24 Ekim 2023 Salı

Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik*

Neyi Gençliğimin Başlangıcı olarak görüyorum?

Dimitri’yle dostluğumun hayatıma, onun amacı ve hayata olan tavrımıza ilişkin görüşlerime yeni bir nitelik verdiğini söylemiştim. Bu yeni niteliğin özü, insanların dünyadaki görevleri, ahlaki yetkinliğe ulaşmaya çalışmaları ve bu yakınlaşmanın muhtemel, kolay ve sürekli olabileceği inancına dayanıyordu. Ama ben bugüne dek zamanımı yalnızca inançtan kaynaklanan yeni düşünsel açılımlar yapmak ve gelecekteki ahlâki faaliyetimle ilgili parlak tasarımlarda bulunmakla geçirmiştim. Oysa günlerim eskiden olduğu gibi karmaşık, ufak tefek şeylerle dolu olarak tam bir boşluk içinde geçiyordu. 

Çok sevdiğim bazen kendi kendime fısıltıyla eşsiz Mitya dediğim arkadaşım Dmitri’yle tartışmalarımızda ele aldığımız yüce düşüncelerimizi duyarak değil ama düşünerek beğeniyordum. Ama öyle bir an geldi ve bu düşünceler benim ruhsal açılımlarımızın diri gücüyle kafamda öylesine parlayıverdiler ki, ne çok zamanı bu düşüncelerime harcamış olduğumuz düşünerek irkildim ve bu düşüncelerime hep bağlı kalma kesin kararıyla hemen o anda onları hayata geçirme isteği duydum. Gençliğimin başlangıcı olarak işte bu anı görüyorum.

O sıralar on altı yaşımı bitirmek üzereydim. Öğretmenler gelip gidiyorlar, ST. Jerome çalışmalarımı izliyor ve ben isteksiz isteksiz sınavlarına hazırlanıyordum. Ders dışı zamanlarımı, tek başıma kurduğum birbiriyle ilgisiz hayallerle dünyanın en güçlü insanı olmak için jimnastik yapmakla, hiçbir belirli amacım ve düşüncem olmaksızın odalarda, en çok da hizmetçi kızların odası önündeki koridorda dolaşmakla ve önünden bakmakla geçiriyordum. Aynadan bu duygularla ayrılmamda sorun yalnızca çirkin olmamda değildi; böylesi durumlarda insanların kendilerini avutmak için buldukları şeylerin hiçbiri bende yoktu. Anlamlı, zeki, soylu bir yüzüm olduğunu söyleyemezdim örneğin. Anlamlılık adına hiçbir şey yoktu yüzde; sıradan, kaba ve çirkin çizgiler, özellikle de aynaya baktığım sıralar zekilik şurada dursun, iyice anlamsızlaşan küçücük gri gözler… Erkeksilik adına da pek bir şeyler yoktu yüzümde. Boyum kısa sayılmazdı, yaşıma göre de epey güçlüydüm., ama yine de yüzümün çizgileri yumuşak gevşek ve belirsizdi. Soyluluk adına bile böyle bir şey yoktu bu yüzde; tersine ellerim, ayaklarım da

öyle… Ve bütün bunlar o sıralar bana utanç verici şeyler gibi geliyordu.


İlkbahar

Üniversiteye girdiğim yıl Paskalya yortusu nisan gibi geç bir zaman rastladı, sınavlarımız da böylece Büyük Perhiz sonrasına atıldı. BU durumda ben hem oruçlu oruçlu kiliseye gitmek , hem de sıkı biçimde sınavlara hazırlanmak zorundaydım.

Karl İvaniç’in, “Babasının ardından oğlu geldi” dediği sulu bir kardan sonra, havalar üç gündür dingin, ılık ve açık geçiyordu. Sokaklarda kar kalmamıştı; vıcık vıcık çamurun yerini ıslak, parıltılı kaldırımlar ve hızla akan derecikler almıştı. Saçaklardan son kar suyu damlaları düşüyor, bahçedeki ağaçların tomurcukları kabarıyordu. Avludaki donmuş gübre yığınının yanında ahıra doğru bir yol oluşmuştu; dış kapı önünde küçük merdivenin taşları arasından çimenler yeşil yeşil başlarını uzatıyorlardı.  Baharın, insan ruhunu en çok etkilediği günleriydi, Her yana pırıltılın ışıklarını saçan ama yakmayan bir güneş, minik derecikler, üzerindeki karı erimiş toprak, havadaki diri koku ve uzun saydam bulutlarıyla masmavi bir gökyüzü… Bilmem neden, bana büyük şehirde  baharın bu ilk günlerinin insan ruhundaki etkileri daha bir güçlü duyulurmuş gibi gelir. Az görür ama çok duyarsınız. Bana artık bıkkınlık veren sınıfın çift camlı penceresinden süzülen güneş, döşeme üzerine tozlu ışıklarını serperken ben karatahta başında uzun bir cebir problemini çözmeye uğraşıyordum. … ..

… ..

… .. Ergenliğimin sonu, gençliğimin başı diye adlandırdığım dönemimde hayallerim başlıca dört temel duyguya dayanıyordu. Bunlardan ilki, ona, o düşsel kıza duyduğum aşktı; içimde hep aynı anlamda hayalini kurduğum ve her an her yerde karşıma çıkıvermesini beklediğim o, biraz Soneçka, biraz teknede çamaşır yıkarkenki haliyle Vasiliy’in karısı Maşa, biraz da, yanımdaki locada gördüğüm boynu beyaz incili kadındı. Hayallerimin dayandığı duygulardan ikincisi, sevilmeyi sevmemdi. Herkes beni tanısın ve sevsin isterdim. Nikolay İrtinyev den di mi, herkes şöyle bir dalgalansın, çevremi alsınlar ve bilmem nelerden dolayı bana teşekkür etsinler isterdim.Hayallerime kaynaklık eden üçüncü duygu, çok büyük bir üne kavuşmayı da kapsayan sonsuz bir mutluluk umuduydu bu. Bu öylesine güçlü bir duygu ki, bazen beni çıldırtacak gibi oluyordu. Çok yakında, olağanüstü bir rastlantının sonucu olarak birden bire dünyanın en zengin ve en ünlü bir insanı olacağıma öylesine inanıyordum ki, her an bu büyülü mutluluk anının gergin bekleyişi içindeydim. Durmadan, işte başlıyor, diye bekliyordum, işte başlıyor ve ben bir insanın sahip olmayı isteyeceği her şeye kavuşacağım. Bunun, benim olmadığım bir yerde başlayacağı sanısıyla, hep acele ediyordum. Dördüncüsü ve önemli duygumsa, kendime karşı duyduğum tiksinti ve pşişmanlıktı; yalnız bu pişmanlık mutlu olma umuduyla öylesine karışmıştı ki, artık bana üzüntü verecek bir yanı kalmamıştı. Geçmişten kurtulmak, her şeyi değiştirmek ve geçmişin beni kendisine çekmesini, bağlamasını engellemek için her bakımdan ve bütün ilişkileriyle yepyeni bir hayata başlamak bana pek kolay ve doğal geliyordu. Hatta geçmişten tiksinmek hoşuma bile gidiyordu; bu yüzden de onu olduğundan daha kötü görmeye çalışıyordum. … ..

… ..

… .. (352) … .. Volody divana uzanmış hafiften uyukluyor, arada bir öfke dolu bir alayla,ü ama özel olarak birine seslenmeden, “Şu çalışa bak…! Müzisyen dediğin böyle olur… Bithoven! … (Özellikle de bu adı valayla söylüyordu). Katenka’yla ben çay masasının başındaydık. Nasıl oldu bilmiyorum, Katenka birden konuşmayı  en sevdiği konuya, aşka getiriverdi. O anda tam felsefe yapacak bir ruh hali içinde bulunuyordum ve yüksek perdeden bir aşk tanımı yaptım: Aşk, dedim, kendimizde olmayan şeylere başkalarında sahip olma arzusudur. Katenka benim taanımıma karşı çıkarak, bir kzın zengin bir erkekle evlenmek istemesinin aşkla ilgisi olamayacağını, paranın pulun önemsiz şeyler olduğunu, kendi görüşüne göre gerçek aşkın, ayrılıklara dayanabilen aşk olduğunu söyledi.(Böyle söylemesi doğaldı ve ben bu sözlere Dubkova duyduğu aşkı anıştırmak isitediğini hemen anladım.)

… .. Ben bu özel yeteneğe kavrayış diyorum. Bu yeteneğin özünü, koşullanmış ölçü duygusuyla, nesnelere koşullanmış tek yanlı bakış oluşturur. Belirli bir çevrenin ya da aileni bu yeteneğe sahip olan iki üyesi, herhangi bir duygunun, diyelim sevginin, nasıl bir boyut alacağı, nereye, hangi noktaya, hangi ölçüye dek kendini göstereceği konusunda tıpatıp benzer kestirimlerde bulunurlar; o noktadan, o ölçüden sonra ikisinin de gördüğü artık duygu değil, boş lakırtıdır. Övgünün nerede bitip alayın nerede başladığını, içtenliğin nerede bitip sahteliğin nerede başladığını ikisi aynı anda görürler; oysa başka insanların bu konudaki değerlendirmeleri onlarınkinden çok başka olabilir.  Gülünç, güzel, ya da çirkin… Nesnelerin baskın özellikleri her ikisinin de gözüne aynı biçimde görünür. Bu anlayış , kavrayış ortaklığını daha da kolaylaştırmak için o belirli çevrenin ya da ailenin üyeleri arasında çevrimlenen özel bir dil, hatta başkaları için var olmayan birtakım kavram ayrıntılarını dile getiren özel kelimeler oluşur. … ..

… .. Bunlara benzer daha pek çok özel kelimemiz vardı. Ama bu kelimelerin anlamları daha çok konuşma sırasındaki yüz ifadesine ve konuşulan konunun genel anlamına bağlıydı; öyle ki birimiz yeni bir anlam inceliğini vurgulamak için yeni bir söyleyiş biçimi bulduk ve kullandık mı, öteki hafif bir çıtlatma ile bunu hemen bunu anlardı. ... ..

… ..






*Gençlik & Lev Nikolayeviç Tolstoy

Hazırlayan: Kansu Şarman

Özgün adı : Çocukluk (Детство [ Detstvo ], 1852)


Rusçadan çeviren : Mazlum Beyhan

1.Baskı: 2014, İstanbul

İletişim YayınlarıYayınları


*.. en iyi arkadaş kitap ..: çocukluğum* (enyiyiarkadaskitap.blogspot.com)

*Tolstoy – Gençlik – Not Defteri (wordpress.com)


 

1 yorum:


  1. Tolstoy, gençlik döneminin gelir geçer, belki de havayi diyebileceğimiz sık değişen ruh halini, günü yaşamanın tadını çıkarmak peşinde olan ve seçkin aile üyesi olmanın verdiği özgüvenle kendisini zirvelerde görmenin; bir çeşit rüya görmenin; hayatın gerçekleri ile karşılaşması ile yaşanan günleri tasvir ediyor. Betimleme mükemmel….

    YanıtlaSil