21 Temmuz 2023 Cuma

Denemeler*

… .. Stefan Zweig ölmeden kısa bir süre önce 1942’de Montaigne hakkında şunları yazmıştır:


“İleri görüşlülüğüne ve ruhunun derinliklerine kadar onu sardsan merhametine rağmen insanlığın zaman zaman içine düştüğü çılgınlık dönemlerinden birine tanık olmak zorunda kaldı. Montaigne’nin hayatının asıl trajedisi budur.”


Farklı kültürlerin kanunlarını, ahlakını ve dinlerini kabul etmeyi bilen Montaigne tam bir hümanizm taraftarıdır. Ama yine de yazıları Rönesans’ta pek rastlanmayan bir karamsarlık ve septisizm içerir. Septisizim, stoacılığı vr kişisel deneyimlerini karıştıran Montaigne, gerçek bir yaşama sanatı icat etmiş bir bilge olarak kabul edilir.


Denemeler’i okuyan bir insanın durup kendine bakması, kendini ve hayattaki amaçlarını sorgulamaması neredeyse mümkün değildir:


“Gerçekten başkaları için değil, kendi için düşünen, düşüncelerinin dökümünü yaparken onları hiç art niyetsiz tartan, genişleten, eleştiren bir adam. Montaigne'i okurken şüphe etmek, demir dövmek kadar zor iştir.

Alain, 1920


“İlk olarak 1580’de iki kitap halinde yayımlanan Denemeler’in üçüncü cildi, 1588’de yayımlanmıştır. Ama Montaigne ölümüne kadar eserini düzeltmeye, eklemeler ve çıkarmalar yapmaya devam etmiştir. Bu yüzden kitabının her baskısı birbirinden farklıdır.

107 bölümden oluşan bu üç kitaplık eseri seçmeler halinde yayımladık. Uçsuz bucaksız bir dünyada gezinen bu kitabın en önemli özelliklerinden biri de okuyucunun okumaya baştan başlamasına gerek olmamasıdır.


İnsanlar aynı sonuca farklı Yollarla da ulaşır

Keder üzerine

Arzularımız geleceğimizdir

Gerçek nesne olmadığında ruhumuz tutkularını farklı nesnelere yansıtır


Niyetimiz hareketlerimizi belirler

… ..

Başkalarına ait malları ellerinde bulunduran ve bunun bilinciyle acı çektiği için vasiyetiyle ölümünden sonra bu mallardan kurtulmak isteyen birçok insan tanıdım. Bu kadar önemli bir şeyi sonraya bırakmalarının ve hatalarını bu kadar az pişmanlık ve zararla ödemek istemelerinin hiçbir değeri yoktur. Daha fazlasını vermeleri gerekir. Bu me kadar can sıkıcı ve rahatsız edici olursa ü o kadar adil davranmış olurlar ve övgüyü hak ederler.

Hayatları boyunca sakladıkları nefreti itiraf etmek için son nefesini vermeyi bekleyen insanlar suçladıkları kişinin kendilerini öfkeyle anmasını sağlayarak artık onurlarını hiç düşünmediklerini gösterirler. Kötü yargılarını kendileriyle birlikte öldürmek yerine kinlerini kendileinden sonraya bırakarak ölüme saygısızlık ederler. 

Yapabilseydim, hayatımın açıkça söyleyemediği bir şeyi ölümümün de söylememesini isterdim.


Tembellik üzerine

Bereketli ve verimliyken işlenmemiş toprakların yabani ve işe yaramaz otlarla dolduğu görülür. Bu toprağı

kullanabilmek, onu korumak için çalışmamız ve tohum ekmemiz gerekir. 

Aynı şey aklımız için de geçerlidir. Eğer onu dizginleyecek, zorlayacak uğraşlar bulmazsak aklımız hayal

gücünün bulanık tarlasında kendini oradan oraya atacaktır.

Amacı olmayan bir zihin kaybolur. Martialis der ki, “Her yerde olmak hiçbir yerde olmak olmamaktır”*

Son zamanlarda, bir kenarda sadece dinlenerek zaman geçirmeye karar evime çekildim. Zihnimi tamamen

başaltıp sadece kendiyle ilgilenmesine izin vererek ona çok büyük bir iyilik yapacağımı sanıyordum. Zamanın da

etkisiyle olgunlaşıp dengeyi bulduğu için bunu daha kolay yapabilir diye ümit ediyordum. Ama anladım ki

Lucain’in**dediği gibi “Tembellik her türlü düşünceyi doğurur,” ve sahibi olmayan bir at gibi kendine

başkalarının verebileceğinden yüz kat daha fazla canavarlar yaratıyor ki bu tuhaflığa ve saçmalığa daha fazla

tanık olmak yerine aklımı utandırmayı umarak yazmaya koydum.

... ..


Yalancılar üzerine 

Hafızadan bahsetmesi en uygun düşmeyen kişi benim. 

… ..  Yine de daha kötü bir huydan, tutkudan uzaklaşma imkânı veren bir eksiklik diye biraz teselli ediyorum

kendimi. Çünkü bu kusurum insan ilişkilerine katılmak isteyenlere zarar verir.

Benzer birçok örneğin gösterdiği gibi, bir yetenek ne kadar zayıfsa başka yatenekleriniz o kadar

güçlenir. Eğer hafızam herkesinki gibi olsaydı başka insanları dinlemeden, kendi düşünce ve yargılarıma

göre karar verirdim.

Eğer hafızam normal olsaydı gevezeliğimle bütün arkadaşlarımı sıkardım. Çünkü ilgili ve yetenekli

olduğum konuları tekrar tekrar açardım bu da kötü olurdu.

Hafızası iyi olan pek çok arkadaşımın bir olayı anlatmaya çok geriden başladığına veya fazla ayrıntıya

yer verdiğine tanık oldum. Hafızaları iyi olmasına rağmen ilginç olabilecek bir hiKâyeyi sıkıcı hale

getirebiliyorlar. Bir kere başlayınca bir açıklamayı bitirmek ya da durdurmak çok zordur.sırası geldiği

zaman konuşmayı bilen insanların bile bazen konuyu kapatmak isteyip bunu  yapamadıklarını görüyorum.

Nerede duracaklarını düşünürken, zayıflıktan yorgun düşüp sürünür gibi anlamsızca konuşmaya devam

ediyorlar. Özellikle yaşlılar çok tehlikeli oluyor, geçmişte olanları hatorlıyorlar ama aynı olayı defalarca

anlattıklarını unutuyorlan. Oldukça saygıdeğer ve hoş birinin aynı hikâyeyi aynı kişilere ne kadar sıkıcı

hale soktuğuna tanık oldum.

Hafız asorunumun başka bir yararı da üzücü olayları kolayca unutmam. Eski bir yazarın söylediği gibi,

benim de Darius gibi (*Alamenides’in soyundan gelen üç Pers İmparatoruna verilen ad. Burada sözü geçen  Atinalılar ve

Persle arasındaki Pelopponnes Savaşları’nın sonuçlarından yarar sağlamak için Yunanlılarla karşı karşıya gelen II. Darius’tur.

Alamenides’in soyunun hüküm sürdüğü tarih boyunca Antik Çağın en geniş topraklarına sahip imparatorluk olmuştur. Bu

dönemde Pers İmparatorluğu Mezopotamya, Suriye, Mısır, Orta Asya, Yunan Adaları ve Hindistan’ın bir kısmına kadar

uzanmıştır) bir hafıza yardımcısına ihtiyacım var. Darius, Atinalıların hakaretlerini unutmamak için masaya

her oturduğunda birinin gelip, “Efendim Atinalıları hatırlayın!” demesini emretmiştir. 

İyi bir hafızası olmayanaın yalan söylemeye kalkmaması gerektiğini boşuna söylememişler. Dilbilgisi

uzmanlarının ”Yalan” ve “doğru olmayan” arasında fark olduğunu vurguladıklarını biliyorum. Doğru

olmayan doğru olmadığını bilmeden söylediğimiz sözlerdir. Yalan ise doğru olmadığının farkında olarak söylediğimiz şeylerdir. … ..

….

… .. 


Hazır cevaplılık ve sonradan akla gelenler üzerine

... ..

Alışkanlıklar ve yürürlükteki bir kanunu 

kolayca  değiştirilmemesi gerektiği Üzerine 


… .. “Alışkanlık her şeyin en güçlü sahibidir.” Büyük Pline (* Romalı yazar ve doğa bilimci)

… ..

En önemli kusurlarımızı çok küçük yaşlarda edindiğimizi ve karakterlerimizin bizi büyütenler tarafından

şekillendirildiğini düşünüyorum. Bir tavuğu öldüren ya da bir kediye, köpeğe işkence eden çocuğu gören anne

bunu önemsemez. Oğlunun bir köylüyü ya da uşağı haksız yere dövdüğünü gören baba, bunu oğlunun güçlü

karakterine yorup övünür. Oysa zalimliğin ve ihanetin tohumları bu  noktada ekilir, burada filizlenmeye başlar,

hızla büyür ve sonunda alışkanlığın gösterdiği azimle gelişip yeşerir. Bu tiksinti verici eğilimlerin genç yaşlarda,

karakterler henüz oluşmamışken affedilmesi çok tehlikeli bir eğitim şeklidir.

“İnsanları sadece fasulyelerle dolandırıyor, parayla olsa yapmazdı,” demek yerine, “Fasulyeyle dolandırdığına

göre parayla neden dolandırmasın ki?” demeyi daha doğru buluyorum. Çocuklara kendi doğalarındaki kusurlardan

bile nefret etmeyi özenle öğretmek gerekir.

Çocukluğumda oyunlardahile ve kurnazlıktan hiç hoşlanmazdım. Çocukların oyunlarını yalnızca oyun değiş,

ciddiye alınacak eylemler olarak algılamak gerekir. Bugün hileye karşı duyduğum o içten, doğal nefreti başka

hiçbir şeye karşı duymuyorum. … ..

… ..


Çocuk eğitimi üzerine 

… ..

… ..

Öğretmen bazen yolu açmalı bazen de bu işi çocuğa bırakmalıdır. Öğretmenin yalnızca konuşmasını

ve üretmesini değil, yeri geldiğinde çocuğu dinlemesini de isterdim. Sokrates ve Aristotippus önce

öğrencilerini konuşturuyorlar, daha sonra kendileri konuşuyorlardı.

Öğretmenin, çocuğun gidişatını görmesi için onu önden yürütmesi ve böylece imkânları dahilinde çocuğun

seviyesine ne derece inebileceğini görmesi iyi olur.Bu ilişik kurulmadığı için her şeyi yüzümüze gözümüze

bulaştırıyoruz. Davranışlarını ölçülü bir şekilde buna uydurmak benim bildiğim en zor görevlerden biridir.

Çünkü çocuğun seviyesine inmek ve çocuğun adımlarıyla ona yol göstermek yüce ve güçlü bir ruhun işidir.

Yokuş çıkarken inerkenkinden daha emin ve sağlam yürürüm.

… ..

Öğretmen öğrenciden derste anlattıklarını yalnızca tekrar etmesini istememeli, aynı zamanda anlattıklarının anlamını v e özünü

vermelidir. Öğrenciyi çıkardığı dersleri ezberleyip ezberlemediğine değil, davranışlarına bakarak

değerlendirmelidir. Öğrettiği şeyin özümsenip özümdenmediğini görebilmek için öğrencinin aynı konuyu

değişik açılardan ele alması istenmelidir.n  Yiyeceği olduğu gibi geri çıkarmak midede işlem görmediğinin,

dönüşmediğinin kanıtıdır. Sindirmesi için verilen şeyin şeklini ve durumunu değiştirmediyse mide görevini

yapmamış demektir. 

… ..

İnsan ilişkileriyle ilgili çalışmalara hatıraları kitaplarda yaşayan insanlar hakkında kitap okumayı da

katıyorum. Böylece öğrenci tarihsel yazıların eşliğinde en iyi çağların en yüce ruhlu insanlarını tanımış olur. Bu

baştan savma yapanlar için bu çalışma anlamsızdır ama dikkatli ve gözlemci kişileri çok geliştirebilir…. ..

Dünyayı tanımak, insan yargısına değerli bir ışık katar. Hepimiz kendi içimize dönmüşüz, kendimizle

ilgileniyoruz, görüşümüz burnıumuzn ucunu geçmiyor. Sokrates’e nereli olduğu sorulduğunda, “Atinalı” değil,

“Dünyalı” diye cevap verirmiş. Hayal gücü diğer insanlara göre daha geniş daha dolu olan Sokrates, ayaklarının

ucundan başka bir şey görmeyen bizlerden farklı olarak evreni kendi içinde yaşadığı şehir gibi kavrıyor ve

bildiklerini, toplumuna ve insanlığa karşı duyduğu sevgiyi bütün dünyaya adıyordu.

Kimilerinin aynı cinse ait türlere böldüğü bu kocaman dünya kendimizi daha iyi görebilmemiz için

bakmamız

gereken aynadır. Kısaca, öğrencinin kitabının dünya olmasını isterim. Bu kitapta öyle çeşitli karakterler, mezhepler, yargılar, fikirler, kanunlar ve gelenekler bvardır ki bu

bize

kendimizinkileri sağlıklı bir şekilde yargılamamızı öğretir ve yargımıza da kendi kusurlarını ve doğal

zayıflıklarını gösterir -bu da hiç hafife alınacak bir şey değildir.

Toplumsal olaylardaki bunca sarsıntı ve değişiklik kendi durumumuzu mucizevî bulmamız gerektiğini

öğretir. Unutulup giden onca büyük isim, onca zafer ve onca fetih, silahlı on eşkiyayı bir araya getirip yıkık

dökük bir tavuk kümesini ele geçirmekle adımızı ölümsüzleştireceğimiz umudunu gülünçleştiriyor. Pek çok

yabancı saltanatın kibri ve gururu sarayların büyük ve göz alıcı görkemi kendi ışığımıza gözümüzü

kırpmadan bakmamızı sağlıyor. Bizden

önce ölüp gömülen milyonlarca insan öbür dünyaya gitmekten korkmamızı engelliyor.

Pisagor, “hayatımız,” der, “olimpiyatlar için toplanan büyük kalabalığa benzer. Bazıları oyunlarda zafer kazanmak için vücutlarını kullanırlar, bazıları

satıp para kazanmak için oraya mal taşırlar ve bazıları da -ki bunlar en kötüleri bile değildir -yalnız- ca her şeyin

nasıl ve neden olduğuna bakmaktan, başkalarının hayatlarının seyircisi olup onları yargılayarak kendi hayatlarını

yönlendirmekten başka bir şey düşünmezler.

Çocuğa bilmeyi ve cehaleti, çalışmanın, yiğitliğin, ılımlılığın, adaletin ne olduğunu; tutkuyla cimrilik, kölelikle bağımlılık, izin ve özgürlük arasındaki farkı; doğruluğun ve gerçek mutluluğun işaretlerinin neler olduğunu; ölümden, acıdan ve

utançtan ne derece korkmak gerektiğini anlatmak gerekir.

… ..  Liberal bilim alanları (Orta Çağ’da ve 16. yüzyıla kadar kölelere yönelik il işi ve mekanik işlerle ilgili

sanatların dışında kalan, özgür insanlara hitap eden bilim dalları (*Dilbilgisi retorik, diyalektik(tartışma ve

karşılıklı konuşma sanatı), aritmetik, geometri, astronomi ve müzik) arasında bizi en özgür kılanlarla başlayalım. Doğrusunu söylemek gerekirse bu sanatların hepsi, diğer her şey

gibi

hayatımızın şekillenmesi ve yürütülmesi açısından yararlıdır. Ama çocuğa en doğru yarar sağlayacak olanı

seçmek

lazım.

Daha bilge ve daha iyi biri olmak için nelerin gerektiğini öğrettikten sonra mantığın, fiziğin, geometrinin ve

söz söyleme sanatının ne olduğu açıklanmalıdır. Yargılama gücü çoktan şekillenmiş olduğundan çocuk seçeceği

bilim dalına çabucak bağlanacaktır. Dersler hem tartışmalarla hem de kitaplar eşliğinde geçmelidir.

Çağımızda durumun buraya kadar gelmesi, felsefenin en zeki insanlar için bile ne gerçeğe ne de genel düşüncelere yararı olmayan, değersiz, içi boş, temelsiz bir

kelimeye dönüşmesi çok tuhaf. Bence bunu sebebi, en önemli köşebaşlarının boş ve anlamsız ağız

dalaşları

tarafından kapılmasıdır.

Felsefeyi içinde barındıran bir ruh sağlıklıdır ve bu bedeni de sağlıklı kılar. Ruh, sakinliğini ve memnuniyetini dışarıya

vurmalıdır. Kandi kalıbını dışarıya çıkarıp onu zarif bir gururla, etkin ve canlı bir tutumla, hoş ve rahat

bir

yüz ifadesiyle donatmalıdır. Bilgeliğin en karakteristik işareti sürekli keyifli olma halidir.

Bilgelik hayatı sever, güzelliği, zaferi ve sağlığı sever. Ama en kendine özgü özelliği bütün bunları

ölçüyle

kullanmayı ve yitirdiğinde sabır göstermeyi bilmesidir. Zor değil, asil bir görevdir bu ve onsuz hayat

doğaya aykırı, biçimsiz ve karmaşık bir haya olur.

… ..

… ..


Dualar üzerine

… .. 

Yanılıyor muyum bilmem ama madem nasıl dua edeceğimiz bize Tanrı’nın kendi tarafından kelime

kelime bildirildi, sanırım bunu her zaman yaptığımızdan daha çok tekrarlamalıyız. Hatta bana kalırsa

yemeklerin başında ve sonunda, uyandığımızda ve yatarken, dua etme alışkanlığını edindiğimiz bütün

özel durumlarda Tanrı’nın adını anmalıyız.

Tam da neden içinde bulunduğumuz durumda O’nun adını anmanın doğru olup olmayacağını kendimize

sormadan, her zayıf düşüp yardıma ihtiyaç duyduğumuzda, hatta amacımız kötü bile olsa, olur olmaz her

konuda Tanrı’ya koşuyoruz diye düşünüyorum.

Elbette O, bizim tek ve biricik koruyucumuz ve bize yardım etmek için her şeyi yapabilir. Ama bu tatlı

şefkatiyle bizi onurlandırırsa da hem iyi güçlü olan Tanrı gücünden çok adaletini kullanıyor ve bize

arzularımıza göre değil, doğruluğumuza göre karşılık veriyor. 

Tanrı’nın adaleti ve gücü birbirinden ayrılmazdır. Kötü bir amaç için yardımını istememiz boşunadır.

En azından dua ederek O’na seslendiğimiz zamanlarda kötü tutkulardan arınmış saf bir ruhla karşısına

çıkmamız gerekir. Yoksa bize vuracağı sopayı kendi elimizle uzatmış oluruz. Karşısında af dilememiz

gerekirken nefret ve küçümsemeyle dolu duygularımızı sunarak hatamızı düzeltmek yerine iyice

büyütüyoruz. 

İşte bu yüzden eğer hareketleri değişmiyor ve iyiye gitmiyorsa, o kadar sık ve sürekli dua edenleri

görünce hiçbir hayranlık duymuyorum.

Bana öyle geliyor ki dindarlıkla tiksinti verici bir hayatı beraber yaşayan bir adamın tutumu, hayatı

tamamen kokuşmuş ama kendi içinde tutarlı bir adamınkinden daha çok kınanmalıdır.

.. .. 

Tanrı’yı yalnız büyük bir dikkat, ağırbaşlılık ve saygıyla işlerimize karıştırmalıyız. O’nun sözleri

ciğerlerimizi harekete geçirip kulağımıza hoş gelsin diye kullanılamayacak kadar ilahi sözlerdir.

Yalnızca dilimizle değil, vicdanımızla da okumalıyız.

İnsan kendini dua etmek kadar ciddi ve saygıdeğer bir işe öylesine ve düzensiz bir şekilde vermemelidir.

Bu, önceden kararı verilmiş, dingin bir eylem olmalı ve dua özel saygıyla edilmelidir. Hatta bedenimizi

bile duaya hazırlamalıyız. Tanrı’nın sözleri herkesin üzerinde çalışabileceği bir şey değildir. Kötü ve cahil

insanlar böyle bir şeye kalkıp daha kötü olabilirler. Bu kitap anlatılacak bir şey değil, saygı duyulacak,

korkulacak ve tapılacak bir şeydir.

Bu kadar dinî ve önemli sözler üzerine herkesin kendi yorumunu yapma özgürlüğünün olmasını yararlı

değil, tehlikeli buluyorum. Yahudiler, Müslümanlar ve hemen hemen bütün diğer dinler kendi sırlarının

benimsediği ve yücelttiği kaynak dili korumayı tercih etmişlerdir. Onlar için değişiklik yasaktır ve bu

yasaklama nedensiz değildir.

… ..

Tembelliğe karşı

… ..

… .. Devletini koruma bahanesiyle bulunduğu konuma bağlı servetini korumaya çalışıyorsa, o kralınaskerî değeri düşer ve yetersiz biri olarak kabul edilir.

… ..

… ..   I. Süleyman önderi olmadan kazanılan zaferlerin eksik zaferler olduğunu söylerken bence haklıydı. I. Selim, “Düşüncesinden ve sesinden başka bir şey kullanmadan bir zafer payı olduğunu düşünen bir önder utanmalıdır.,” diye devam eder. Bu çok doğrudur. Çünkü bu tür işler onurlu fikirler ve emirler savaş alanında düşünülenlerdir. Hiçbir önder kendini sağlama aldığı yerde rolünü iyi oynayamaz! Savaşta başarı konusunda dünyada ilk olan Osmanlı padişahları bu fikre sıkı sıkıya bağlıdır. 

… .. 


Her şeyin bir zamanı vardır

… ..


“Ölümün eşiğinde mermer yontuyorsun

Mezarını düşüneceğine

Hâlâ evler kuruyorsun”


… ..






*Denemeler  &  Michel de Montaigne

Özgün adı: Les Essais

Çeviri: Buket Yılmaz

Lacivert yayıncılık

antikkitap.com


*Denemeler - Vikipedi (wikipedia.org)

*Denemeler, 16. yüzyıl Fransız deneme yazarı Michel de Montaigne'nin ilk kez 1580 tarihinde yayımlanan deneme türünden eseridir.[1] 107 denemeden oluşmuş[2] bu kitabın özgün Fransızca adı Les Essais dir ve Türkçedeki anlamıyla örtüşmektedir.

"Denemeler", daha çok eğitim ve felsefe konularına değinen ve Orta Çağ dogmatizmini yıkan bir aydınlanma kitabıdır. Hümanist kültürün en önemli kaynaklarından biri olan bu yapıt, yazılmasının üzerinden 441 yıl geçmesine rağmen aydınların başucu kitabı olmayı sürdürmüştür. Sokrates'ten sonra insan üzerine eğilen en önemli düşünür kabul edilen Montaigne, bu kitabıyla Avrupa insanına özgür düşünmesini öğretmişti.

… ..


*Michel de Montaigne - Vikipedi (wikipedia.org)

*Montaigne (28 Şubat 1533, Dordogne, Fransa - 13 Eylül 1592, Guyenne, Fransa), 16. yüzyıl Fransız deneme yazarıdır.

Ailesi onun iyi bir eğitim almasını sağladı. Alman bir eğitmen tarafından yetiştirildi. Eğitim süresince Yunan ve Latin edebiyatını ve dilini öğrendi. Bordeaux Edebiyat Fakültesi'nde felsefe okudu. Bir süre bulunduğu yörede Belediye Başkanlığı görevini üstlendi. Ailesinden kalan geniş bir malikanede günlerini kitaplarıyla ve yazılarıyla geçirdi. Kilisenin insanların aklını sürekli çelmesini eleştiren içerikler yayımladı. Avrupalıların coğrafi keşiflerde tanıdığı yeni uygarlıkları köleleştirme, yok sayma girişimlerine karşı çıkmıştır. Keşfedilen yeni medeniyetlere ''barbar, yamyam'' nitelemelerine hiddetle karşı çıkmıştır. Şu düşünce tarzı onu çok etkilemişti: ''İnsanlar zırdeli, daha bir tırtılı nasıl yaratacaklarını bilmezken binlerce tanrı yaratmışlar''. Bu çalışmaların sonucu olarak ünlü Denemeler adlı kitabı oluştu. Klasik kuşkuculuğu yeniden gündeme getirmiştir. Bilgiyi keşfetmenin yeni yollarını bulmayı denedi. Montaigne, Denemelerinde başta insan sevgisi olmak üzere iyimserlik, dayanışma, özgürlük ve okuma alışkanlığı üzerine çok özgün yazılar kaleme aldı. Sürekli eleştirel inceleme fikrini yeniden insanlara tanıttı. Bu yazıları herkesin anlayabileceği sade bir anlatımla okura ulaştırdı. Montaigne, deneme türünün yaratıcısı olarak kabul edilir.


*Rönesans - Vikipedi (wikipedia.org)

*Rönesans (Yeniden Doğuş), Orta Çağ ve Reform arasındaki tarihsel dönem olarak bilinir. 15 - 16. yüzyıl İtalya'sında batı ile klasik İlk Çağ (Eski Roma ve Yunan Eserlerinin incelenmesi) arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, Antik Yunan filozoflarının ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve kökten değişimlerin yaşandığı bir dönemdir.

Bu çağ, uzun süredir geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan Rönesansı bu dönemin başlangıcındaki sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite'de kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından 1860'larda geliştirilmiştir. Yeniden doğuş iki anlamı içerir.[1] Birincisi İlk Çağ'daki klasik metinlerin yeniden keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının belirlenmesidir. İkincisi ise bu entelektüel etkinliklerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans'tan bahsederken iki ayrı ancak anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik öğrenmenin ve bilimin İlk Çağ metinlerinin yeniden keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu. Bu dönemde, Raphael Sanzio ve Michelangelo gibi birçok ressam mevcuttur.

Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardır. Bunlar en kârlı ticaretin hangi alanda olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları zenginlikleri sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar. Rönesans; Floransa, Venedik, İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi büyük kent-devletlerinde ya da metropollerde doğmuştur.

Rönesans üzerinde derin araştırmalar yapan Burkhard: “Rönesans insanın keşfedilmesidir.” demektedir. Gerçekten de Ortaçağ Avrupa'sında insanın hiçbir değeri yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüz binlerce insan haksız yere ve çok kez yalnızca servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Papazlar çeşitli çıkarlar karşılığında günahları bağışlıyorlarda. Hatta cennetten yerler satıyorlardı. Mantık ve insanî temeller kaybolmuştu. Dünya'nın döndüğü kanısına varan Galileo Galilei ve daha pek çok düşünür ya da bilim insanı çeşitli işkenceler görmüş pek çoğu öldürülmüştür. Bu saygınlıkla Rönesans hareketi bilim ve teknolojideki ilerlemenin yanı sıra insan ve doğa sevgisini de birlikte getirdi. Rönesans'ın öncüleri, sanat eylemlerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler. Resim ve betimleme anlayışı gelişti. Mimaride Gotik tarzı bırakılarak barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, yalınlık ve doğallıktır.

Bu biçimde İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayıldı. … ..

… ..Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Cicero ve Virgil'in eserleri yeniden ortaya çıkarıldı.

… .. Machiavelli'

… ..Rafael … ..Leonardo da Vinci … ..Michelangelo  … ..  Montaigne   … .. Erasmus   … .. Luther  … ..Shakespeare   … ..   Cervantes   … ..   Velasquez   … ..Kopernik   … …  

   

Kökenler:

Rönesans hümanizminin Latin ve Yunan evreleri:

Latin bilim adamlarının neredeyse tamamen Yunanca ve Arapça doğa bilimleri, felsefe ve matematik eserlerini incelemeye odaklandıkları Yüksek Orta Çağ'ın tam tersine,[7] Rönesans bilim insanları en çok Latin ve Yunan edebi, tarihi ve hitabet metinlerini kurtarmak ve incelemekle ilgilendiler.

… ..

Geç antik çağlardan beri Batı Avrupa'da korunan ve incelenen Latince metinlerin aksine, antik Yunan metinlerinin incelenmesi Orta Çağ Batı Avrupa'sında çok sınırlıydı. Bilim, matematik ve felsefe üzerine Antik Yunan eserleri, Batı Avrupa'da Yüksek Orta Çağ'dan ve İslam'ın Altın Çağı'ndan (normalde çeviri olarak) beri incelenmişti, ancak Yunan edebi, hitabet ve tarihi eserler (örneğin, Homer gibi, Yunan oyun yazarları Demosthenes ve Thucydides) ne Latincede ne de Orta Çağda İslam dünyası incelenmedi; Orta Çağ'da bu tür metinler sadece Bizans bilginleri tarafından incelendi.

… ..

Müslüman mantıkçılar, özellikle Avicenna ve Averroes, Mısır'ın ve Levanta'ni işgal edip fethettikten sonra Yunan fikirlerini miras almışlardır. Bu fikirlerin tercümeleri ve yorumları, Arap Batısı üzerinden Iberia ve Sicilya'ya doğru ilerledi ve bu fikirlerin aktarımı için önemli merkezler haline geldi. 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar, İberya'da, Klasik Arapça'dan Orta Çağ Latincesi'ne felsefi ve bilimsel eserlerin çevirisine adanmış birçok okul, özellikle de Toledo Çevirmenler Okulu kuruldu. İslam kültüründen yapılan bu çeviri çalışması, büyük ölçüde plansız ve düzensiz olmasına rağmen, tarihteki en büyük fikir aktarımlarından birini oluşturdu.[16]

… ..



İtalya'daki sosyal ve politik yapılar:

Geç Orta Çağ İtalya'sının … ..

şehir devletleri 


 

Kara Ölüm:

Floransa'daki kültürel koşullar:

Hümanizm:

Sanat:

Bilim:

Rönesans’ın nedenleri:

Rönesans’a etki eden düşünceler:

Rönesans’ın sonuçları:

… ..



*Kuşkuculuk - Vikipedi (wikipedia.org)

*Kuşkuculuk, septisizm, skeptisizm veya şüphecilik, her tür bilgi savını kuşkuyla karşılayan, bunların temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini, hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını, "mutlak"a ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefi görüştür. Septisizm felsefe tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir; zira felsefe tarihi boyunca yerleşik kanılar ve inançları sarsmış, felsefe, bilim ve özellikle din konusunda birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır. Septisizm (şüphecilik) dogmatizmin (inanççılık) karşıtıdır.[1]

 … ..



*Stoacılık - Vikipedi (wikipedia.org)

*Stoacılık, MÖ 3. yüzyılın başlarında Atina Agorası'nda Kıbrıslı Zenon tarafından kurulan bir Helenistik felsefe okuludur. Mantık sistemi ve doğal dünya hakkındaki görüşleriyle beslenen bir kişisel erdem etiği felsefesidir ve erdem pratiğinin eudaimonia'ya ulaşmak için hem gerekli hem de yeterli olduğunu savunur: kişi etik bir yaşam sürerek gelişir. Stoacılar eudaimonia'ya giden yolu erdemi uygulayarak ve doğaya uygun yaşayarak geçirilen bir hayatla özdeşleştirmişlerdir.

Aristotelesçi etiğin yanı sıra stoacı gelenek de erdem etiğinin başlıca kurucu yaklaşımlarından birini oluşturur.[1] Stoacılar özellikle insanlar için "erdemin tek iyi" olduğunu ve sağlık, zenginlik ve zevk gibi dışsal şeylerin kendi başlarına iyi ya da kötü olmadıklarını (adiafora), ancak "erdemin üzerinde hareket edeceği malzeme" olarak değer taşıdıklarını öğretmeleriyle bilinir. Seneca ve Epiktetos gibi birçok stoacı, "erdem mutluluk için yeterli olduğundan", bir bilgenin talihsizliklere karşı duygusal olarak dirençli olacağını vurgulamıştır. 

… ..



 

Horatius

*Horatius - Vikipedi (wikipedia.org)

Quintus Horatius Flaccus (8 Aralık MÖ 65 - 27 Kasım MÖ 8), Augustus döneminin en önemli Romalı şairiydi.

… ..


7 yorum:

  1. Monteigne’nin kalem aldığı denemeleri, günümüzde geçerliliğini koruyan değerli fikirlerle dolu.

    YanıtlaSil
  2. Monteigne’nin Deneme konularından biri olan “Dualar Üzerine” bölümü inananlara yabancı değil. Semavi dinlerin ortak noktaları olarak değerlendirebileceğimiz yanına vurgu yaparken sosyal medyada dolaşan aşağıdaki metinle birlikte bir kez daha okumakta yarar olabileceği ifade edilebilir:


    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dünya çıkarı için koşmaktan, Allah hakikatini aramaktan uzaklaştık.
      Mutluluğu huzuru dünya çıkarında aradık, yaratılışın hikmetlerine erişmekte değil.

      Tüm bunların sonucu insanlık, büyük bir manevi boşluğa düşmeye başladı.

      Manevi boşluk kişiyi depresyona düşürdü.

      Yapılan ibadetler, kişiye ilâhi huzur vermemeye başladı.

      Mânâdan uzak, şahitlikten uzak bir inanç bize huzur vermedi.

      Görüyoruz ki inanç gruplarında; hor görmeler, aşağılamalar, kâfir ilan etmeler, günahkâr ilan etmeler, kendilerini yüce görmeler, seçilmiş görmeler daha da arttı.

      Manevi boşluk hızla yayıldı.

      Manevi boşluk kişiyi ne hâle getirir.

      Şahitlik ve eminlik makamına gelmeyen kimse, manevi boşluğa düşer.

      Tevekkül ve teslimiyeti tam olmayan kimse manevi boşluğa düşer.

      Yaptığımız ibadetler, mânâdan uzak olduğu müddetçe, ilâhi huzura eriştirmez.

      Namaz kılıyoruz ama, kıldığımız namazda kıyam, rükû, secde’nin mânâsına ermiyoruz.

      Arapça Kur’ân okuyoruz ama, ondan sunulan mânâya ermiyoruz.

      Yaptığımız tüm ibadetler şekilden mânâya geçmiyor.

      “Allah’a şahit olmak, O’na tevekkül etmek, O’na teslimiyet içinde olmak” duygularına erişemedik.

      Sadece inandık, sadece ibadet ettik, mânâsına ermedik.

      Rûh hakikatinden, Nûr hakikatinden uzaklaştık.

      Yaşamın heyecanını kaybettik.

      Bedenimizin yaratılış hikmetine erişemedik.

      Sil
    2. Depresyona girmiş 100 kişiden 3 kişinin aklına intihar duygusu düşüyor.

      Ama depresyon ilacı kullanan 100 kişiden 30 kişinin aklına intihar duygusu düşüyor.

      Son yıllarda toplum olarak, yaşamın değerlerinden, yaşamın heyecanından, yaratılışı anlama duygusundan hızla uzaklaştık.

      Yaptığımız her şeyi, bir çıkar bekleme duygusuyla yapmaya başladık.

      Namazımızı, orucumuzu bile cennet için yaptık, mânâsına ermedik.
      Dolayısıyla büyük bir manevi boşluk içine, yani depresyon içine düştük.

      Son yıllarda çocuklarımızı, dünya menfaatine bağlı yetiştiriyoruz.
      Para, mal, mülk, şan, şöhret sevdasına düşürüyoruz.

      Müslüman depresyona girer mi?

      Allah’a kendinde ve her varlıkta şahit olan, depresyona girer mi?

      Allah’a tevekkül ve teslimiyet içinde olan, depresyona girer mi?

      Maneviyatı güçlü olan, depresyona girer mi?

      Yaşamın heyecanını yakalayan, depresyona girer mi?

      Niçin yaşadığının hakikatine eren, depresyona girer mi?

      Allah’ın dostluğuna sığınan, sıkıntıya, bunalıma girer mi, boşluğa düşer mi, yani depresyona girer mi?

      Kur’ân’da girmez diye bildiriliyor.

      Yûnus Sûresi 62: “E lâ inne evlîyâ Allâh lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenun.”
      Meâli: “Allah’ın dostluğuna sığınanlara korku yoktur, mahzun olmak yoktur.”

      Âyette ne güzel belirtilmiş; Allah’ın dostluğuna sığınmak…

      Onlara korku yoktur.
      Onlara mahzun olmak yoktur.

      Mahzun, hüzün kelimesinden gelir.

      Kur’ân’da belirtiliyor ki Allah’a dost edinenler hüzünlü olmazlar.

      Hüzün; üzüntü, kaygı, karamsarlık, içe kapanıklılık, boşluğa düşmek demektir.

      Nahl Sûresi 87: “Her şeyiyle ancak Allah’a teslim olanlar, her an barış ve huzur içinde olanlardır.”

      Allah'a teslimiyetin ne olduğunu çok iyi bilmeliyiz.
      İbadet ettik diye Allah'a teslim olmuş olmuyoruz.

      Ezanda günde 20 defa okunan "Eşhedü-Şahit ol" hakikatine mutlaka ermeliyiz.

      Allah'a kendimizde ve varlıkta şahit olmalıyız.

      Allah'a şahit olmadan, teslimiyet ve tevekkül olmaz.

      Her varlık Allah'a açılan bir kapıdır.

      Her varlık bir tarikattır, yani Allah'a giden bir yoldur.

      Yeter ki varlığın oluşumunu, işleyişini, niteliklerini bir bir inceleyelim.

      Şahit olan, emin olur.
      Emin olan Müslüman olur.

      Müslüman her şeyiyle Allah'a teslim olan demektir.
      Müslüman ilâhi huzura erişmiş olandır.

      Müslüman asla depresyona girmez.

      Bir anlık da olsa sıkıntıya düşse, onun Allah'a teslimiyeti onu o sıkıntıdan hemen çıkarır.

      Maneviyatı güçlü olanın depresyon derdi olmaz.

      Maneviyatı güçlü olana, yani Müslüman olana Allah yeter.

      Allah'tır bizim dayanağımız, yardım bulacağımız.

      Enfâl Sûresi 62: “sana Allah yeter. Ki O’dur senin dayanağın, O’dur yardım bulacağın”

      Sil
    3. Ahkâf Sûresi: 13: "Muhakkak ki bizi vücudlandıran Allah’tır diyenlere ve böylece dosdoğru hareket edenlere, artık onlara korku yoktur ve onlara ümitsizliğe düşmek yoktur."

      Allah, her şeyiyle teslimiyet içinde olan kimseyi, düştüğü sıkıntıdan hemen çıkarır.

      Onlara korku, kaygı, ümitsizlik yoktur.

      Evet, Kur'ân'ı dikkatlice incelediğimizde anlıyoruz ki Müslüman depresyona girmez.

      Müslüman başına gelen sıkıntıları güzelce düşünür, hikmetini anlamaya çalışır ve düştüğü sıkıntıdan gerekli dersi alır.

      Düştüğü sıkıntıdan bunalıma kaymaz, bilir ki başa gelen sıkıntılar, kişiyi olgunlaştırır, hayat yolunda kişiye dersler verir.

      Ey benim güzel kardeşim.
      Gel Allah’a şahit olalım, O'na iman edelim.
      O’na güvenelim.
      O’na teslim olalım
      O’na tevekkül içinde olalım.
      O bizim, cânımızdır, tenimizdir, nefesimizdir.
      O her an bizdedir.
      O bizim dayanağımızdır..
      O bizim yardım bulacağımızdır.

      Unutma kardeşim sakın unutma:
      Mümin kişi:
      Sabırlı olur.
      Tefekkür sahibi olur.
      Teslimiyet sahibi olur.
      Tevekkül sahibi olur.
      Her şeyin hikmetini arar, asla isyan etmez.
      Her şeyin hikmetini arar.
      Tenezzül sahibi olur.
      Her an Allah'a güvenir.
      Her nefeste şükür sahibi olur.
      Sevgi dolu huzur dolu olur.

      Sil
    4. Sakın karamsar olma kardeşim.
      Sakın olumsuz düşünme kardeşim.
      Sakın ümitsiz olma kardeşim.

      Sakın unutma kardeşim, sakın unutma:

      Allah'a iman tüm sıkıntıların ilacıdır.
      Allah'a tevekkül tüm sıkıntıların ilacıdır.
      Allah'a şükür tüm sıkıntıların ilacıdır.

      Ve asla unutma İslâm makamına gelmiş, Müslüman olmuş kişi asla depresyona girmez, antidepresan kullanmaz.

      Sil
  3. İlk okuma denememde metni uzun bulup, sonra tekrar bakarım anlayışı ile okumayı ertelemiştim. Ancak , ikinci denememde yazılanlar Monteigne’nin “Denemeler” isimli eserindeki “Dualar Üzerine” başlıklı yazdıklarını çağrıştırdı; bunun üzerine, bu uzun metni daha da iyi anlamak için alıcı gözle yeni baştan okumaya çalıştım.

    Çocukluk yıllarımızda depresyon kelimesi pek kullanılmazdı, şimdi ise ufak bir sıkıntı bile depresyon konusu oluyor.

    Aynı yıllarda, benzer şekilde “hiperaktif” yakıştırması bilinmez, onun yerine “çok hareketli” ya da “kurtlu” yakıştırması yapıldığını hatırlıyorum….

    Bir zamanlar aklı başında dindar büyüklerimizin “okuyup-üflemelerinin” ve “dualarının” yerini ilaç-kimya sanayiinin piyasaya sürdüğü pahallı ilaçlar aldı.

    Elbette ilime-bilime karşı değilim ama bu işleri sorgulayanlardan olmaya çalışıyorum…

    Hareketli çocuğun enerjisinin yararlı işlere yönlendirilmesi yerine pahalı tedaviler, yüksek fiyatlı ilaçlar kullanılmadan önce; ” Daha basit çözümler varmı acaba?” sorusuna cevap aranmasının doğru olabileceğine inananlardanım.

    İşte bu aşamada elbette manevi kavramlara da (“MÜSLÜMAN DEPRESYONA GİRER Mİ” başlıklı yazıdaki ayrıntılara da) hayatımıza açılan birer pencere olarak bakılması gerektiğini düşünüyorum.

    Rabbimizin, bizlere Kuran’da, okuyup anlamamız için verdiği reçeteleri hayatımıza yansıtmayı ve rızasını kazanmayı nasip etsin.

    YanıtlaSil