılık çok uyanık olan İspanyol kolundan gelen Yahudilere, bu rivayetler, sanki ulaşmamış görünüyor, yüzyılların kendilerine öğretmiş olduğu biçimde, iş güç
uğraşmalarına batmış eski suskunluklarını, bütün sertliği ile muhafaza ediyorlardı.Ama “Yahudilere bir
baba gibi iyi davranıyor” diye adı çıkan büyük Fransız İmparatoru Napolyon’un konsolosunun
Bosna’ya geleceği haberi, onların düşüncelerini de heyecanlandırmıştı.
… ..
… ..
… .. Jean Baptistene Daville, … ..
… ..
…. .. Hariciyeci olarak bir heyetle birlikte Almanya’ya, sonra İtalya’ya Zisalpin Cumhuriyeti’ne ve Malta
tarikatçılarına gönderildi. Ardından tekrar gazeteciliğe döndü ve Paris’te Moniteur gazetesinin edebi muhabiri oldu. Ve işte, artık burada bir konsolosluk açamak, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bölgeleriyle iktisadi münasebetler kurmak, Dalmaçya’daki işgal
kuvvetleri kumanda heyetinin faaliyetlerini desteklemek, Sırbistan’la Bosna’daki reayanın hareketlerini izlemek görevi ile Travnik’e başkonsolos olarak
gönderilmişti.
… ..
… .. Travnik’te Osmanlılar hüküm sürdükçe, hiçbir iyi yola ihtiyacımız yok. Aramızda yaygın olarak söylendiğine göre, onlar yolu tamir ederlerse,
bizimkiler, ilk yağmur ve karda tekrar bozmalıdırlar. İstenmeyen misafirleri bir parça ürkütür ve alıkoyar.
Ancakbu cümleden sonra, papaz, kendi kurnazlığından mest olarak öteki gözünü de açtı ve bana,
bunlardan kimseye bahsetmemekliğimi rica etti. Yolların iyi olmayışının birisi işte ortada. İkinci sebep ise Osmanlılardan geliyor. Hıristiyan dış dünyası ile her çeşit nakliye bağlantısı, onlarca düşmana yol vermek ve kapı açmak, onların, reaya üzerindeki tesirlerini kabul etmek ve
Osmanlıların iktidar üstünlüklerini tehlikeye düşürmek anlamına geliyor.
… ..
… ..
… .. Avusturya Konsolosu hâlâ gelmemişti. … .. Yazın sonlarında Avusturya Konsolosu’nun yolda olduğu havadisi ortalığa yayıldı. … ..
… .. bu Avusturyalının gelişi haberi karşısında ileri gelenlerin ilk tepkilerini araştırdı. Katolikler bayram
yapıyor,Francistan keşişleri, yeni konsolosa hizmetlerini arz etmeye hazırlanıyorlardı. … ..
… ..
… ..Sırbistan’daki ayaklanmalar yüzünden şiddetle takip edilen Ortodokslar, bu konudaki bütün konuşmalardan çekiniyorlar, ama kendi aralarındaki mahrem görüşmelerinde, Rus
Konsolosu’ndan başka bir konsolosun gelmesine karşı olduklarını ısrarla belirtiyorlardı. Konaktaki Osmanlılar ise bezgin, kibirli ve azametli bir tavırla susuyorlardı. Aslına bakılırsa , onlar sa kendi dertleriyle ve
içerideki entrikaları ile meşgul idiler. Yerli Müslümanlar ise şimdi, Fransızların gelişi haberinde
olduğundan daha fazla huzursuzdular. … ..
… ..
… .. Monseur Daville veya Herr von Mitterer
… ..
Bu yılın, 1808 yılının her çeşit kayıplar ve felaketler yılı olduğu aşikârdı. … ..
… ..
-Aptalların en büüüyüğü, okumasını bilmeyen kimse değil, aksine okuduğu her şeyi gerçek sayan kimsedir.
Aptalların en büüüyüğü, okumasını bilmeyen kimse değil, aksine okuduğu her şeyi gerçek sayan kimsedir.
İvo Andriç, “Travnik Günlüğü” kitabında diyor ki; “ Aptalların en büüüyüğü, okumasını bilmeyen kimse değil, aksine okuduğu her şeyi gerçek sayan kimsedir.“
Selamlaşmadan ve ilk sözlerden sonra her ikisi de bir müddet oldukları yerde duraklıyorlari tesadüfen rastlaşmışlar gibi birbirlerinden ayrılmadan önce yolun ufak bir bölümünü yan yana gidiyorlar, yolları bir kere daha karşılaşıncaya kadar ve konuşmalarına devam edinceye kadar çabucak ve büyük bir istekle birkaç cümle söyleşiyorlar, sonra birbirlerinden ayrılıyorladı.BU manevrayı toplum şartları ve mevkileri yüzünden yapmak zorundaydılar. Fakat içlerinde birbirlerinden bir saniye için bile ayrılmıyorlar ve birbirlerine her rastlaştıklarında da, bir önceki konuşmalarında hiç zalmayan bir zevkle yeniden başlıyorlardı. Seyisleri v e dışarıdan bakan herkes üzerinde, dikkatlerini bilhassa atlar ve binicilik üzerinde topluyorlarmış, karşılaşmaları bir rastlantı ve konuşmalarında da, yolların durumu, havalar ve atların yürüyüşü gibi pek masumca konular üzerinde duruyorlarmu-ış tesirini uyandırıyorlardı. Oynak bir küçük bayrak gibi bazen delikanlının, bazen kadının ağzında dalgalanan, kâh kopup ayrılan ve soğuk havada daha canlı ve daha uzun süre dalgalanmak için yayılan nefes buharının, neler ifade ettiğini kimse bilemezdi.
… .. delikanlı ve kadın, uzun yürekten gelen bir el sıkışı ile (âşıklar kendilerini en kolay ayrılış sırasında ele verirler) ayrılıyor ve her biri aşağıya karlar ve kırağı tabakasıyla örtülü şehre doğru kendi yollarına atlarını sürüyorlardı.
Genç des Fosses ile ondan on beş yaş büyük, güzel bayan vov Mitterer arasında bir şeyler döndüğünü ilk fark eden bizzay Bay vov Mitterer olmuştu. … ..
… ..
… .. ve Şubatta yağış tekrar başladı. Atlı gezintiler imkânsız hale gelmişti. … .. Anna Maria … .. böyle havalarda evden dışarı çıkamıyor … .. Günün büyük bir bölümünü, zengin repertuvarını Alman ve İtalyan türkülerinden pervasızca çıkardığı ve kendini sonsuz varyasyonlar e fantaziler arasında kaybettiği harpinin (*arp) başında geçiriyordu… .. Albay çalışma odasından, Anna Maria’nın, harpını (*arp) çalarak nasıl türkü çağırdığını duyuyordu.
Tutta raccolta ancor,
Nel paltipante cor
Tremante ho l’alma…
Daima huzursuz kalbimin içinde
tamamıyla gizli kalmış hâlâ
titreyen bir ruh taşıyorum
… ..
Güneşli bir sabah atların nalları, çıplak fundaliklar arasında ki düz yolda tekrar çınladı. Anna maria ve des Fosses , sabahın tazeliği ve güzelliğinden sarhoş olmuşlardı. … .. anlam ve içlemi yalnız ikisince bilinen, ata biniş ve günün taze havasının getirdiği, daha da kuvvetli bir taşkınlığa sürükleyen kalpten gelen sözler ve kırık dökük cümlelerle konuşmuşlardı. Konuşmaların ortasında Anna Maria birden bire atını mahmuzladı, yolun sonuna kadar sürdü. Heyecan içindeki delikanlıyı sözlerinin ortasındayken bıraktı. Sonra adeta ile geriye döndü ve tekrar konuşmaya başladı. Oyun ikisini de yormuştu…. ..
… ..
Sözler ve gezintiler, konsoloslar ve konsolosluklar, her şey adiliğin içine batmıştı. … ..
… ..
Paris’teki amcasını .. .. vermiş olduğu nasihati -şimdi artık gecikmiş olarak- hatırlıyordu.
-Bakıyorum ki, … .. demişti ihtiyar. … .. Yalnız sana bir nasihat vereceği. Zıpır karılardan daima uzak dur.
… ..
Uzak başşehirdeki bu huzursuzluklar ve dalgalanmalar, çok geç, biçim değiştiren aynalarda olduğu gibi tamamıyla değişmiş, karikatürleşmiş de olsalar, bu kenarda kalmış eyalete de aksediyordu. Beyhude yere bir boşalma sübabı arayan bütün korkular, hoşnutsuzluklar, mahrumiyetler ve kızgınlıklar bu kasabalardaki Müslüman halkını, azap ve işkence içinde bunaltıyordu. Yaklaşmakta olan sarsıntılar ve zararlı değişiklikleri, insanlar doğru önsezileri ile, içlerinden ihanete uğradıklarını ve dışlarından tehdit edildiklerini hissediyorlardı.Kendilerini koruma ve savunma eğilimi, onları aramaya sevk ediyor ve hareketre geçmeye zorluyordu. … ..
… ..
Avrupa’da bu sıralarda o zamana kadar görülmemiş ölçüde savaşlar oluyor, tarihi sonuçlarının ne olacağına bakılmadan hiç rastlanılmamışterörlere başvuruluyordu. İstanbul’da hükümet darbeleri birbiri peşinden geliyor, sultanlar birbirlerinin yerine geçiyorlar ve sadrazamlar katlediliyordu.
… .. Babıâli’in emirleri üzerine Sırbistan'a karşı bir ordu hazırlanmıştı. … ..
… .. Aslına bakılırsa, İbrahim Paşa ,hangi plana göre hareket edeceğini ve bu işte ne kadar kıta kullanılması gerektiğini tam olarak bilmiyordu. Başka türlü yapamayacağı için ferman üzere kendi varlığının, diğerlerini d aynı şekilde vazifelerini yapmaya mecbur edeceğini hesaplayarak yola çıkmıştı. Fakat yeniçerileri hiç kimse toparlayamıyor ve harekete geçiremiyordu. Akla gelebilecek her çareye başvurup görevlerinden kaçıyorlardı. Birini toparlayalım derken ötekiler çoktan sıvışıyorlardı. Veyahut hemen basit bir kavga, bir patırtı düzenliyorlar , bu fırsattan faydalanarak , ortalığı toza dumana boğup, bu sırada künye kütüklerini Sırbistan’a savaşa gidiyormuş gibi düzene koyup evlerine dönüyorlardı.
… ..
Bizim barış yılları diye adlandırdığımız bu Viyana Barışı’nı takip eden devir (1810 ve 1811 yılları). …. ..
1812 yılının başlarında yeni bir savaş belirtisi sayılan ilk görüntüler belirmeye ve sesler gittikçe yükselmeye başladıkça, … ..
…
Daville,kendisi için Travnik’te son ayları olması gereken 1814 yılının ilk ayını tamamıyla yalnız başına, her şeye kendini hazır tutarak, Paris ve İstanbul’dan haber ve talimat almadan geçirdi. … ..
… ..
Von Paulich, oana, müttefiklerle Fransa arasındaki savaşın mutlulukla sona erdiğine dair aldığı haberi, Napolyon'un feragatini, kanunî ve meşru hükümdarın Fransız tahtına çağrılmış bullunduğunu, bildiriyordu. Senato, oylama yolu ile yeni bir anayasa Teşkilat Kanununu kabul etmiş ve Talleyrand ile Prens Benevent’in idaresi altında yeni bir hükümet kurulmuştu.
… ..
İstanbul’dan kuryenin gelişi onu bütün kararsızlığından ayırdı. Kurye, büyükelçinin ve personelin yeni bir rejim vesilesiyle tebrikleri ile birlikte meşru hükümdar Louis XVIII ve Bourbon sülalesi için bağlılıklarını ilanı haberini de ulaştırıyordu. Aynı zamanda Daville’e vezire, buradaki makamlara Fransa’daki değişiklikleri de bildirmesi, bugündebn başlayarak kendisine Trvanik’te, Fransa ve Navvarra Kralı XVIII’İn mümessili nazarıyla bakması emir ve izah ediliyordu.
… ..
*Travnik Günlüğü & İvo Andriç
Özgün adı: Trannicka Hronika
Almanca’dan Çeviren: Tahir Alangu
İletişim Yayınları
1.Baskı, 1999 İstanbul
*Ivo Andrić - Vikipedi (wikipedia.org)
*1892'de Travnik yakınlarında Dolac'ta doğdu. Zagreb, Viyana ve Kraków'da sürdürdüğü eğitimini Graz Üniversitesi'nde verdiği "Osmanlı Yönetimindeki Bosna-Hersek'te Kültür Yaşamı" konulu doktora tezi ile tamamladı. I. Dünya Savaşı sırasında milliyetçi etkinliklerinden ötürü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yetkilileri tarafından bir süre gözaltında tutuldu. Savaşı izleyen yıllarda Yugoslavya Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştı. Budapeşte, Madrid, Cenevre ve Berlin'de dış görevlerde bulundu.
… .. İsveç Akademisi tarafından 26 Ekim 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü.
… ..
*Travnik - Vikipedi (wikipedia.org)
*Travnik veya Trafnik (Kiril: Травник, Osmanlı döneminde Vizirtravnik veya Vizirtrafnik), Bosna-Hersek'in merkezinde, Saraybosna'nın 90 km batısında yer alan şehir.
Merkez Bosna Kantonu'nun başkentidir. Travnik vezirler şehir olarak bilinir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'na onlarca devlet adamı yetiştirmiştir. Şehirde bir fotoğraf karesine 40 cami sığdığı söylenir. Gerçekten de şehir bir Osmanlılık göstergesi olarak sayısız türbe ve camiye sahiptir. Bir zamanlar Bosna Eyaleti'nin merkeziydi. Travnik ayrıca Nobel ödüllü yazar Ivo Andrić'in doğduğu kenttir.III. Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde babası III. Mustafa'nın saltanatı döneminde dünyaya geldi. Babası 1774 yılında öldüğünde sadece 13 yaşında olduğu için amcası I. Abdülhamid tahta çıktı. I. Abdülhamid şehzade Selim'e kendisinden önceki padişahların tersine, oldukça iyi davrandı. Kafes (oda hapsi) hayatı yaşamasına rağmen Selim'in iyi bir eğitim almasına izin verdi. Şehzade Selim müzik ve edebiyatla ilgilendi. Fransa'nın Fransız İhtilali öncesindeki son kralı olan XVI. Louis'le mektuplaştı. Daha tahta çıkmadan Osmanlı Devleti'nde köklü bir yapısal değişikliğe gerek olduğu inancına vardı. I. Abdülhamid 7 Nisan 1789 yılında ölünce, III. Selim Avrupa'yı temelinden sarsacak olan Fransız İhtilali'nin eşiğinde tahta çıktı.
III. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti hem Avusturya hem de Rusya'yla savaş halindeydi. Başarısızlıkla sonuçlanan bu savaşlar 1792 yılında Avusturya'yla yapılan Ziştovi Antlaşması ve 1792 yılında Rusya'yla yapılan Yaş Antlaşması ile son buldu. Böylece III. Selim Osmanlı Ordusu'nda çoktandır yapmak istediği yenilikleri yapma fırsatı buldu. 1793 yılında Nizam-ı Cedid ordusunu kurdu. Bu sırada Napolyon Bonapart'ın komutası altındaki Fransız orduları Osmanlı Devleti'ne ait olan Mısır'a saldırmıştı (1798). Osmanlı ordusu İngilizlerin yardımıyla Mısır'ı başarıyla savundu. 1801 yılında yapılan El-Ariş Antlaşması ile Fransa Mısır'daki emellerinden vazgeçti.
1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusunun kaldırılmasını isteyen yeniçeriler Kabakçı Mustafa'nın önderliği altında ayaklandılar. III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunu dağıtmak ve 29 Mayıs 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. III. Selim'in yerine geçen amca oğlu IV. Mustafa III. Selim'i tekrar kafese geri gönderdi. 28 Temmuz 1808 tarihinde III. Selim'i tekrar tahta çıkarmak amacıyla Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa saraya yaklaşırken III. Selim, kuzeni padişah IV. Mustafa'nın emriyle boğduruldu. III. Selim ile onu idam etmeye gelen yeniçeriler arasında büyük bir arbede geçtiği bilinmektedir. III. Selim'in cenazesi Laleli Camii'nin avlusunda babası III. Mustafa Türbesi'ne defnedildi.
Osmanlı-Rusya ilişkileri : … ..
Osmanlı-Avusturya İlişkileri : Osmanlılar 1529 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın Viyana'yı kuşatmasından beri defalarca Avusturya ile savaşa girmişlerdi. III. Selim tahta geçtiğinde de Avusturya Rusya'yla birlikte Osmanlı Devleti ile tekrar savaş halindeydi. Osmanlılar Avusturya'ya karşı İsmail zaferini kazandılar. Ancak Avusturyalılar Sebeş, Muhadiye, Lazarethane ve Pançova'yı işgal etmeyi başardılar. Belgrad'ı 8 Ekim 1789 tarihinde ve Semendire'yi daha sonra ele geçirdiler. … ..
Osmanlı-Fransa İlişkileri: … ..
*Ovid - Vikipedi (wikipedia.org)
*Eski şairler Virgil ve Horace'ın çağdaşı olan Ovid, Augustus'un saltanatı sırasında kariyerine başlayan ilk büyük Romalı şairdi. [3] Toplu olarak, Latin edebiyatının üç kanonik şairi olarak kabul edilirler. İmparatorluk bilgini Quintilian, Ovid'i Latin aşk elegistlerinin sonuncusu olarak tanımladı. [2] Yaşamı boyunca muazzam bir popülariteye sahipti, ancak imparator Augustus onu Karadeniz'deki uzak bir eyalete sürgün etti ve ölümüne kadar orada kaldı. Ovid'in kendisi sürgününü carmen et hatasına ("bir şiir ve bir hata") bağlar. Ayrıntıları açıklama konusundaki isteksizliği, akademisyenler arasında çok fazla spekülasyona neden oldu.
Bugün, Ovid, epik metrede yazılmış on beş kitapta sürekli bir mitolojik anlatı olan Metamorfozlar ile ünlüdür. Ayrıca Ars Amatoria ("Aşk Sanatı") ve Fasti gibi elegyak beyitlerdeki eserleriyle de tanınır. Şiirleri Geç Antik Çağ ve Orta Çağ'da çok taklit edildi ve Batı sanatını ve edebiyatını büyük ölçüde etkiledi. Metamorfozlar günümüzde klasik mitolojinin en önemli kaynaklarından biri olmaya devam etmektedir. [4]
*Napolyon Bonapart - Vikipedi (wikipedia.org)
*Napolyon Bonapart (15 Ağustos 1769, Korsika - 5 Mayıs 1821), Fransız asker, politikacı ve I. Napolyon olarak 1804-1814 arası (ve 1815'te kısa süreliğine) Fransa İmparatoru.
Gerek Fransız Devrim Savaşları gerekse Napolyon Savaşları sırasında Fransa'ya önderlik ettiği gibi tüm Avrupa’yı da etkilemiş önemli bir komutandır. Girdiği savaş ve çatışmaların büyük bölümünü kazanmış, 1815'teki nihai yenilgisine kadar hızla Avrupa kıtasının hakimiyetini ele geçirmiştir. Tarihteki en önemli komutanlardan biri olan Napolyon’un savaşları dünyanın her yerinde askerî okullarda ders olarak okutulmaktadır ve kendisi Avrupa tarihinin en ünlü ve en tartışmalı siyasi figürlerinden birisidir.
Napolyon bir devlet adamı olarak tüm Fransa'da ve Avrupa'da büyük liberal reformlar uyguladı. Yönetimi sırasında bir halk eğitim sistemi kurmuş, feodalizmin kalıntılarını ortadan kaldırmış, Yahudi (bkz. Napolyon ve Yahudiler) ve diğer dini azınlıkları özgürleştirmiş, gelişmekte olan orta sınıfın yasalar önünde eşitliğini sağlamış ve dini otoritelere karşı devletin gücünü merkezileştirmiştir. En kalıcı hukuki başarısı, Doğu Asya'da Japonya'dan, Kuzey Amerika'da Québec'e kadar dünyadaki hukuk sistemlerinin dörtte birine çeşitli şekillerde uyarlanmış olan Napolyon Kanunları'nı hazırlatmasıdır.
Adanın Ceneviz Cumhuriyeti'nden Fransa’ya geçtiği yılın ertesinde Korsika’da, Toskana asıllı soylu ve görece mütevazı bir İtalyan ailenin oğlu olarak dünyaya gelmişti. Fransız ordusunda topçu subayı olarak çalıştığı sırada gerçekleşen Fransız Devrimi'ni 1789’da ortaya çıktığından itibaren destekleyip doğum yeri Korsika’ya yayılması için çalıştı ve 1793’te adadan sürgün edildi. İki yıl sonra (“cumhuriyet takvimi'ne" göre 13 Vendémiaire günü) Paris çetelerini topa tutarak Fransız hükûmetini çöküşten kurtaran Napolyon, henüz 26 yaşında iken İtalya seferi için hazırlanmış Fransız ordusunun komutanlığına getirildi. Genç komutan 1796'da Joséphine de Beauharnais ile düğününün hemen ardından Birinci Koalisyon güçleri üzerine sefere çıktı. Bu ilk seferinde elde ettiği kesin zaferler sayesinde tüm Avrupa’da tanındı. İtalya seferinden sonra 1798'de Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olan Mısır’a askeri bir sefer düzenledi. Bu sefer sırasında Memlük beylerini yenerek Osmanlı toprağını işgal etti ancak elinde tutmayı başaramadı. Bu askeri sefer sırasında Napolyon ordusundaki askerler tarafından yapılan keşifler sayesinde modern Mısırbilim'i başlamıştır.
Fransa’da devrimden sonra kurulmuş olan yönetim (Direktuvar), Mısır’dan Fransa’ya dönen Napolyon ile destekçilerinin gerçekleştirdiği 18 Brumaire Darbesi ile çökmüş ve Fransa’da Konsüllük idaresi kurulmuştur. Napolyon, Konsüllük idaresinin ilk konsülü olarak atandı ve Fransa üzerindeki siyasi hakimiyetini kademeli olarak arttırdı. Birleşik Krallık ile Amiens Antlaşması'nı imzalayarak 1802'de Devrim Savaşları'nı sonlandırdı. Nihayet 1804'te Fransız Senatosu tarafınKıta Ablukası'nı genişletmek umuduyla İber Yarımadası'ını işgal eden İmparator Napolyon, 1808'de kardeşi Joseph Bonaparte'ı İspanya kralı ilan etti. İspanyollar ve Portekizliler Birleşik Krallık'ın desteği ile isyan ettiler. Yarımada Savaşı (İspanyol Bağımsızlık Savaşı) adıyla bilinen savaş 6 yıl sürmüş ve acımasız bir gerilla savaşı olarak tarihe geçmiştir. Savaş, Fransa’nın yenilgisi ile sonuçlandı. 1808'de Avusturya da Fransızlara karşı ayrı bir mücadele başlatmıştı. Avusturyalıları Wagram Muharebesi'nde yenen Napolyon, Fransa’ya karşı oluşturulan Beşinci Koalisyon'u dağıttı. Beşinci Koalisyon Savaşı’nı sonlandıran Schönbrunn Antlaşması'nın ardından eşi Josephine’den boşanıp II. Franz'ın kızı Avusturya Prensesi Marie Louise ile evlendi (1810).dan “Fransa İmparatoru” olarak ilan edildi.
Napolyon, Roma İmparatorluğu devrinden beri bu denli büyük bir siyasi birleşme yaşamamış olan Avrupa'da 1811'den sonra 70 milyonun üzerinde insana hükmetmiştir. Çeşitli ittifaklar ve akrabalık ilişkileri kurarak stratejik pozisyonunu korumuş ve Fransa’da yeni bir aristokrat sınıfı oluşturmanın yanı sıra Devrim sırasında ülkeden sürgün edilmiş asillerin de dönmelerine olanak vermiştir.
Polonya milliyetçiliğinin tırmandırdığı gerilim ve Kıta Ablukası'nın ekonomik etkilerinden ötürü Rusya ile ilişkilerin yeniden gerilmesi üzerine Napolyon, Kıta Ablukası'nı güçlendirmek amacıyla 1812 yılında Rusya'ya sefer düzenledi(bkz: Napolyon'un Rusya Seferi) ve bu sefer Fransızlar açısından büyük bir felaket ile sonuçlandı. 1813 yılının başlarında Rusya ve Prusya, Fransa'ya karşı güçlerini birleştirdi ve aynı yılın sonlarında Altıncı Koalisyon'a Avusturya da katıldı. Ekim 1813'te müttefik ordusu Napolyon'u Leipzig Muharebesi'nde yenilgiye uğrattı. Müttefikler 1814’te Fransa'ya bir saldırı başlatıp Paris'i ele geçirdiler ve Nisan 1814'te Napolyon'u tahttan feragat etmeye zorladılar. İmparator, Elba adasına sürgün edildi. Bourbon Hanedanlığı tekrar başa geçti ve Fransızlar devrimden itibaren ele geçirdiği bölgelerin çoğunu kaybetti. Napolyon Şubat 1815'te Elba adasından kaçıp Fransız hükûmetinin başına geçmeyi başardıysa da kendisini yeniden koalisyon güçleri ile savaşta buldu. Bu yeni koalisyon Temmuz ayında Waterloo Muharebesi'nde onu kesin bir yenilgiye uğrattı. İngilizlere teslim olan Napolyon, gözlerden uzak bir yerde olan Saint Helena Adası'nda hapse gönderildi. 51 yaşında 1821 yılında mide kanserinden öldü. Cenazesi yakıldı ve vefatı tüm Avrupa'da büyük bir şok ve üzüntü ile karşılandı. 15 Aralık 1840 tarihinde bir milyon kişinin şahitliği ile külleri Paris'e, hâlen bulunduğu Les İnvalides'e defnedildi.*İlirya - Vikipedi (wikipedia.org)
*İlirya veya İllirya , antik çağda İlirler adı verilen boyların Balkan Yarımadası'nın batısında, Adriyatik Denizi'nin genel olarak Dalmaçya kıyılarında kurulmuştur.
İlirlerin bilinen ilk hükümdarları Bardyllis olup MÖ 4. yüzyılda hüküm sürmüştür. En önemli kentleri Lissus (Bugünkü Arnavutluk’ta Leş ve Epidamnustır. (Bugünkü Arnavutluk’ta Dıraç) MÖ 335 yılında Makedonya Kralı Perdiccas III, İlirya’ya saldırmış ve saldırıda ölmüştür. Fakat daha sonra Büyük İskender'in babası II. Filip, İlirleri yenilgiye uğratmış ve kendi kontrol alanını Ohri Gölü'ne değin genişletmiştir. Daha sonra İskender'in döneminde de egemenlik altında tutulan İlirler, onun ölümünden sonra tekrar kendi krallıklarını kurmuşlardır. Bugünkü İşkodra'ya kadar ilerleyerek Hersek ve Karadağ'ın bir bölümünü de ele geçirmişlerdir.
İlir bölgesine daha sonra Romalılar son vererek bölgeyi bir eyalet olarak düzenlemişlerdir. Roma İmparatorluğu'nun bölünmesi ve kavimler göçü sonrası İlirya, Güney Slavlarının işgaline uğramış, yayılma alanı olmuştur.
1880'lerin başlarında Osmanlının Bosna Vilayeti'nin başkenti Tarvnik'te farklı etnik kökenli ve farklı dinlere mensup nahalkli insanlar ve süreç içinde buraya gelen konsolosluk görevlilerinin hem kendi içlerinde, hem de birbirleriyle olan ilişkileri ayrınlara inilerek gözlerimizin önünde canlanıyor.....
YanıtlaSilHatta III. Selimle başlayan yenileşme girişimlerine karşı başlayan Kabakçı İsyanı ve yerine geçen kuzeni IV. Mustafa'nın III. Selimi boğdurmasının Travnik'teki yansımalarını okurken tekrar yaşıyoruz... etkileyici...
SilOsmanlı'nın Viyana'dan çekilmesiyle başlayan sürecin, Müslüman bölge halkı üzerindeki endişelerini, buna karşılık ellerini ovuşturarak Ortodoks yerlilerin Rus müdahalesini, Katoliklerin Fransız ve Avusturya'dan beklentileri, İspanya'dan gelen ve zaman içinde bölgeye yerleşen Yahudileri durumu .... sosyal yapı ve hayatın günlük akışı....
YanıtlaSilAndriç; 1807-1814 arası yedi yıllık dönemde, Osmanlı'nın Bosna Eyaletinin başkenti Travnik'ten gerek Osmanlı'ya gerekse Fransa ve Sırbistan ayaklanmaları, Napolyon'un Rusya seferi ve Moskova'dan hezimete uğrayıp dönüşü ve bu süreçlerle ilgili olaylardan etkilenen Travnik sakinleri.... Esasında o dönem dünyada meydana gelen değişimin; Osmanlı'dan aşina olduğumuz sancılarının Avrupa'daki yansımalarını da anlamamıza katkı sağlıyor...
YanıtlaSilTarihi süreçin bu bölümü ve devamında; sadece Osmanlı'nın çöküşü değil, Avrupa'da da yaşanan benzeri acıların muhasebesinin (hesabının) Avrupa boyutundan da dersler çıkarılması gerekiyor.
Sil