… ..Fatma Âliye Hanım, bu kitabın giriş bölümünde olayların kahramanlarının evlat ve torunlarının henüz yaşamakta oldukları bir dönemde, bu bahislerin kendilerinde meydana getireceği tesirleri şu örtülü veciz bir ifadeyle ileri sürüyor:
Yaşamakta olduğumuz şu meşrutiyet devrinin vermiş olduğu fırsattan istifade ile gayet açık bir lisanla konuşulup yazılan tarih eserlerinin anlattıklarına, tarihin ne demek olduğunu anlayacak bir seviyeye halkımız geldi mi ki?
Burada bahse konu meşrutiyet, II. Meşrutiyettir; II. Abdülhamid’in otuz üç sene süren idaresinin sona erdirildiği ”hürriyet, müsavat ve uhuvvet” sloganlarının yalancı zırhına bürünerek geçmişe sövmenin başlangıcı olduğu kabul edilmesi lazım gelen yıllardır.
Erbabınca bilinir ki, II. Meşrutiyetin ilanından sonra yazılan eserler ve bilhassa tarih eserleri yeni devrin gougoycuları veya bu goygoyculuğa hazır olanların kalemleriyle yazılmıştır.
Fatma Âliye Hanım, asil ruhlu ve hakikatlere bağlılığı onu bu goygoycular kervanına katılmaktan alıkoyduğunu yukarıya aldığımız zarif ifadesiyle bizlere duyurmuş oluyor. babsından miras kalan fekalâde yüksek seviyedeki sosyal hayatının sağlamış olduğu imkânlar neticesinde Padişah ve Halife Abdülhamid Han’a “Sosyete içinde teşkiletımı kurdum. Bundan böyle buradan edineceğim malumatları size ulaştıracağım” ifadesini taşıyan çoklarının jurnal dediği, bizce hizmet-i din ve vatan olan bu hanımefendinin yapısı, elbetteki goygoycular kafilesine katılmasına el vermezdi. Fatma Âliye Hanımın bu eseri basıldığında
ülke insanı gene de tarih ilminin değerini tam manasıyla idrak edememiş olsalar da , 1908 meşrutiyettezgâhının işportacıları 1916’larda devletin bütün bütün yok olmasına sebep olacak savaşın içine girişlerinin ikinci yılına gelmişlerdi.Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı adlı eser; Tanzimat’ın günümüzde hâlâ belirlenemeyen, “Tanzimat-ı Hayriye mi? Yoksa Tanzimat-ı şerriye mi?” sorusunun cevabını tam olarak veremiyorsa da, kısmi bir kanaat sahibi olunmasını sağlamaktadır. Vermiş olduğumuz bazı katı hükümler, bu eser okunduktan sonra, Ahmet Cevdet Paşa’nın olayların kahramanlarından olması, Fatma Âliye Hanım’ın bir hakikat aşığı bulunması, nakillerde şüphe bırakmayacak doğruların inandırıcılığının teminatlarıdır.
… ..
Zamanın Durumu
Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, istibdat hırsına düşünce üzerine gönder
ilen orduların bozguna uğramasıyla Sultan II. Mahmud üzüntüden hastalanmış kısa bir müddet sonra da vefat etmiş olduğundan bugüne kadar neşredilmiş bulunan tarihler yazılmıştır. Vaziyet bu durumdayken, Sultan Abdülmecid Han hazretleri Osmanlı tahtına geçtiğinde Sadrazam Rauf Paşa, Şeyhülislam Mekkizade Asım Efendi, Mevclis-i Ahkâm Reisi Hüsrev Paşa idi. Padişah Damatları Halil ve Said Paşalar da sözü geçen kimseler olmakla beraber, devlet işleri Hüsrev Paşa’nın ellerinde olduğundan , hô be hôd Rauf Paşa’dan mühr-ü hümayunu alıp, kendisini sadaret-i uzma makamına tam bir istiklâliyetle taytin ettirdi. O sıralarda Enderun-u Hümayun ağalarının ileri gelenlerinden Rıza Bey ile Mehmed Ali Bey, genç padişahın itimadına sahiptiler. Bunlardan birisi sonradan serasker Rıza paşa oldu. Diğeri de kaptanıderya ve sadrazam olan Mehmed Ali Paşa’dır … ..
… ..
Reşid Paşa’nın karşısındaki Damat Said Paşa, Rıza Paşa ve Damat Mehmed Ali Paşa gibi ikbal mevkilerinin ve devlet işlerinin kendilerine kalması için ve Reşid Paşayı düşürmek için amansız düşmanları bulunuyordu. Bunların arkadaşları ve onlara tabi olanlar da yardımcı olmaktaydılar. Reşid Paşa’nın; vatanın ve milletin selâmeti için yaptığı hizmet ve gayretlerini çeşit çeşit iftiralarla, dine ehemmiyet vermez şekilde göstermek isteyerek bir takım saf kimseleri ikna ettiklerinden hasım sayısı çok miktarda artmıştı. O düşmanların en dehşetlisi olan Said Paşa da serasker olmuştu. Reşid Paşa ilk defa Hariciye Nazırı olduğu zaman, kısa zaman zarfında pek çok işler yaptığı halde , sonraki sadaretinde önceki gibi sürat ve salâbet göstermemesi bundan kaynaklanıyordu. Eğer önünde böyle mühim bir mâni bulunmasaydı Reşid Paşa yenileşme ve ilerleme hususunda daha pek çok mesafe alırdı. Bununla beraber Tanzimat-ı Hayriye’nin teferruatını tamamlamak ile yeni emirler verip ilimlerin yayılmasına yardımcı olmaya çalışmaktan geri durmadı. Umum Mektepler Nezareti ile Maarif Meclisini kurdu. İlk önce maarifin her tarafa yayılmasına lazım gelecek şartları ortaya koymak için Maarif Meclisi’ni harekete geçirdi. Sadrazam tarafından meşhur Arif Hikmet Bey, Mütercim Rüştü Paşa, Fuad Efendi bu meclise aza tayin olunmuşlardı. Bu muvakkat meclis, eğitim ve öğretimi üç derece üzerine tanzim etmişti: Mektebi sıbyan, mektebi rüştiye ve Darülfünun dereceleri. Bunların üçü için meclis üç tane geniş tafsilatlı layiha hazırlayarak vazifesini tamamlamıştı. … ..
… .. 1264/1847 senesinde seraskerlik makamında bulunan Damat Said Paşa’nın, padişah huzurundaki ısrarları üzerine Reşid Paşa azledilerek Sarım Paşa sadaret te tayin olduğundan devlet işleri Damat Said Paşa’nın eline geçmiş oldu. Reşid Paşa ekin,binin hepsini atıp, hatta sürgün ve idama bile kalkışılmıştı. … Mektebi rüşdiyede talebelere resim yapmak öğretiliyormuş diye, harita çiziminin yasaklanması yoluna gidileceği haberleri duyuldu.Umumi Mektepler Muavini Vehbi Molla, Maarif Meclisi Dairesi teftiş olunur korkusu ile ne kadar harita müsveddesi varsa hela çukuruna attırmış. Artık yeni düşünce erbabı kimseler can korkusuna düşüp, başlarının çaresini düşünmeye başlamışlar. … .. … .. padişah onun zamanına uyacak bir adam olmadığını gördüğünden Said Paşa’yı azledip, sadaret makamına tekrar Reşid Paşa’yı getirmiş…. ..
… ..
Âlim ve Ediplerin Toplanma Yerleri
… ..
… .. babam Ahmed Efendi … ..
… .. Lofça’dayken yazıdan izin aldığında Ahmed Efendi’ye “Vehbi” mahlası vermişlerdi. Fehim Efendi, babama
1843 senesinde “Cevdet” mahlasını verdi… ..
… ..
… ..Ahmed Cevdet Efendinin … ..
… ..
Siyaset Dünyasında
1848 yılında Avusturya Devletinde meydana gelen ihtilal üzerine Macarlar ayaklanıp, Avusturya’ya isyan ederek galip geldiler. İhtilal düşüncesi Eflak ve Boğdan’a da sıçradı. Bir taraftan Osmanlı askeri, diğer taraftan Rus askeri Romanya’ya girdi. Divan-ı Hümayundan gelmiş Fuad Efendi, fevkalade memur olarak Bükreş’e gönderildi. Onunla beraber bulunan askeri kumandan Ömer Paşa idi ki, sonradan meşhur olan Serdar-ı
Ekrem Ömer Paşa’dır. Eflak ve Boğdan’da o zaman “Bey” yoktu. Beyliğe ait işlere Fuad Efendi bakıyordu.
Avusturya, Macarları cezalandırmaktan aciz kaldığından, Rusya, Macaristan'a 200 bin asker sevk
etmişti. O
vakit İstanbul halkından hatta vükeladan dahi bazıları dâhil olduğu hâlderical ve kibardan birçok kimse,
Macarların, Avusturya’ya galip geldikleri gibi, Rusya’yı da yenecekleri görüşündeydi. hâlbuki Rusya’nın
Romanya tarafında bir ordusu bulunduğu gibi öte taraftan da Macaristan üzerine büyük bir ordu daha sevk
etmişti. Fuad Efendi işi yakından gördüğünden Rusların kuvvetinin çokluğundan, Macarların bu kuvvete
mukavemet edemeyeceğini anlamış ve haber vermişti.
Durum bu haldeyken Reşid Paşa, Cevdet Efendi’yi Fuad Paşa’ya yazılması mahzurlu emirlerini ulaştırmak maksadıyla Bükreş’e gönderir. Cevdet Efendi önce Lofça’ya geçip, orada birkaç gün kaldıktan sonra, Rusçuk’a gelip kıyafet değiştirip, pantolon ceket giyerek Bükreş’e gitmiş. Reşid Paşa’nın emeirlerini Fuad Paşa’ya tebliğ eylemiş. Bir ay kadar sonra İstanbul’a dönüp… ..
… ..
… .. Rusya, Macarları feci bir mağlubiyete uğrattı. … ..
… .. Macarların çoğu Osmanlı Devleti topraklarına iltica ettiler. Rus ve Avusturya devletleri onların iadesini teklif ettiler. Bu iki komşu devleti gücendirmekten birçok zevat çekiniyordu.
… .. Reşid Paşa ise iltica edenleri himaye etme hususunda sağlam bir azimle salâbet gösterdi. Gizli düşüncelerini
söylemekten çekinmediği Cevdet Efendiyle yaptığı müşaverede, Cevdet Efendi’yi de kendi fikrinde
bulmuştu.
… ..
Reşid Paşa, … .. Fuad Efendi’yi fevkalade elçilikle Petersburg şehrine gönderdi. … ..
… ..
Maarif
… ..
… .. Lakin sıbyan mektepleri vakıflara bağlı olup, orayla irtibatını kesmek o zamanın hükmünce
güç işlerdendi. Bu mektepleri oradan ayırmadıkça, ıslah ise çok zordu.
… ..
Cevdet: Dîde fevvâre dil-î zâr suyun bâşidir.
Fuad: Bu teferrücde akan gözlerimin yâşidir.
F:Sîm bâzûları andıkça Gümüşsûyında
C:Gözlerim sanki Burûsâ’da Pınarbâşîdir
C:Der-i dükkânçe-i vaslında kumaşcî bahçenin
F:Bişster-î râhat-ı âşık eşiği tâşîdîr.
F:Ul-u Câmi’deki mihrâbı ne yapsın âşık
C:Kıble-î vahdet ^na yârın iki kâşîdir.
C:Kaplıca suyu gibi âteş-i seyyâle-i eşk
F:Âşıkın bak eser-î âh-ı şerer-pâşıdir
F:Reh-i nâ-refte Bûrûsâ’da açıp kilk-i Fuâd
F:Bendesi Cevdet anı peyrev ü yoldâşîdir
… ..
Encümen-i Daniş
Meclis-i Maarif-i Umumiye’nin önemli işlerinden biiiri de Paris Akademisi tarzında ilmi bir cemiyet
kurmaktı. … .. Her ay başında bir gün toplanmak üzere Encümen-i Daniş (danışma Meclisi) adlı bir ilmi
cemiyet kurulmasına karar verildi. … ..
… ..
Reşid Paşa’nın Nutku
… ..
… .. Mevsim ilkbahar olup, İstanbul’da henüz Boğaziçi'ne nakledilmemişken Mısır’ı pek sıcak bulan
Cevdet Efendi; İstanbul’u hatırladığı gibi Reşid Paşa’dan ayrılmış olmakta ona zor geldiğinden bir
gazel söylemişti ki, o gazelin son beyitleri şöyledir:
Anıp İstanbul’u feryadım ile ahenk
Burada ud u kânûn perdesin gûş ettiğim demler
Gelince yâda Cevdet ağlarım sadr-ı keremkârın
Der-i lûtfunda ekdâr-ı feramûş ettiğim demler
Reşid Pâşâ-yı deryâ-dil ki Nil âsâ akar eşkum
Gelip yâda mey-i feyzî ile cûş ettiğim demler.
Bu gazeli âcizane açıklamaya gayret edelim: “Burada (Mısır’da) ud ve kanun seslerininn güzel
nağmeleri kulağıma geldiği zaman , İstanbul’u hatırlar ve feryadım o nağmelere ahenk içinde çıkar.
Bağışlayıcı ve ikramı seven Sadrazamı hatırlar ve ağlarım ben. Lütuflarıyla kederi unutturan Reşid
Paşa, dümdüz akan Nil nehri gibi akıcı ve güzel sözleriyle hatırıma gelir, o sözlerden aldığım feyz
ile çoşarım.
… ..
s.53
*Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı & Fatma Âliye Hanım
Sadeleştiren Metin Hasırcı
1.Baskı: Kasım 2018
Pınar Yayınları
*Fatma Aliye Topuz - Vikipedi (wikipedia.org)
*Fatma Aliye Topuz veya Fatma Aliye Hanım (Osmanlıca: فاطمە عالیە; 9 Ekim 1862, İstanbul - 13
Temmuz 1936, İstanbul), Osmanlı Türkü yazar, çevirmen ve aktivist. Tanzimat'tan İkinci Meşrutiyet'e
uzanan süreçte roman, felsefe, İslam, kadın hakları ve tarih üzerine eserler vermiştir.[1] Zafer Hanım'ın
1877 yılında yayımladığı Aşk-ı Vatan adlı bir roman mevcutsa da yazarın tek romanı olduğu için Zafer
Hanım değil, beş roman yayımlayan Fatma Aliye Hanım ilk kadın romancı unvanını aldı. 2009 yılında
50 Türk lirası'nın arkasında portresine yer verildi.
9 Ekim 1862'de İstanbul'da doğdu. Hukukçu ve tarihçi Ahmed Cevdet Paşa ile Adviye Hanım'ın kızıdır.
Kendisine özel bir eğitim verilmese de ağabeyi Ali Sedat Bey'in evde özel hocalardan aldığı dersleri
dinlemesi sayesinde kendini geliştirdi. Fransızca merakının ortaya çıkması üzerine ders alarak bu
dili çok iyi düzeyde öğrendi.
Fatma Aliye Hanım, 17 yaşında iken 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi'ndeki Plevne Savunması ile ünlü Gazi Osman Paşa'nın yeğeni Kolağası Faik Bey ile evlendi ve dört kızı oldu. (Hatice, Ayşe, İsmet, Nimet)
… ..
*Ahmed Cevdet Paşa - Vikipedi (wikipedia.org)
*Ahmed Cevdet Paşa veya Lofçalı Ahmed Cevdet Paşa (Osmanlı: احمد جودت پاشا, 27[1] Mart 1822,
Lofça - 26 Mayıs 1895, İstanbul), Osmanlı Devleti'nde on dokuzuncu asırda yetişen Türk devlet ve
ilim adamı, tarihçi, hukukçu, şair.
Mecelle'yi kaleme alarak İslam hukukunu sağlam bir dille kitaplaştıran kişidir. Şekilde batı
prensiplerini uygularken özünde şer'i prensiplere bağlı kalmayı uygun gören bir hukuk anlayışı vardı.
Beş defa adliye, üç defa eğitim, iki defa vakıflar, bir defa içişleri ve bir defa da ticaret ve ziraat
bakanlığı yapmış bir devlet adamıdır. Devrinde hazırlanan kanunların ve kurulan kurumların büyük
kısmı onun elinden çıkmıştı.
Tarih-i Cevdet adıyla bilinen ve Osmanlı tarihini anlatan on iki ciltlik ünlü eserin yazarıdır.[2] Ayrıca
1855-1865 yıllarında devletin resmi tarihçisi olarak hizmet vermiş bir tarih yazarıdır. Bu sayede
dönemin siyasi olaylarını yazdığı Tezakir-i Cevdet adlı eseri ortaya çıkardı.
Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk dil bilgisi kitabı kabul edilen Kavâ'id-i Osmâniyye'nin ve daha
başka dil bilgisi kitaplarının yazarıdır.
En ünlü eserlerinden olan Kısas-ı Enbiya'da bütün peygamberleri ve İslam tarihini sade bir dille
okuyuculara aktarmış bir yazardır.
İlk Türk kadın romancı kabul edilen yazar Fatma Aliye Hanım’ın babasıdır.
… ..
*Medrese - Vikipedi (wikipedia.org)
*Medrese, Müslüman ülkelerde orta ve yükseköğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adıdır.
Medrese kelimesi Arapça ders (درس) kökünden gelir.[1] Medreselerde ders verenlere "müderris", onların yardımcılarına "muid", okuyanlara "danışmend", "softa" veya "talebe" adı verilir.
Tarihçe:Türk İslam devletlerinde medrese geleneği Karahanlılarla başlar. Ayrıca Karahanlılar
medrese geleneği ile birlikte burslu öğrencilik sistemini başlatmışlardır. F. Reşit Ünat'a göre ise
İslam'da ilk medrese Büyük Selçuklu Devleti zamanında Alparslan'ın veziri Nizamülmülk tarafından
açılan ve yine onun ismiyle anılan Nizamiye Medreseleri'dir.[2] Necdet Sakaoğlu ise ilk medresenin
kurucusu olarak, Nişabur hâkimi Emir Nasır bin Sebüktekin'i göstermektedir.[3]
Medreseler, Selçuklular'la zirve yapar. En kapsamlı, çok yönlü medreseleri Büyük Selçuklular
açmıştır. En büyük Nizamiye Medresesi, Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat'a
kurulmuştur[kaynak belirtilmeli]. Budizmdeki dinsel eğitim kurumu Viharalardan etkilenilerek
medreseler açılmıştır.[kaynak belirtilmeli]İlk medreselerde ağırlıklı olarak Kuran, kıyas, icma, fıkıh,
kelam gibi dini dersler okutulurken, Nizamiye medreselerinde hem pozitif bilimler hem de dini
bilimler birlikte okutulmuştur. Bu eğitim sisteminde Batinilik ve Şiilik arasında fikri mücadele
amaçlanmıştır.[kaynak belirtilmeli]
Selçuklular Anadolu'ya geldikten sonra çeşitli şehirlerde çok sayıda medreseler inşa etmişlerdir.
Anadolu'da açılan ilk medrese Danişmentliler tarafından Tokat Niksar'da açılan Yağbasan Medresesi'dir.
Osmanlı Devleti'nin devrinde ilk medrese Orhan Bey zamanında 1330 yılında Orhan Gazi Medresesi
adıyla İznik'te kurulmuştur. Daha sonra Osmanlı Devleti'nin sınırları genişlemesiyle beraber
Bursa ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehirde medreseler açıldı. İstanbul'un fethinden sonra
üst seviyedeki eğitim kurumları başkentte yoğunlaştı.
1331-1451 yılları arasında 82 adet medrese kurulmuştur.
1463-1471 yılları arasında kurulanlara Fatih medreseleri ya da Sahn-ı Seman medreseleri denilir
(Bu medreselerle birlikte süreye dayalı eğitim, ders geçme sistemine dayalı eğitime dönüştürülmüştür.).
1550-1557 yılları arasında kurulanlara ise Süleymaniye medreseleri denir. Osmanlı Devleti'nin
ilk tıp okulu Darültıp Süleymaniye medreselerinde yer almıştır. Tıbbi bilgilerin uygulamalarının
yapıldığı Darüşşifa ve diğer bazı bölümler olan Darülakakir (Eczane), Darüzziyafe, Tabhane ve
İmarethane ilk kez Süleymaniye medreselerinde yer almıştır.
Başlangıçta bütün eğitim faaliyetlerinin yapıldığı kurum olan medreseler, Tanzimat Döneminde
yeni mesleki okulların açılması ile sadece din eğitimi verilen okullar haline getirildi. Osmanlı
devletinin son döneminde medreselerin ders programında ve teşkilat yapısında yeni düzenlemeler
yapıldı. 1914 yılında Darü-l hilafeti-l Aliyye adı altında birleştirilen medreseler, Millî
Mücadeleden sonra 03.03.1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun birinci
maddesi olan "Türkiye dahilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaleti’ne
merbuttur" ifadesi ile Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış ve zamanın
Millî Eğitim Bakanı Vasıf Bey de 13.03.1924 tarihli genelgesiyle medreseler üzerindeki
tasarruf hakkını kullanarak medreseleri kapatmıştır.
Medreselerde Verilen Dersler:
Sarf, Nahv (Morfoloji)
Tefsir (Kuran yorumu)
Adab-ı bahis (Tartışma adabı)
Hikmet
Fıkıh (İslam Hukuku)
Faraiz (Miras hukuku)
Akaid (İnanç esasları)
Usul-ü fıkıh
İlm-i heyet (Astronomi)
Medreselerde ağırlıklı olarak Kuran, kıyas, icma, fıkıh, kelam gibi dini
dersler okutulurken, Nizamiye medreselerinde hem pozitif bilimler
hem de dini bilimler birlikte okutulmuştur. Bu eğitim sisteminde batinilik
ve şiilik arasında fikri mücadele amaçlanmıştır.
… ..
*Mustafa Reşid Paşa - Vikipedi (wikipedia.org)
*Mustafa Reşid Paşa (1858-1924) ile karıştırılmamalıdır.
Koca Mustafa Reşid Paşa (Osmanlıca: قوجه مصطفی رشید پاشا; 13 Mart 1800[1] — 7 Ocak 1858)[2],
Osmanlı sadrazamı, devlet adamı ve diplomat.
Osmanlı Devleti'nde Tanzimat'ın mimarı ve devrin en önemli devlet adamlarından biridir. Sultan
Abdülmecit döneminde 6 kez olmak üzere toplam 7 yıl 1 ay Sadrazamlık yapmıştır. Ayrıca 4 kez
Hariciye Nazırlığı, Edirne Valiliği, birden fazla kez ise Paris ve Londra Elçiliği görevinde bulunmuştur.
İngiliz yanlısı bir politikası olan Mustafa Reşid Paşa, Hariciye Nazırlığı döneminde 1838'de
Baltalimanı Antlaşması ile İngilizlere ticari imtiyazlar bağışlayarak gittikçe ağırlaşan Mısır
meselesinde İngilizlerin desteğini sağlamaya çalışmış ancak bu anlaşmanın, Osmanlı iktisadi
hayatına zarar verdiğini düşünen kişiler tarafından ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Özgürlükleri,
insan haklarını, modern eğitimi, teknolojik yenilikleri ülkesine taşımak ve Avrupa devletleri
katında saygınlık kazanmasını sağlayarak bu devletlerle siyasi, ekonomik ve askeri anlaşmalar
gerçekleştirmek amacıyla hazırladığı Tanzimat Fermanı'nı 3 Kasım 1839 Gülhane Parkı'nda
okuyarak ilân etmiş ve 19. yüzyıl boyunca hukuk, eğitim, askeri ve sosyal alanlarda gerçekleşecek
reformlar dönemini açmıştır. 1840'ta imzalanan Londra Antlaşması ile Mısır sorununun bir çözüme
kavuşturulmasında büyük rol oynadı.
Sultan Abdülmecid, onca güvendiği ve Tanzimat'ın mimarı sayılan Mustafa Reşid Paşayı ancak
1846 yılında sadarete getirebildi. Mustafa Reşid Paşa yapılan reformların garantisini eğitim olarak
görmekte idi. Bunun için 1846 yılında Meclis-i Maarif-i Umumiye'yi kurdu. 1851’de Mustafa Reşid
Paşa’nın girişimi ile Avrupa bilim akademileri örnek alınarak Encümen-i Daniş adında bir bilim ve
kültür kurulu oluşturuldu.
1853'te Kırım Savaşı patlak verdiği sırada Hariciye Nazırlığı görevindeydi ve Rusya'ya karşı
İngiltere ve Fransa'yı Osmanlı Devleti'nin yanına çekmeyi başardı. 1856'da kendisinin yetiştirdiği
yeni Sadrazam Âli Paşa'nın hazırladığı Islahat Fermanı'nı Devletin çıkarlarına aykırı bulduğunu
belirterek şiddetle tenkit etti. Son sadrazamlık dönemi esnasında 7 Ocak 1858 tarihinde 57
yaşındayken İstanbul'da hayatını kaybetti.
Yaşamı:
Sadrazamlık Dönemleri:
Ailesi:
*Osmanlı Devletinde büyük biri mülkiye rütbesi. Osmanlıca'da yazılışı: bâlâ. Yüksek, yüce,
yukarı. Yavru, çocuk. Kuş yavrusu. Yedek atı. Ufak, küçük. Başörtüsü. Yüksek kat. Çocuk. Azat.
*Meclis-i Vükelâ - Vikipedi (wikipedia.org)
*Meclis-i Vükelâ (Osmanlıca: مجلس وكلاء), sadrazam ve nâzırlardan oluşan Osmanlı hükûmetini
temsil eden meclis. Tam olarak ne zaman kurulduğu belli olmayan meclisin, II. Mahmud
döneminde nâzırlıkların oluşturulmasıyla birlikte Meclis-i Meşveret'in zaman içerisinde
dönüşmesiyle ortaya çıktığı sanılmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder