Kış başından beri köyde (Pokrovsk adlı bu köyde ailenin çiftliği bulunmaktadır) Katya ve sonya ile yalnız başımıza oturuyor, sonbaharda yitirdiğimiz annemin yasını tutuyorduk.
Katya bizleri büyütmüş olan, kendimi bildim bileli anımsayıp sevdiğim dadımız, aynı zamanda eski bir aile dostumuzdu. Sonya ise küçük kız kardeşimdi. Yağışlı, hüzünlü kışı, Pokrovsk’taki eski evimizde geçiriyorduk. Hava soğuk ve esintiliydi; durmadan yağan kar pencerelere kadar çıkıyor, camlar hemen hemen sürekli buz tutuyordu. Neredeyse bütün kış köyden çıkıp bir yerlerde gezmemiştik. Evimize arada bir gelenler acılı yüzleri, evde uyuyan birileri varmışcasına usul usul konuşmaları, iç çekip somurtmaları,bana, özellikle kara giysili Sonya’ya bakarken ağlamaklı duruşlarıyla bizlere neşe ve sevinç getirmekten çok uzaktılar. Ölüm, varlığını evde her an duyuruyor; acılığı ve korkunçluğu ile evin havasına yansıyordu. Annemin odası kapalıydı, yatmaya giderken önünden her geçişte bir şey beni bu soğuk yarı karanlık odaya bakmam için dürtüyor, korkudan ürperiyordum.
O zaman ben on yedi yaşındaydım. Annem o yıl öğrenimimi kente taşınmamızı istemişti. Onun kaybı derin bir acı veriyordu bana; şunu belirteyim ki, başkalarının da söylediği gibi, genç ve güzel bir kız olarak ikinci kışı da köyde yapayalnız, işsiz güçsüz geçiriyor olmam gerçekten hoş bir şey değildi. Kışın bitimine doğru yalnızlığın verdiği can sıkıntısı ve karamsarlık o dereceye vardı ki, ne piyanonun kapağını açıyor, ne elime bir kitap alıyor, ne de odamdan dışarı çıkmak istiyordum. Katya bunlardan biriyle oyalanmam için beni isteklendirmeye çalışırken, “Canım istemiyor, yapamam” diye yanıtlıyordum. İçimden bir ses,
“Ama neden?” diyordu. En güzel günlerim boşuna geçerken neden kendim için bir şeyler yapacaktım? Bu sorunun yanıtı gözyaşlarım olabiliyordu yalnızca.... ..… ..
Katya;
-Peki söylemezlerse kadın sevildiğini nasıl anlatacak? diye sormuştu.
-Orasını bilmem, her erkeğin kendi anlatış tarzı vardır. Bu arada duyguları da hesaba katmak gerekir. Roman okurken gözümün önüne gelir; “Seni seviyorum Elonara!” derken birden sevgilisi ile arasında olağanüstü şeylerin geçeceğini sanana, ama ne kendindene de sevgilisinde bir değişiklik olmadığını, aynı burnun değişmeden yerinde durduğunu gören Teğmen Strelski ya da Bay Alfred’in yüzlerine çöken hüznü düşünün bir kere.
“Aşktan başka tedirgin edici yeni bir duygu ruhumu kemirmeye başlamıştı. Onu sevmek mutluluğuna erdikten sonra yalnızca sevmek az geliyordu bana. Onunla birlikteliğimden beklediğim, yaşamın durgun akışı değil, hareketti. Çoşku, tehlike, duygulanmak için hareket istiyordum. Durgun yaşantımızda harcanmayan enerji fazlalığı vardı içimde. … .. kocam durumumdaki değişikliği benden önce sezmiş, kente taşınmamızı önermişti; ben yaşam tarzımızı değiştirip mutluluğumuzu bozmaktan korkarak köyde kalmamızı istedim. Gerçekten mutluydum, ama bir yandan çalışıp çabalama, kendimden bir şeyler verme isteğiyle yanıp tutuşurken, bir yandan da bu mutluluğun hiçbir çabaya, özveriye mal olmadan elde edilmesi bana acı veriyordu. Onu seviyor, onun olduğumu biliyor, herkesin de aşkımızı görmesini istiyordum … … huzurlu yaşantımızla doyurulamayan bir hareket isteği vardı içimde. …. .. “
… ..
… ..Lermontov’un iki dizesini okudu:
… O çılgın, hep fırtına ister.
Sanki fırtınada huzur bulacak…
… ..
… ..“Aramızda tatsız olaylar , çekişmeler geçmiyordu artık; ben onun hoşuna gitmeye çalışırken, o da bütün isteklerimi yerine getiriyordu. Dıştan görünüşe bakılırsa birbirimizi seviyorduk.
Çok seyrek olarak başbaşa kaldığımızda, sevinç, coşku, şaşkınlık gibi şeyler duymuyor; kocamın varlığının pek farkına varmıyordum. Onun yeni, yabancı biri değil, iyi bir insan kendim kadar tanıdığım kocam olduğunu unutmuyordum elbette. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini, söze nasıl başlayacağını önceden kestiriyor; eğer beklediğim gibi çıkmazsa, onun yanıldığını düşünüyordum.
Ondan beklediğim hiçbir şey yoktu. Sözün kısa, o bence kocamdan, bir kocadan başka biri değildi. Bana öyle geliyordu ki, bütün karı kocaların durumu aynıydı; dahası eskiden de armızda başka türlü ilişkiler kurulmamıştı. Köyden Petetrsburg’a geldikten sonra ilk günler kocam evden gidince yalnızlık duyuyor, tedirgin oluyordum. Yokluğu sırasındaki duyduğum yalnızlığın korkunçluğu, onun benim için ne büyük bir dayanak olduğunu göstermeye yetiyordu. Eve gelince sevinçle boynuna sarılıyor, ama iki saat sonra bu sevinci unutarak ona söyleyecek bir çift söz bulamıyorum.
Ara sıra birbirimize duyduğumuz ölçülü sessiz sevgi anlarında bir şeylerin değiştiğini, yüreğimin sızladığını hissediyordum. Onun da gözlerinde aynı tedirgin duygu okunuyordu bir an. Kocamın aşmak istemediği, benim de aşamadığım bir sevgi sınırının varlığını hissediyordum o anda. … ..
.. ..
Kocamla ilişkilerimiz yine başkentteki gibiydi,ama eski köy yaşantısı, çevremdeki bütün eski eşyalar, bir zamanlar kocama verdiğim değeri, ona karşı yitirdiğim zamanları anımsatıyordu bana. Kocam sanki aramızda unutulması olanaksız kırgınlık varmış gibi, sanki beni bir suçum yüzündene cezalandırıyormuş, ama bunun bilincinde değilmiş gibi tavırlar takınıyordu. Oysa ne özür dilenecek, ne de bağışlanacak bir dargınlık vardı aramızda. Beni, eskiden bana kendini verdiği gibi veremediği için cezalandırdığı anlaşılıyordu. Bu durum yalnız benimle ilgili değildi; hiç kimseye hiçbir şeye veremiyordu kendini; sanki bitmiş tükenmişti. Ara sıra aklıma yalnızca beni üzmek için bu tavırları takındığı geliyordu; geçmişteki duygularının daha ölmemiş olduğun u düşünüyor, onları uyandırmaya çalışıyordum. Ama o açık yürekli davranmaktan hep kaçıyor, benim içtenliğimden kuşkuya düştüğü için olacak, her türlü duygulanmadan gülünç bir şeymiş gibi çekiniyordu. Bakışı, sesi, “Konuşma konuşma, bunların hepsini biliyorum. Neler söyleyeceğini de biliyorum, sözlerinle davranışlarının birbirine uymadığını da biliyorum” der gibiydi. Önceleri onun açık yürekli davranışlarım karşısındaki bu ürkekliğinden inciniyordum, sonraları bunun içtenliğime gereksinme duymamak olduğu kanısına vardım, bu haline alıştım.Ondan sonra ne ona kendisini sevdiğimi söyledim, ne benimle dua etmesini istedim, ne de piyano dinlemesi için ısrar ettim. Karı koca arasındaki göreneksel davranış kurallarına uyuyorduk, o kadar. İkimizin de ayrı yaşantısı vardı artık. O, benim katılmak istemediğim, katılmama gerek duymadığı kendi uğraşlarıyla; bense eskisi gibi onu gücendiripnüzmeyen aylaklığımla yaşayıp gidiyorduk. Henüz küçük olan çocuklar bizi birbirimize bağlamaktan uzaktılar.
… ..
… .. Geçmişte olduğu gibi, kon ul odasında Katya ile baş başa oturarak alçak sesle yine Sergey Mihayloviç’ten konuşuyoruz. Ama şimdi Katya’nın suratı buruşmuş, cansız gözlerinde umut ve sevinç pırıltıları sönmüş. Bu gözlerden bana acıdığını, üzüntümü paylaştığını okuyorumçSergey Mihayloviç’e eskiden olduğu gibi hayran değiliz artık. Yeri geldiğinde onu çekiştiriyoruz; neden mutlu olduğumuza şaşmıyoruz. Eskiden olduğu gibi, düşündüklerimizi bağıra bağıra anlatmak isteği duymuyoruz. Gizli işler çeviriyormuşcasına fısıldayarak konuşuyoruz kendi aramızda. Bu hüzün verici değişikliğin nedenlerini soruyoruz birbirimize. Kocam pek değişmedi aslında, yalnızca kaşlarının arasındaki çizgiler biraz derinleşti, şakaklarına daha çok kır düştü. Ama derin, dikkatli bakışları her zamanki gibi bir bulut parçasıyla gizlendi benden. Görünüşte ben de deeğişmedim; ama içimde ne sevgi, ne de sevmek isteği kaldı. Çalışmak istemiyordum, kendimden hoşnut değildim. Geçmişteki dinsel çoşkularım, kocama olan sevgişm, yaşamın anlamıyla ilgili düşüncelerim, hepsi çok gerilerde, erişilmez uzaklıkta kaldı. Mutluluğun başkası için yaşamak olduğu düşüncesi, eskiden doğru ve kolay anlaşılır gibi bana, oysa şimdi bunub anlayamıyorum. İnsan kendisi için zevkle yaşayamadıktan sonra niçinb başkaları için yaşasın ki?
… ..
… .. Geriye getiremediğim geçmişi içim sızlayarak anımsayıp, geleceği korkuyla düşünere, öylece uzun süre oturdum. … ..
… .. İyi yürekliydi, uysaldı, iyi bir koca, iyi bir babaydı. Neyimin eksik olduğunu kendim de bilmiyordum. … ..
… .. şimdi ise arkamızda uzun yıllar bıraktık; yaşadıklarım bu kadarıyla bile benim için yeterli, yaşamımdan memnunum.
Bunları öyle emin, öyle yapmacıksız bir ses tonuyla söylemişti ki, bu bana ne denli acı gelirse gelsin, doğruyu söylediğine inandım.,”
-Beklediğin yeni bir şey yok myu gerçekten? diye sordum.
İçimden geçenleri sezerek;
-Elde edemeyeceğim bişr şeyi istemem ben, diye yanıtladı sorumu.
Beni bir çocuk gibi okşayarak, ellerini saçlarımda bir kere daha gezdirdi.
Bak, sen saçlarını ıslatıyorsun; yapraklara, otlara imreniyorsun. Çünkü onları yağmur ıslatıyor, çünkü sen de ot, yaprak, yağmur gibi olmak istiyorsun. Bense onlara, dünyada güzel, genç ve mutlu olan her şeye baktığım gibi bakıyor; bundan mutluluk duyuyorum.
… ..
… .. Niçin bana kullanılmasını beceremediğim bir özgürlük verdin? Beni eğitmekten, yetiştirmekten niçin yorgun düştün? Eğer bana başka bir tür yön verseydin böyle tatsızlıklar geçmezdi aramızda.
… ..
-Niçin kocalık gücünü kullanmadın, beni bağlayıp öldürmedin? Mutluluğumu oluşturan şeylerden yoksun kalmam iyi mi oldu şimdi? Utanarak yaşamayı, eziyet çekmeyi kim ister?
… ..
*Aile Mutluluğu & Lev Tolstoy
Orijinal adı: семейное счастье
Rusçadan Çeviren: Mehmet Özgül
İletişim Yayınları
3.Baskı: 2013, İstanbul
*Lev Tolstoy - Vikipedi (wikipedia.org)
*
*Aile Mutluluğu / Tolstoy | Fenafiş-Şiir (wordpress.com)
*Aile Mutluluğu, Tolstoy’un 1859 yılında yazdığı bir uzun hikaye. Yazar 1856 yılında kendinden küçük bir bayanla yaşadığı aşk soncunda biraz da öç almak amacıyla yazmış bu hikayeyi. Yazdıktan sonra hikayeyi zayıf ve yetersiz görmüş ve yayımlamak istememiş. Fakat dönemin eleştirmenlerinin eseri beğenmesi üzerine yayımlamış. Eserin en önemli özelliği Savaş ve Barış ile Anna Karaninna gibi şaheserlerin önemli noktalarının bu eserde görünmesi. Büyük eserlerdeki karakterlerin tohumlarını görüyoruz bu hikayede.
…
*Beethoven - Ayışığı Sonatı - 1 Saat - YouTube
*Chopin Scherzo No. 2 - YouTube
*Ludwig van Beethoven - Vikipedi (wikipedia.org)*
*Ludwig van Beethoven (vaftiz: 17 Aralık 1770, ölüm: 26 Mart 1827), Klasik dönemden Romantik döneme geçiş sürecine büyük katkı sağlamış ve gelmiş geçmiş en ünlü ve en etkileyici bestecilerden biri olarak kabul edilen Alman piyanist ve bestecidir. 9 senfonisi, 5 piyano konçertosu, 32 piyano sonatı, 16 yaylı dörtlüsü ve hayatı boyunca yazdığı tek opera olan Fidelio en çok bilinen eserlerindendir…. ..
… ..
*Frédéric Chopin - Vikipedi (wikipedia.org)
*Frédéric François Chopin (22 Şubat veya 1 Mart 1810, Zelazowa-Wola, Polonya - 17 Ekim 1849, Paris, Fransa) (Doğum adı Fryderyk Franciszek Chopin Szopen, Szopę ya da Choppen şeklinde de yazılır.) Polonyalı piyanist ve besteci.
… ..
*Wolfgang Amadeus Mozart - Vikipedi (wikipedia.org)
*Wolfgang Amadeus Mozart (27 Ocak 1756, Salzburg - 5 Aralık 1791, Viyana) veya vaftiz adıyla Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart, Klasik Batı Müziği'nde Klasik dönemin etkili ve üretken bestekârlarından biridir.
Kutsal Roma İmparatorluğu'na bağlı Salzburg'da doğan Mozart, olağanüstü yeteneklerini erken yaşta göstermeye başladı. Beş yaşında piyano ve keman konusunda yetkin hale gelmiş, beste yapmaya başlamıştı ve Avrupalı kraliyet ailelerine konserler veriyordu. 17 yaşında Mozart, Salzburg sarayında müzisyen olarak görev yapmaya başladı ama orada tatmin olmayınca daha iyi bir pozisyon aramak üzere seyahatlere çıkmaya başladı. 1781'de Viyana seyahati sırasında Salzburg'daki görevinden ihraç edildi. Bunun üzerine Viyana'da kalmaya karar verdi. Viyana'da daha meşhurdu ama maddi güvencesi daha azdı. En ünlü senfonilerinin, konçertolarının ve operalarının birçoğunu ve Requiem'in bazı kısımlarını Viyana'daki son yıllarında besteledi. 35 yaşında öldüğünde Requiem henüz tamamlanmamıştı. Ölümüyle ilgili ayrıntılar hâlâ tartışma konusudur.
… ..
*Mozart: Complete Piano Sonatas - YouTube
*Mihail Lermontov - Vikipedi (wikipedia.org)
*Mihail Yuryeviç Lermontov (15 Ekim 1814 - 27 Temmuz 1841), Rus yazar ve şair. Emekli bir subayın oğlu olarak dünyaya gelen Lermontov, bir süre Moskova Üniversitesi'ne devam etti.[1] Üniversite yılları Lermontov'a, toplumsal sorunların büyük bir heyecanla tartışıldığı çok canlı bir entelektüel ortamdan yararlanma fırsatı sağlamıştır.
1832 yılında üniversiteden ayrılmış, Harp Okuluna kaydolmuştur. 1834 yılında asteğmen rütbesiyle mezun olup Sankt-Peterburg'da hafif süvari olarak askerlik kariyerine başlamıştır. 1837 yılında Puşkin'in bir düelloda öldürülmesi üzerine derinden etkilenerek "Şairin Ölümü" adını verdiği bir şiir kaleme almıştır. Dönem, öncelikle monarşinin sınırsız yetkilerinin bir anayasayla sınırlandırılmasını savunan akımların ve genelde tüm ilerici, özgürlükçü düşünce ve etkinliklerin yoğun baskı altında tutulduğu bir dönemdir. Lermontov da bu şiirinde Puşkin'in bir düello sonucu ölümünü cinayet olarak nitelemekte ve Çarlık yönetimin suçlamaktadır. Bunun üzerine tutuklanarak Kafkasya'daki bir birliğe sürülmüştür.
… ..
… .. Fransız özgürlükçü düşüncesinden belirgin biçimde etkilenen aydın bir edebiyatçıdır.
*Heidelberg - Vikipedi (wikipedia.org)
*Heidelberg, Güneybatı Almanya'da yer alan bir şehirdir. 1386'da kurulup Almanya'nın en eski üniversitesi olma vasfını taşıyan Heidelberg Üniversitesi bu şehirdedir. Şehri ikiye bölen Neckar Nehri ve sarayı ile birlikte tablo güzelliğinde olan kent aynı zamanda Almanya'nın en romantik kenti (Wege der Romantik) diye de anılmaktadır.
Bugün şehir nüfusunun çoğunluğunu öğrenciler oluşturmaktadır. Heidelberg, Mannheim'dan yaklaşık 15 dakika kadar bir uzaklıkta yer alır.
Aynı zamanda kentin adıyla da anılan matbaa ve baskı makineleri ünlüdür.
*Baden-Württemberg - Vikipedi (wikipedia.org)
*Baden Württemberg Güneybatı Almanya'da bir eyalettir. Nüfusa ve alana göre üçüncüdür. Başkenti Stuttgart'tır. Diğer önemli kentleri ise Konstanz, Freiburg, Karlsruhe, Mannheim, Tübingen ve Heidelberg'dir. Almanya'nın en zengin eyaletlerinden birisidir ve işsizlik oranı %5'in altındadır. Almanya'nın otomobil endüstrisinin büyük bir bölümünü oluşturan firmalar bu eyalette bulunmaktadırlar. Ayrıca eğitim kalitesinin en yüksek olduğu eyaletlerden biridir. Yoğun şivenin konuşulduğu bir eyalettir. Özellikle, Badisch ve Schwäbisch konuşulur. Eyalet batıda Fransa ve Renanya-Palatina, güneyde İsviçre, kuzeyde Hessen, doğuda ise Bavyera ile komşudur. Kara Orman (Schwarzwald) ilin ana ormanını teşkil etmektedir.
Baden-Württemberg, özellikle otomobil imalatı, elektrik mühendisliği, makine mühendisliği, hizmet sektörü ve daha fazlası olan çeşitli endüstrilerdeki güçlü ekonomisiyle tanınır.[1][2][3]
Almanya'da üçüncü en yüksek brüt bölgesel ürün (GRP) sahibidir. “Avrupa için Dört Motor”'un parçası en büyük Alman şirketlerinin bazılarının merkezi Baden-Württemberg'dedir, bunlara Mercedes-Benz Group, Schwarz Group, Porsche, Bosch ve SAP dahildir.
... ..
Önce babaları, ardından anneleri vefat etmiş, birden fazla köyleri olan toprak sahibi bir ailenin öyküsü…. uşakları, köylüler, konaklıları (*Toprak ağalarının yurtluklarında karın toluğuna çalışanlar)... .. İşlerin yürümesini sağlayan otuz altı yaşındaki Sergey Mihayloviç ve ailenin büyük kızı on yedi yaşındaki Maşa… Marya Aleksandrovna … ..
YanıtlaSilTolstoy, eserinde; öykü kahramanın ruh halini okutyucuya yakından tanıtıyor…. Önceleri beğendiği, sonraları sevdiği adamla evlenmeyi takip eden neredeyse mükemmel giden evlilik hayatındaki güzellikler, planlı ve ölçü içinde sürdürülen refah zenginliği içindeki hayatın yetmediği haller yaşanabiliyor …. Yeni arayışlara kapı aralanmasına neden olan mutluluk tablosunda Marya: “Aşktan başka tedirgin edici yeni bir duygu ruhumu kemirmeye başlamıştı. Onu sevmek mutluluğuna erdikten sonra yalnızca sevmek az geliyordu bana. Onunla birlikteliğimden beklediğim, yaşamın durgun akışı değil, hareketti. Çoşku, tehlike, duygulanmak için hareket istiyordum. Durgun yaşantımızda harcanmayan enerji fazlalığı vardı içimde. … .. kocam durumumdaki değişikliği benden önce sezmiş, kente taşınmamızı önermişti; ben yaşam tarzımızı değiştirip mutluluğumuzu bozmaktan korkarak köyde kalmamızı istedim. Gerçekten mutluydum, ama bir yandan çalışıp çabalama, kendimden bir şeyler verme isteğiyle yanıp tutuşurken, bir yandan da bu mutluluğun hiçbir çabaya, özveriye mal olmadan elde edilmesi bana acı veriyordu. Onu seviyor, onun olduğumu biliyor, herkesin de aşkımızı görmesini istiyordum … … huzurlu yaşantımızla doyurulamayan bir hareket isteği vardı içimde. …. .. “ diyor. …
YanıtlaSilBu durumda açıkça söylenemeyen ne olabilir ki? Çocuk hatta birden fazla çocuk bu durumda çözüm olabilir mi? sorusu akıllara geliyor.... öykü devam ediyor...
YanıtlaSilTolstoy burada "monotonluk" kavramına vurgu yapıyor olabilir mi?
SilBelki de, mükemmellik dizisi içinde yaşayan mutluluk ve sevginin yetmediği bu durumda, değişik bir ortam, bir yolculuk hayatlarına yeni bir soluk verebilir miydi? Durup dururken sorun yaratmak yerine yola çıkmak ...?,
SilTolstoy'un çözümü (Marya'nın ifadesiyle) ; "İki hafta sonra, bayram gelmeden Petersburg' taşınmıştık"
YanıtlaSilPetersburg’un renkli havası, sosyetenin düzenlediği balolar, genç erkeklerin iltifatları ve Marya’nın ifadesiyle; “Salona girerken bütün gözlerin bana çevrilmesinden, Sergey Mihayloviç’in benim kocam olmaktan sıkılırcasına, yanımdan uzaklaşmaya çalışmasından ve siyah fraklı erkekler kalabalıklığı arasında kaybolmasından bir çeşit gurur, hiç tatmadığım bir güven duyuyorum. … .. Sosyete yaşantısının bana zarar verecek yanı, bence, orada karşılaştığım erkeklerden birinin çekiciliğine kapılmam, bundan dolayı kocamın beni kıskanmaya başlaması olabilirdi. … ..”
YanıtlaSilTolstoy, aşina olunan mükemmel analizci anlatımı ile mış (miş) gibiye döen ilişkiyi şöyle anlatıyor; Belli bir süre sonra karşılıklı duyarlılığın azaldığı, hatta birbirlerinin hayatları konusunda umursamazlık seviyesinin yükselmesine paralel olarak aralarındaki ilişkinin irtifa kaybettiği bir ruh hali; Marya’nın ağzından ifadesini şu şekilde buluyor:
YanıtlaSil“Aramızda tatsız olaylar , çekişmeler geçmiyordu artık; ben onun hoşuna gitmeye çalışırken, o da bütün isteklerimi yerine getiriyordu. Dıştan görünüşe bakılırsa birbirimizi seviyorduk.
Sil
SilÇok seyrek olarak başbaşa kaldığımızda, sevinç, coşku, şaşkınlık gibi şeyler duymuyor; kocamın varlığının pek farkına varmıyordum. Onun yeni, yabancı biri değil, iyi bir insan kendim kadar tanıdığım kocam olduğunu unutmuyordum elbette. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini, söze nasıl başlayacağını önceden kestiriyor; eğer beklediğim gibi çıkmazsa, onun yanıldığını düşünüyordum.
Ondan beklediğim hiçbir şey yoktu. Sözün kısa, o bence kocamdan, bir kocadan başka biri değildi. Bana öyle geliyordu ki, bütün karı kocaların durumu aynıydı; dahası eskiden de armızda başka türlü ilişkiler kurulmamıştı. Köyden Petetrsburg’a geldikten sonra ilk günler kocam evden gidince yalnızlık duyuyor, tedirgin oluyordum.
SilYokluğu sırasındaki duyduğum yalnızlığın korkunçluğu, onun benim için ne büyük bir dayanak olduğunu göstermeye yetiyordu. Eve gelince sevinçle boynuna sarılıyor, ama iki saat sonra bu sevinci unutarak ona söyleyecek bir çift söz bulamıyorum.
SilAra sıra birbirimize duyduğumuz ölçülü sessiz sevgi anlarında bir şeylerin değiştiğini, yüreğimin sızladığını hissediyordum. Onun da gözlerinde aynı tedirgin duygu okunuyordu bir an. Kocamın aşmak istemediği, benim de aşamadığım bir sevgi sınırının varlığını hissediyordum o anda. … ..
SilÖykünün bu bölümünden görünen o ki; hiç yüzünden ilişkinin yıpranması, varlıklı olmanın ilişkilerdeki seviyeyi korumaya yetmeyebileceği, arada yeniden şarj edilircesine zaman ve mekanda yapılacak değişiklikler, monotonluğun kırılması, hayata renk katacak değişikliklerin iyi gelebileceği dikkate değer olduğu ifade edilebilir....
YanıtlaSilÖykünün sonlarına doğru, artık kadının doğduğu köye dönen iki çocuklu aile… kadının düşünceleri şapka çıkarttırıyor;
YanıtlaSilTolstoy müthiş bir psikolog gibi insan evladını kadın ve erkek bakış açısı ile analiz edebiliyor.
SilBu eserinde Tolstoy; öykü kahramanı Marya Aleksandrovna ve severek, değer vererek, değer görerek evlendiği Sergey Mihayloviç ile evliliğinin ilk günleri ve aradan çok fazla uzun zaman geçmeden; refah ve mutluluğun olduğu günlerdeki hayatı yeteri kadar hareketli olmadığı ya da monoton bulduğu gerekçesi ile kendi kendine kuruntu ettiği sudan sebeplerle sorunlar nasıl başladığını anlatıyor…
Bu durumda erkeğin çok da umursamaz tavırları; bir başka ifade olmayan sorunları dert etmiyor görünmesi ile kadının süreci daha da tırmandırmasının yıpratıcılığı ve sonunda bulundukları yerden ayrılarak sosyal hayatın daha canlı olduğu Petersburg’da kadının bu sefer iltifatlar gördüğü balo ver diğer toplu etkinliklerde diğer erkeklerle zaman geçirmesinin ortaya çıkardığı yeni problemlerden de kocasını sorumlu tuttuğunu görüyoruz….
SilKoca karısının sınırları zorlayan tarzına sorun çıkarsa ayrı problem, görmezden gelse yine karısı tarafından suçlanmakta…. eylemi yapan kadın, suçlanan koca…
Sil(s.113) “Kocamla ilişkilerimiz yine başkentteki gibiydi,ama eski köy yaşantısı, çevremdeki bütün eski eşyalar, bir zamanlar kocama verdiğim değeri, ona karşı yitirdiğim zamanları anımsatıyordu bana. Kocam sanki aramızda unutulması olanaksız kırgınlık varmış gibi, sanki beni bir suçum yüzündene cezalandırıyormuş, ama bunun bilincinde değilmiş gibi tavırlar takınıyordu. Oysa ne özür dilenecek, ne de bağışlanacak bir dargınlık vardı aramızda. Beni, eskiden bana kendini verdiği gibi veremediği için cezalandırdığı anlaşılıyordu. Bu durum yalnız benimle ilgili değildi; hiç kimseye hiçbir şeye veremiyordu kendini; sanki bitmiş tükenmişti.
SilAra sıra aklıma yalnızca beni üzmek için bu tavırları takındığı geliyordu; geçmişteki duygularının daha ölmemiş olduğunu düşünüyor, onları uyandırmaya çalışıyordum. Ama o açık yürekli davranmaktan hep kaçıyor, benim içtenliğimden kuşkuya düştüğü için olacak, her türlü duygulanmadan gülünç bir şeymiş gibi çekiniyordu. Bakışı, sesi, “Konuşma konuşma, bunların hepsini biliyorum. Neler söyleyeceğini de biliyorum, sözlerinle davranışlarının birbirine uymadığını da biliyorum” der gibiydi.
SilÖnceleri onun açık yürekli davranışlarım karşısındaki bu ürkekliğinden inciniyordum, sonraları bunun içtenliğime gereksinme duymamak olduğu kanısına vardım, bu haline alıştım.Ondan sonra ne ona kendisini sevdiğimi söyledim, ne benimle dua etmesini istedim, ne de piyano dinlemesi için ısrar ettim. Karı koca arasındaki göreneksel davranış kurallarına uyuyorduk, o kadar. İkimizin de ayrı yaşantısı vardı artık. O, benim katılmak istemediğim, katılmama gerek duymadığı kendi uğraşlarıyla; bense eskisi gibi onu gücendiripnüzmeyen aylaklığımla yaşayıp gidiyorduk. Henüz küçük olan çocuklar bizi birbirimize bağlamaktan uzaktılar.
Sil… ..
Sil… .. Geçmişte olduğu gibi, kon ul odasında Katya ile baş başa oturarak alçak sesle yine Sergey Mihayloviç’ten konuşuyoruz. Ama şimdi Katya’nın suratı buruşmuş, cansız gözlerinde umut ve sevinç pırıltıları sönmüş. Bu gözlerden bana acıdığını, üzüntümü paylaştığını okuyorumçSergey Mihayloviç’e eskiden olduğu gibi hayran değiliz artık. Yeri geldiğinde onu çekiştiriyoruz; neden mutlu olduğumuza şaşmıyoruz. Eskiden olduğu gibi, düşündüklerimizi bağıra bağıra anlatmak isteği duymuyoruz. Gizli işler çeviriyormuşcasına fısıldayarak konuşuyoruz kendi aramızda. Bu hüzün verici değişikliğin nedenlerini soruyoruz birbirimize.
Kocam pek değişmedi aslında, yalnızca kaşlarının arasındaki çizgiler biraz derinleşti, şakaklarına daha çok kır düştü. Ama derin, dikkatli bakışları her zamanki gibi bir bulut parçasıyla gizlendi benden. Görünüşte ben de değişmedim; ama içimde ne sevgi, ne de sevmek isteği kaldı. Çalışmak istemiyordum, kendimden hoşnut değildim.
SilGeçmişteki dinsel çoşkularım, kocama olan sevgim, yaşamın anlamıyla ilgili düşüncelerim, hepsi çok gerilerde, erişilmez uzaklıkta kaldı. Mutluluğun başkası için yaşamak olduğu düşüncesi, eskiden doğru ve kolay anlaşılır gibi bana, oysa şimdi bunu anlayamıyorum. İnsan kendisi için zevkle yaşayamadıktan sonra niçin başkaları için yaşasın ki?
SilKadın, adamın müşfik / sevecen tavırlarına karşı soruyor: “... .. Niçin bana kullanılmasını beceremediğim bir özgürlük verdin? Beni eğitmekten, yetiştirmekten niçin yorgun düştün? Eğer bana başka bir tür yön verseydin böyle tatsızlıklar geçmezdi aramızda. “ …
YanıtlaSilKendi hataları için bile adamı suçlamak en kolay yol olmalı…
SilTolstoy, kendi hayatının bir bölümünden esinlenerek yazdığı “Aile Mutluluğu (семейное счастье
YanıtlaSil) için kitabın sonunda Renato Poggioli tarafından yazılan “Tolstoy’un Aile Mutluluğu Pastoraş Aşkın Ötesinde” başlıklı eleştiri çok anlamlı ve Poggioli’nin de ifade ettiği üzere eser; edebi değeri yanında verdiği yaşam dersi ile de çok değerli… okunmaya ders alınmaya değer bir öykü...