3 Temmuz 2023 Pazartesi

Altay*

1569 yılında Venedik’teki bir silah deposunda yaşanan patlamadan sonra, istihbarat şefi Emanuele De Zante een güvendiği kişiler tarafından ihanete uğrar. Eline geçen ilk forsatta Venedik’ten kaçan De Zante, kendini Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişah II. Selim’in yakın dostu , MUseviler için Kıbrıs’ta bir krallık yaratmaya çalışan Yasef Nasi’nin yanında bulur. Unutmak istediği Musevi köklerine geri dönen ve Manuel Cardosa olarak anılmaya başlayan De  Zante, zamanla Nasi’nin en güvendiği adam olacaktır.

“Osmanlı İmparatorluğu, Venedik Cumhuriyeti, Yasef Nasi II: Selim SokulluMemed Paşa, Manuel Cardosa, LalaMustafa Paşa, Gracia Nasi, Memi Reis ve İsmail El-Muhavi eksenine geçen “Altay”, gerçekten okunmaya değer, müthiş bir tarihi roman.”


İstanbul, 8 Muharrem 977 (23 Haziran 1569)

Akşam vakti, sarayın sükut içindeki odalarından geçen müezzin sesi, boğazı kokusu ile harmanlanarak, barış dolu bir geceyi müjdeliyordu. Açık pencereden görünen gökyüzü mor ve altın sarısı ile kaplanmış, kentin Asya tarafından yola çıkan balıkçı tekneleri, kendilerini suların tatlı akıntısına bırakmışlardı.

Büyükçe bir masanın üzerindeki kâğıtlara eğilmiş çalışan Gracia’yı bir düşünce aldı: Avrupa’dayken dünyanın en iyi sanatçılarının birçoğunu çok yakından tanırdı. Onları gözünün önüne getirdiği zaman yüzünde beliren gülümsemeye engel olamadı; Tanrı gibi olmaya çalışan ama ancak onu en iyi şekilde

taklit etmeyi başarabilen insanlar… Bütün düşünceleri kâğıt ile kalem arasındaki o boşluğa doluşmuş gibiydi. Bir süre yazmaya ara vererek, gözlerini kapadı ve ilahiyi dinledi. Yazacakları bittiğinde mektupları imzaladı, mühürledi ve sandalyesinin arkasına yaslanarak rahatlamaya çalıştı.

Bir süredir odada olan Dana, önce Gracia’ya ardından masasına baktı. Mektuplar çoktan mühürlenmiş, masanın üzerinde cevaplarını bekler gibi duruyorlardı.Gracia, geçen akşam yaptığı gibi gecenin geç saatlerine değin mektup yazamayacak kadar yorgun görünüyordu. Daha yapacağı bir sürü iş olsa da, belli ki onu ayakta tutan güç artık yavaş yavaş onu terk ediyordu. Gracia’ya böyle yorgunluk çöktüğü zamanlarda, Akdeniz’in her bir köşesinden, Avrupa’dan ve geride kalan diğer ülkelerden hemen herkes onu çağırıyor gibi gelirdi. Herkes, yani sürgünden kaçanlar, işkenceye maruz kalmış Museviler, Seferad (*15. yüzyıla kadar İspanya ve Portekiz’de yaşamış Museviler) tüccarlar, Aşkenaz (*Orta ve Doğu Avrupa kökenli Museviler) hahamlar…

… ..

 … ..   … Bin beş yüz yıldır kaçıyoruz. Artık durma zamanı gelmedi mi?

Bu adam beni şaşırtıyordu. Biz sadece karanlığı görürken o, bir köşeden usulca sızarak her

şeyi aydınlatmaya başlayan ışık huzmelerini görebiliyordu. 

Büyük bir anahtarı kitap raflarının altından geçen bir panele soktu. Açılan yerden, büyük bir

parşömen çıkardı ve onu önümdeki masanın üstüne yaydı. Girit’ten kutsal topraklara,

Anadolu kıyılarından Nil nehrine kadar uzanan bir dünya haritasıydı bu.

“Yıllar önce Kanuni Sultan Süleyman, halam Gracia’ya Tiberya Gölü’nün üstünde bir Musevi bölgesi kurma izni vermiş.”

Nasi’nin işaret parmağı Kudüs ile Şam arasındaki mavi küçük bir toprak parçası üstünde durdu.

“Bu onunla birlikte ortak hayalimizdi.  Filistin; Musa’ya söz verilmiş olan toprak

parçası. Ama işler bizim düşündüğümüz gibi yürümedi ve Musevi bölgesi kendi ihtiyacını kendi

karşılayamadı.”

… ..

Haritadan kafasını kaldırıp bana doğru baktı.

“Zaman içinde hatamızı anladım.Ben hem tüccar hem debankerim. Ticari firmalara para

yatırırım. Avrupalılar bizim bankerlik hariç diğer meslekleri yapmamızı yasakladığından beridir,

birçok Musevi sadece bu işle uğraşıyor. Bizim bir göle değil büyük bir denize ihtiyacımız var.”

… .. … ..

“Barış içine yaşayabileceğimiz bir toprak parçasından bahsediyorum; işlerimizi yapabileceğimiz,

şarabımızın zeytinimizin olduğu ve hoşgörüyü ekip biçeceğimiz bir yer. … ..  Özgür bir halk

yaratacağımız, hepimiz; despotlar tarafından yasaklanan kitaplar, zulme uğrayan insanlar için

sığınak olacak bir yer… ..

… ..

“Sokollu, bu çatışmaya girmenin kolay olmadığını iyi biliyor. Osmanlı İmparatorluğu ve Venedik

arasında Kanuni Sultan Süleyman zamanında imzalanan ve Selim’in de imzasının bulunduğu

bir ahidnâme bulunmaktadır. En azından iki zorlu engeli geçmek durumunda; bunlardan birincisi,

Şeyhülislam’ın  dini açıdan savaşın başlaması için fetva vermesi, ikincisi ise politik bir bahane ile

bir ‘casus belli - savaş nedeni’ bulmak. Kıbrıs Adası Padişah’a haraç ödüyor. Osmanlı’ya bağlı hiçbir yere

zarar vermediler ve hiç kimseye kötü davranmadılar.Olası tek mazeret korsanlar olabilir.

… ..

Beş sene önce, 1565 yılında, Türk donanması Malta’yı kuşatmıştı. Seferin başında, şu anda Divân-ı Hümayun’da oturan Müezzinzade, Lala Mustafa Paşa ve Piyale Paşa bulunuyordu. Osmanlı donanması, St. Elmo Kalesi’nin burçlarına bütün kuvvetiyle saldırmış, ancak onu ele geçirememişti. Aziz John’un

koruması altında, Hospitalier Şövalyeleri dört ay boyunca karşı koymuş ve sonunda Türkler

kuşatmadan vazgeçmişlerdi.

Nasi, Sokollu tarafından utanç konusu sayılan bu başarısız girişimi, Veziriazamın aklından tamamen çıkarmalıydı.

“Padişah orduları için Kıbrıs, büyüklüğü dolayısıyla ikinci bir Malta olmayacaktır” demişti. “O kadar büyük bir katliam da meydana gelmeyecektir, bir kez Lefkoşe ele geçirildikten sonra Türkler iç kısma doğru ilerleyip Venediklileri müzakereye ikna edeceklerdir. En

geç altı ay içinde her şey bitmiş olur. Ancak saldırının çok yakında yapılması gerekir, yazdan

önce” diyordu … ..  

… ..


“Yeni adamımız Cardoso’nun  keyfini kaçırma, Messer Ludovico. O Yasef’in yeni gözdesi.”

Onu ikinci kez görüyordum ve çok etkilenmiştim. Gösterişli kadın değildi ancak gözleri gururla

parlıyordu. Yaşlı adam gülümsedi. NBeni ve olanları çoktan unutmuş görünüyordu.

Zihnim hızla çalışıyordu. O bir Alman’dı. Kendini İsmail olarak tanıttı ve Donna Reyna onu

Ludovico ismi ile çağırdı. Don Yasef ve Davit Gomez’den Hıristiyan isimleri ile bahsetti. Nasi

ailesini iyi tanıdığı kesindi, belki de Konstantinopolis’e gelmeden önce …

 … ..

Kütüphanenin kapısının eşiğinde Kabalacı Meier ile karşılaştık, her zamanki gibi kelini

kaplayan kipası ve solgun yüzü ile “Alman dönmüş, öyle mi, Don Yasef?” diye sordu. Bir şeyler

hesapladığı yüzüne yansıyordu.

“Evet, efendim. İsmail aramıza döndü.”

“Bu bir işaret ve yorumlanması gerek.”

“Siz ne görüyorsunuz?”

Gematria’ya (*Kelimelerin sayısal değeri ile İbrani kutsal kiştabını yorumlama yöntemi, Kabala’da da Ebced hesabındaki

gibi yapılır. Sözcüklerin sayısal değerinin hesaplanması)  değişik isimlerle meydan okuyan kişi” dedi

Meier. “Hangi sayılar ile sözcükleri birleştireceğiz?”

“Seneler önce ona İsmail derlerdi” dedi Nasi.

“Evet, , Ishmael” diye yeniledi Kabalacı, İbranice söylenişini söylerken kasvetli ve düşünceliydi.

İshamael ‘in hikâyesini bizim toplumumuz bilir. İbrahim ve hizmetkâr Hagar’ın oğlu Üvey kardeşi İzhak ile dalga geçtiği için annesi Sarah’tan uzaklaştırılmıştır. Çölde, oğlanın muhteşem bir toplumun başı olacağını onlara haber veren ve

korkmamalarını söyleyen bir meleğin yardımı ile bir su kaynağı bulurlar. Endülüslü

Müslümanlar onu kendi peygamberleri ve aşiretlerinin babası olarak kabul etmiştir.” 

Alman bir kâfirbu ismi almış ise bu onun sonradan Müslüman olduğunu mu gösterir?

Her neyse, bu kelimelerle -Yod, Shin, Mem, Ayin, Aleph, Lamed- kim bilir hangi hesaplarla

gözleri boşluğa bakan Meier sessiz kaldığına göre başka birşeyler daha olmalıydı, Nesi onu

aramıza döndürmek için öksürdü. … ..

… ..

… .. “İlk yazılı baskının 1493 yılında Sefaradlar tarafından Konstantinopolis’e getirildiğini biliyor

muydun? Museviler ve kitaplar heep beraberdirler” dedi…. ..

… ..

Şahin birkaç tur attıktan sonra, avına doğru baş döndürücü bir dalışa geçti ve pençeleriyle onu

yakaladı. … Genç atlılar avın düştüğü yere doğru atıldılar ve halen pençelerinde kazı tutan

şahini bize getirdiler. Hasan Ağa, onu büyük bir et parçasıyla kendi koluna çekti. O eti yerken avı

pençelerinden kurtarıp çantasına koydu.

Siz Avrupalılar köpeklerle birlikte olmayı seversiniz” dedi kuşu parmağı ile okşarken.

“İtaatkâr hayvanlar… İnsana kendini beğendirme kaygısı ile dolu, efendisine yaranmaya çalışan

sadık bir himetkâr… 

… .. Buna benzeyen bir hayvanı daha önce hiç görmemiştim. Şahinciye, olabildiğince nazik

bir şekilde onun ne tür bir kuş olduğunu sordum.

“Annesinin dünyanın ucundaki buz dağlarından geldiği söylenir” dedi, babasının ise Orta Asya’nın çöllerinden, atalarımızın beşliğinden. Aynı soydan olabilecek kadar birbirine benzeyen ancak iki

ayrı soydan gelen bu meleze adını veren altın dağlar, Altaylardır.

… .. 

“Direnci çok yüksek bir şehindir, sadıktır, kolay eğitilebilir. Bir Altay Şahini ile avlanırken

fazladan herhangi bir şey yapmaya gerek yoktur. Şahinin doğası onu uçmaya ve avını pençeleriyle yakalamaya yöneltir.

Eğer senin için bir şey yapmasını istiyorsan, ona sadece yapacağı işin  neden onun yararına

olduğunu anlatmalısın.”

Şahincibaşı sözüne ara verdi, ardından Prens Timuçin’in savaşı kaybettikten sonra çölü geçerek bir arkadaşıyla eve dönüşünün hikâyesini anlattı. İki adam

da, Altay Şahinini tepelerinde uçarken gördüklerinde, günlerdir herhangi bir şey yememişlerdi. Arkadaşı

Timuçin’e , avı alabilmek için şahine göz kulak olmasını istedi. Timuçin ise yiyeceği kendilerinin kazanması gerektiğini belirterek, şahini yakaladı ve ona onlar için av

yakalamasını öğretti. Eğer Altay Şahinini eğitmeselerdi açlıktan öleceklerdi ve dünya da önce Timuçin daha sonra Cengiz Han

adlarıyla tanınan bu büyük lideri tanımamış olacaktı.

… ..

… ..

Beni götürdüğü yer dünyadaki en büyük mucidin labaratuvarıydı. Taqi al-Din Muhammad ibni

Ma’ruf el-Shami el-Asadi, Türklerin basitçe Takiyüddin dedikleri kişi. Mısır’da büyümüş Suriyeli din ve gökbilimci. Sultan Selim’in daveti ile şehre gelmişti. Sultan Selim onun buluşlarını ve çalışmalarını finansee etmeyi düşünüyordu, hatta Semerkant’takinden daha büyük bir rasathane kuracağından bahsediliyordu.

… ..

Üç Günlük Ateş

             4-7 Rebiyülahir 978

             (5-8 Eylül 1570)

… .. 

Magosa

21 Safer 978 - 23 Recep 979

(25 Temmuz 1570 - 11 Aralık 1571)

Donanmayla ilgili haber beklediğimiz günlerde, İtalya’dan haber geldi. Aylar süren zorlu

müzakerelerden sonra Papa V. Pius, İspanya Kralı Felibe’yi, La Serenissima ile birlik olup Osmanlı’nın

Akdeniz’deki tehdidine karşı gelmeye ikna etmişti. Papalığın bir düzine kadırgasının dışında, üç

Hıristiyan donanması, Zara’dan Korfu Adası’na ve Ortanto’dan Messina’ya kadar, gelecek diğer

kadırgaları bekliyorlardı. Hepsi Kandiye’de buluşacak ve büyük sefere oradan başlayacaklardı.

“Evet, ama doğryudan Kıbrıs’a doğru yola çıkmıyorlar. Bizim bütün donanmamız orada.

Göreceksin ilk önce Dalmaçya’da ya da Eğriboz Adası’nda toplanacaklar.

Aradaki mesafeden dolayı bize ulaşana kadar bayatlamış haberi ilk elden alabilmek için günlerimi

ya limanda  ya da tophanenin önünde geçiriyorum. … 

… ..

Lala Mustafa Paşa’nın orduları, Sarvorgan’ın güçlendiremediği kaleyi şiddetli bir saldırı sonrasında

ele geçirmişlerdi. … ..

… ..



*Altay &  Wu Ming

Orijinal adı: Altai

İtalyanca aslından çeviren: Aslı Tamaç

Geoturka  Yayımcılık

1.Baskı: Mart 2014



*Wu Ming - Wikipedia

*Wu Ming, Chinese for "anonymous", is a pseudonym (*rumuz, talma ad)  for a group of Italian authors formed in 2000 from a subset of the Luther Blissett community in Bologna. Four of the group earlier wrote the novel Q (first edition 1999). Unlike the open name "Luther Blissett", "Wu Ming" stands for a defined group of writers active in literature and popular culture. The band authored several novels, some of which have been translated in many countries.

Their books are seen as part of a body of literary works (the "nebula", as it is frequently called in Italy)

described as the New Italian Epic, a phrase that was proposed by Wu Ming.



*
Muha, Yemen - Vikipedi (wikipedia.org)

*Muha ya da el-Muha (Arapça:المُخا romanize: el-Mukhā) Yemen'in güneybatı kesimindeki bir liman kentidir. Ülkenin en ünlü tarihsel limanıdır.

Bir espresso kahve çeşidi olan Café Mocha ismini bu kentten alır.


*II. Selim - Vikipedi (wikipedia.org)

*II. Selim (Osmanlıca: سليم ثانى Selīm-i sānī, divan edebiyatındaki mahlasıyla Selîmî ve Tâlibî[1]), Sarı Selim veya Sarhoş Selim (30 Mayıs 1524 Konstantiniyye - 15 Aralık 1574 Konstantiniyye)[2], 11. Osmanlı padişahı ve 90. İslâm halîfesidir. Kânûnî Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın oğludur.[3][4][5] Kardeşi Bayezid'e karşı Konya'da yapılan savaşı kazanarak, babasının desteğini aldı. Babasının

ölümü üzerine, hayattaki tek oğlu olarak 24 Eylül 1566 tarihinde on birinci padişah olarak tahta geçti.

Padişah olur olmaz ilk seferini Batı’ya yaptı. Ülke sınırlarını Orta Avrupa’ya kadar genişletti. Kıbrıs, Tunus kayıtsız şartsız teslim olanlar arasındaydı. Ülkesinin denizlerde de egemenliğini genişleterek, deniz

egemenliğine önem verdi.

Turgut Reis gibi kaptanlar onun zamanında yetişti. Sokollu Mehmed Paşa gibi çok güçlü bir vezire sahipti, devlet işlerinde en önemli yardımcısı idi. Onun zamanında İstanbul ve

ülkenin çok değişik alanlarında birçok mimari eseri yapıldığı gibi, önemli onarım faaliyetlerini de gerçekleştirdi.

Devrinin usta mimarı, Mimar Sinan’a Edirne’de Selimiye Camii'ni yaptırdı. 15 Aralık 1574 günü 50 yaşında ölmüş, Ayasofya'daki türbesine gömülmüştür. 8 yıllık saltanatı boyunca ordunun başında sefere çıkmamıştır.

Kendisinden sonra gelen bazı padişahların da sefere çıkmaması sebebiyle bir gelenek başlattığı

görüşü bulunmaktadır. Ölümüne kadar padişahlığını sürdürmüştür.

… ..














*Orion - Vikipedi (wikipedia.org)

*Orion, aşağıdaki anlamlara gelebilir:

*Orion (mitoloji) - Vikipedi (wikipedia.org)

*Orion, Yunan mitolojisi'nde yer alan dev bir avcı.[1]

Hakkında anlatılan efsanelerden bulunanlar, Yunan mitolojisinin ilk dönemi hakkında spekülasyonlara

neden olmuştur. Poseidon'un oğludur. Eos, ona âşık olmuştu ve Artemis de onu göğe bırakmıştı. Orion, Artemis ile birlikte avlanmak için Eos'u bıraktı ve Artemis onu okla vurdu. Çünkü Artemis'i kıskanan kardeşi Apollon, Orion denizde yüzerken uzaklaşarak kafasının bir nokta kadar göründüğü bir yere gelip Artemis'i çağırdı. Ona o noktaya kadar ok atıp atamayacağını sordu. Artemis oku attığı an bilmeden sevdiği kişiyi vurdu. Bu olaydan sonra ışığını kaybeden Artemis Zeus'a yalvararak Orion'u bir takım yıldızına dönüştürdü.


*Sirius - Vikipedi (wikipedia.org)

*Sirius ya da Akyıldız, Büyük Köpek Takımyıldızı’nda yer alan bahar ayında kuzey yarı küreden görülebilen gece gökyüzünün en parlak yıldızıdır. Türkçe’de Akyıldız ismiyle bilinen Sirius (α CMa / α Canis Majoris/ Büyük Köpek Takımyıldızı’nın alpha yıldızı), -1,47 olan görünür kadiri bakımından, görünür kadiri olarak kendine en yakın olan Canopus’a oranla iki kat daha parlaktır. Çıplak gözle tek yıldızmış gibi görünen Sirius, aslında tayf türlerine göre yapılan yıldız sınıflandırma sisteminde A1V sınıfında bulunan Sirius-A ile DA2 sınıfına giren ve Sirius-B olarak adlandırılan bir beyaz cüceden oluşan bir çift yıldızdır. Sirius bu parlak görünümünü aslında aydınlatma gücünün yanı sıra Güneş Sistemi'ne yakınlığına borçludur.

… ..


*Taurus (takımyıldız) - Vikipedi (wikipedia.org)

*Taurus ya da Boğa takımyıldızı (sembolü: Taurus.svg), zodyak kuşağı takımyıldızlarından biridir. "Taurus" adı Latincede "boğa" anlamına gelir. Boğa, kuzey yarımkürede çıplak gözle dahi seçilebilecek kadar göze çarpan bir takımyıldızdır. Batısında "Koç", doğusunda "İkizler", kuzeyinde "Kahraman" ve "Arabacı", güneydoğusunda "Avcı", güneyinde "Irmak" ve güneybatısında "Balina" takımyıldızlarıyla çevrilidir.

… ..


 

*Sokollu Mehmed Paşa - Vikipedi (wikipedia.org)


*Sokollu veya Sokullu Mehmed Paşa (Osmanlıca: صوقوللى محمد پاشا, Boşnakça: Mehmed-paša Sokolović, Sırpça: Мехмед-паша Соколовић; 1505 - 11 Ekim 1579), I. Süleyman döneminde Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryalığı ve yine I. Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde 14 yıl Osmanlı Devleti'nin sadrazamlığını yapmış Osmanlı devlet adamıdır. I. Süleyman'ın son sadrazamı olmuştur. Hem Osmanlı İmparatorluğu'nun zirvede bulunduğu dönemi simgelemesi itibarıyla hem de icraatları, projeleri ve kişiliği sayesinde en önemli Osmanlı sadrazamlarından biri kabul edilir. II. Selim'in damadı ve Esmehan Sultan'ın eşidir.

Sadrazamlıktan önceki hayatı:

Sadrazamlık dönemi:

Ölümü:



*Nurbanu Sultan - Vikipedi (wikipedia.org)

*Afife Nurbanu Valide Sultan (Osmanlı Türkçesi: نور بانو سلطان; d. 1525 veya 1530[1] - ö. 6 Aralık 1583, İstanbul), Osmanlı Padişahı II. Selim'in hasekisi ve Sultan III. Murad'ın annesi. Haseki Hürrem Sultan'ın gelinidir.

Kökeni ve nereden geldiği hakkında çeşitli rivayetler vardır. Şehzade Selim'in 1559 Ekim'inde Venedik'e gönderdiği Hasan Çavuş'un senatoda verdiği bilgilere göre adının Cecilia olduğu, Paros adasında Venedikli idareci Nicolò Venier ile Baffo ailesinden Violante'nin kızı olarak doğduğu söylenir ancak bu bilgiler başka kaynakla teyit edilememektedir.[1] Bir başka rivayette, 1537'de savaş esnasında Venedik idaresindeki Korfu adasından Grek bir ailenin kızıyken esir alındığı ve adının Kali olduğu söylenir.[1] Rivayetler arasında Korfu'da Venedikli soylu ve zengin bir aile olan Quartaniler'e mensup bulunduğu da söylenir.[1]

Stephan Gerlach Korfu'da esir alındığını Korfulu ya da Paros adasından Rum asıllı olduğunu belirtirken günlüğünün bir başka yerinde Venedikli olabileceğini söyler.[2] Benjamin Arbel ''Nur Banu (1530-1583)

A Venetian Sultana'' makalesinde Nurbanu'nun Korfulu olduğunu açıklar.[2] Ahmed Refik ise devlet işlerine Yahudileri bulaştırdığından Yahudi olduğunu söyler. Hakkındaki çeşitli rivayetler Nurbanu Sultan'ın Rum mu, Yahudi mi, İtalyan mı olduğu sorusunu muallakta bırakmıştır.[2] Doğum adının, Olivia/Cecilia Venier-Baffo[3] veya Rachel Marié Nassi[4] olduğuna dair çeşitli rivayetler vardır.



*Kabala - Vikipedi (wikipedia.org)

*Kabala (İbranice: קַבָּלָה‎, lit. "gelenek"[1] veya 'yazışma')[2] veya Kabbalah, Yahudi mistisizminde ezoterik bir disiplin, düşünce okulu veya kurallar bütünüdür.[3] Yahudilik'te üyelerine מְקוּבָּל [Kabaliste Mequbbāl] denir.[3] Kabala'nın tanımı, onu takip edenlerin geleneğine ve amaçlarına göre değişiklik gösterir.[4] Kabala, Yahudiliğin ilk yıllarına kadar uzanır; öyle ki, Hristiyanlığı kuran ilk Yahudilerden, Hristiyanlığa da geçmiştir (Hristiyan Kabala).[3][5][6] Yahudilik içindeki mistik dinî yorumların temelini oluşturur. Yahudi Kabalalar, değişmeyen, sonsuz ve ebedi Tanrı'ları Yehova'nın gizemi Ein Sof'u (אֵין סוֹף; anlamı "Sonsuz") ve ölümlü, sonu olan Evren'in arasındaki ilişkiyi felsefî bir şekilde araştıran bir dizi ezoterik Yahudi öğretileridir.[3][5][7]



*Takiyüddin - Vikipedi (wikipedia.org)

*Takiyüddin bin Maruf-i (Osmanlıca: تقي الدين محمد بن معروف الشامي السعدي ; İngilizce: Taqi al-Din) (14 Haziran 1521 - 18 Şubat 1585), Osmanlı Türkü[2][3] hezârfen, gökbilimci, mühendis, matematikçi ve mekanik bilimci.[4]

Osmanlı'nın en önemli astronomlarından olan Takiyüddin, 14 Haziran 1521 tarihinde Şam'da doğdu ve Mısır ve Şam'da yetişti. 1550 yılında İstanbul'a gelen Takiyüddin, 1577 yılında III. Murat'ın fermanıyla Tophane sırtlarında bir gözlemevi kurmuştur. Sinüs/tanjant hesaplarını tablolar halinde kullanıma sunmuş, 841'i Türkçe 1337 eser oluşturmuştur. Akıldışı söylentiler sonucu Tophane sırtlarındaki gözlemevi Padişah (III. Murat) emriyle yıkılmıştır. Yeni bir gözlemevi ancak 300 yıl sonra kurulmuş ancak bu sefer de 31 Mart ayaklanmasına kurban gitmiştir.

Kepler'in hocası Tycho Brahe ile aynı zamanda yaşamış ve yaklaşık aynı gözlemleri yapmıştır. Rasathane yıkıldığı için çalışmaları son bulmuştur. Diğer taraftan Kepler, Brahe'nin gözlemlerini kullanarak Kepler yasaları diye bilinen gezegenlerin dönüşleri ile ilgili yasaları keşfetmiştir.[

Hayatı:

Matematik, Astronomi ve Trigonometrik Değerler.

Optik:

Görüş:

Refleks:

Refraksiyon:

Saat Mekaniği:

İncelenen saat türleri:

Buhar:

Astronomi:

Saatler ve mekanik:

Fizik ve Optik:

İstanbul Rasathanesi:

Rasathanede Kullanılan Araçlar:

Kitapları ve Eserleri:

Astronomi:

Saatler ve mekanik:

Fizik ve Optik:



*Arkadios Sütunu - Vikipedi (wikipedia.org)

*Arkadyos Sütunu ya da Avrat Taşı (Yunanca: Στήλη του Αρκαδίου Stíli tou Arkadíou), Roma İmparatorluğu'nda 5. yüzyılda İmparator Arkadyos'un devrinde çıkan Gotisyanını Hun Hakanı tarafından bastırılıp, isyancı Gainesi yenip kellesinin İstanbula gönderilmesi üzerine imparator tarafından İstanbulda dikilmiş zafer sutünüdür. Sütun, günümüzün Cerrahpaşa ve Haseki semtleri civarında, Haseki Hürrem Camisi'nin yanındaki alanda bulunan Arkadyos Forumu'nun ortasına dikilmişti.



*La Serenissima: En huzurlu anlamına gelen La Serenissima; “ Venedik Cumhuriyeti




*Lala Mustafa Paşa - Vikipedi (wikipedia.org)

*Lala Mustafa Paşa (Lala Kara Mustafa Paşa; y. 1500 – 7 Ağustos 1580), III. Murad saltanatında 28 Nisan 1580 ile 7 Ağustos 1580 tarihleri arasında üç ay dokuz gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.

İlk büyük başarısını 1570 yılındaki Kıbrıs serdarlığı sırasında gösterdiğinden "Kıbrıs Fatihi" olarak anılır. 1578'de başlattığı "İran Seferi" serdarlığında gösterdiği başarılar nedeniyle de Şirvan ve Gürcistan fâtihi olarak bilinir. "Lala" unvanı, şehzadeliğinde II. Selim’e lalalık etmiş olmasından kaynaklanır.

Yaşamı:

Kıbrıs'ın fethi:  1570 yılında Venedikliler’in elindeki Kıbrıs adasının Rum halktan gelen yardım talebi üzerine Kıbrıs'a sefere yapılması gündeme geldiğinde Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın karşı çıkmasına rağmen Kıbrıs Seferini destekledi. Piyale Paşa komutasındaki donanma ile birlikte[6] komutasındaki yaya 60.000 kişiden oluşan Osmanlı Ordusunu, 2 Temmuz 1570'te Limasol'a çıkardı.[7] 15 Eylül 1570 tarihinde Lala Mustafa Paşa, tören ile Lefkoşa şehrine girdi.[8] 15 Eylül 1571’de adadan ayrıldı ve İstanbul'a döndü.

İran seferi:

Sadrazamlığı:



*Osmanlı-Venedik Savaşı (1570-1573) - Vikipedi (wikipedia.org)

*Osmanlı-Venedik Savaşı veya Kıbrıs Seferi, Osmanlı-Venedik savaşlarının dördüncüsüdür. 1570-73 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik Cumhuriyeti arasında yapılmıştır. Savaşın ilerleyen döneminde Venedik saflarına dâhil olan devletler olmuştur. Papa V. Pius'un girişimleriyle oluşturulan Kutsal İttifaka Venedik Cumhuriyeti, İspanyol İmparatorluğu, Papalık Devleti, Ceneviz Cumhuriyeti, Savoya Dükalığı ve Hospitalier Şövalyeleri katılmıştır.

Osmanlı Sultanı II. Selim iktidarının en önemli askerî harekâtıdır. Daha önce I. Süleyman döneminde Malta Kuşatması girişimiyle başlayan gerginlik, Venedik Cumhuriyeti denetimindeki Kıbrıs'a sefer düzenlenmesiyle sürer. Direniş göstermeden düşen Lefkoşa'dan (İngilizce: Nicosia) sonra Venedik denetiminde sadece Gazimağusa (İngilizce: Famagusta) kalır. 11 ay boyunca kuşatmaya direnen şehir 1571 yılı 6 Ağustos günü düşer. İki ay sonra ise İnebahtı Deniz Muharebesi'nde Haçlı donanması Osmanlı donanmasını yense de galibiyetin yarattığı durumdan faydalanamayacaktır. Yeniden hızla donanma inşa eden Osmanlılar karşısında Venedik Cumhuriyeti barış yapmak durumunda kalır.[1]

Öncesi:

Kıbrıs'ın Osmanlılar tarafından fethi:27 Haziran 1570 tarihinde 350-400 parça gemi ve 60-100 bin askerle yola çıkan Osmanlı donanması 3 Temmuz günü hiçbir direnişle karşılaşmadan adanın güneyindeki Larnaka yakınlarından karaya çıkarak başkent Lefkoşa'ya doğru yürüyüşe geçer. Adadaki Venedikliler çıkartma sırasında savunma yapmayı düşünseler de Osmanlı donanmasının büyüklüğü karşısında bundan vazgeçerler. Tahkim alanda savunmada beklemek ve yardım gelmesini beklemek tercih edilir. Lefkoşa Kuşatması 22 Temmuz 1570 tarihinde başlar ve 9 Eylül gününe kadar 7 hafta sürer. Şehir duvarlarının altına kazılan lağımlar ve yoğun arkebüz ateşi sayesinde şehir düşer.  Gazimağusa'yı savunanların sayısı ise 8500 asker ve 90 parça toptur. Kale komutanı Marco Antonio Bragadin 11 ay boyunca kuşatmaya dayanacak ve zamanla artarak sayısı 200 bin asker ve 145 topa çıkan Osmanlı ordusuna karşı direnecektir. Osmanlı donanması kenti denizden de tamamen kuşatacak güçten uzak olduğu için Venedikliler erzak ve birlik desteği alabilmekteydi.[5] Bu sırada Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa da Venediklilerle uzlaşma zemini arayarak Gazimağusa'da bir Venedik ticaret kolonisi kalması koşuluyla tüm adanın Osmanlılara verilmesini istiyordu. Ancak uzun süren kuşatmanın başarısızlığı ve oluşmakta olan Kutsal İttifak donanmasından cesaret alan Venedikliler teklifi reddetmiştir. 12 Mayıs 1571 günü yeniden başlayan ağır bombardıman sonunda 6 Ağustos 1571 tarihinde cephanesi tükenen kale teslim olur. Kuşatma boyunca 50 bin askerini kaybeden Osmanlı Ordusunda kayıplar oldukça ağır olmuştur. Osmanlılar, adadaki Hristiyan halkın kalmasına izin verecek ve Venedikli askerlerin de topraklarına dönmelerine olanak tanınacaktır. Ancak kale komutanı Bragadin'in tutsak ettiği Müslümanlara yaptığı işkenceler ortaya çıkınca Lala Mustafa Paşa bu kişinin işkenceyle öldürülmesine karar verir.[6][7] Beraberindekiler de öldürülür veya köle olarak satılmak üzere tutsak edilir.

Dalmaçya'daki mücadele:

İnebahtı Muharebesi:

Barış görüşmeleri ve sonrası:




*İnebahtı Deniz Muharebesi - Vikipedi (wikipedia.org)

*İnebahtı Deniz Muharebesi (İspanyolca: Batalla de Lepanto, İtalyanca: Battaglia di Lepanto), 7 Ekim 1571 tarihinde Osmanlı Devleti ile Haçlı donanmaları arasında, Korint Kıstağı'nda, İnebahtı yakınlarında yapılan deniz muharebesidir. II. Selim dönemindeki bu muharebede donanma büyük hasar görmüş ve Osmanlı Devleti'nin yükselme dönemindeki en büyük deniz mağlubiyeti olarak addedilir. Osmanlı kaynakları, bu muhaberenin adını Sıngın olarak yazar.[2] İspanyol yazar Cervantes bu savaşta elinden ve göğsünden yaralanmıştır.


Muharebe Öncesi:O dönemde Kıbrıs, oldukça hareketli Mısır - İstanbul deniz ticaret yolu üzerinde önemli bir engeldi. Ada Venediklilerin elinde bulunuyor, adada yuvalanan, Venedik desteğindeki Hristiyan korsanlar sık sık ticaret ve hac gemilerini vuruyorlardı. Kıbrıs'ın vaktiyle Müslüman bir ülke olduğu gerekçesiyle fetva alınıp savaş açıldı. Kıbrıs'ın önemli merkezleri Lefkoşa ve Mağusa, zorlu mücadelelerden sonra zaptedildi. Fethi tamamlandıktan sonra Kıbrıs, beylerbeyliği haline getirildi (1570-1571).

Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs adasını alması, Avrupa'da büyük tepkilere yol açtı. Bunun sonucu olarak Papa V. Pius, İspanya kralı ve Venedik dukası, Osmanlılara karşı birleştiler. Bu birleşmeyi imza ile de onayladılar. (15 Mayıs 1571) Kutsal İttifak adı verilen bu antlaşmayı, Osmanlılar öğrendiler. Dîvan'da, bu tarihlerde, bazı görüş ayrılıkları yüzünden anlaşmazlık vardı. Bu durum, alınacak tedbirleri durduruyor, Donanmayı Hümayun amiralliğinin, Preveze'den yazdığı yardım isteklerini cevapsız bırakıyordu. Sonunda Dîvan, Avrupa karşısına güçlü bir donanma ile çıkma konusunda karara vardı. Ancak Dîvandaki anlaşmazlık yüzünden, Osmanlı donanmasının başına, bir kara ordusu kumandanı olan Müezzinzade Ali Paşa getirildi. İstanbul'a gelen ikinci bir haber, Osmanlı sularına gelmekte olan Haçlı donanması ile ilgiliydi. Sokollu, bu donanmayı durdurmak görevini de gene bir kara ordusu kumandanı olan Pertev Mehmed Paşa'ya verdi.


Muharebe:Osmanlı donanmasında bir vezir, dört paşa, 15 beylerbeyi vardı. Ayrıca Uluç Ali Paşa, Cafer Paşa, Barbaroszâde Hasan Paşa, Barbaroszâde Mehmed Paşa ve Salihpaşazâde Mehmed Bey gibi Osmanlı denizcileri de bulunuyordu.

Osmanlılara karşı meydana getirilen Haçlı donanmasının başına, V. Karl'ın evlilik dışı oğlu, Hollanda genel valisi Don Juan de Austria (Avusturyalı Johann) getirildi. Venedik donanmasının başında Vaniero, Cenevizlilerinkinde Giovanni Andrea Doria, Papalık donanmasında da dük Marco Antonio Colonna vardı. Ayrıca Avrupa'nın prens, asilzâde, amiral ve generalleri Haçlı donanmasında görev almıştı.

Müezzinzade Ali Paşa ile Pertev Mehmed Paşa'nın yanlış tutumları, Osmanlı denizcilerinin karşı koymalarına sebep oldu, ancak, yapılan tartışmalar sonunda Kaptan-ı Deryanın görüşü uygulandı.

… ..

…..


Sonuç:Bu deniz savaşını Osmanlı donanmasının kaybetmesine başlıca sebep, …..ehliyetli olmayan komutanların emirlerinde bulunması idi. …….


7 yorum:

  1. Roman kahramanı Venedikli casus avcısı Manuel Cardoso etrafında yaşanan olaylar, 1500’lü yılların Venedik ve Konstantinapol & İstanbul’unda tarihin şekillenmesini anlamamızı sağlıyor… dönemin casusluk macerası olarak da okunabilir…

    YanıtlaSil
  2. Roman sanki, bir Çinli değil, Yahudi kökenli bir yazar tarafından kaleme alınmış izlenimi veren anlayışı yansıtıyor. Yahudilerin İspanya’dan kovuluşu ya da kaçışları ve sonrasında dünyanın değişik yerlerindeki yaşamları boyunca karşılaştıkları coğrafya ve akıllarının bir köşesinde sürekli olarak tutulan ve nesilden nesile aktarılan Büyük İsrail hedefine giden yolda, ama özelde o dönemin Venedik ve İstanbul’unda Osmanlı İmparatorluğu’nun bu süreçteki durumu yorumlanıyor…

    YanıtlaSil
  3. Günümüzde olduğu gibi, Osmanlı başkentinde Venedikliler başta olmak üzere Avrupalı güçlerin temsilcileri, Katolik ruhani lideri Papalığın temsilcileri; kendi çıkarlarını etkileyebilecek gelişmeleri takip etmekte ve Padişah ve ona yakın karar vericilerle ilişkilerini sıkı tutmaya çalışıyorlar….

    YanıtlaSil
  4. Musevilerin kendileriyle ilgili alanlarda (okuduğumuz bu eser dahil) nasıl yoğun çalıştıklarını anlamak zor değil …. insanın “Nazar etme nolur, çalış senin de olur “ diyesi geliyor….

    YanıtlaSil
  5. Romanın adı “Altay”ın nereden geldiği, ilerleyen bölümlerde…

    YanıtlaSil