Mösyö Charles-François-Beienvenu Myriel,1815 yılında Digne Piskoposu’yken yaklaşık yetmiş ‘deki yaşında bir ihtiyardı. 1806 yılından beri Digne’deki bu görevi yürütüyordu.
Sözünü edeceğimiz ayrıntı anlatacaklarımla uzaktan yakından ilgili değil belki ama piskoposluk görevine getirildiği sırada hakkında kulaktan kulağa fısıldanan, aslına bakılırsa hepsinin doğru olması mümkün olmayan çeşitli söylentiler ve dedikoduları aktarmanın gereksiz olduğunu da iddia edemeyiz. Doğru ya da yanlış, bir insan hakkında söylenenlerin o insanın hayatında ve çoğunlukla da kaderinde, yaptıklarından daha çok etkisi vardır.
Mösyö Myriel, Aix Parlamentosu üyelerinden birinin oğluydu, yani soylu bir aileden geliyordu. Oğlunun kendi yerine geçmesini hayal eden babasının onu genç bir yaşta, on sekiz ila yirmi yaşları arasında evlendirdiği söyleniyordu. Bu parlamenterlerin aileleri arasında oldukça yaygın bir âdetti. Söylentilere bakılırsa, Charles Myriel hakkında, evlendikten sonra çok sayıda hikâye dolaşmıştı. Oldukça kısa boyuna rağmen zarif, kibar, esprili, göz alıcı bir delikanlıydı. Hayatının ilk döneminin önemli bir kısmını sosyete ve eğlence dünyasında geçirmişti.
Devrimin patlak vermesiyle olaylar hızlandı. Gözden düşen, görevden alınan, soruşturmaya uğrayan parlamenter aileleri kaçmak zorunda kaldı. Mösyö Charles Myriel daha devrimin ilk yıllarında İtalya’ya göç etti. Karısı burada, uzun zamandan beri mustarip olduğu bir göğüs hastalığı sonucu hayatını kaybetti. Çocukları olmamıştı. Peki Mösyö Myriel’in kaderi daha sonrasında neler getirdi ona? Eski Fransız toplumunun yıkılması , ailesinin dağılması, 93 yılında yaşanan ve dehşetin günden güne büyüyüşünü uzaktan izleyen göçmenler için belki daha da ürkütücü olan trajik olaylar, içinde her şeyden vazgeçme ve yalnızlığına gömülme düşüncelerinin ilk tohumlarını attı belki de. Aklını kurcalayan bu düşünceler ve hayatını tamamen dolduran bu duyguların ortasında, yaşam tarzı ve serveti sayesinde toplumsal felaketlerle sarsılmayan bu delikanlı, aniden yüreğinden vurup alt üst olmasına neden olan o gizemli ve korkunç bir darbeyle sarsıldı. Kimse ne olduğunu bilemedi. Tek bilinen, İtalya’dan döndüğünde artık bir papazdı.
… ..
…..
Mösyö Myriel, 1840 yılında papaz oldu. …
… .. bağlı olduğu Kardinal Fesch’le görüşecekti. İmparatorun , aynı zamanda amcası olan Kardinal Fesch’i ziyarete geldiği bir sırada, Mösyö Myriel sofada din adamını beklemekteydi. Böylece majestelerinin yoluna çıkmış oldu … Napoleon, aniden arkasını dönüp sordu.
“Bana dik dik bakan bu adam da kim?”
“Efendim” dedi Mösyö Myriel, siz ihtiyar bir adama bakıyorsunuz belki ama ben büyük bir adam görüyorum. İkimiz de kendi konumumuzun tadını çıkarabiliriz,”
… ..
Akşam yatmadan önce tekrar, “Hırsızlardan, ya da katillerden korkmayın. Bunlar dışında var olan küçük tehlikeler. Asıl hırsız önyargılardır; asıl katil içimizdeki kötülüklerdir. Büyük tehlikeler kendi içimizdedir. Canımıza ya da cebimize kastedenlerin bir önemi yok! Asıl ruhumuzu tehdit edeni düşünmemiz lazım!” dedi.
Sonra kız kardeşine dönerek, “Kardeşim, bir papaz olarak gelecek için asla önlem almam. Gelecek, Tanrı izin verdiği ölçüde var olur. Bir tehlikenin yaklaşmakta olduğuna inandığımız anda Tanrı'ya dua edelim. Kendimiz için değil, kardeşlerimizin herhangi bir fırsatta yanlış yolu seçmemesi için dua edelim” diye ekledi.
… ..
“Bulanık bir sevinç de diyebilirsiniz ve günümüzde 1814 itibariyle o korkunç geri dönüşüyle bu sevinçte yok oldu. … ..
… … Fransız Devrimi, İsa’nın gelişinden beri insanlık tarihinin en önemli adımıdır. Tamamlanmamıştır, evet ama uludur. Tüm toplumsal bilinmezlikleri açığa çıkartmıştır. Düşünce biçimlerini yumuşatmış, aytışırmış, aydınlatmıştır. Yeryüzünde medeniyet rüzgârları esmesini sağlamıştır. İyidir. Fransız Devrimi, insanlığın kutsanmasıdır.”
Piskopos homurdanmasını engelleyemedi. “Öyle mi? 1793’de mi?”
Konvansiyoncu sandalyesinin üzerinde neredeyse hüzünlü bir vakarla dikildi ve ölmekte olan bir adamın haykırabileceği kadar haykırdı.
…..
… …
Dolayısıyla birkaç yıl geriye gidelim.
Mösyö Myriel’in piskoposluğa terfi etmesinden bir süre sonra, imparator onu birkaç piskoposla birlikte imparatorluk Baronu ilan etmişti. Bilindiği gibi, 5 Temmuz 1809’u 6 temmuz’ bağlayan gece Papa tutuklandı. Bu olay üzerine Mösyö Myriel, Napolyon tarafından, Paris’te toplanan Fransa ve İtalya Piskoposlar Meclisi’ne katılmaya çağrıldı. Bu meclis, Notre-Dame ‘da toplandı. ve ilk oturumunu 15 Haziran 1811 tarihinde, Fesch Kardinali’nin başkanlığında yaptı. … ..
… ..
… .. bir akşam, en üst rütbeli meslektaşlarından birinin evinde kendini tutamayıp şöyle demişti: “Ne güzel saatler! Ne güzel halılar! No çok uşak! Fazlasıyla rahatsız ediyor olmalı sizi! Ah! İhtiyacımdan bu kadar fazlasına sahip olan sahip olsam kulağıma birileri birileri sürekli şu sözleri fısıldardı: Aç insanlar var! Üşüyen insanlar var! Fakirler var!... ..
… ..
… .. Zamanın teolojik tartışmalarına fazla katılmıyor ve kiliseye ve konumuna tehdit oluşturabilecek meseleler hakkında susuyordu; ama ısrarla sıkıştırıldığında, Fransız Katolik Kilisesi yanlısı değil, fazlasıyla dünyevi olduğu anlaşılıyordu. Bir portre çıkardığımızda ve hiçbir şey saklamak istemediğimize göre, gözden düşmekte olan Napoleon’dan pek hoşlanmadığını da eklememiz gerekir. 1813 yılında bütün karşıt gösterilere katılmış ve alkış tutmuştu. Elbe Adası dönüşünde onu geçit töreninde görmeye gitmemiş ve vaaz sırasında cemaatine Yüz Günler boyunca İmparator için dua etme talimatı vermekten kaçınmıştı.
Kızkardeşi Matmazel Baptistine dışında, iki de erkek kardeşi vardı: Biri general, diğeri emniyet müdürüydü. Her ikisine de sık sık mektup yazardı. General olan kardeşi Cannes çıkarması sırasında Provence’de görevli olduğu dönemde, dokuz yüz adamın başına geçmiş ve İmparator’un peşine düşmüştü ama aslında kaçmasına izin vermek ister gibi görünüyordu. … ..
… ..
… ..kaderin bir darbesi karşısında sesimizi çıkarmıyorduk. 1812 yılında elimiz kolumuz bağlanmaya başladı. 1813 yılında, başa gelen felaketlerle sertleşen sessiz meclisin sessizliğini korka korka bozması, ancak aşağılamayı hak ediyordu, alkış tutmak hataydı. 1814 yılında, ihanet içindeki mareşaller ve bir çirkeften diğerine geçen, önce kutsadığını sanra aşağılayan, idealleri ayaklar altına alıp kaçan bu senato karşısında, başı diğer tarafa döndürmek bir görev sayılırdı. 1815 yılında, çok büyük felaketler yanıbaşımızdayken, Fransa bunların sinsice yaklaşıyor olmasından dolayı korku içindeyken, Napoleon karşısında açılan Waterloo beli belirsiz fark ediliyorken, ordunun ve halkın kader mahkûmunu acıyla alkışlamasının gülünecek bir yanı yoktu. … ..
… ..
Piskoposun çevresinde neredeyse her zaman, bir generalin çevresini saran genç subaylar grubuna benzer bir çömez papazlar güruhu olurdu. Aziz François de Sales bir yerlerde bunlardan “toy papazlar” olarak söz etmişti. Her mesleğin, tepedekilerin peşinde kortej oluşturan meraklıları vardır. İktidar sahibi olanın çevresi kalabalık olur. Serveti olan saraysız kalmaz. İstikbal arayışındakiler, bugün göz kamaştıranın çevresinde döner durur. Her metropolitin kendi kurmayı vardır. Biraz etkili olan her piskopos, yanıbaşında kendi çömezlerinden oluşan bişr birlikle dolaşır. Çevresini saran bu yeniyetmeler sayesinde Piskoposluk Sarayı’nın düzenini korur. Monsenyörün gülümsemesi, çevresindeki bu gençler sayesinde korunur. Bir çömez için piskoposun gözüne girmek demek, yukarı doğru bir adım daha atmak demektir. Kendi yolunu kendi açmalıdır. Bir havari geleneksel kuralları azımsamaz.
Başka yerlerdeki kocabaşlar gibi, kilisenin de kendi ağır takımı vardır. Bunlar tabii ki, saraydaki yeri sağlam, zengin, geliri iyi, becerikli, herkes tarafından kabul gören, şüphesiz dua etmeyi de , talepte bulunmayı da iyi bilen, çömezleri kapısında bekletmekten pek de rahatsız olmayan, dinle siyaset arasında birlik sağlayan, keşişten çok papaz, piskopostan çok yüksek rütbeli papaz sayılacak adamlardır. Yanlarına varabilene aşkolsun! Toplumda saygın olan ama çevrelerinde dolanan, saygı gösteren ve göze giren kişileri, kendisini sevdirmeyi bilen gençleri, piskoposluk makamlarına gelmeden önce yağlı kapılara, arpalıklara, kilisenin para kaynaklarının başına, bağış sorumluluğuna ve katedral görevlerine getirirler. Bunlar daha sonra kendi çabalarıyla ilerleyerek, kendi uydularının ilerlemesini sağlar. Devam eden bir güneş sistemine benzer.. Işıkları, ardından gelenlerin üzerine düşer. Refahları kulise küçük ikramiyeler hâlinde dağılır. Ustaya daha büyük bir din bölgesi, sevilen papaza daha büyük bir kilise. Sonra Roma da çok uzak sayılmaz. Başpiskopos olmayı beceren bir piskopos, kardinal olmayı bilen bir başpiskopos, sizi de yardımcısı olarak yanında götürür, başpiskoposluk cüppesini giydirir; önce konseyde dinleyici, sonra Papa’nın özel hizmetlisi, sonra Monsenyör olursunuz. Yüze Kardinal olma ihtimali hemen bir adım ötenizdedir ve Yüce Kardinal ile Papa hazretleri arasında oylama sonrası tütecek duman kalmıştır. Her kardinal papalık tacının hayalini kurabilir. Günümüzde papaz, gerektiğinde kral olabilecek adamdır. … ..
… ..
… .. Monsenyör Bienvenu’nün yanında yükselmenin olanaksız olduğu öylesine açık hissediliyordu ki, Papaz okulundan çıkan genç papazlar derhal Aix ya da Auch başpiskoposluklarına atamalarını istiyor ve mümkün olduğunca çabuk uzaklaşıp gidiyorlardı. Zira tekrar söyleyelim herkes yükselmek istiyordu. …
… ..
Yeri gelmişken söylemek gerekirse, başarı oldukça iğrenç bir şeydir. Hak etmekle olan sahte benzerliği insanları yanıltır. … ..
… ..
… eski bir Gallega şarkısı … ..
… ..
Soy de Badajoz
Amor me Ilmama
Toda mi aalam
Es en mi ojos
Porque ensenas
A tus piernas
…
…Özenle oluşturulmuş küçük bir kütüphanesi vardı. Kitapları seviyordu. Soğuk ama güvenilir dostlardı kitaplar. Servetle birlikte boş zamana da kavuştukça, bu zamanı kendini eğitmek için kullanmaya başlamıştı. Montreul-sur-Mer’e geldiğinden beri, yıldan yıla dilinin daha bir kibarlaştığı, kelimeleri daha dikkatli seçtiği ve daha yumuşadığı fark ediliyordu.
… ..
Mösyö Madeline Yasta
1821 yılı başkarında, gazeteler; “Monsenyör Bienvenu” lakabıyla tanınan, Digne Piskoposu Mösyö Myriel’in seksen iki yaşında hakkın rahmetine kavuştuğunu ilan etti.
… ..
Bu arada söylemeden geçmeyelim, kör olmak ve seviliyor olmak … .. aslında hiçbir şeyin tam olmadığı bu yeryüzünde, tuhaf bir biçimde eşsiz bir mutluluk kaynağı sayılabilir. İnsanın yanında sürekli olarak bir kadın, bir kız, bir kız kardeş, sevimli bir varlık olması, hem ona ihtiyacınız olduğu için hem de sizden vazgeçemediği için, ihtiyacınız olanın yanınızda kalması, yanınızda geçirdiği zamanın miktarıyla siz olan sevgisini sürekli olarak ölçebilme olanağının olması, “zamanını bana vakfettiğine göre, yüreği hâlâ benimle dolu” diyebilmek yüzünü göremesek de düşüncelerini algılayabilmek dünyanın kaybedildiği bir anda varlığın sadakatini hissetmek, bir elbisenin çıkardığı sürtünme sesini kanat sesi gibi algılamak, gidiş gelişlerini , çıkıp girişlerini , konuşmasını, şarkı söylemesini işitmek ve attığı adımların, ettiği sözlerin, söylediği şarkının merkezinde olduğunuzu görmek, her dakika kendi cazibenizin etkisini görmek ve karanlık sayesinde bu meleğin çevresinde döndüğü bir yıldız olduğunuzu hissetmek; çok az mutluluk buna eşdeğerdir. Hayattaki en yüce mutluluk, sevildiğine kani olmaktır; insanın kendisi olarak sevilmesi ya da daha da önemlisi ya da daha da ötesi, kendisine rağmen sevilmesi. Kör olan adamda bu inanç vardı. Bu sıkıntılı hâl içinde, bakılmış, sevilip okşanmıştı. Bir eksiği var mıydı? Hayır. İnsan aşka sahipse, ışığı yitirmiş sayılamaz. Hem de böyle bir sevgi! Tamamen erdemden dokunmuş bir aşk. Kesinlik olan yerde körlük kalmaz. Ruh el yordamıyla başka bir ruh arar ve bulur da. Bulunan ve varlığı kanıtlanan ruh bir kadındır. Bu eş sizi destekliyorsa, onun elidir. Bir dudak alnınıza dokunuyorsa, onun ağzıdır. Yanıbaşınızda bir nefes işitiyorsanız, odur. Bütün varlığını, inancından merhametine her şeyini paylaşmak, asla terk edilmemek, bu tatlı ve zayıf varlığın sürekli yardımınıza koşması, bu sarsılmaz saza dayanmak, ellerinden kadere dokunmak ve onu kollarınıza alabilmek. … .. ne büyük mutluluk! Yürek, o ilahi karanlık çiçek gizemli bir açma sürecine girer. Bu gölgeyi hiçbir aydınlığa değişmez insan. Melek ruh yanınızda, sürekli yanınızdadır. Uzaklaştığında geri gelmek üzere uzaklaşmıştır. Bir düş gibi silinip gider ve gerçeklik gibi yeniden ortaya çıkar. Yaklaşan sıcaklığını hissedersiniz, oradadır. İçiniz huzurla, neşeyle ve coşkuyla dolup taşar. Binlerce küçük özenli davranış. Bu boşlukta hiçlikler inanılmaz önemler kazanır. Sizi şımartmak için kullanılan ve yok olan kainata sizin için yalvaran kadın sesinin sözcüklerle ifade edilemeyecek vurguları. Ruhuyla okşanırsınız. Hiçbir şey görmez ama size tapıldığını hissedersiniz. Karanlıklar cennet olur size.
… ..
… .. Bir an önce aklını başına topladı, duygularını bastırdı, Javert’in varlığını dikkate aldı ve içinde bulunduğu bütüy tehlike karşısında hissettiği dehşet nedeniyle karar almayı erteledi, yapılması gerekenleri bir kenara bıraktı ve bir savaşçının yeniden kalkanının ardına sığınması gibi tekrar sakinleşmeyi bekledi.
Günün kalan kısmını bu durumda, içindeki kasırgaya rağmen dıştan gözle görülür bir sakinlikle geçirdi. “İhtiyati önlemler “ olarak adlandırılabilecek önlemler aldı. Kafasının içinde her şey karmakarışık olmuş, iç içe geçmişti. O kadar alt üst olmuştu ki, herhangi bir düşünce üzerine tek başına gidemiyordu. Büyük bir darbe almış olduğundan, o bile kendisi hakkında başka bir şey söyleyebilecek durumda değildi.
… ..
Durumu gözden geçirince, daha önce karşılaşmadığı bir durum olduğunu gördü. O kadar ki, düşüncelerinin ortasında neredeyse açıklayamadığı bir sıkıntı hissiyle sandalyesinden fırladı ve kapısını kilitledi. Yine de bir şeylerin içeri girmesinden endişelendi. Kapısının arkasına eşya yığdı.
Hemen mumu söndürdü. Işıktan rahatsız olmuştu.
Görülebileceğini düşünmüştü.
“Kim tarafından?
Maalesef, kapının dışında bırakmak istediği çoktan içeri girmişti; kör etmek istediği, ona bakmaktaydı: Vicdanı.
Kendi vicdanı, yani Tanrı.
Yine de ilk anda bir yanılsama yaşadı. Bir an için kendini güvende ve yalnız hissetti. Sürgüyü çekince kimsenin onu ele geçiremeyeceğini sanmıştı. Şamdanı söndürmüş, kimsenin onu göremeyeceğini düşünmüştü. Böylece kendini topladı. Dirseklerini masanın üzerine koyup başınmı da ellerine yaslayıp karanlığın içinde düşünmeye koyuldu.
… ..
Düşünceleri berraklaşmaya devam ediyordu. İçinde bulunduğu durumu git gide daha iyi anlıyordu.
… ..
Kendini sorgulamaya devam etti. Ulaştığını düşündüğü hedef konusunda ciddi ciddi sordu kendine. Hayatının aslında bir amacı olduğuna karar verdi. … ..
… ..
… .. Daha büyük, daha gerçek başka amacı yok muydu? Kurtarmak ama kendini değil, ruhunu. Yeniden dürüst ve iyi bir insan olmak. Namuslu bir insan olmak! … ..
… ..
“Peki o zaman” dedi, “yapılması gerekeni yapalım! Görevimizi yerine getirelim! Görevimizi yerine getirelim. Gidip şu adamı kurtaralım!”
… ..
(s.621) Dolayısıyla,ondokuzuncu yüzyılı ele aldığımızda, biz genel olarak bütün uluslarda, Asya’da olduğu gibi, Avrupa'da, Hindistan’da olduğu gibi Türkiye’de de, tüm uluslarda çileci yapılara karşıyız. Manastır diyen, bataklık demiş sayılır. Yozlaşabilirlikleri açıktır. Durgunlukları sağlıksızdır. Onlardaki bozulma, hakları da hastalandırır, zayıflatır. Çoğalmaları onmaz yara hâline gelir. Fakirlerin, Budist rahiplerin, dervişlerin, Rum papazların, Murabıtların kemirgen yaratıklar gibi kaynaşma noktasına geldiği ülkeleri ürpermeden düşünmemiz mümkün değildir. … ..
… ..
(s.622) … .. önceki kitapta bir manastırdan saygılı bir üslupla söz ettim. Ortaçağ ayrı tutulursa, Asya ayrı tutulursa,tarihsel ve siyasi mesele saklı tutulursa, saf felsefe bakış açısıyla , militan siyasi gereklilikler dışında katılım mutlak olarak isteğe bağlı olmak ve rızası olanlar dışındakiler alınmamak kaydı ile , manastır cemaatine dikkatli de olsa belli bir ağırbaşlılıkla ve bazı açılardan da saygıyla yaklaşırım. Cemaatin olduğu yerde ortaklık vardır.; ortaklığın olduğu yerde de hukuk vardır. Manastır şu formülü ürünüdür: eşitlik, Kardeşlik! Ah! Ne büyük özgürlük! Ne muhteşem başkalaşım! Özgürlük , manastırı cumhuriyete dönüştürmeye yeter.
Devam edelim.
.. ..
Düşünceyi kullanarak aşağıdaki sonsuzlukla temasa geçmeye dua etmek denir.
İnsan aklından bir şey eksiltmeyelim. Yok etmek kötüdür. Yenilik yapmak ve dönüştürmek gerekir. İnsanın bazı yetenekleri bilinmeze yönelir: Düşünce, hayal, dua. Bilinmezin pusulası . Düşünce, hayal, dua, gizemin büyük ışınımlarıdır. Saygı gösterelim bunlara. Ruhun bu ihtişamlı ışınımları nereye gider? Karaanlığa, yani aydınlığa.
Demokrasinin büyüklüğü, hiçbir şeyi yadsımamaya ve insanlığın hiçbir parçasını yok saymamasına dayanır. İnsan haklarının bir yanı, en azından bir köşEsi, ruhun haklarından oluşur.
Fanatizmleri ezmek ve sonsuzluğa saygı göstermek, işte kural budur. Yaratılış ağacının altında secde etmekle ve yıldızlarla dollu devasa dallarını hayranlıkla izlemekle yetinmeyelim. Bir ödevimiz var: İnsan ruhu için çalışmak, gizemi mucizeye karşı savunmak, anlaşılmaza tapmak ama zırvaları reddetmek, açıklanamaz olanı ancak gerekli olduğunda kabullenmek, inancı sağlıklı hâle getirmek, dini gölgeleyen boş inançları yok etmek; Tanrı’yı parazitlerden temizlemek.
Duanın Mutlak İyiliği
Dua etme biçimlerinin, içten olduğu sürece hepsi iyidir. Kitabınızı ters çevirin, sonsuzluğun içine girin.
Sonsuzluğu yadsıyan bir felsefe olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda patolojik kabul edilse de, güneşi yadsıyan bir felsefe de var. Bu felsefeye körlük adı veriliyor.
… ..
Bildiğimiz gibi, ünlü ve güçlü ateistler de vardır. Bunlar özünde, kendi güçleriyle gerçeğe ulaştıklarında ateist olduklarından çok da emin değillerdir. … ..
… ..
… .. Bilim yüreklendirici olmalıdır. … .. Düşünmek, işte ruhun gerçek zaferi. Düşünceyi insanların susuzluğunun hizmetine sunmak, Tanrı kavramının iksirini herkese yaymak, içlerinde bilinç ve bilimi bağdaştırmak, bu gizemli karşılaşmayla adil olmalarını sağlamak, işte felsefenin gerçek işlevi budur. Maneviyat gerçeklerin ortaya çıkışıdır. Hayranlık beslemek harekete geçmeyi gerektirir. … … Bilime duyulan saf bir aşk olmaktan çıkıp insanların birleşmesinde tek ve hâkim bir yol hâline dönüşmesi koşuluyla, felsefe din seviyesine yükselir.
… ..
… .. (s.700) Bu durum çocukların, hâlâ en önemli barınaklarından biri “Arcole Köprüsü Kırlangıçları”nın doğmasına neden oldu. Zaten kötü toplumsal senptonlarından biiiiiri de budur. İnsanlar suç işlemeye çocukluk döneminde serserilik ederken başlar.
…..
… ..eski monarşi, kendi çocuklarının bu şekilde terk edilmesini engellemek için çaba göstermemiştir. Daha fakir bölgelerde biraz Mısır biraz da Bohem yaşamı yüksek tabakaların ve iktidar sahiplerinin işine gelmekteydi. … ..
… . XIV. Louis zamanında, kral haklı olarak bir donanma kurmak istedi…. .. bunları kürek ya da buhar gücüyle çekecek gemiler olmazsa, donanma da yok demekti. O dönemde kürekli gemiler buharlı gemilere eşdeğerdi ama kürekli gemileri kürek mahkûmları çekiyordu.; dolayısıyla kürekleri kürek makhûmlarına ihtiyaç vardı. Colbert kırsaldaki devlet erkânına ve parlamentoya mümkün olduğunca forsa yarattırmaya çalışıyordu. Yargıçlar da fazlasıyla katkıda bulunuyordu. … … Sokakta bir çocuk görülüyor; on beş yaşına geldiyse ve yatacak yeri yoksa, küreğe yollanıyordu. İhtişamlı hükümdarlık; ihtişamlı asır.
XV. Louis döneminde çocuklar kayboluyordu. Polis kaçırıyordu bu çocukları ve kimse hangi gizemli iş için kullanıldıklarını bilmiyordu. Kralın kanlı banyoları üzerine dehşet verici canavarlık öyküleri kulaktan kulağa fısıldanıyordu. … .. Bazen çocuk sayısı yeterli olmayınca, babalarının elinden aldıkları da oluyordu. Babalar umutsuzca koşturuyordu çocuklarının peşinden. Bu durumda parlamento müdahale ediyor ve asılmalarını sağlıyordu. Kimin mi? Çocukları alanların? Hayır. Babaların.
… ..
Halkın İçinde Gizli Gelecek
… ..
… .. Halka bakın ve gerçeği görün. Ayaklarınızın altında çiğnediğiniz bu adi kum ocağa atılınca, erir ve kaynar, muhteşem bir kristale dönüşür ve onun sayesinde Galileo ve Newton gezegenleri keşfedecektir.
… ..
… ..
(s.757) Cumhuriyet, kitlelere verilen vatandaşlık hakkının hâkimiyetiyle, İmparatorluk ise Avrupa’ya benimsetilen Fransız düşüncesinin hâkimiyetiyle anlatılabilirdi. Devrimden halkın yüce yüzünün ve İmparatorluk’tan Fransa’nın yüce imajının çıkışını gördü.. Tüm bunların iyi şeyler olduğunu kabul etti vicdanında.
… .. Şimdi görebiliyordu; bir tarafa hayran olmuş, diğerine tapmaya başlamıştı.
(s.761) … … Bir zamanlar monarşinin düşüşünü gördüğü yerde, şimdi Fransa’nın doğuşunu görüyordu.. Yönelimi değişmişti. Günbatımı gündoğumuna dönüşmüştü.
(s.831) … Düşüncede irade vardır ama düşlerde yoktur. Tamamen kendiliğinden gelişen düşler, görkemli ve ideal de olsa, düşüncemizin yüzüne bürünür ve korur onu. Kaderin ihtişamlarına doğru ölçüsüz ve üzerinde düşünülmemiş özlemlerimizden daha dolaysız ve daha içten bir şey yoktur ruhumuzun derinliklerinden çıkan. Bu özlemlerde, oluşturulan, gerçekleştirilen ve düzenlenen düşüncelerimizden çok daha ötesinde bulunur her bir insanın gerçek karakteri. Hayallerimiz bize en çok benzeyen yanımızdır. Herkes kendi doğasına göre bilinmeyeni ve olanaksızı hayal eder.
… ..
Taşın Altında Bir Yürek
… ..
Aşk yüzünden acı çektiğinde nasıl da hüzünlüdür ruh!
Tek başına bütün dünyayı dolduran tek bir varlığın yokluğu ne büyük bir boşluktur! Ah! Sevilenin tanrılaştığı nasılk da doğru. .. ..
Ruhun düşler sarayına girmesi için, eflatun fırfırlı, beyaz krep birşapkanın altından belli belirsiz bir gülümseme yeter.
… ..
Bazı düşünceler duaya dönüşür. Beden ne derse desin, ruhun diz çöktüğü anlar vardır.
Hasret çeken âşıklar, yoksunluklarını o sıradaki gerçeklikleri oluşturan binlerce hayallerini doldurarak oyalanırlar. Birbirlerini görmeleri engellendiğinde, yazılabilirler.. İletişim kurmanın bir yığın gizemli yolunu bulurlar. Kuşların cıvıltısıyla, çiçeklerin kokusuyla, çocukların gülüşüyle, güneşin ışığıyla, rüzgârın soluğuyla yıldızların ışığıyla, evrenle mesaj gönderirler birbirlerine. … ..
… ..
Aşkın çocuksu yanları vardır, diğer tutkularınsa bayağılıkları. İnsanı bayağılaştıran tutkular utansın. Çocuklaştıranlarsa yaşasın.
… ..
İKİNCİ CİLT
… ..
İnsanlık benzerliktir. Bütün insanlar aynı topraktan gelmektedir. Kaderleri açısından aralarında, en azından bu dünyadayken hiçbir fark yoktur. Ne önceki gölge, ne şimdiki beden, ne de sonraki kül açısından. Fakat insanın hamuruna karışan cehalet, kararmasına neden olur. Bu çaresiz kararma, insanın içini ele verir ve burada kötülük’e dönüşür.
… ..
… ..
Taşın Altında Bir Yürek
… ..
Aşk yüzünden acı çektiğinde nasıl da hüzünlüdür ruh!
Tek başına bütün dünyayı dolduran tek bir varlığın yokluğu ne büyük bir boşluktur! Ah! Sevilenin tanrılaştığı nasılk da doğru. .. ..
Ruhun düşler sarayına girmesi için, eflatun fırfırlı, beyaz krep birşapkanın altından belli belirsiz bir gülümseme yeter.
… ..
Bazı düşünceler duaya dönüşür. Beden ne derse desin, ruhun diz çöktüğü anlar vardır.
Hasret çeken âşıklar, yoksunluklarını o sıradaki gerçeklikleri oluşturan binlerce hayallerini doldurarak oyalanırlar. Birbirlerini görmeleri engellendiğinde, yazılabilirler.. İletişim kurmanın bir yığın gizemli yolunu bulurlar. Kuşların cıvıltısıyla, çiçeklerin kokusuyla, çocukların gülüşüyle, güneşin ışığıyla, rüzgârın soluğuyla yıldızların ışığıyla, evrenle mesaj gönderirler birbirlerine. … ..
… ..
Aşkın çocuksu yanları vardır, diğer tutkularınsa bayağılıkları. İnsanı bayağılaştıran tutkular utansın. Çocuklaştıranlarsa yaşasın.
… ..
(1482) … .. Bir yanda devrimler denen kabul görmüş ayaklanmalar vardır, diğer yanda isyanlar olarak adlandırılan reddedilmiş devrimler. Patlak veren ayaklanma, halkın önünde sınav veren bir düşüncedir. Halk onu çamura yuvarlanmaya bıraksa, düşünce olgunlaşmadan kuruyup gider, ayaklanma kargaşaya dönüşür. … …
… ..
Uyuyor. Kader ona ne oyunlar oynadı!
Yaşıyordu. Meleği yanından gidince öldü,
Olay öylece kendiliğinden yaşandı.
Gün Batımıyla gecenin çökmesi gibi.
*Sefiller & Victor Hugo
Özgün adı: I-Les Misarebles
Fransızca aslından çeviren: Birsel Uzma
Oğlak klasikleri
Oğlak Yayıncılık
1. Cilt 860 sayfa
2. Cilt 1746 sayfa
*https://tr.wikipedia.org/wiki/Victor_Hugo
*Victor Marie Hugo (Fransızca telaffuz: [viktɔʁ maʁi yɡo]; 26 Şubat 1802, Besançon - 22 Mayıs 1885, Paris) Romantik akıma bağlı Fransız şair, romancı ve oyun yazarı. En büyük ve ünlü Fransız yazarlardan biri kabul edilir. Hugo'nun Fransa'daki edebi ünü ilk olarak şiirlerinden sonra da romanlarından ve tiyatro oyunlarından gelir. Pek çok şiirinin içinde özellikle Les Contemplations ve La Légende des siècles büyük saygı görür. Fransa dışında en çok Sefiller ve Notre Dame'ın Kamburu romanlarıyla tanınır.
Gençliğinde şiddetli bir kral yanlısı olsa da, görüşü yıllar içinde değişti ve tutkulu bir cumhuriyet destekçisi oldu. Eserleri zamanının politik ve sosyal sorunlarına ve sanatsal akımlarına değinir. Hugo'nun cenazesi 1885'te Panthéon'da gömüldü. Hugo hakkında en çok eser yazılan ilk 100 kişi listesinde yer almaktadır.*Sefiller - Vikipedi (wikipedia.org)
*Sefiller , Victor Hugo tarafından yazılan tarihi romandır. İlk olarak 1862'de yayınlandı. 19. yüzyılın en büyük eserlerinden biri olarak kabul gördü. İngilizce konuşulan ülkelerde başarısız çeviriler nedeniyle genellikle orijinal Fransız ismiyle anılır. Hikâye 1815'te başlar ve 1832'deki Paris Haziran Ayaklanması'nda son bulur. Birkaç karakterin yaşamını ve birbirleriyle alakasını ele alan roman daha çok eski mahkûm Jean Valjean'ın yaşam mücadelesi ve kefaretini ödemeye çalışmasına odaklanır.
Yasa ve merhametin doğasının incelendiği roman ayrıca Fransa tarihi, Paris'in mimarisi ve kentsel tasarımı, siyaset, ahlak felsefesi, antimonarşizm, adalet, din, ailevi ve romantik sevginin türleri ve doğası gibi konuları özenle ele alır.
Yayınlanmadan önce büyük tanıtımlar yapılan roman için büyük beklenti de oldu. Roman için birçok yorum yapıldı ama çoğu olumsuzdu. Ticari olarak ise roman sadece Fransa'da değil tüm dünyada büyük başarı yakaladı. Sefiller aralarında bir müzikal ve müzikalden uyarlanan bir filmin de bulunduğu birçok tiyatro, televizyon ve sinema eserine uyarlanarak büyük popülarite elde etti.
Biçim:
Hugo'nun kaynakları:
Konu:Jean Valjean ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezasına çarptırılmış, birkaç kez kaçmaya kalkıştığı için cezası ağırlaşmış, on dokuz yıl hapiste kalmıştır. Çok kuvvetli bir insan olan Jean Valjean, hapiste iyi duygularını kaybetmiş gibidir. Hapisten çıkınca, mahkûm olduğunu gösteren belge yüzünden herkes ona kötü davranır. Bir piskopos onu evine alır, o ise evden gümüş takımları çalar, fakat yakalanır. Piskopos, şikayetçi olmaz, üstelik ona iki de gümüş şamdan hediye eder; onlardan elde edeceği parayı namuslu adam olma yolunda harcamasını ister. Son olay, Jean Valjean’ın yaşamında bir dönüm noktası olur. Madeleine adıyla iş hayatına atılır, zengin olur, belediye başkanı seçilir. Fantine adında düşmüş, fakat ruhça temiz bir kadını polis şefi Javert’in elinden kurtarır. Javert, birdenbire ortaya çıkan ve kısa sürede zengin olan ve herkesin “Baba” dediği Madeleine’in kim olduğunu merak eder. Madeleine, aranmakta olan Jean Valjean diye başka birisinin yakalandığını öğrenince, kendi yerine suçsuz birinin küreğe mahkûm edilmesine gönlü razı olmaz, polis şefi Javert’e teslim olur. Jean Valjean, zindana atılır fakat yine kaçar. Bu kez Fantine’in kızı Cossette’i büyütüp yetiştirmek ister. Javert, yine peşindedir. Jean Valjean bir manastıra saklanır, Fauchelevent adı ile yaşar. Cossette büyümüştür. Üniversite öğrencisi Marius ile aralarında bir aşk doğar. Jean Valjean, başta Marius’tan hoşlanmaz fakat onu daima korur. İhtilal başlamış, Marius, Cumhuriyetçilerin safında yer almıştır. Cumhuriyetçilerce daha önce esir alınan Javert idam edilecektir. Bu işi Jean Valjean alır ve Javert’i serbest bırakarak kaçmasına göz yumar. Marius çatışmada yaralanır. Ona Jean Valjean yardım eder ve onu savaş alanından alıp lağımdaki labirentlerde gizlenerek evine götürmek üzere uzun süre sırtında taşır. Bu sırada Javert tarafından yakalanır. Marius'u Javert nezaretinde evine götürerek ailesine teslim eder. Valjean son kez evine uğramak ricasıyla Javert'a teslim olur. Javert, Jean Valjean’ı evin bahçesinde bekleyeceğini söyler fakat Jean Valjean geri döndüğünde Javert’i bulamaz. Javert, minnettarlık duygusuyla onu tutuklamaz ve görevini yapmadığı için Seine nehrine atlayarak kendi kendisini cezalandırarak intihar eder. Marius ile Cosette evlenirler. Çok yaşlanmış olan Jean Valjean ölür; başucunda piskoposun kendisine hediye ettiği şamdanlar yanmaktadır.
*Denis Diderot - Vikipedi (wikipedia.org)
*Denis Diderot (5 Ekim 1713 - 31 Temmuz 1784), Fransız yazar ve filozof.
Aydınlanma Çağı'nın en önemli kişiliklerinden biri. Yazdıkları ve felsefesi Fransız Devrimi'ni hazırlamıştır. Yeni felsefi ve bilimsel düşünceleri ve bilgileri Avrupa ölçeğinde yayma amacıyla tasarlanan ünlü Ansiklopedi'nin (Encyclopédie) baş editörüydü. Birinci cildi düşün ve ülkü arkadaşı D'Alembert yayımlamıştı. İkinci ciltten başlayarak 7. cildin sonuna dek D'alembert ve Diderot birlikte editörlük yapmışlar, bu noktada d’Alembert’in editörlükten çekilmesinden sonra 35. cildin sonuna dek editörlüğü tek başına Denis Diderot yürütmüştür.
… ..
*Keldaniler - Vikipedi (wikipedia.org)
*Keldaniler, Süryanilerin Katolik kısmını oluştururlar.
Efes Konsili'nden sonra bağımsız bir diofizit kilise kuran Nasturiler, Orta Doğu ve Hindistan'da yayılırlar.
1553 yılı itibarı ile Nasturi Hristiyanların bir kısmı Katolikliği benimser ve Papa'nın otoritesini kabul ederler. Yeni kurulan bu kiliseye Keldani Kilisesi adı verilir ve bu tarihten sonra Katolikliği benimseyen Doğu Kilisesi Hristiyanlarına Keldani adı verilir. Bazıları ise Keldani adının bu halka Katoliklik sonrası verilmediğini, ismin antik bir Güney Mezopotamya halkı olan Kaldelilerden geldiğini savunur.
Keldaniler Papa'nın otoritesini kabul etmekle beraber kendi inanç sistemlerinin bir kısmını koruyabilmiş ve ayinlerini ana dilleri olan Süryanicede (Neo-Aramice) yapmayı sürdürmüşlerdir. Günümüzde ayinlerinin bir kısmı Arapça olarak da yapılmaktadır.
Katolikliğe dönüştürülmemiş olan kısım (Nasturiler) uzun bir süre Hakkâri merkeze bağlı Kodşanıs (Konak) köyünü patriklik merkezi olarak kabul etmişlerdir. Nasturi patrikleri 1918'e kadar bu köyde ikamet etmişlerdir. 9. yüzyıl ortalarına dek Hakkâri nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan Nasturiler, 1843 ve 1846'da Cizîra Botan mîrî Bedirhan Bey ile Hakkâri mîrî Nurullah Bey'in düzenlediği iki saldırıda önemli ölçüde zayiat vermişlerdir. 1915-18 döneminde Kürt aşiretleri ile çatışan Hakkâri Nasturileri önce İran'da Urmiye yöresine ve daha sonra İngiliz yönetimine giren Irak'a iltica etmişler. Günümüzde Patriklik Merkezi Irak'ta Bağdat'dır. Patrikleri Louis Raphaël I Sako'dur. Irak'ın eski lideri Saddam Hüseyin'in başbakan yardımcısı Tarık Aziz (Mikhail Yuhanna), günümüzde en tanınmış Keldanilerdendir. Irak'taki yaklaşık yarım milyon Hristiyan'ın çoğunluğunu Katolik Süryaniler (Keldaniler) oluşturur. Musul'da yaklaşık 50 bin Keldani yaşamaktadır.
… ..
*Panthéon - Vikipedi (wikipedia.org)
*Panthéon, Paris'in Quartier Latin (5. bölge) mahallesinde bulunan bir yapıdır. Paris'in koruyucu azizesi Geneviève'e ithaf edilen bir kilise olarak inşa edilmişse de, Fransız Devrimi sonrasında kilise fonksiyonunu kaybetmiş, önemli Fransız entelektüellerinin gömüldüğü bir anıt mezar halini almıştır. Roma'daki Pantheon'dan esinlenilmiş sütunlu ön yüzü ile, neoklasik mimarinin en erken örneklerindendir. Paris'in 5. arrondissement 'ındaki Sainte-Geneviève tepesi (Montagne Sainte-Genèvieve) üzerinde bulunduğundan, tüm şehre hakim bir manzarası vardır.
*Epikür - Vikipedi (wikipedia.org)
*Epikuros MÖ Şubat 341, Sisam - MÖ 270, Atina) veya kısaca Epikür, felsefe tarihinin en etkili okullarından biri olan Epikürcülüğün kurucusu Antik Yunan filozoftur.
Epikür, Septisizmde ve Stoacılıkta olduğu gibi, pratik felsefeye yani ahlak felsefesine yönelmiş ve bu alanda etkinlik göstermiştir. Hem ahlak felsefesinde hem de bilgiye yaklaşımında kuşkuculuğun izleri/etkileri belirgin olarak görülür.
Aristoteles'in ölümünden sonra gelişen okullardan Epikürcü okulu, ….
*Yehova - Vikipedi (wikipedia.org)
*Yehova/Yehovah , Tanah'ta (Eski Ahit'te) bahsi geçen Tanrı'nın adının (יְהֹוה) olası bir telaffuz şeklidir. İsmin orijinali İbranice 4 adet sessiz harften oluşur ve orijinal İbranice metinlerde 6 bin 828 defa YHVH kullanımı yer alır.[1]
Tanah'a göre Yaradan YHVH, tüm evrenin yaratanıdır.[2] Bazı bölümlerde YHVH için "İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı, Yakup'un Tanrısı" olarak bahsedilse de Yeremya 32:27'ye göre aslında O bütün insanlığın tanrısıdır.[3] İnanca göre bu ad insanoğlu tarafından değil, bizzat tanrı tarafından kendi için tercih edilmiş bir addır.[4]
… ..
*Yehova'nın Şahitleri - Vikipedi (wikipedia.org)
*... ..Onlar, kendilerini sözün kök anlamına göre Hristiyanlar (Elçilerin İşleri 11:26) olarak saydıkları halde kendilerini M.S. ikinci yüzyıldan beri gelişmiş Hristiyan Aleminden, Yahudilikten ve diğer dinlerden ayrı bir din olarak görmektedir.[12][13] Yehova'nın Şahitleri'nin görüşüne göre M.S. ikinci yüzyılda Hristiyanların ekseriyeti İsa Mesih'in yolundan ayrılmaya başladı. Bunun için birinci yüzyıldaki Hristiyanlığı yenilemek isterler.
.. ....
*Minerva - Vikipedi (wikipedia.org)
*Minerva, Roma mitolojisindeki hikmet, akıl, savaş, sanat, okul ve ticaret tanrıçasıdır. Iupiter ve Iuno ile birlikte diğer tanrılara hükmettiği düşünülen bir üçleme oluşturmaktaydı. Orijini Etrüsk Menrva olan ve Roma mitolojisine de geçen Minerva; Roma Krallığı, Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu dönemlerinde saygı görmüş ve Roma tanrıçası olarak tanınmıştır. Yunan tanrıçası Athena ile denktir ve aynı doğum mitini paylaşmaktadır.
… ..
*Konvansiyon - Vikipedi (wikipedia.org)
*Konvansiyon, genellikle bir gelenek biçimini alan, üzerinde anlaşmaya varılmış, şart koşulmuş veya genel kabul görmüş standartlar, normlar, sosyal normlar veya kriterler kümesidir.
Sosyal bir bağlamda, bir sözleşme "yazılı olmayan bir gelenek yasası" karakterini koruyabilir (örneğin, insanların birbirlerini selamlama şekli, örneğin birbirlerinin elini sıkmak gibi). Belirli türdeki kurallar veya gelenekler kanun haline gelebilir ve bazen sözleşmeyi resmileştirmek veya uygulamak için daha fazla kodlanabilir (örneğin, karayolu araçlarının hangi tarafında sürülmesi gerektiğini tanımlayan kanunlar).
Fizik bilimlerinde, sayısal değerler (sabitler, nicelikler veya ölçüm ölçekleri gibi) doğanın ölçülen bir özelliğini temsil etmiyorlarsa, ancak bir konvansiyondan, örneğin bu değerlerle çalışan bilim adamları arasında kararlaştırılan birçok ölçümün ortalamasından kaynaklanıyorsa, konvansiyonel olarak adlandırılır.
*Fransız Ulusal Konvansiyonu ne yaptı? (aracbuzdolabi.net)
*Ulusal Konvansiyon , monarşinin devrilmesinden sonra (10 Ağustos 1792) ülke için yeni bir anayasa sağlamak üzere seçildi. Sözleşmeye işadamları, tüccarlar ve birçok meslek adamı da dahil olmak üzere 749 milletvekili katıldı.
… ..
Ayrıca, ulusal sözleşme Fransa'yı nasıl değiştirdi? Ulusal Konvansiyon , Fransız Devrimi'nin en şiddetli dönemlerinden bazılarında, Eylül 1792'den Ekim 1795'e kadar gerçekleşti. İkincisi, konvansiyonun ilk büyük eylemi, mutlak monarşiyi kaldırmak ve Fransa'yı cumhuriyete dönüştürmekti.*Waterloo Muharebesi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Waterloo Muharebesi veya Waterloo Savaşı; 16-18 Haziran 1815 tarihleri arasında gerçekleşen, Fransa İmparatoru Napolyon'un mutlak yenilgisiyle sonuçlanan ve Avrupalı güçler arasında 23 yıl süren silahlı mücadelenin (Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları) sonunu getiren muharebe. Fransızca'da Mont-Saint-Jean Muharebesi olarak da bilinir. Muharebe İngiltere-Prusya ittifakı ile Fransa arasında, Belçika'nın Waterloo kasabası yakınlarında gerçekleşmiştir.
*Battle of Waterloo - Wikipedia
*The Battle of Waterloo was fought on Sunday 18 June 1815, near Waterloo (at that time in the United Kingdom of the Netherlands, now in Belgium). A French army under the command of Napoleon was defeated by two of the armies of the Seventh Coalition. One of these was a British-led coalition consisting of units from the United Kingdom, the Netherlands, Hanover, Brunswick, and Nassau, under the command of the Duke of Wellington (referred to by many authors as the Anglo-allied army or Wellington's army). The other was composed of three corps of the Prussian army under the command of Field Marshal von Blücher (the fourth corps of this army fought at the Battle of Wavre on the same day). The battle marked the end of the Napoleonic Wars. The battle was contemporaneously known as the Battle of Mont Saint-Jean (France) or La Belle Alliance ("the Beautiful Alliance" – Prussia).[10]
… ..
*XVIII. Louis - Vikipedi (wikipedia.org)
*XVIII. Louis (d. 17 Kasım 1755 - ö. 16 Eylül 1824), 1795'ten sonra Fransa kralı unvanını taşıyan ve Napolyon'un yeniden imparatorluğunu ilan ettiği Yüz Gün (1815) dışında, 1814-1824 arasında tahtta kalan hükümdar.
… ..
1789 Fransız Devrimi'nin patlak vermesinin ardından, olayların akışını kendi lehine çevirebilme umuduyla Paris'te kaldıysa da Haziran 1791'de ülkeden kaçtı. Yurtdışında bulunduğu sırada, Paris'te tutsak olan XVI. Louis'yle Marie Antoinette'in can güvenliğini umursamadan, uzlaşmaz bir dille kaleme alınmış karşı devrimci manifestolar yayımladı, sürgündeki soyluları bir araya getiren örgütler kurdu ve devrime karşı yürütülen mücadele başka devletlerin hükümdarlarının desteğini sağlamaya çalıştı. Kral ve kraliçenin 1793'te idam edilmesinin ardından, veliaht olan yeğeni XVII. Louis'nin Haziran 1795'te ölmesi üzerine de kendisini XVIII. Louis adıyla (sürgünde) Fransa kralı ilan etti.
1795-1814 arasında bütün Avrupa'yı dolaşan Louis, bir süre Prusya, İngiltere ve Rusya'da yaşadı. Bu arada, Napolyon'un 1804'te imparatorluğunu ilan etmesiyle iyice zayıflayan tahta çıkma umudunu gerçekleştirebilmek için yürüttüğü mücadeleyi yoğunlaştırdı. Mali açıdan zor durumda olmasına karşın, tahttan feragat etmesi karşılığında Bonapart'ın kendisini maaşa bağlama önerisini reddetti. Napolyon'un 1813'teki yenilgilerinin ardından bir manifesto yayımlayarak, Bourbon'ların yeniden iktidara gelmesi durumunda devrimin bazı sonuçlarını kabulleneceğini açıkladı. Parlak bir diplomat olan Charles Maurice de Talleyrand-Périgord'un, Müttefik orduların Mart 1814'te Paris'e girmesinden sonra başlattığı görüşmeler sonucunda Bourbon hanedanının yeniden tahta çıkması ve monarşi yönetimine dönülmesi kabul edildi. Louis 3 Mayıs 1814'te törenlerle karşılandığı Paris'te tahta çıktı.
2 Mayıs'ta meşruti monarşiye geçileceğine ilişkin resmi bir açıklama yapan XVIII. Louis, meşruti bir krallık kralı olarak hüküm sürüp iki meclisli bir parlamentonun toplanacağına, dinsel hoşgörünün sağlanacağına ve bütün yurttaşlara anayasal haklar tanınacağına söz verdi. Hazırlanan meşruti krallık anayasası 4 Haziran 1814'te halk oyu ile onaylandı. Ama Napolyon'un sürgüne gönderildiği Elba Adasından geri dönüşü, Louis'nin meşruti monarşi yönetimine geçme girişimlerinin kesintiye uğramasına yol açtı. Mareşal Ney'in 17 Mart 1815'te Napolyon'a yenilmesi üzerine Gent'e kaçan Louis, Paris'e ancak Waterloo Savaşı sonrasında dönebildi (8 Temmuz).
XVIII. Louis'nin hükümdarlığı sırasında Fransa'da devrimden sonraki ilk parlamenter yönetim deneyimi yaşandı. Yürütme yetkisi ve yasama inisiyatifi krala, yasaları ve bütçeyi onaylama yetkisi ise danışma meclisi niteliği ağır basan parlamentoya tanınmıştı. Ama yasama meclisinde sağcılar ve kralcılar çoğunluğu oluşturuyordu. 1819'da başbakan olan Elie Decazes'in etkisiyle, devrimin bütün izlerini yok etmeyi amaçlayan aşırı kralcı Ultralara karşı çıkan Louis Eylül 1816'da meclisi dağıttı. 1820'den sonra gitgide güçlenen Ultralar kralın devrimin açtığı yaraları sarmaya yönelik girişimlerinin çoğunu engellediler. 1823'te Fransa İspanya'da Kral VII. Ferdinand aleyhinde ortaya çıkan ciddi bir ayaklanmaya karşı askeri destek vermeye karar verdi ve Angloueme Dükü komutasındaki bir Fransız destek ordusu bu ayaklanmayı bastırmayı başardı.
XVIII. Louis 1824'te Paris'te öldü. Cesedi Fransa Krallarının geleneksel olarak gömüldüğü Saint-Denis Bazilikası, Paris'e defnedildi. Yerine Artois kontu olan kardeşi X. Charles geçti.
*Fransa tarihi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Fransız Devrimi - Vikipedi (wikipedia.org)
*René Descartes - Vikipedi (wikipedia.org)
*René Descartes ; Latinceleştirilmiş: Renatus Cartesius;[a][15] 31 Mart 1596 – 11 Şubat 1650[16][17][18]:58), bir Fransız filozof, matematikçi ve bilim insanıydı. Daha önce birbirinden ayrı olan geometri ve cebir alanlarını birleştirerek analitik geometriyi icat etti. İlk olarak Nassaulu Maurice'in Hollanda Devlet Ordusu'nda ve bir Stadhouder olarak Birleşik Hollanda Cumhuriyeti'nde hizmet veren Descartes, çalışma hayatının büyük bir bölümünü Hollanda Cumhuriyeti'nde geçirdi. Hollanda Altın Çağı'nın en dikkate değer entelektüel şahsiyetlerinden biri[19] olan Descartes ayrıca modern felsefenin kurucularından biri olarak kabul edilir.
… ..
Hayatı
Rüyalar
Erken dönem yaşamı
Fransa
Hollanda
İsveç
Ölümü
Felsefe çalışmaları
Zihin–Beden Dualizmi
Fizyoloji ve psikoloji
Ahlak felsefesi
Din
Doğa bilimi
Hayvanlar üzerine
Tarihsel etki
Kilise doktrininden kurtuluş
Matematiksel mirası
Newton'un matematiğine etkisi
Çağdaş kabulü
Sözde Gül Haçlık
*Baruch Spinoza - Vikipedi (wikipedia.org)
*Baruch Spinoza ( 24 Kasım 1632 - 21 Şubat 1677), Yahudi kökenli Hollandalı filozof. Aydınlanmanın erken dönem düşünürlerinden olan Spinoza,[2] evren ve insan hakkında modern fikirler ileri sürerek öncü ahit eleştirileri yapmış[3][4] ve zamanla 17. yüzyıl felsefesinin en önde gelen rasyonalistlerinden biri olarak kabul edilmiştir.[5] Descartes'ın fikirlerinden etkilenen Spinoza, Hollanda Altın Çağının önde gelen filozofu olmuştur.
Spinoza Amsterdam'da, Portekiz Yahudi cemaatinde büyümüştür. İbrani kutsal kitabının doğruluğu ve Tanrı'nın doğası hakkında çok tepki çeken fikirler geliştirmiştir. 23 yaşındayken, kendi ailesi de dahil, Yahudi cemaati tarafından dışlanmıştır. Kitapları daha sonra Katolik Kilisesi'nin yasaklılar listesine girmiştir. Çağdaşları tarafından sıkça ateist olmakla itham edilse de, yapıtlarının hiçbirinde Tanrının varlığını reddetmemiştir.[6]
Zamanında anlaşılmayan pek çok filozof gibi Spinoza da yanlış anlaşılmanın ve doğru anlaşılmamanın muhatabı olmuş,
tuhaf bir çelişkiyle hem en büyük din düşmanlarından biri sayılmış, hem de eserinin temel kaynağının Tanrı sevgisi oldu
ğu söylenmiştir. Bununla birlikte Spinoza'nın gerçek bir bilge yaşamı yaşadığı aktarılır. En büyük eseri Etika adlı kitabıdır.
Yaşamı
Felsefi düşünceleri
Spinozacı metafizik
Tanrı ya da Doğa
Töz, nitelik ve görünüm
İnsan
Özgürlük
Spinoza'nın etkileri
Çalışmaları
*Sanayi Devrimi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Sanayi Devrimi ya da Endüstri Devrimi; Avrupa'da 18. ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretime olan etkisi ve buhar gücüyle çalışan makinelerin makineleşmiş endüstriyi ortaya çıkarmasıyla birlikte, yaşanan gelişmelerin de Avrupa'daki sermaye birikimine katkı sağlamasına ve artırmasına denmektedir. Sanayi Devrimi; ilk olarak Manchester, Birleşik Krallık'ta ortaya çıkmış, ardından Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya'ya sıçramış ve bütün dünyayı etkisi altına almıştır.
Nedenleri
İngiltere'de Sanayi Devrimi
Teknolojik gelişmeler
Sonuçları
Batı'nın toplumsal sınıf yapısında değişmeler
Sosyalizmin gelişmesi
Kentleşme ve nüfus artışı
Kitle toplumu
*Montreuil-sur-Mer - Wikipedia
*Montreuil-sur-Mer is a sub-prefecture in the Pas-de-Calais department, northern France.[3] It was known officially as Montreuil until 31 December 2022.[4] It is located on the Canche river, not far from Étaples. The sea, however, is now some distance away. Montreuil-sur-Mer station has rail connections to Arras and Étaples.
*Montreuil-sur-Mer müstahkem bir kale, eski sokakları, iyi oteller ve restoranlar ve harika çevredeki kırsal alan ile güzel bir eski şehir.
Sadece bir atlama, atlama ve Calais'den (yaklaşık bir saatlik sürüş) bir atlama, Birleşik Krallık'tan kolayca
ulaşabilirsiniz. Ayrıca, Paris'e sadece 2 saatlik bir sürüş mesafesindedir ve trenle ulaşılabilir. Yani mükemmel bir kısa mola yapar. Montreuil, tümüyle turlamak için Nord Pas-de-Calais ve Arras gibi şehirleri
keşfetmek için iyi bir başlangıç noktasıdır.
*Zıvana - Vikipedi (wikipedia.org)
*Zıvana, birbirine geçecek olan iki parçaya biri erkek, diğeri dişi olmak üzere yapılan, dil ve onun gireceği delikten oluşan tertibat. Erkeğine zıvana dili, delik kısmına zıvana deliği ve her ikisine zıvanalı geçme denir.
Marangozlukta
Tütün ürünlerinde
Mekanikte
Değirmencilikte
Denizcilikte
Deyim olarak:Zıvanadan çıkmak": Çok sinirlenmek, öfkelenmek, delirmek, aklını oynatmak, çılgın gibi davranmak, denetlenemez duruma gelmek anlamında kullanılan bir deyimdir.
*Battle of Waterloo - Wikipedia
*Waterloo Muharebesi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Waterloo Muharebesi veya Waterloo Savaşı; 16-18 Haziran 1815 tarihleri arasında gerçekleşen, Fransa İmparatoru Napolyon'un mutlak yenilgisiyle sonuçlanan ve Avrupalı güçler arasında 23 yıl süren silahlı mücadelenin (Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları) sonunu getiren muharebe. Fransızca'da Mont-Saint-Jean Muharebesi olarak da bilinir. Muharebe İngiltere-Prusya ittifakı ile Fransa arasında, Belçika'nın Waterloo kasabası yakınlarında gerçekleşmiştir.
Arka Plan:1791'de Fransız kralı XVI. Louis'nin devrilmesi ve cumhuriyetin ilanı (bkz. Fransız Devrimi) Avrupa monarşilerinin başındaki hanedanları endişelendirdi.[3] Avusturya ve Prusya hanedanları Avrupa krallıklarını devrik Fransız kralını desteklemeye davet etti (bkz. Pillnitz Bildirisi). Bunun üzerine Fransız cumhuriyeti Avusturya ve Prusya'ya savaş ilan etti ve Fransız Devrim Savaşları adı verilen ve amacı Fransız Devrimi'ni korumak olan savaşlar dizisi başladı.[3] Bu savaşlar esnasında yıldızı parlayan General Napolyon Bonapart, Kasım 1799'da gerçekleşen darbe ile iktidara geldi.[3]
Fransız Devrimi'nin güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Devrim Savaşları, Fransa'yı Avrupa'nın en güçlü ülkesi hâline getirmişti.[3] Napolyon, bir diktatörlük hâline gelen Fransa'nın sınırlarını genişletmek amacıyla savaşlara devam etti ve Napolyon Savaşları denen dönem başladı.[3] Yüz Gün adı verilen dönemde gerçekleşen Waterloo Savaşı, Napolyon Savaşları'nı ve Avrupa'daki 23 yıllık güç mücadelesini sona erdiren savaş oldu.
Muharebe: Savaş, Belçika'nın Brüksel şehrinin 14,5km ve Waterloo kasabasının 2km uzağında gerçekleşti.
Savaşta İngiliz kuvvetlerine Dük Wellington, Prusyalılar'a ise Gebhard von Blücher komuta etti. Müttefikler, Fransa'nın kuzeydoğusuna doğru saldırmayı düşünürken Napolyon onlara Belçika'da bir engelleyici saldırıda bulundu, sonrasında bu Waterloo Savaşı'na dönüştü.
Öncelikle İngiliz ordusuyla karşılaşan Napolyon, üstün görünürken süvari birliklerinin yanlış bir manevrası hemen hemen savaşı İngilizler'in lehine çevirdi, daha sonra Prusyalılar'ın yetişmesi Fransızlar'ı bozguna uğrattı ve savaş neredeyse Fransız ordusunun tamamının imhası ya da esaretiyle sonuçlandı. Rus kralı'nın kendisi, savaş hakkında "Görebileceğiniz en berabere/yakın çatışmalardan biriydi." demiştir.
Sonuçları: Fransa monarşisinin yeniden kurulduğu bu muharebe sonrasında, Napolyon Saint Helena adasına sürgüne gönderildi ve orada 1821 yılında öldü.
*Waterloo Muharebesi ve Napolyon'un Sonu (ungo.com.tr)
*... … …. Bundan öncesinde Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da egemenlik için yarışan Fransa ve Büyük Britanya ezeli düşman haline gelmişlerdi. Kara ve deniz fark etmeksiniz her yerde çatıştılar. Yüz binlerce kişi ölmüş, milyonlarcası yerlerinden edilmişti. En sonunda Napolyon Bonapart, 18 Haziran 1815 Pazar günü Waterloo Muharebesi ile ezeli düşmanıyla karşılaşacak ve Avrupa'daki katliam dönemi sona erecekti.
Fransız İmparatorluğu 1812 yılında Avrupa'nın her bölgesinde yayılmayı başarmıştı. Fakat Napolyon'un hedefleri için bu yeterli değildi. Napolyon'un 1812 Rusya seferi tam anlamıyla faciayla sonuçlanmış ve 500.000 civarı Fransız askerinin sonunu getirmişti. Rusya'nın iklim şartlarına yenilen Napolyon, daha sonra Altıncı Koalisyon Savaşı ile Fransız İmparatorluğu'nun parçalanmasını izleyecekti. Bu savaşlarda Fransa'nın ele geçirdiği devletler ayaklandı.
Fransa büyük çabalar sonucunda 1814 yılında yenilmiş, 4 Nisan 1814'te de Napolyon tahttan çekilmişti. Bunların ardından Elba Adası'na sürgün edildi. Fakat yeterince uzakta olmayan bu sürgün sonuçsuz kalacaktı. Bir yıl dahi olmadan sınır bölgelerden uzaklaşarak Fransa'ya girdi ve Waterloo Muharebesi'nin sonunu belirleyecek olan "Yüz Gün" (Yüz Gün Savaşı veya Yedinci Koalisyon Savaşı) dönemini başlattı.
… ..
Waterloo Muharebesi'nden Sonra Fransa ve Napolyon:
Sonuç olarak, Waterloo Muharebesi birbirine çok yakın güçlerin mücadelesiydi. Binlerce kişi ölmüş, binlercesi de kaybolmuş ya da yaralanmıştı.
… …
Arthur Wellesley, 1. Wellington Dükü.
Napolyon başka bir ordu oluşturma çabasıyla Paris'e kaçtı, ancak kendisine olan desteğin azaldığını görecekti.
24 Haziran'da ikinci kez tahttan çekildi. Napolyon dönemi bu kez kesin olarak bitmişti. Şimdi ömrünün kalan günlerini geçireceği Atlantik Okyanusu'ndaki Saint Helena adasına sürgün edilecekti.
Waterloo Muharebesi, son derece uzun bir savaş dönemine son veren sonuçları ağır olan bir muharebe olarak bilinmektedir. Çatışmaların ardından, 1853'teki Kırım Savaşı'na kadar bir barış ve istikrar dönemi yaşandı.*Austerlitz Muharebesi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Austerlitz Muharebesi (2 Aralık 1805/11 Frimaire An XIV FRC) veya Üç İmparator Savaşı, Napolyon Savaşlarının en önemli ve belirleyici çarpışmalarından biriydi. Napolyon'un kesin zaferi ile sonuçlanmış bu muharebe Austerlitz, Moravya'da (günümüzde Çekya) olmuştur. Napolyon Bonapart tarafından elde edilen en büyük zafer olarak kabul edilir. Napolyon'un Büyük Ordu'su bu muharebede I. Aleksandr ve II. Franz tarafınca komuta edilen, kendi ordusundan daha büyük olan Rus ve Avusturya ordusunu yenmiştir.
Muharebe:
Muharebeden sonra:
Bu savaş 3. Koalisyon için belirleyici idi. Zira savaştan sonra Napolyon Avrupa haritasını istediği gibi çizdi. Bununla birlikte bu savaşı daha da ünlü kılan şey ise Rus Çarı 1. Aleksandr'ın esir Fransız subayı aracılığıyla Napolyon'a gönderdiği mesaj: "Efendine söyle ki yüzyıllar boyunca benim ordum O'nunkisiyle denk olamayacak."
*Restorasyon (Fransa) - Vikipedi (wikipedia.org)
*Restorasyon kavramı Fransız tarihinde Birinci Fransız İmparatorluğu'nun yıkılışıyla Temmuz Devrimi arasındaki dönemde Bourbon monarşisinin yeniden kuruluşunu ifade eder.
Restorasyon dönemi I. Napoleon'un sürgünden dönüşünü takip eden Yüz Gün döneminde kesintiye uğramıştır. Bu yüzden Nisan 1814 - Mart 1815 arasını kapsayan döneme Birinci Restorasyon ve Napoleon'un tahtı kesin olarak bıraktığı Haziran 1815'ten 1830 Devrimi'ne kadarki döneme de İkinci Restorasyon adı verilir.
Bu dönem XVIII. Louis ve küçük kardeşi X. Charles dönemlerini kapsar. Her iki kral da ülke içindeki aşırı kralcı kesimle, liberal-burjuva güçleri dengelemeye
çalışmıştır. Dış politikadaysa savaş borçlarının ödenmesi, buna bağlı olarak işgal güçlerinin çekilmesi ve
Fransa'nın yeniden uluslararası ilişkilerde eşit statüye kavuşması bu dönemin temel sorunlarıdır.
Birinci Restorasyon'dan İkinci Restorasyon'a
İç politika: Les deux Frances
Avrupa ittifakına dönüş
Restorasyon döneminde ekonomik durum
*Benedikten Tarikatı - Vikipedi (wikipedia.org)
*Benedikten Tarikatı (Latince: Ordo Sancti Benedicti) Aziz Benediktus'un Düzeni'ni takip eden Hristiyanlığın Katolik mezhebine bağlı bir manastır tarikatıdır. Tarikat içindeki her bir manastır bağımsızdır ancak Benedikten Konfederasyonu altında amaçları doğrultusunda ortak hareket ederler.
…
Benedikten Konfederasyonu Üyeleri
Erkek alt-grubu
Kadın alt-grubu
Benedikten Azizler Listesi
Erkek alt-grubu
Kadın alt-grubu
Benedikten Papalar Listesi
Benedikten Mistikler Listesi
*Gottfried Leibniz - Vikipedi (wikipedia.org)
*Gottfried Wilhelm Leibniz (1 Temmuz 1646, Leipzig - 14 Kasım 1716, Hannover), Alman matematikçi, filozof, hukukçu ve dönemin idarecilerine danışmanlık yapmış bir entelektüeldir. Matematik tarihi ve felsefe tarihinde önemli bir yer tutar. Leibniz, Isaac Newton’dan bağımsız olarak "Sonsuz küçük" teorisini geliştirdi. Leibniz’in bu formülü yayınlandığından bu yana hâlâ kullanılmaktadır. Geliştirdiği homojenitenin
deneyüstü kanunu ve süreklilik yasası yirminci yüzyılda matematiksel karşılık buldu (standart dışı analiz aracılığıyla).
Mekanik hesaplayıcılar alanında en üretken insanlardan biri oldu. Pascal’ın hesaplayıcısına otomatik çarpma ve bölme fonksiyonlarını eklemeye çalışırken, 1685’te çarklı hesaplayıcıyı ilk tanımlayan insan oldu
ve aritmometre -ilk toplu üretilen mekanik hesaplayıcı- kullanarak Leibniz çarkını icat etti. Ayrıca ikili sayma sistemini rafineleştirdi, bu çalışması tüm dijital hesaplayıcıların soyut temelini oluşturdu.
…. …
Leibniz felsefede optimizmi ile tanınır. Örnek olarak, evren hakkındaki çıkarımı, sınırlı bir algıyla büyük olasılıkla
tanrının yaratılmış olduğudur. Leibniz, Rene Descartes ve Baruch Spinoza ile beraber rasyonalizmin 17. yüzyıldaki en büyük savunucularından biri oldu.
*Murâbıtlar - Vikipedi (wikipedia.org)
*Murabıtlar (Arapça: المرابطون al-Murābiṭūn), bugünkü İspanya ve Fas topraklarında, Orta Çağ sırasında önemli bir siyasi güç olmuş olan Berberî hanedanı ve devleti.
İsim:
Kuruluş:
Yükseliş:
Gerileme ve Yıkılış:
*Bohem Nedir? Bohem Ne demek? - Nedir.com
*Bohem, dilimize Fransızcadan girmiş bir kelimedir ve toplumun normlarına uymayı reddeden, gününü gün eden, tasasız kimseler için kullanılan bir sıfattır. Yaşam tarzını betimlemek için de kullanılır.
Bohem sıfatı Bohemyalı insanlardan türemiştir. Bohemlik kelimesi 19. yüzyılın başlarında Fransa'da, sosyal olarak alt tabakada yaşayan düşük gelirli Roman çingenelere odaklanan sanatçılar için kullanılmaya başlanmıştır.
Bohem kelimesi, Fransızcada Fransa'da yaşayan çingeneler için kullanılmaktaydı.
*Jakobenler - Vikipedi (wikipedia.org)
*Anayasa Dostları Derneği (Fransızca: Société des amis de la Constitution) veya sonraki adıyla Jakobenler Derneği, Özgürlük ve Eşitliğin Dostları (Fransızca: Société des Jacobins, amis de la liberté et de l'égalité) veya 1792'den sonra yaygın olarak bilinen adıyla Jakoben Kulübü (Fransızca: Club dés Jacobins) veya kısaca Jakobenler, Fransız Devrimi sırasındaki en etkili siyasi dernektir. Fransız Devrimi ertesinde Fransa'ya yaklaşık bir yıl süreyle egemen olan ve devrimden çok daha fazla kanın, çoğu politik sebeplerden olmak üzere, döküldüğü Terör Dönemi'ne neden olmuş Fransız politik oluşumudur.
İlk olarak 1789'da Bretonya'da kraliyet karşıtı milletvekilleri tarafından kurulan kulüp sonraları ülke çapında cumhuriyetçi bir harekete dönüştü ve üye sayısı yıllar içinde tahminî yarım milyona erişti. Jakoben Kulübü heterojendi ve 1790'ların başındaki önde gelen parlamenter gruplar olan mecliste yüksekte oturan Tepedekiler ve Girondin gruplarını da içinde barındırıyordu. 1792-1793'te yönetimde baskın olan grup Girondinlerdi -Avusturya'ya ve Prusya'ya savaş ilan ettikleri ve Kral XVI Louis'in tahttan indiği dönem-. Mayıs 1793'te Maximilien Robespierre liderliğindeki Tepedekiler fraksiyonunun öncüleri, Girondin cenahını saf dışı bırakmayı başardılar ve hükûmeti Temmuz 1794'e kadar kontrol ettiler. Hükûmette geçirdikleri süre yüksek düzeyde siyasî şiddet içerdiğinden dolayı Jakoben/Tepedekiler hükûmeti dönemi Terör Dönemi olarak tanımlandı.
… …
Temmuz 1794'te Ulusal Konvansiyon, Robespierre ve müttefiklerinin yönetimini iktidardan uzaklaştırdı, Robespierre ve 21 arkadaşı idam edildi. Önderleri Maximillien Robespierre'in düşüşü ve idamıyla birlikte kulüp de etkisini ve gücünü yitirmiş ve sonunda Kasım 1794'te kapatılmıştır.
*Bourbon Hanedanı - Vikipedi (wikipedia.org)
*Bourbon Hanedanı, Avrupa'nın önemli kraliyet ailelerinden biri ve Capetlerin bir alt koludur. Bourbon kralları ilk olarak Navarra krallığına ve Fransa'ya onaltıncı yüzyılda hükmettiler. On sekizinci yüzyılla beraber Bourbon hanedanı üyeleri İspanya, Napoli, Sicilya ve Parma'da da saltanatı ele geçirmiş bulunmaktaydı. İspanya ve Lüksemburg hala bu ailenin alt kollarının üyelerinin yönetici olduğu monarşilerle yönetilmektedir.
Bourbon monarşisi Navarra'da 1555'te ve Fransa'da 1589'da başladı. İki krallıktaki hakimiyetleri 1792'de Fransız İhtilali arkasından sekteye uğradı. 1814'te saltanatlarını tekrar tesis ettiler ve 1815'te ilk Fransa İmparatoru'nun düşmesinin ardından saltanatı tekrar ele geçirdiler. Nihayet, 1830'da Temmuz Devrimi ile tahttan uzaklaştırıldılar. Ailenin bir dalı olan Orléans Hanedanı 1830 - 1848 arasında yönetimi ele aldı. Daha sonra onlar da tahttan indirildiler. Fransa da cumhuriyet ilan edilmiştir.
İspanya'nın ilk Bourbon kralı 1700'de tahta geçen V. Philip oldu. İspanyol Bourbonları birçok kere tahttan indirildiler ve geri döndüler. 1700 - 1808 arası ülkeyi yönettikten sonra 1813'te bir daha dönüp 1868'e kadar yönetmeye devam ettiler. Bundan sonra krallığın bir başka Bourbon kralı görme yılı 1874 oldu. 1874 - 1931 arasındaki monarşiden sonra ise 1975'ten bugüne kadar süren bir saltanatları oldu. İspanya'daki aileden aynı zamanda İki Sicilya'nın kraliyet ailesi de çıkmıştır (1734 - 1806, 1815 - 1860 ve sadece Sicilya'da 1806 - 1816). Bu ailelere Bourbon-Sicilya ailesi ismi verildi.
Lüksemburg Düşesi Charlotte da ailenin Bourbon-Parma ayağından bir asil ile evlendiği için Lüksemburg'u yöneten çocukları da bu aileden sayılmaktadır. Charlotte'un tahtı bıraktığı 1964 yılından beri Lüksemburg'un yönetimi de Bourbonlardadır.
Eğer Brezilya İmparatorluğu 1889 yılında askerî darbe ile son bulmasa idi, veliaht prenses Isabel Orléans ailesinden bir prens Gaston ile evlenmiş olduğu için bu imparatorluğu da aile yönetiyor olacaktı.
… ..
*Sen Nehri - Vikipedi (wikipedia.org)
*Sen Nehri, (Fransızca: La Seine) kuzeybatı Fransa'da önemli bir akarsu. Fransa'nın ikinci en uzun nehridir. Burgonya'dan doğar ve Manş Denizi'ne Le Havre yakınlarında dökülür. 776 km uzunluğundaki nehrin debisi ortalama 500 m³/s.dir
*XIV. Louis - Vikipedi (wikipedia.org)
*Louis-Dieudonné de France veya XIV. Louis (okunuş: lui) (5 Eylül 1638 - 1 Eylül 1715), Fransa'nın en uzun süre hüküm süren kralıdır. 1643-1715(72 yıl) yılları arasında Fransa krallığı yapmıştır. Fransızlar tarafından Louis Le Grand (Büyük Louis) veya le Roi-Soleil (Güneş Kral) olarak da anılır. Devlet benim (l'État c'est moi) sözlerinden de anlaşılacağı gibi Fransa'yı mutlak monarşiyle yönetmiştir. Çok saldırgan ve yayılmacı bir politika izlemiştir. Karısı Kraliçe Marie Theresia'dır. Fransa Bilimler Akademisi ilk defa XIV. Louis tarafından kurulmuştur. Bir tiyatro oyununda Apollon'u oynamıştır. Klasik sanata yakından ilgi duymaktadır. Babasının bir av köşkü olarak inşa ettirdiği Versay'ı genişleterek Fransa Krallığı'nın yönetildiği bir saray haline getirmiştir. Dönemin aristokratlarını gene Paris'ten uzaklaştırıp, Versay'a taşımıştır. Versay Sarayı'nın bahçesini barok dönemi eserleriyle düzenletmiştir.
… ..
*Fransa Kralı XVIII. - wiki34.com
*Fransa Kralı XVIII. Louis ( Versay Sarayı , 17 Kasım 1755 - Paris , 16 Eylül 1824 ) , destekçileri tarafından "Arzu" ( le Désiré ) olarak da anılır, 2 1814-1824 yılları arasında Fransa ve Navarre Kralıydı , b Napolyon'un kısa bir süreliğine yeniden iktidara geldiği " Yüz Gün " olarak bilinen dönem dışında, Fransa'daki Bourbon restorasyonunun ilk hükümdarı olmak . Gençliğinden Fransız Devrimi'nin başlangıcına kadar Provence Kontu unvanını aldı . Ancak, 21 Eylül 1792'de Ulusal Konvansiyon , monarşiyi ve Eski Rejim ile ilgili tüm soylu unvanları kaldırdı; bunun için Louis XVI tahttan indirildi ve daha sonra yargılanacak, mahkum edilecek ve giyotin tarafından idam edilecekti . Louis XVI'nın oğlu genç Louis XVII , Haziran 1795'te hapishanede öldüğünde, Louis XVIII, yeğenini sürgündeki Fransa'nın "itibari" kralı olarak başardı. Louis XVIII sürgünde yirmi üç yıl geçirdi (1791-1814). Bu dönemde tüm Avrupa'yı gezdi, Prusya'yı , Rus İmparatorluğu'nu geçti ve sonunda Büyük Britanya'ya yerleşti ve burada 1814'te Fransa'ya dönüşüne kadar -Altıncı Koalisyon'un yardımıyla- pozisyonunu geri aldığında kaldı. hükümdar olarak, kendisinin ve destekçilerinin ilahi haklarının bir parçası olarak gördükleri bir konum . 3 Ancak Napolyon , Bourbon hükümdarının Paris'ten kaçmak zorunda kaldığı imparatorluğunu yeniden kurmak amacıyla Elba'dan kaçtı . Bonaparte'a savaş ilan eden , onu Waterloo'da tamamen yenen ve Louis XVIII'i kesin olarak Fransa tahtına geri getiren bir Yedinci Koalisyon kuruldu. Louis XVIII, on yıldan daha az bir süre kral olarak hüküm sürdü ve saltanatı sırasında Bourbonların monarşik bir hükümet olarak konumunu sağlamlaştırmaya ve ailesinin Fransız halkı önünde bozulan imajını restore etmeye odaklandı; Buna karşılık, kontrol edilemeyen bir alt meclisle - ve daha sonra birçok karşıt grupla - uğraşmak, İtalya'daki Bourbonlar gibi siyasi müttefiklerini desteklemek ve kendisine karşı bir devrimi bastırmasına yardım ettiği VII . Hükümet biçimi, mutlakiyetçi bir monarşi olan Ancien Rejim'den farklı olarak, anayasal bir monarşide kurulmuştu ve Louis XVIII'in kraliyet ayrıcalığı, kendisinin Fransa için bir tür Anayasa olarak ilan ettiği Şart sayesinde önemli ölçüde azaltıldı. Louis XVIII 1824'te çocuksuz öldü, bu yüzden taç kardeşi Artois Kontu Charles'a geçti . Louis XVIII, ölümüne kadar hükümet uygulayan son Fransız hükümdarı olacaktı. Fransa Kralı XVIII. …. …
*Charlemagne or Charles the Great (Latin: Carolus Magnus, Frankish: Karl;[3] 2 April 747[a] – 28 January 814), a member of the Carolingian dynasty, was King of the Franks from 768, King of the Lombards from 774, and was crowned as the Emperor of the Romans by the Papacy in 800. Charlemagne succeeded in uniting the majority of western and central Europe and was the first recognized emperor to rule from western Europe after the fall of the Western Roman Empire approximately three centuries earlier.[4] The expanded Frankish state that Charlemagne founded was the Carolingian Empire, which is considered the first phase in the history of the Holy Roman Empire. He was canonized by Antipope Paschal III—an act later treated as invalid—and he is now regarded by some as beatified (which is a step on the path to sainthood) in the Catholic Church.
*Franklar - Vikipedi (wikipedia.org)
*Franklar, Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasında büyük rol oynamış bir Cermen boyudur. 4. yüzyıl sonlarından itibaren Galya eyaletinin kuzeyine Roma müttefiki sıfatıyla sızmaya başlar, 406 tarihinden itibaren ise tam güçle Kuzey Galya'yı istila ederler. 6. yüzyılda Güney Galya'dan Vizigotları kovarak hakimiyetlerini pekiştirirler. Bu tarihten sonra Galya artık Fransiya yani Fransa olarak anılacaktır.
… ..
*Cermenler - Vikipedi (wikipedia.org)
*Cermenler, bugünkü Almanya, Avusturya, Bohemya ve Cermanya'da MÖ 3. yüzyıldan 9. yüzyıla kadar yaşayan halk veya bu halktan olan kimse.
Avrupa Hun İmparatorluğu'nun Kavimler Göçü ile Cermen halkı da Avrupa'ya yol almıştır. Bugün Hollandalılar, Almanlar ve Avusturyalılar başta olmak üzere; İngilizler, Flamanlar, İskandinav halkları (Danimarkalılar - Danlar, Norveçliler, İsveçliler, İzlandalılar, Faroeliler), Almanca konuşan İsviçreliler ve Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki Afrikaans halkı Cermen halklardandır.
*Kavimler Göçü - Vikipedi (wikipedia.org)
*Kavimler Göçü, MS 350-800 yılları arasında Avrupa'ya yapılan şiddetli insan göçüdür.[1] İlk dönem ve ikinci dönem olarak ikiye ayrılmaktadır. İlk dönemki kavimler göçü Batı Roma İmparatorluğu ve Hunlar arasındaki yoğun sınır değişikliklerini kapsar. İkinci dönem kavimler göçüyse ilk dönemkinin devamı niteliğindedir. İlk gelen göçmenler Hunlar, Slavlar, Ön Bulgarlar, Alanlar tarafından Batı'ya doğru sürülen Gotlar, Anglo-Saksonlar, Vandallar ve Franklar gibi Cermen kabileleriydi.[2] İkinci dönem göçleri de (Arap, Türk, Macar, Viking göçleri ve Moğol istilaları) Kuzey Afrika, Anadolu ve Avrupa'da derin değişimlere sebep olmuştur.
İlk Dönem Kavimler Göçü :İlk Dönem Kavimler Göçü, 4. yüzyılın ortalarında Hunlar'ın Aral Gölü ile Hazar Denizi arasındaki bölgeden Don ve Volga nehirleri arasındaki bölgeye kaymaları ile başlamıştır.
Göçler ve İstilalar: Orta Asya'daki Çin egemenliğinden kurtulmak için MS. 350 yıllarında batıya hareket eden Hun grubu, Volga-Don nehirleri arasında yaşayan Hunların daha batıya göçmelerine neden oldu. O tarihlerde Karadeniz'in kuzeyindeki düzlüklerde Cermen kavimlerinden olan Gotlar ve günümüzdeki Slav halklarının ataları olan Ön Slavlar yaşamaktaydı. 375 yılında Hunlar, Gotların ve Ön Slavlar'ın yaşadıkları bu bölgeye girdiler.
Hunların bu bölgeye yerleşmesiyle bu bölgede daha fazla tutunamayan ve çoğunluğu Cermen olan Vizigotlar, Ostrogotlar, Anglo-Saksonlar, Franklar, Gepidler, Lombardlar, Burguntlar, Vandallar ve Cermen olmayan Slavlar batıya doğru göç etmeye başladılar. Romalıların barbar olarak adlandırdığı bu kavimler önlerine çıkan diğer kavimleri de önlerine katarak İspanya'ya hatta Kuzey Afrika'ya kadar ilerlediler. Avrupa'da yıllarca süren bu döneme Kavimler Göçü denir. Kavimler Göçü, günümüz Avrupa devletlerinin temellerinin atıldığı önemli bir olaydır. Göçün temel sebebi siyasi etmenlerdir.
Göçün ilk yıllarında Cermen kabileleri Roma İmparatorluğu'nun batı kesimindeki birçok bölgeyi ele geçirmişti. 376'da Hunlarla savaşan Got kabilesi Tervingiler, Roma topraklarına girdi. Ertesi yıl, Marcianopolis'te Tervingilerin lideri Fritigern, Romalı asker Lupicinus ile buluşmasında öldürüldü.[3] Tervingiler ayaklandı ve Got kabilesi olan Vizigotlar 410'da İtalya'yı istila etti. Büyük Teoderik komutasındakı Ostrogotlar tarafından İtalya'nın içlerine kadar takip edildiler. Galya'da Franklar ağır ağır Roma topraklarına girdiler. Allemanni'deki savaşları kazanan Vizigotlar geleceğin Fransa ve Almanya'sı olacak Frank Krallığı'nı kurdular. Büyük Britanya'ya gelen Anglo-Saksonlar ise Roma'nın Britanya'daki sonunu getirdi.[4]
İlk Dönem Kavimler Göçü'nün Sonuçları:
Roma İmparatorluğu 395'te ikiye ayrılmıştır. Batı Roma İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans)
Göçlere dayanamayan Batı Roma İmparatorluğu 476'da yıkılmıştır.
Avrupa yüzyıla yakın bir süre karışıklıklar içerisinde kalmıştır.
Avrupa'da derebeylik (feodalite) rejimi ortaya çıkmıştır.
Barbar kavimlerin birbirleriyle ve Romalılarla kaynaşması sonucu yeni milletler ortaya çıkmıştır ve bunun sonucunda bugünkü Avrupa milletlerin etnik yapısının oluşumundaki katkısı çok fazla olmuştur.[kaynak belirtilmeli]
Barbar kavimler arasında Hristiyanlık hızla yayılmıştır. Cermenler, Hristiyanlığı kabul ederek Orta Çağ Avrupa'sına damgalarını vurmuşlardır.
Bunun sonucunda Orta Çağ Avrupasında kilise, papalık ve skolastik düşünce güç kazanmaya başlamıştır.
Göçler sonunda bugünkü İspanya'ya Vizigotlar, Kuzey Afrika'ya Vandallar, İtalya'ya Ostrogotlar, bugünkü Fransa'ya ise Franklar yerleşmiştir.
İklim değişikliğinin kavimler göçü ve Roma'nın çöküşü üzerine etkisi:
Klasik tarih anlatısına dayanarak kavimler göçü siyasi ve askeri bir olaylar bütünü olarak açıklanmıştır ve üzerinde çokça durulmuştur zira Kavimler Göçü günümüz Avrupa'sının temelini atan, Akdeniz'in kaderini 1500 sene belirleyen bir adımdır. Çağlar boyunca bilgeler ve modern asırlardan bu yana tarihçiler Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşüne de neden olan bu olayı sadece tarihi kaynaklar ve arkeolojik materyaller üzerinden değerlendirmiş ve Batı Akdeniz'deki otorite kaybını ani bir çöküş, katastrofik son olarak adlandırdılar. Son yıllarda özellikle doğa bilimlerinin de toplum bilimleri ile ortak çalışması sonucu tarihçiler antik çağ sonunu ani bir yıkım, bir felaket olarak değil aşamalı bir geçiş öngörmektedirler. Doğal süreçlerin toplum yaşamı, insan medeniyeti üzerindeki etkisini hesaba katma eğilimi ortaya çıkmıştır. Artık çok yönlü çalışmalar sonucu tarihçiler Kavimler Göçü'nün aşamalı bir çöküş dönemine sebep olduğu, ama daha da önemlisi kavimler göçü'nün de sadece askeri bir temelde gelişmediği ve sebeplerinin arkasında iklim değişikliğinin yattığı tezi ortaya atılmıştır. 18. asrın sonunda Edward Gibbon, anıtsal eseri 6 ciltlik “The history of the decline and fall of the Roman Empire" Batı Roma'nın yıkılışı için çok önemli bir bakış açısı ortaya koymuştur. Bu geniş ve yapısalcı bakış açısı sayesinde kavimler göçü'nün de altında yatan farklı ve dışsal nedenler gündeme getirildi. Giderek soğuyan Kuzey Doğu Avrasya bozkırlarının halklarının sistematik şekilde Akdeniz havzasına akın etmesi ve bu baskının gücü zaten Akdeniz'deki iklimsel dengesizlikle bozulan Roma'yı aşama aşama çöküşe götürmesi artık daha çok kabul gören bir yorum. Yaklaşık bir asır önce, İngiliz meteorolog Hubert Lamb, Akdeniz ve Kuzey Avrupa'yı kapsayan bir çalışma ile çok sayıda paleoklimatolojik bulgu topladı ve yorumladı. Sonuçlar bir hayli şaşırtıcıydı, zira geç Holosen'de yani son 3000-4000 yıl içinde iklimsel duraylılığın olmadığı göstermişti ve bu da yoğun olarak çevresel etkilere maruz kalındığını ortaya koymuştur. Özellikle yapılan çalışmaların tarihlendirilmesi ve tarihsel verilerle karşılaştırılması sonucu özellikle Roma'nın gücünün zirve yaptığı dönemlerin sıcak periyotlara rastladığı görülmüştür (Roman Warm Period). Yüksek ve stabil solar aktivite ve buna mukabil zayıf volkanik aktivite Roma için ciddi olarak istikrarlı bir hüküm dönemi sağlamış ve müreffeh bir toplum ortaya konmuştur. Son yıllarda tarihçiler bu paleoklimatik verileri değerlendirmeye başlamışlardır. Bu konuda bir örnek, Yaşlı Plinius'un notlarında yer almıştır. Romalı doğa bilimci Plinius, MS. 1.yy'da çevresel bir tasvirinde kayın ağaçlarıyla kaplı yüksek dağlardan bahseder, ki kayın ağaçları alçak rakımlara özgüdür. Bu örnek bile iklimsel sıcak dönemi göstermesi açısından bir kanıttır. Paleoklimatik verilere göre, MS. 150-450 arası da iklimsel dengesizlik dönemi olarak kabul edilmiştir ve Kavimler Göçü'nün tetiklendiği dönemi kapsar, bu geçiş periyodu ise MS. 450 ile MS. 700 arasındaki mini buz çağı'na kavuşur ve sık sık kuzeyden ve doğudan göçer kitlelerin Avrupa içlerine girişine tanıklık edip klasik Orta Çağ'ı başlatacaktır. Uzun dönemli iklim değişikliği sonucu Kavimler Göçü denen kitlesel hareketler sık sık tekrarlanmıştır, zira Gotların göçünü müteakip, Alanlar, Alemanniler, Frank grupları bu kitlesel hareketi gerçekleştirmiştir. Kısacası disiplinler arası çalışmaların yoğunlaşmaya başladığı çağımızda kavimler göçü gibi tarihsel olaylara sadece siyasi ve askeri yönlerden değil de sosyal, ekonomik ve en temelde doğal etkiler üzerinden bakmak çok daha sağlıklı ve gerçeğe yakın yorumların önünü açabilir.[5]
*Galyalılar - Vikipedi (wikipedia.org)
*Galyalılar, günümüzde genel olarak Fransa, Belçika, İsviçre ve İtalya’nın kuzey bölgelerini içeren Galya olarak tanımlanan bölgede Demir Çağından Roma Cumhuriyeti dönemine kadar yaşayan Kelt kökenli bir halktır.
Arkeolojik olarak La Tène kültürüne bağlıdırlar. MÖ 3.yüzyılda güneye doğru istila ve göç etmiş, önce Yunanistan daha sonra da Anadolu’ya kadar gitmişlerdir.[1] MÖ 50 yılında Roma prokonsülü Jül Sezar tarafından Galya Savaşları adı verilen bir dizi savaş sonucu yenilgiye uğratılmışlar ve Roma kültürü tarafından asimile edilmişlerdir. Kavimler Göçü ile birlikte Roma egemenliğinin sona ermesinin ardından Galce, Latince ile kaynaşmıştır.
*Wagram Muharebesi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Wagram Muharebesi (5–6 Temmuz 1809) Napolyon Savaşları'nın bir parçasıdır. Avrupa tarihinin o tarihe kadar gördüğü en büyük savaştır. Fransızların imparatoru Napolyon'un düşmanı Avusturya ve Arşidük Charles'a karşı mücadele edip kazandığı savaştır. Savaş, Avusturya ve İngiltere'nin oluşturduğu Beşinci Koalisyon'un sona ermesine neden olmuştur. Savaşın neticesinde Avusturya ordusunu mağlup eden Grande Armée lideri Napolyon ile II. François'in Viyana'da Schönbrunn Antlaşması imzalamıştır.
… …
*1830 Devrimleri - Vikipedi (wikipedia.org)
*1830 Devrimleri, Avrupa'da 1830'da gerçekleşen devrimci bir dalgaydı. İki “ romantik milliyetçi ” devrimi içeriyordu : Hollanda Birleşik Krallığı'ndaki Belçika Devrimi ve Fransa'daki Temmuz Devrimi ile birlikte Polonya, İtalyan devletleri Kongresi'ndeki devrimler. Portekiz ve İsviçre bunu on sekiz yıl sonra, 1848 Devrimleri olarak bilinen çok daha güçlü bir başka devrim dalgası izledi.
Romantik Devrimler:
Her ikisi de Batı Avrupa'da meydana gelen 1830 romantik milliyetçi devrimleri, halk monarşileri adı verilen benzer anayasal monarşilerin kurulmasına yol açtı . Louis-Philippe 31 Temmuz 1830'da "Fransızların Kralı" ve 21 Temmuz 1831'de I. Leopold "Belçikaların Kralı" oldu.
Fransa :
Fransa'da, Temmuz Devrimi, Birinci Fransız İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra eski haline getirilen Bourbon Hükümdarlığı Kral X. Charles'in devrilmesine yol açtı . Onun yerine Charles'ın kuzeni Louis-Philippe, Orléans Dükü ilk "Fransız Kralı" olarak taç giydi. Bu demek oluyor ki anayasal monarşi olan Bourbon Restorasyonu'ndan Temmuz Monarşisi'ne geçişi işaret ediyordu ; gücün Bourbon Hanedanı'nın alt kolu olan Orleans Hanedanı'na geçmişti. Fransız Temmuz Monarşisi, 1848 devrimlerine kadar sürecekti.
Belçika :
Belçika Devrimi 25 Ağustos 1830'da patlak verdi. Kısa vadeli etki, bir ay önce Fransız Temmuz Devrimi'nin patlak vermesiydi: Belçika, 1815'te Hollanda Krallığı'na bağlanmıştı ve bir Belçika Vatansever hareketi ortaya çıkmıştı. Hollanda mutlak monarşisinin yetkilerini sınırlayacak ve temel medeni hakları kutsallaştıracak yazılı bir anayasa; Fransız Temmuz İsyanı onlara kendilerini mücadelelerine eşdeğer bir mücadele gibi gördüler. Bu bağlamda Brüksel'de milliyetçi bir operanın (La muette de Portici) sahnelenmesi, başkent burjuvazisi arasında küçük bir ayaklanmaya yol açtı.Vatansever şarkılar söyleyen ve şehirdeki bazı kamu binalarını ele geçiren bu erken devrimci grup, çok sayıda kent işçisi tarafından şişirildi. Ertesi gün, devrimciler 1789 Brabant Devrimi'nden açıkça etkilenerek kendi bayraklarını dalgalandırmaya başladılar.[1] Düzeni korumak için birkaç burjuva milis grubu kuruldu. Brüksel'deki durum ülke genelinde yaygın huzursuzluğa yol açtı. Kral I. Willem, oğlunun isyancılarla müzakere etme tavsiyesini reddetti, onları daha radikal, bağımsızlık yanlısı bir duruşa zorladı ve isyanı bastırmak için Brüksel'e büyük bir askerî güç gönderdi. 23 ve 28 Eylül 1830 arasında, Hollanda kuvvetleri ile ülkenin dört bir yanından gelen küçük birlikler tarafından takviye edilen Brüksel devrimcileri arasında ağır çatışmalar yaşandı. Hollandalılar sonunda geri çekilmek zorunda kaldılar. Başarısız saldırı ve eş zamanlı olarak Belçikalı askerlerin Hollanda ordusundan toplu firarlarının ardından, devrim Belçika'nın her yanına yayıldı. Hollandalı garnizonlar, yalnızca Anvers ve Lüksemburg işgal altında kalana kadar bölgenin dışına itildi. Charles Rogier liderliğindeki Belçika Geçici Hükümeti 24 Eylül'de kuruldu ve Belçika'nın bağımsızlığı 4 Ekim'de resmen ilan edildi ve anayasa oluşturma çalışmaları başladı. Aralık ayında uluslararası hükûmetler,Londra Konferansı Belçika'nın bağımsızlığını tanıdı ve tarafsızlığını garanti etti . Ancak Hollandalılar, Belçika'nın bağımsızlığını ve 1839'daki Konferans şartlarını tanıdı. Nihayet 1831'de kabul edilen Anayasa, bireysel özgürlükleri korudu ve dünya çapında geleceğin liberal anayasacıları için bir şablon olarak kabul edildi. Aynı zamanda, 1789 Fransız Devrimi'nin ardından cumhuriyetçilikle bağlantılı mafya yönetimi korkularını savuşturmak için popüler bir monarşi ("Belçika Kralı" yerine "Belçikalıların Kralı") yarattı. Belçikalıların ilk kralı Leopold Temmuz 1831'de taç giydi.[2]
Diğer Devrimler ve Ayaklanmalar
İtalya :
1830'a gelindiğinde, birleşik bir İtalya lehine devrimci duygular yeniden canlanmaya başladı ve bir dizi ayaklanma, İtalyan yarımadasında tek bir ulusun yaratılması için zemin hazırladı.
Polonya :
Portekiz ve Brezilya :
Teksas :
İsviçre :
*I. Leonidas - Vikipedi (wikipedia.org)
*Leonidas (Λεωνίδας) (d. MÖ 540 - ö. 11 Ağustos MÖ 480), Sparta Kralı ve II. Anaxandridas'ın oğullarından biri. Termopylae Muharebesi sırasında ölmüştür.[1]
Agiad ailesinin on yedinci kuşağında, MÖ 489 veya MÖ 488 yılında, yarı kardeşinin kızı olan Gorgo ile evlenmiş, I. Cleomenes'in ardından tahta geçmiştir. Sayıca çok üstün Pers ordusuna karşı az sayıda askeriyle yürüttüğü Termopylae Muharebesi ile ünlüdür.
*Spartaküs - Vikipedi (wikipedia.org)
*Spartaküs (Yunanca: Σπάρτακος, Spártakos.; Latince: Spartacus[1]) (MÖ 109 – MÖ 71), Roma Cumhuriyeti'nde Trakyalı bir gladyatördür. MÖ 73 - MÖ 71 Spartaküs Galyalılar Crixus, Oenomayus ve Gannicus ile birlikte Üçüncü Köle Savaşı'nın kaçak köle liderlerinden biridir. Üçüncü Köle Savaşı Roma Cumhuriyeti'nin karşılaştığı büyük çaplı köle savaşları arasında yer alır. Küçük savaşları ötesinde Spartaküs hakkında bilinen ve
tarihsel söylentileri kalan veriler bazen çelişkili ve güvenilir olmayabilir. Fakat elimizdeki bütün kaynaklar Spartaküs'ün
eski bir gladyatör ve başarılı bir askeri lider olduğunu doğrulamaktadır.
.
*Gaius Marius - Vikipedi (wikipedia.org)
*Gaius Marius (d. MÖ 157 - ö. 13 Ocak MÖ 86) Romalı asker ve kariyeri boyunca eşi benzeri görülmemiş biçimde dördü art arda olmak üzere toplam yedi kere Konsül seçilmiş siyasetçi. Topraksız vatandaşların (proleterlerin) askere alınması ve lejyonların piyade taburları şeklinde yeniden örgütlenmesi gibi çarpıcı yenilikleri içeren Marius Reformları ile tarihe geçmiştir.[1]
*Jean-Paul Marat - Vikipedi (wikipedia.org)
*Jean-Paul Marat (24 Mayıs 1743 - 13 Temmuz 1793), Fransız siyaset teorisyeni, bilim insanı ve hekim[1]. Fransız Devrimi sırasında gazeteci ve politikacı.
Marat, 24 Mayıs 1743'te Prusya Neuchâtel Prensliği'nde (İsviçre'nin bir parçası) Boudry'de doğdu. Cagliari, Sardunya yerlisi Jean Mara (Giovanni Mara) ve Castres'li Fransız Huguenot Louise Cabrol'ün dokuz çocuğundan ikincisiydi. Babası, Mercedarya'lı bir komiser ve dindar bir mülteciydi.[2]
On yedi yaşındayken Jean-Baptiste Chappe d'Auteroche'un, Venüs geçişini gözlemlemek maksadıyla Tobolsk'a götürmek üzere topladığı heyete katılmak için başvuruda bulundu fakat reddedildi.[3] Daha sonra Paris'e taşındı ve tıp okudu.
1765'te Londra'ya taşındıktan sonra doktor olarak çalıştı. Oradayken Kraliyet Akademisyeni sanatçı Angelica Kauffman ile arkadaş oldu. Sosyal çevresi, Soho çevresindeki kahvehanelerde tanışan İtalyan sanatçıları ve mimarları içeriyordu.
Sans-culottes'ların (Türkçe: Donsuzlar[4]) güçlü bir savunucusuydu ve radikal bir ses olarak görülüyordu. Görüşlerini broşür, afiş ve gazetelerde yayımladı. Gazetesi L'Ami du peuple (Halkın Dostu) ile Haziran 1793'te iktidara gelen Jakobenler ile gayriresmî bir bağlantı kurdu. Gazeteciliği, şiddetli üslubu, toplumun en fakir üyeleri için temel insan haklarını savunması ve devrimin yeni liderlerine ve kurumlarına karşı tavizsiz duruşuyla ün kazandı.
Marat, Normandiya'ya kaçan Jirondenlerin faaliyetleri hakkında hayati bilgilere sahip olduğunu iddia ederek içeri giren bir Jironden sempatizanı Charlotte Corday tarafından, cilt enfeksiyonunu hafifletmek için şifalı bir banyo yaptığı esnada öldürüldü.
… ..
Adı, yirmi bir Fransız kasabasına ve daha sonra, Fransız ve Rus devrimleri arasındaki sürekliliği simgeleyen bir jest olarak, Sovyet donanmasındaki ilk savaş gemilerinden birine verildi.[6]
*Lacenaire
*İçeriğimde Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'yı yazarken hayatından ilham aldığı, Fransa'da o dönem romantikler tarafından anti-kahraman ilan edilen, hücresini Victor Hugo'nun ziyaret ettiği, çıktığı mahkemeyi bir anda tiyatro sahnesine çevirmesiyle bilinen Fransa'nın ünlü katil şairi Lacenaire
* MAHKEMEYİ TİYATRO SALONUNA DÖNÜŞTÜREN KATİL
*Jean-Paul Marat - Vikipedi (wikipedia.org)
*Jean-Paul Marat (24 Mayıs 1743 - 13 Temmuz 1793), Fransız siyaset teorisyeni, bilim insanı ve hekim[1]. Fransız Devrimi sırasında gazeteci ve politikacı.
… ..
1765'te Londra'ya taşındıktan sonra doktor olarak çalıştı. Oradayken Kraliyet Akademisyeni sanatçı Angelica Kauffman ile arkadaş oldu. Sosyal çevresi, Soho çevresindeki kahvehanelerde tanışan İtalyan sanatçıları ve mimarları içeriyordu.
… … Marat, Normandiya'ya kaçan Jirondenlerin faaliyetleri hakkında hayati bilgilere sahip olduğunu iddia ederek içeri giren bir Jironden sempatizanı Charlotte Corday tarafından, cilt enfeksiyonunu hafifletmek için şifalı bir banyo yaptığı esnada
*Restorasyon (Fransa) - Vikipedi (wikipedia.org)
*Restorasyon kavramı Fransız tarihinde Birinci Fransız İmparatorluğu'nun yıkılışıyla Temmuz Devrimi arasındaki dönemde Bourbon monarşisinin yeniden kuruluşunu ifade eder.
Restorasyon dönemi I. Napoleon'un sürgünden dönüşünü takip eden Yüz Gün döneminde kesintiye uğramıştır. Bu yüzden Nisan 1814 - Mart 1815 arasını kapsayan döneme Birinci Restorasyon ve Napoleon'un tahtı kesin olarak bıraktığı Haziran 1815'ten 1830 Devrimi'ne kadarki döneme de İkinci Restorasyon adı verilir.
Bu dönem XVIII. Louis ve küçük kardeşi X. Charles dönemlerini kapsar. Her iki kral da ülke içindeki aşırı kralcı kesimle, liberal-burjuva güçleri dengelemeye çalışmıştır. Dış politikadaysa savaş borçlarının ödenmesi, buna bağlı olarak işgal güçlerinin çekilmesi ve Fransa'nın yeniden uluslararası ilişkilerde eşit statüye kavuşması bu dönemin temel sorunlarıdır.
Birinci Restorasyon'dan İkinci Restorasyon'a :
Napoleon'un 12 Nisan 1814'te koşulsuz olarak tahttan çekilişi ve Paris'in galip devletler tarafından işgal edilişinden sonra Bourbonlar'a yeniden iktidar yolu açılmış oldu. 24 Nisan'da 1791'den beri sürgünde yaşayan XVI. Louis'nin kardeşi Provence Prensi Louis Stanislas Xavier Calais'ye ayak bastı ve birkaç gün sonra Paris'e geldi. Hükûmet görüşmeleri sırasında 1814 yılını kendi hükûmetinin 19. yılı olarak tanımlayarak, Bourbon monarşisinin devamlılığı düşüncesini vurguladı. Bununla birlikte devrim döneminin kimi kazanımlarını da kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Fransa'yı İngiliz örneğine dayanılarak hazırlanmış liberal bir anayasa olan Charte Consitutionelle ile yönetmeye başladı. Ancak iç politikada dengeye yönelik restorasyoncu politikası Napoleon'un sürgünden dönüşünü takip eden yüz günde kesintiye uğradı.
İç politika: Les deux Frances :
Napoleon'un yeniden saf dışı edilmesinden ve 1815 yazında ikinci restorasyon aşamasının başlamasından sonra XVIII. Louis eski rejimin kralcıları, aristokratik ve teokratik dünyası ile burjuva, aydınlanmış liberal devrim ve Napoleon dönemi Fransa'sı arasında denge politikasını sürdürdü. Ancak bu dönem 1815 - 1820 yılları arasında sürgünden gelen eski rejim yanlılarının devrimcilere yönelik kanlı "beyaz terör"ünün (fr. terreur blanche) etkisiyle geçti. Restorasyon dönemi yürütme yetkisinin kralın ellerinde bulunduğu bir anayasal monarşi dönemiydi. Yasama yetkisiyse soylulardan oluşan bir yüksek meclisle, eşitsiz oya dayalı bir temsilciler meclisinin elinde bulunuyordu.
… ..
XVIII. Louis'nin 1824'te ölümü üzerine kardeşi X. Charles iktidara geçti. Aşırılardan yana olan X. Charles devrim döneminde sürgüne giden soyluların kayıplarına karşı tazminat hakkı kazanmaları gibi bir dizi gerici karara imza attı. Bu liberal burjuvazinin muhalefetini arttırmasına yol açtı. Kral'ın meclisi dağıtması, oy hakkını kısıtlaması ve basın üzerindeki sansürü arttırması sonucu 27 Temmuz'da Temmuz Devrimi başladı. Bu Fransa'da restorasyon döneminin sonu oldu.
Avrupa ittifakına dönüş :
Restorasyon döneminde ekonomik durum :
Dış politikada iki yenilgi ve Fransa'nın galip devletler tarafından işgali sonrasında ülkenin kendi egemenliğini kazanması merkezde duruyordu. Galip devletler İkinci Paris Barışı'nda savaş borçlarının ödenmesi için beş yıl süre vermişlerdi. Ancak üç yıl sonra 1818'de Aachen Kongresi'nde işgal güçleri Fransa'dan çekilme kararı aldı ve Fransa Avusturya, Prusya, Rusya ve İngiltere'den sonra beşinci büyük güç olarak Kutsal İttifak'a katıldı.
*Louis-Philippe - Vikipedi (wikipedia.org)
*Louis-Philippe, Orléans Dükü Louis-Philippe (6 Ekim 1773-26 Ağustos 1850), 1830-1848 arasında Fransızlar kralı (Fransızca: Roi des Français). Yönetimini büyük burjuvazinin desteğine dayandırmış, sonuçta işçilerin ve orta sınıfların başlattığı ayaklanmayla devrilmiştir.
Charles dükü Louis-Philippe Joseph de Bourbon-Orléans'ın en büyük oğluydu. Önce Valois dükü, babasının 1785'te Orléans dükü unvanını almasından sonra da, Chartres dükü yapıldı. 1789'da Fransız Devrimi başlayınca devrimci hükûmeti destekleyen ilerici soyluları arasında yer aldı. 1790'da Jakobenlere katıldı. Fransa'nın Nisan 1792'de Avusturya'yla savaşa girmesinin ardından, eylülde tümgeneral rütbesiyle Charles François Dumouriez komutasındaki Kuzey Ordusu'nda görev aldı.
Fakat Nisan 1793'te, Dumouriez'yle birlikte Fransa ordusundan kaçarak Avusturyalılara sığındı. Ardından İsviçre'ye geçerek takma adla Reichenau'daki bir okulda öğretmenlik yaptı. Babasının Kasım 1793'te Jakoben hükûmetince idam edilmesi üzerine Orléans Dükü oldu. İki yıldan fazla ABD'de yaşadıktan sonra Avrupa'ya dönmeye karara verdi. 1800 başlarında İngiltere'ye giderek Napolyon'a karşı bir muhalefet hareketi örgütlemeye çalıştıysa da, bunda başarılı olamadı. Ama Orléans hanedanıyla, başında sürgündeki Fransa kralı XVIII. Louis'nin bulunduğu Bourbon ailesinin en eski kolu arasında bir uzlaşmaya varılmasını sağladı.
Uzun süre İngiltere'nin Twickenham kentinde yaşadıktan sonra 1809'da Sicilya'nın Palermo kentine giderek Napoli kraliyet ailesinin yanına yerleşti. 25 Kasım'da da eski Napoli kralı IV. Ferdinando'nun kızı Marie-Amelie'yle evlendi.
Kral XVIII. Louis'nin 1814'te yeniden tahta çıkmasının ardından Fransa'ya döndü ve yurtdışında bulunduğu sırada satışa çıkarılmamış olan Orléans mülklerini geri aldı. Napolyon'un Mart 1815'te yeniden iktidarı ele geçirmesi üzerine İngiltere'ye kaçtı. XVIII. Louis'nin ikinci kez tahta çıktığı Temmuz 1815'ten sonra liberal muhalefetin önemli destekçilerinden biri oldu.
Kral X. Charles'ın baskıcı yönetimine karşı başlayan 1830 Temmuz Devrimi (27-30 Temmuz) Louis-Philippe'e uzun zamandır beklediği iktidar fırsatını verdi. Charles'ın tahttan çekilmesinden iki gün önce, 31 Temmuz'da meclis tarafından kral vekilliğine getirildi. 9 Ağustos'ta da tahta çıktı. Temmuz Devrimi büyük burjuvazinin aristokrasi karşısında önemli bir zafer kazanmasını sağladı. Louis-Philippe sağ kanatta yer alan koyu monarşi yanlıları (Lejitimistler) ile sosyalistler ve aralarında Bonaparteçıların da yer aldığı öteki cumhuriyetçiler arasında orta bir yol izleyerek gücünü pekiştirmeye çalıştı. Ama birbirini izleyen ayaklanma ve suikast girişimleri karşısında gitgide daha baskıcı önlemlere başvurdu. 1830'ların sonuna gelindiğinde muhaliflerini ya susturmuş yer altına çekilmek zorunda bırakmıştı.
İzlediği dış politikayla Fransa'nın Avrupa'daki konumunu güçlendiren Louis-Philippe İngiltere'yle işbirliği yaparak Hollanda'yı Belçika'nın bağımsızlığını tanımaya zorladı. Orta sınıfta oy hakkı tanımayarak bu kesimin desteğini yitirdiği bir ortamda, 1846'daki ekonomik bunalım halk arasında yaygın bir hoşnutsuzluğun doğmasına yol açtı.
İşçilerin ve orta sınıfların başlattığı ayaklanma karşısında 24 Şubat 1848'de tahttan çekilmek zorunda kalan Louis-Philippe, İngiltere'ye giderek Surrey'e yerleşti ve orada öldü.
*Klemens von Metternich - Vikipedi (wikipedia.org)
*Aslen Alman olan Metternich, 1790’da Avusturya tebaasına, sonra da dışişlerine girdi. 1806’da Paris büyükelçiliğine getirilmesiyle dünyaca tanındı. 1809'dan 1848'e kadar şansölyelik görevini yürüten Metternich, Avusturya'nın yeniden toparlanmasında etkin rol oynamıştır. Kaybedilen topraklar geri alınarak imparatorluğun yasallığı yeniden sağlanmıştı. 1809'da Avusturya başbakanı ve yeni kurulan Germen konfederasyonunun başkanı oldu.
Viyana Kongresi’nin (1815) toplanmasına öncülük etti. Kongre başkanlığı görevini yürüten Metternich, Viyana Kongresi'nde büyük rol oynamıştır. Kongrenin nihai kararları; İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından belirlenmiştir.
Fransız İhtilali ile etkinlikleri artan milliyetçilik, hürriyetçilik ve özellikle de cumhuriyetçilik akımlarına tamamen karşıydı ve mevcut durumun korunmasından yanaydı. Prens Klemens von Metternich, “devletlerin, hanedanların meşruluğu üzerine kurulduğu; aksi takdirde anarşi olacağı” fikrindeydi. Buradan yola çıkarak Kutsal ittifak'ı meydana getirdi. İngiltere ve Fransa gibi liberal krallıklar katılmamakla beraber, bu anlaşmaya sadık kaldılar.
Metternich sistemini ortaya koymaktaki amacı: Avrupa'yı federasyon sistemi içinde yeniden kurmak ve kıtanın merkezinde yer alan Avusturya'nın yönetiminde federatif bir güç oluşturmaktı. 1848 Devrimleri ile yarım asırlık Metternich sistemi çöktü.
75 yaşına gelen şansölye, tam 39 yıl aralıksız bir başbakanlık ve dışişleri bakanlığından ve bu müddet içinde Avrupa sisteminin düzenleyicisi, koruyucusu görevini yapmıştı. Metternich 1848 Devrimleri’nden tam 11 yıl sonra 1859’da öldü.
*Galyalılar - Vikipedi (wikipedia.org)
*Galyalılar, günümüzde genel olarak Fransa, Belçika, İsviçre ve İtalya’nın kuzey bölgelerini içeren Galya olarak tanımlanan bölgede Demir Çağından Roma Cumhuriyeti dönemine kadar yaşayan Kelt kökenli bir halktır.
Arkeolojik olarak La Tène kültürüne bağlıdırlar. MÖ 3.yüzyılda güneye doğru istila ve göç etmiş, önce Yunanistan daha sonra da Anadolu’ya kadar gitmişlerdir.[1] MÖ 50 yılında Roma prokonsülü Jül Sezar tarafından Galya Savaşları adı verilen bir dizi savaş sonucu yenilgiye uğratılmışlar ve Roma kültürü tarafından asimile edilmişlerdir. Kavimler Göçü ile birlikte Roma egemenliğinin sona ermesinin ardından Galce, Latince ile kaynaşmıştır.
*Vikingler - Vikipedi (wikipedia.org)
*Vikingler ya da Norslar,[1][2] İskandinavyalı korsan ve tüccar kavimlerdir. … … Danlara, Norveçlilere, İsveçlilere ve diğer İskandinavlara (Kuzey Cermenleri) kim olduklarına bakmaksızın verilen isimdir. Bu adlandırma Eski Norsçadaki Vikingr (yağmacı) sözcüğünden gelir ve Viking Çağı boyunca tüm Kuzey Cermenleri bu adla anılmıştır. Vikinglerin ataları antik Cermen halkları, konuştukları dil(ler) ise Cermen dil ailesine bağlı İskandinav dilleridir.
*Belçika - Vikipedi (wikipedia.org)
*... ..
… ..
Belçika adı, Kelt ve Cermen karışımı bir halk olan Belgae'lerin yaşadığı, Roma eyaleti Galya'nın en kuzeyindeki Gallia Belgica'dan kaynaklanır.[10][11] Belçika, Hollanda ve Lüksemburg tarihsel olarak Benelüks'ten daha büyük bir alanı kaplayan Alçak Ülkeler diye anılır. Orta Çağ'ın bitiminden 17. yüzyılın başlarına kadar ticari ve kültürel açıdan bir refah merkezi olan ülke, 16. yüzyıldan 1830'daki Belçika Devrimi'ne kadar Avrupa güçleri tarafından birçok muharebeye sahne olarak Avrupa'nın savaş alanı olarak tanımlanmış.[12] ve bu unvanı I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı ile de güçlenmiştir.
*Hollanda - Vikipedi (wikipedia.org)
*... …
… …
Hollanda Krallığı'nı meydana getiren dört ülkeden en büyüğüdür.[8] …. …
… ..
Tarihçe:
Utrecht Birliği'ne bağlı Kuzey Hollanda eyaletleri (Güney Hollanda, Zeeland, Utrecht, Gelderland, Overijssel, Groningen ve Friesland) 26 Temmuz 1581'de İspanya kralı II. Felipe'den bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1648'de imzalanan Vestfalya Antlaşması'nda Hollanda vilayetlerinin bağımsızlığı tanındı.
… ..
Viyana Kongresi kuzey ve güneyi bağımsız bir ülke olan Hollanda Krallığı olarak kısa bir süre için birleştirdi. Ancak güney Hollandalılar (Felemenkliler) 1830'da bağımsızlıklarını Belçika adı altında ilan etmişlerdi bile. … ..
… ..
*Polonya - Vikipedi (wikipedia.org)ş
*... …
… …
Tarihçe:Slav kabilelerin Vistül havzasına MÖ 2000'lerde yerleştikleri sanılmaktadır. MS 9. ve 10. yüzyıllarda bu bölgede Piast hanedanı egemendi. 966'da Piast Hükümdarı I. Mieszko Hristiyanlığı kabul etti ve Polonya devletinin temelini attı.
… ..
Ne var ki, Polonya 200 yıl boyunca, doğuya doğru genişleme amacında olan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'na karşı bağımsızlığını korumak için mücadele etmek zorunda kaldı. Polonya 12. yüzyılda bu imparatorluğun egemenliğine girdi ve bazı topraklarını yitirdi. Ülke 13. yüzyılda yeni sorunlarla karşılaştı. 1241'de başlayan Moğol akınları büyük yıkımlara neden oldu. Öte yandan ülkenin kuzeyi, Vistül'ün doğusunda güç kazanmış olan Töton Şövalyeleri'nin tehdidi altına girdi. Töton Şövalyeleri 1308'de Danzig'i (bugün Gdansk) ve Pomeranya'nın kıyı bölümünü ele geçirince Polonya'nın denizle ilişkisi kesildi.
… …
… …
Rusya'da gerçekleşen 1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'yle iktidara gelen Bolşevikler Polonya'nın bağımsızlığını kabul etti.
… ..
II. Dünya Savaşı:
1945 sonrası:
*Bask milliyetçiliği - Vikipedi (wikipedia.org)
*
*Danimarka - Vikipedi (wikipedia.org)
*... ..
… ..
Danimarka'ya hakim olan ilk kavim 8. yüzyıl - 11. yüzyıl hüküm süren Vikinglerdir.
*Çağ - Vikipedi (wikipedia.org)
*Çağlar günümüzden 2,5 milyon yıl önce, kültürel evrimin, organik evrimin önüne geçmesi ile başlamıştır; Tarih Öncesi Çağlar ve Tarih Çağları olmak üzere ikiye ayrılır.
Bu dönemlerin isimlendirilmesinde, insanlığı etkileyen evrensel nitelikli olaylar esas alınmıştır. Bu dönemler belirlenirken sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmeler önemli rol oynamıştır. Yazının bulunmasıyla “Tarih Öncesi Dönemler” sona ermiş, “Tarihî Dönemler” başlamıştır.
Tarihî Dönemler (Tarih Çağları) her toplumda aynı zamanda yaşanmamıştır. Yazıyı bulup kullanmayı başaran toplumlar, Tarih Çağları’na daha önce geçmişlerdir.
Tarih öncesi Çağlar
Taş Devri
Bakır Devri
Tarih Çağları (Historical)
İlk Çağ Tunç Devri
*Marquis de Lafayette Kimdir? Fransız Askerin Hayatı ve Kariyeri (nkfu.com)
*Marquis de Lafayette; Fransız askeri ve politikacısıdır (Auvergne, şimdi Haute-Loire 1757-Paris 1834).
Zengin ve soylu bir ailenin oğludur. 1771’de katıldığı ordudan, askeri reformlar nedeniyle 1776’da ayrılmak zorunda bırakıldı. 1777’de bir gemi satın alıp İngilizlere kaşı bağımsızlık savaşı veren sömürgecilere yardım amacıyla Kuzey Carolina’ya gitti. … ..
… ..1782’de Fransa’ya dönüşte kral onu St. Louise Haç madalyasıyla onurlandırarak generalliğe yükseltti. 1787’de Krallık Meclisi’ne seçildi. Kral XVI. Louis’nin isteğiyle Ulusal Muhafızlar’ın komutanlığına getirildi. Cumhuriyeti hiçbir zaman içine sindiremediğinden, monarşiye karşı sarsılmaz bir inançla kralın koruyuculuğunu yaptı, tüm meclis üyelerine ulusa, yasalara ve krala bağlılık andı içirerek politik güç ve ününün doruğuna ulaştı.
1791’de kalabalığa ateş açtırması üzerine halkın sevgisini yitirince, Auvergne’deki şatosuna çekilmek zorunda kaldı. Devrime karşıt tutumunun hesabım vermek üzere Paris’e çağrıldığı zaman, geleceği karanlık görerek 22 subayıyla Belçika’ya geçti (1792). Beş yıl çeşitli Avusturya ve Prusya hapishanelerinde kaldıktan sonra 1797’de Napolyon’un aracılığıyla serbest bırakıldı.
… ..
1830’da Paris X. Charles’a karşı ayaklandığında, yine Ulusal Muhafızlar’ın komutanlığına atandı. Cumhuriyet için çok yandaş bulamayınca hiç sevmediği Louis Phillipe’in Fransa kralı olmasını sağladı…. ..
*Haziran İsyanı - Vikipedi (wikipedia.org)
*1832 Haziran İsyanı veya 1832 Paris Ayaklanması 5 ve 6 Haziran 1832'de Paris cumhuriyetçilerinin anti-monarşist ayaklanmasıydı.
İsyan, 16 Mayıs 1832'de Kral'ın güçlü destekçi Konsey Başkanı Casimir Pierre Périer'in ölümünden kısa bir süre sonra, Cumhuriyetçilerin Louis-Philippe'in Temmuz Monarşisinin 1830'da kuruluşunu tersine çevirme girişiminden kaynaklandı. 1 Haziran 1832'de, Fransız parlamentosuna üye olan ve monarşiyi eleştiren popüler bir eski Ordu komutanı olan Jean Maximilien Lamarque koleradan öldü. Cenazesini takip eden ayaklanmalar isyanı ateşledi. Bu, 1830 Temmuz Devrimi ile bağlantılı son şiddet patlamasıydı.
Fransız yazar Victor Hugo, Sefiller (Les Misérables) adlı romanındaki isyanı anlatmış ve büyük ölçüde kitaba dayanan müzikal ve filmlerde yer almıştır.
… ..
*Cennet Yeri Şanzelize: Champs-Élysées, Paris | yoldaolmak.com
*Fransa‘nın başkenti Paris‘in dünyaca ünlü caddesi Şanzelize (Champs-Élysées), Fransızcada ‘cennet yeri’ anlamına geliyor. Paris’in kuzeydoğusunda yer alan cadde 2 km’lik uzunluğa sahip. Dünyanın en güzel ve en lüks caddeleri arasında gösterilen Şanzelize Caddesi’nin (Avenue des Champs-Élysées) bir ucunda Concorde Meydanı diğer ucunda ise Charles De Gaulle (l’Étoile) bulunuyor.
*1848 Devrimleri - Vikipedi (wikipedia.org)
*1848 Devrimleri 1848 yılında Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan ayaklanma, devrim ve özgürlük hareketleridir. Özellikle İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, Polonya, Romanya ve Macaristan bu dönemde büyük sarsıntılar geçirmiş; dönemin diğer büyük güçleri olan Rusya, Osmanlı Devleti, Birleşik Krallık ve Hollanda Krallığı ise bu olaylardan nispeten etkilenmemişlerdir.
Nedenleri :
19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Avrupa'da Sanayi Devrimi büyük ölçüde tamamlanmış, sanayicilerin ve şirketlerin gelirlerinde büyük bir artış görülmesine karşılık köylerde ve kentlerde yaşayan fakir halk bu zenginlikten nasibini almamıştı. İşçiler günde 13-15 saat çalışıyorlar, sağlıksız ve kirli konutlarda zor koşullarda yaşamaya devam ediyorlardı. Köylerde artan nüfus işsizliğe ve toprak yetersizliğine yol açmış, altyapının yetersiz kalmasına neden olmuştu. 1845 ve 1846 hasat mevsimlerinde Belçika'da ortaya çıkarak diğer Avrupa ülkelerine yayılan Patates Hastalığı (Phytophthora infestans') Avrupa'da büyük bir açlık salgınına yol açmış toplumun yoksul kesimlerinde büyük bir tatminsizlik duygusuna neden olmuştu.
Aynı yıllarda Alman Karl Marx ve Friedrich Engels'in birlikte yazdığı ve 1 Şubat 1848 tarihinde yayınlanan Komünist Manifesto, özel mülkiyeti bir devrimle ortadan kaldırarak sınıfsız ve devletsiz bir toplum düzenini gerçekleştirmesi gerektiğini iddia etmekteydi. Bu koşullar altında devrim düşüncesi toplumun çeşitli kesimlerinde çok sayıda taraftar bulmuş ve sonunda 1848 yılında bu devrimler bütün şiddetiyle patlak vermiştir.
Gelişim ve Sonuçları:
Çeşitli ülkelerde 1848 Devrimi:
Fransa'da cumhuriyetçi ayaklanma ve işçi ayaklanmalarıyla karşı karşıya kalan Temmuz Monarşisi Kral Louis-Philippe'in tahttan indirilerek İkinci Cumhuriyet'in kurulmasıyla sonuçlandı. 1848-1852 yılları arasında 4 yıl süren bir cumhuriyet yönetimi başladı
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun egemenliği altındaki bölgelerde de ayaklanmalar ve gösteriler yaşandı. Viyana'da 1848 yılı boyunca 4 defa hükûmet değişikliği yaşandı. İmparatorluğun vatandaşı olan Çekler, İtalyanlar, Slovenler, Lehler, Sırplar, Hırvatlar, Slovaklar, Rumenler ve Macarlar arasında bağımsızlık talepleri yükseldi. Macaristan'da bağımsızlık hareketleri bir bağımsızlık savaşına dönüştü. Budapeşte'de Lajos Kossuth'un başkanlığı altında kurulan hükûmet Avusturya'dan bağımsızlığını ilan etti. Avusturya kralı I. Franz Joseph Rus çarı I. Nikolay'dan bu ayaklanmayı bastırmak için yardım istedi. Lajos Kossuth Macaristan'dan kaçarak Osmanlı Devleti'ne sığındı. 1 yıl kadar Vidin, Şumnu ve Kütahya'da yaşadı.
Ayrıca 1848 yılında Polonya'da Prusya işgaline karşı büyük ayaklanmalar yaşandı. Romanya'da Rusya'nın yönetimine karşı ayaklanmalar ortaya çıktı. Bu ayaklanmaların bastırılmasında Osmanlı ordusu da rol oynadı. Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa ve Keçecizade Fuat Paşa Osmanlı ordusunun başında 25 Eylül 1848 tarihinde Bükreş'e girerek Rusya'nın Romanya'yı etkisi altına almasını önlemeye çalıştılar.
İç çatışmalar, Almanlar, İtalyanlar ve Slavlar arasında patlak verdi. … ..
… ..
*Ninova - Vikipedi (wikipedia.org)
*Ninova (Akatça: Ninua; Aramca: ܢܝܢܘܐ; İbranice: נינוה, Nīnewē; Arapça: نينوى, Naīnuwa), Dicle Nehri'nin doğu kıyısında bulunan ve bir dönem Asur Devleti'ne başkentliğini yapan bir Antik çağ kentidir. Modern Musul şehrinin hemen yanında bulunmaktadır.
Victor Hugo’nu Sefiller romanını okuduğumu sanıyordum. Ancak kütüphanede (860 4 1746 sayfalık) iki kalın cilt halinde olduğunu görünce ödünç alıp hevesle tekrar okumaktayım. daha önce kısaltılmış olanını okuduğumdan olayların genel akışını hatırlamaya başladım. Ancak ayrıntılarda yazarın verdiği mesajları anlamak için bazen dikkat sarfederek tekrar okumanınn Victor Hugo’yu kendisi yapan ifadelerinin keyfini yaşarken; 1800’lerin başlarındaki Fransa’sı ve toplum sosyolojisini anlamayı değerli buluyorum.
YanıtlaSilDönemin Paris’i ve gençlerinin kızlı erkekli yaşam tarzı anlatılırken; romanın ilerleyen bölümlerinde karşılacak tablonun arka planını oluşturacak olaylardaki erken dönem yaşamlarına ayna tutan Victor Hugo, bunu yaparken felsefe, sosyoloji ve ahlaki konulara da giriyor:
YanıtlaSilRoman kahramanlarından Fantine ve bebeği Cosette (Tarlakuşu); geleceği sorunlarla dolu olacaktı…. Cosette’nin annesi tarafından geçici olarak teslim edildiği han işleten kötü klapli Thenadier’lerin yaptıkları iç acıtıcı….
YanıtlaSilBir zamanlar Cosette’nin annesi Fanten ile ortak geçmişi olan ve henüz bebekleri Cosette’nin varlığından haberdar olmayan baba; Mösyö Felix Tholomyes, aradan geçen yirmi yıl sonra, Louis-Philippe hükümralığı sırasında, taşrada önemli, nüfuzlu ve zengin bir dava vekil ve sağduyulu bir seçmen ve çok sert bir jüri üyesi haline gelecekti… diğer taraftan zevk adamı ilmaktan da vaz geçmemişti….
YanıtlaSil1818’lerde yaşanmaya başlanan “Sanayi Devrimi” sürecinde; zengin işi adamı, aynı zamanda kendisine teklif edilen Montreu-il-sur-Mer Belediye Başkanlığı görevini ve kralın taltif ettiği Legion d’Honneur nişanını reddeden, Madeline’nin yaşadıklarına tanık oluyoruz…
YanıtlaSilBulunduğu yerleşim yerinde, yapılmasına ön ayak olduğu okul, ücretsiz ilaç dağıtan eczane, yaşlı bakım evi, yardım sandığı gibi iyilik hareketleri ile toplum içinde giderek artan halkın ısrarlı baskıları sonrası Belediye Başkanlığı görevini kabul eden ama o zaman asıl kimliği konusunda tereddütler uyandıran Madeline Baba diye isimlendirilirken, Belediye Başkanlığı teklifini kabul etmesi sonrasında ; artık Mösyö Madeline’e terfi etmesine rağmen evveliyatı hakkında kimsenin tanımadığı kişilik….
SilBelediye Başkanlığı görevini yerine getirme konusunda çalışmalarını sürdüren; ancak sade hayatını değiştirmeyen, yemeklerini tek başına yerken önünde açık duran kitabı okumaya devam eden bir bilinmez adam….. Kitaplarını bir zenginlik olarak görüyor…
SilOkudukça, Victor Hugo'nın duygularımızı harekete geçirdiğini ssöyleyebiliriz:
YanıtlaSilHayat felsefemi kısa bir cümle ile ifade etmem gerekirse: “Bardağın yarısı dolu anlayışına paralel olarak; günlük yaşamı etkileyen her konuya olumlu yaklaşmayı “hedefleme gayreti içindeyim”.
Sil
SilBunu yapmaya çalışırken elbette üzüldüğüm, zorlandığım yada kırıldığım ayrıntılar olmuyor değil.
Kabullenmekte zorlandığım gelişmeler maruz kaldığımda mekân / yer değiştirmek, elimi / yüzümü yıkamak veya oturuyorsam kalkmak ve yürümek vb. harekete geçme anlamında kendimi rahatlatmayı, mümkün olabiliyor ise ortamdan uzaklaşmayı tercih ediyorum.
SilBu düşünceler nereden çıktı sorusunun cevabı şu şekilde; henüz birinci cildini yarıladığım Victor Hugo'nun Sefiller romanında geçen ifadeleri uyandırdığı çağrışımları paylaşmak ihtiyacımdan kaynaklanıyor.
SilYazarın ifadelerini kendi cümlelerimle ifade etmek istiyorum:
YanıtlaSilİşte iyi insan olabilme hedefine giderken, mucize denilebilecek rastlantılar, yada değişik ifade ile; “tevafuk”, hayatın akışında yeni sayfalar açılmasına neden olabiliyor.
YanıtlaSilGülümseyen yüzler, sevgi uyandıran samimi bakışlar ve akıl dolu cümleler….
Kırgınlıklar olduğu kadar affetmeyi bilen olumlu yaklaşımlar…
Olaylara yıkıcı değil güzel yürekleriyle yaklaşanlar…
Akıl hocalığı yaparcasına insana yukarıdan bakıyor hissini vermeden mütevazılık dolu cümlelerle değerli olduğunuzu hissettirme başarısı gösterenler…
Herkesin kendi yaşam alanı içinde yoğun olduğu ve kendilerine özel meselelerine zaman ayırdıkları bir dünya da;
YanıtlaSilSevgi verebilme becerisi ile karşı tarafı rahatlatan yaklaşımlar…
Eleştirmek ya da suçlamak algısı ortaya çıkarabilecek yaklaşımlar yerine; sakinleştirici çözümler paylaşmaya çalışanların olması…
Kendinizi borçlu hissetmenize meydan vermeden; gülen yüzlü, iyilik dolu kalp dedirten kişilik…
Sevgi sözcüklerini kullanırken; sınırları kararlılıkla koruyabilen, seviyeyi muhafaza edebilen, insanların varlığı hayatımızın zenginlikleri arasında yer alıyor…
YanıtlaSilKesinlikle hayata güzel bakma taraftarıyım ve hayaller etmenin ayrıca bir sanat olduğunu farkına vardım.
YanıtlaSilCesurca hayal edebilmek ne güzel.
YanıtlaSilVictor Hugo, Waterloo Savaşını (16-18 Haziran 1815) tarihçi gözüyle anlatılanlardan daha fazla ayrıntıya girerek bir edebiyatçı olarak anlatıyor.
YanıtlaSilYazar, tarih yazma iddiasında olmadığını vurgularken; Fransa İmparatoru Napolyon'un nerede duracağını hesap etmeyerek, sonuçlarını göremediği hırsları ile ilgili bir dizi soru sormayı da ihmal etmiyor. Aslında, liderler, komutanlar tarihten ders almayı bilmesi gereken insanlar olmaları gerekirken; tarihin ayakları yerden kesilenlerin uğradığı hezimetlerle dolu olduğunu da bilmeleri gerekiyor. Tarih; "Hesaplı risk ve kriz yönetimi" kavramlarının nasıl kullanıldığını ya da gücün nasıl boşa harcandığının örnekleri ile dolu....
Sil1800’lü yılların Fransa’sı, sosyal hayat içinde dini inançlar ve tarikatların yeri, dini ritüeller, din istismarcılarının kendi koydukları kurallar ve istismara uğrayanla….. istismarcıların hangi din ve tarikatten olduklarına bakılmaksızın zafiyet alanları ortaya çıkaranların, kendilerine, bu dünya nasıl ikbal kapıları icat etiklerinin o zamanki versiyonları ve günmüzdekilerle benzer yanların insanı şaşırtmıyor….. sonuçta, insan kılığına girmiş kötü niyetli zeki şeytanlar her dönemde varlıklarını sürdürmüşler
YanıtlaSilKefaret ödenmesi...
YanıtlaSilVictor Hugo, sosyolojik yönü ağırlıklı olmak üzere Fransa tarihini, hatta bir adım daha atarak kısmen de Avrupa tarihini anlatıyor…..
YanıtlaSilİki kalın cilt halindeki 2606 sayfalık romanı tam olarak anlamak için bir taraftan da Fransa tarihi ve bununla ilişkili olan isimler, antik çağdaki olaylar hakkında bilgili olmak ya da kitapta geçtikçe isim ya da tarihi olayları ilgili kaynaklardan öğrenmek gerekiyor. Böylelikle “Sefiller”i okurken bilgi hazineniz de gelişiyor.
SilVictor Hugo'nun dokunduğu tarihi şahsiyetler, her büyüklükteki insan topluluklarının, antik çağ dahil olayların gelişimi, meydana geldiği coğrafyalar, "Kavimler Göçü ile ortaya çıkan toplumsal hareketler, Avrupa devletlerinin günümüze doğru gelişim süreçleri, iklim değişikliklerinin "İlk Çağı"n kapanıp "Orta Çağ"a geçiş....; kısaca olaylar ve tarihe mal olmuş isimlerin her birini anlamaya çalışmak iki cilt (toplam 2606 sayfa) için ayrılacak vakitten çok daha fazlasını gerektiriyor.....
SilYazarın yaptığı; içinde insan olan muhteşem analizler günümüzdeki sosyal olayları anlamaya ve karar vericiler için de dersler vermeye devam ediyor....
SilRomanı anlayarak okumak için tarihin derinliklerine kadar inan bilgi ya sahip olmak gerekiyor... Antik Çağ, Mitoloji, Kavimler Göçü ve takip eden dönemler Avrupa'daki kabile ve şehir devletlerinin giderek monarşilere dönüşmesi, Fransız ihtilali ve 1830 devrimleri, Metternich sistemi öncesi ve sonrasını bilmek ya da tereddüt edilen dönemler hakkında bilgi edinmek iyi geliyor
SilVictor Hugo, dönemin roman kahramanlarının yaşama öykülerinin arasına serpiştirdiği; yine tarihin akışı içindeki önemli olay ve şahıslar, sosyal analizlere Paris kanalizasyon sisteminin 1400'lü yıllardan kendi dönemine kadar olan tarihçesini de sığdırması ilginç.... bu konuyu bile ilgi çekici hale getirmiş:)
SilYazarın kendi ifadesi ile, "Şehrin dev barsakları".
SilVictor Hugo'nun Paris kanalizasyon sisteminin tarihi gelişimini detaylarıyla anlatmasının haklı bir nedeni olduğunu ilerleyen sayfalarda anlıyoruz:)
SilVictor Hugo’yu okurken fark edilen bir ayrıntı da; bizde olduğu gibi, bazılarının Osmanlı’yı hiç hatası yokmuşçasına savunurken, kaybedilen devasa topraklar, kaçarcasına yaşanan geri çekilmeler ve sonuçta başkenti dahil toprakları düşman işgaline uğrayarak yıkılan Osmanlının küllerinden ortaya çıkarılan Türkiye Cumhuriyeti’ni ve bu yeniden doğuşun liderliğini yapan Mustafa Kemal Atatürk'ü; bir türlü benimseyemeyenler veya tam tersi Osmanlı’nın parlak asırlarını yok sayacak kadar ileri gidip, Cumhuriyet dönemini dogmalarla yüceltecek kadar uç noktalarda dolaşanlar…
YanıtlaSilBenzer fikir çatışmaları; Victor Hugo’nun “Sefiller”i yazdığı dönemde, Fransa’da da yaşanıyor.
SilBir tarafta monarşinin yüzlerce yıllık ihtişamı ve kendi milletine yaşattığı yücelikler, öbür tarafta mirasçıları oldukları Fransız Devrimi’ni savunurken kralcılığa saldırmak….
SilVictor Hugo, bu durumu “liberalizmin sağduyu eksikliği” olarak yorumluyor.
SilHugo şöyle söylüyor: "Tam bir körleşme! Devrimci Fransa, tarihteki Fransa'ya, yani anasına, yani kendisine saygıda kusur ediyor. 5 Eylül'den sonra, monarşinin soyluları, 8 Temmuz'dan sonra İmparatorluk'un soylularına yapılan muameleye maruz kalıyor. Onlar kartala karşı adil değildi, biz de zambağa karşı adil değiliz. Dolayısıyla insanlar her zaman yasaklanacak bir şeyler bulmak istiyor! XIV. Louis'in tacının yıldızlarını sökmek, IV. Henri'nin armasını kazımak gerekli mi gerçekten?
SilVictor Hugo'nıun be değerlendirmesi "ifrat ve tefrit" kavramını akıllara getiriyor. İnternete bakıldığında bu iki kelimenin karşılığı derin anlamlara sahip:
Silİfrat : Bu hangi konuda olursa olsun (ibadet, günlük hayat, fikirler) o konu üzerinde aşırıya gitmek demektir. Normalden fazla anlamına da gelir.
Tefrit : Tefrit ise ifratın tam tersidir. Normalden az anlamına gelir.
Victor Hugo, değerlendirmelerine devam ederken: "Neden Fransa'yı bir bütün olarak sevmiyoruz?" ....... Eleştirilmekten memnun olmadığı gibi korunmaya da öfkelenen doktrinciler, kralcıları böyle eleştiriyor ve koruyorlardı.
SilSonuçta tarihten ders almak konusunda ne kadar başarılı olduğumuzu Mehmet Akif'in sözleriyle tamamlamak gerekiyor:
SilGeçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
İki cilt /toplam 2606 sayfa olan Sefiller romanının ilk cildini bitirmek üzereyim. Son sayfalarda, yazarın “Düşüncede irade vardır ama düşlerde yoktur. “ sözleri çok anlamlı…..
YanıtlaSilSefiller , sadece bir roman değil aynı zamanda Fransa başta olmak üzere Avrupa tarihi ve bundan da daha eskilere uzanan birbirini tetikleyen dönemlerdeki;
“olayların geçtiği yer ve olay kahramanlarının isimleri; kim kimdir, ne olmuştu? “ sorularının cevaplarını öğrenmeye çalışırken kütüphanenin verdiği zamanı da doldurmak üzereyim. Ek zaman almak için kısa süre içinde kütüphaneye gitmem gerekecek….
Antik çağ, mitoloji ve çok geniş bir şekilde Milattan Sonra 300 yıllarında başlayıp 800’lere kadar devam eden Kavimler Göçünün “İlk Çağ”ın sonlandırması, “Ortaçağ”ın başlaması, bütün bu olanlardan etkilenen kabileler, şehir devletleri ve bugünkü Avrupalı devletlerin ortaya çıkmasına kadar uzanan tarihi süreçleri de ayrıca internetten öğrenmek gerekiyor
SilVictor Hugo'nun ansiklopedi kadar çok detay içeren bu romanının verdiği öğrenme duygusu çok değerli ….
SilTolstoy ve Dostoyevski mi? Victor Hugo’mu? sorusu sorulsa; Cevabım “hepsi” olur!
Diğer taraftan da Victor Hugo'nun insanı, toplum sosyolojisini, insanların duygusal yanlarını analiz eden yanı muhteşem.
Victor Hugo’nun yukarıdaki (“Düşüncede irade vardır ama düşlerde yoktur. ) sözünü ve devamını okuyunca, “Beni mi tarif ediyor? “ diye sorabilirsiniz.
SilVictor Hugo’nun 100 sene önce yazdıklarını okuyunca takdir etmemek mümkün mü?
Şöyle devam ediyor:
YanıtlaSilDüşüncede irade vardır ama düşlerde yoktur. Tamamen kendiliğinden gelişen düşler, görkemli ve ideal de olsa, düşüncemizin yüzüne bürünür ve korur onu. Kaderin ihtişamlarına doğru ölçüsüz ve üzerinde düşünülmemiş özlemlerimizden daha dolaysız ve daha içten bir şey yoktur ruhumuzun derinliklerinden çıkan.
Bu özlemlerde, oluşturulan, gerçekleştirilen ve düzenlenen düşüncelerimizden çok daha ötesinde bulunur her bir insanın gerçek karakteri. Hayallerimiz bize en çok benzeyen yanımızdır. Herkes kendi doğasına göre bilinmeyeni ve olanaksızı hayal eder.
Birinci Cilt bittiğinde, çeviriyi yapan Sayın Birsel Uzma’ya teşekkürü borç biliyorum. Çevirisi son derece akıcı ve okuyucuya anlamayı kolaylaştıran emek dolu bir çalışma olmuş. Teşekkürler Birsel Uzma.
YanıtlaSilVictor Hugo, insanlık dersi vermenin ötesinde din adamlarını çağrıştıracak daha geniş anlamlar taşıyan fikirlerini de paylaşıyor. İnsanların beklentilerinin yüksekliği; çok yakınlarında yaşayan başkalarının yolluklarını, sefaletlerini görmeye engel olabildiğin; onların konuştuklarını işitseler bile yine kulak vermediklerini kendi düşlerinin başka yerlerde, olanaksız aydınlıklarda , olmayacak aşklarda, çılgınlıklarda dolaşırken oturdukları duvarın hemen arka tarafında, aynı halktan kardeşlerinin can çekiştikleri gerçeğine göndermeler yaparken merhamet duygularımıza hitap ediyor sanki… inkâr edilemeyecek gerçeklerden bahsediyor …. ne kadar umursanıyor sorusunu da sormadan edemiyoruz…..
YanıtlaSilRomanın, devletin karar makamlarında görev alacak gençlerin, belki de siyasal bilgiler fakülteleri başta olmak üzere kamu görevlerine aday yetiştiren kurumlarda ders kitabı ya da konferans konuları arasında yer alacak, üzerinde tartışma yapılabilecek bölümlerinin incelenmesinde yarar olabileceğine inanıyorum.... bu konuda en çarpıcı sayfalardan biri olarak 1014 v0 1015 değerlendirilebilir....
YanıtlaSilBu konuda daha da geniş bir genelleme yapılmak istenirse s.1011'de başlayan "Temelin Altındaki Çatlaklar" bölümü iyi bir örnek olabilir.....
Sil
YanıtlaSilİnsanlık anlayışının, vicdani değerlerin muhasebesinin yapıldığı son sayfalar derslerle dolu. Sefiller romanını tam metin okumanın kazandırdığı olumlu zenginlik; Victor Hugo isminin ne kadar değerli olduğunu teyit etmeye yaradığını da anlamayı kolaylaştırıyor. Sadece bir roman değil, anlatılan tarihi süreci öğrenme gayreti ile geçmişin olaylarını; öncesi ve sonrasını, sebeplerini, sonuçlarını biraz daha pekiştirme şansını da buluyor insan
YanıtlaSilRoman kahramanı Jean Valjean, aslında, ortalama sıradan insanların yaşayacağı bir hayattan ağır şartlar, haksızlıklar, acılar karşısında azami sabır, olgunluk, sağduyu ve incelik göstermeyi beceren güçlü bir karakteri yansıtıyor; bütün bunlara rağmen beklenmedik bir şekilde karşısına çıkan küçük bir çocuğunu sorumluluğunu “baba” sıfatını da katarak yetiştiren ve evlendirdikten sonra da, yine kızının iyiliği için çok sevdiği kızından giderek uzaklaşma kararı alan; bu durumunu hayatın doğal akışında başka şekillerde de olsa insanların bir zamanlar çok yakın ilişkiler içindeyken; daha genç olanları yaşıl olanlarla; bilinçli olarak ve de pek de farkında olmadan bile olsa da aradaki gönül mesafelerinin giderek açıldığını, belki de yaşlı olanların unutulması yanında, kaçınılmaz kopmaların da yaşandığı mesajı veriliyor….. tarih tekerrür ediyor… Victor Hugu; her insan çocukluğu, gençliği, yetişkinlik ve yaşlılık dönemini yaşıyor olsa da; zamanın akışı içinde ufak tefek farklılıklarla birlikte maruz kalınacaklara fikri hazırlık dersleri veriyor… ..
Romanın sonlarına doğru verilen mesajlardan biri de; insanın yaşlanması sadece zamanın akıp gitmesi değil, aynı zamanda yaşanılan olayların yıpratıcılığı da bu konuda önemli paya sahip…
SilBurada, yıpratıcı olan şey zorluklar değil; bazı süreçlerin yıpratıcı olan sonuçların yıpratıcı olmasıdır. Bir başka ifade ile, sonunda mutluluk tablosu ortaya çıkan zorluklar ya da ilişkiler insanı zindeleştirip sağlık kazandırıken; kolayca geçilebilen ama mutsuzluk ve hüzün kaynağı olan gelişmeler insanı mutsuz ettiği kadarda yaşlandırabiliyor….
SilBütün bunlar kaçınılmaz mı; hayatın kazandırdığı tecrübeler geleceği şekillendirme ve daha nitelikli bir yaşam kurgulamak kişilerin öngörülerine bağlı…. akılda tutulması gereken son bir ayrıntı daha; zamanı geldiğinde yaşlılık ve yaşamın son bulması kaçınılmaz…. bu nedenle başta kişisel vicdanımız olmak üzere her seviyede hesap veremeyeceğimiz işlerden uzak, ama çevremize iyi niyetli yaklaşmak ve birlikte mutlu olacağımız ortamları kurgulamayı düşünmeliyiz….
SilBir ders daha; ders konusu satırların azaldığı sayfalarda. Sonuç ise; “Gerçeklerin birgün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.” Bir şey daha; “Hiç kimsenin bilmesine ihtiyaç duymadığınız, yapılanlar fark edilmese bile, “İyilik ya iyiliklerinizin size geri döneceğini bilmek gerekiyor
SilPerde kapanmadan önce dile gelen son sözlerden biri; “Ölmek önemli değil, yaşamamak çok korkunç.”
SilSon söz; “Mutlu son yok. Alınacak dersler var.”
Sil