26 Temmuz 2022 Salı

Savaş ve Barış & Mustafa Kemal Anlatıyor *


 

İlker Başbuğ, Mustafa Kemal Anlatıyor: Savaş ve Barış kitabıyla, doğrudan Atatürk’ün gözünden 1. Dünya Savaşı sürecini inceliyor.

Başbuğ, uzun bir film izleme duygusu uyandıran bu çalışmasında, okuru, şu üç nedenle Mustafa Kemal’in düşünce dünyasına girebilmeye yöneltiyor.:

Birincisi, Mustafa Kemal’in kabul ettiği ve hiç vazgeçmediği hayati nitelikteki prensipleri ortaya koymak için.

İkincisi, Mustafa Kemal’in, o günlerin koşullarında karşılaştığı sorunların çözümünde uyguladığı modelleri anlayabilmek için.

Üçüncüsü ise Mustafa Kemal’i kişi olarak güçlü kılan nitelikleri ortaya çıkarmak için.

Çünkü…

Başbuğ’a göre Mustafa kemal’i daha iyi anlamak, prensiplerini, düşünce sistemini ve sahip olduğu kişisel nitelikleri benimsemek durumunda çözülemeyecek sorun yok.

… .. Bu durumda Mustafa Kemal’i dar kalıplara, sloganlara sıkıştırmak ve onun düşüncelerinden dogmalar çıkarmaya çalışmak; onu hiç anlayamamış olmanın yanında, belki de ona yapılabilecek en büyük kötülüktür. … ..

… .. Devrimcilik,

Halkın meşruiyetini öne alan yönetim. Meşru sözcüğü yasallık anlamına gelse de , meşruluk halkın yönetimi benimsemesi ve desteklemesi şeklinde anlaşılmalıdır. Bu sonuca ise halkın isteklerini dikkate alan bir yönetim şekli ile ulaşılabilir.

… ..Çanakkale Savunmasında “Kaderin Seçtiği kişi” Mustafa Kemal

….. 57. Alay’a şu emri verdim: Size ben taarruz emretmiyorum., ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler alabilir.... ..

Allah’ı İnkâr etmek Mümkün müdür? kitabını kısa sürede, üç gün içinde okuduğu anlaşılmaktadır. Kitap Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi tarafından 1911 yılında yazılmıştır. Yaklaşık iki yüz sayfalık ve oldukça ağır bir konuyu inceleyen bu kitabı birkaç gün içinde bitrimesi, kitabı oldukça ilginç bulduğunu göstermektedir.

Filibeli Ahmet Hilmi kitabının önsözünde Osmanlı toplumunun Ortaçağ hayatından çağdaş yaşama geçmek zorunda olduğunu belirtiyordu. Bunun hızlı bir ilerlemeyle olabileceğini, uzun sürecek yavaş bir gelişme ile gerçekleştirilemeyeceğini düşünüyordu. Bu düşüncesini şöyle ifade ediyordu.:

“Uygarlık bizim hatırımız için ve bizi beklemek üzere ilerlemeden vazgeçip duraklamayacağından, öyle kablumbağa gidişiyle biz hiçbir vakit uygarlık kafilesine yetişemeyiz.”


Mustafa Kemal, Ahmet Hilmi’nin İslam Tarihi’ni (*)  de dikkatli okuyacaktır. Mustafa Kemal’in yazarın bazı görüşlerini paylaştığı ve ileriki yıllarda da bunları uyguladığı söylenebilir.





































,



*Savaş ve Barış - Mustafa Kemal anlatıyor  & İlker Başbuğ

Kırmızı Kedi Yayınevi, 2022




ŞEHBENDERZÂDE AHMED HİLMİ - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)(*)ŞEHBENDERZÂDE AHMED HİLMİ (1865-1914)Son dönem Osmanlı fikir adamı.Günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan Filibe’de (Plovdiv) doğdu. Babası Şehbender Süleyman Bey, annesi Şevkiye Hanım’dır. Filibe’de başladığı öğrenimine İstanbul’da devam etti. Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ni bitirince Posta ve Telgraf Nezâreti’nde, ardından Düyûn-ı Umûmiyye Nezâreti’nde çalışmaya başladı (1890). Görevli olarak gittiği Beyrut’ta Jön Türkler’le temas kurdu ve onların yönlendirmesiyle Mısır’a kaçtı. Orada Jön Türkler’in kurduğu Terakkî-i Osmânî Cemiyeti’ne girdi, ayrıca Çaylak adıyla bir mizah dergisi çıkardı. İstanbul’a döndüğünde tutuklandı ve Fîzan’a sürüldü (1901). Sürgünde iken tasavvufa ve Senûsîlik hareketine ilgi duydu, bu arada Arûsiyye tarikatına intisap etti. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından sonra döndüğü İstanbul’da bir süre Dârülfünun’da felsefe müderrisliği yaptı ve Cem‘iyyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye üyeliğinde bulundu. Kısa bir süre İttihâd-ı İslâm adıyla haftalık siyasî bir gazete yayımladı. Gazetenin kapanmasının ardından İkdam, Şehbâl, Yeni Tasvîr-i Efkâr ve Sırât-ı Müstakîm gibi gazete ve dergilerde siyasî ve felsefî yazılar yazdı. 21 Nisan 1910’da dönemin neşir hayatında önemli bir yeri olan haftalık Hikmet’i çıkarmaya başladı; bu sırada Hikmet Matbaa-i İslâmiyyesi’ni kurdu. Hikmet’i yayımlamaya devam ederken 26 Ağustos 1911’de Millet ile Musâhabe ve ardından yine Hikmet adıyla günlük bir gazete çıkardı. Bu yayın organlarında yazdığı yazılarda kendi adıyla birlikte tasavvufî yazılarında Şeyh Mihridîn Arûsî, mizahî yazılarında Coşkun Kalender, Kalender Gedâ, millî ve hamâsî şiirlerinde Özdemir gibi takma adlar yanında “A. H.” ve “F. A. H.” gibi rumuzlar kullandı.

Başlangıçta İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ni destekledi; ancak II. Meşrutiyet’ten sonra giderek artan yanlış davranışları yüzünden cemiyeti ağır bir dille eleştirmekten çekinmedi. Muhalefetteki Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nı da tenkit etti. Hem bu eleştirileri hem de siyonizme ve masonluğa yönelik suçlamaları yüzünden dergi ve gazeteleri sık sık kapatıldı. Mücadeleden yılmayıp eleştirilere devam edince 9 Ekim 1911’de matbaası kapatılarak önce Kastamonu’ya, ardından Bursa’ya sürüldü. Bir süre sonra aftan faydalanıp İstanbul’a döndü. 1 Ağustos 1912’de Hikmet’i yeniden yayımlamaya başladıysa da aynı yılın 25 Ekiminde gazete tekrar kapatıldı. 30 Ekim 1914’te âniden öldü, cenazesi Fâtih Camii hazîresinde defnedildi. Beklenmedik bir şekilde ölümü bakır zehirlenmesine bağlandıysa da masonlarla ilgili neşriyatından dolayı bir komploya kurban gittiği de ileri sürülmüştür.

II. Meşrutiyet döneminin önde gelen fikir adamlarından biri olan Şehbenderzâde Ahmed Hilmi siyasetin yanı sıra kelâm, felsefe, tasavvuf ve tarihle de meşgul olmuş, ayrıca şiir, roman ve tiyatro eserleri kaleme almıştır. Yazılarında sürekli biçimde Batı taklitçiliğine karşı çıkmış, özellikle Tanzimat’la başlayan modernleşme hareketinin geleneksel Osmanlı-İslâm kültür ve kurumlarıyla nasıl uyuşmasının gerektiği üzerinde durmuştur. XIX. yüzyılın hâkim felsefesi olan maddeciliği reddetmiş, İslâm felsefesiyle Batı felsefesi arasında zaman zaman uzlaşma yolları aramıştır. Ludwig Büchner’in Madde ve Kuvvet’ini tercüme eden Bahâ Tevfik’i, aynı eseri savunan Celâl Nuri’yi (İleri) ağır ifadelerle eleştirmiş, metot olarak eklektizmi tercih etmiştir. Tasavvufa ve bilhassa vahdet-i vücûd anlayışına ayrı bir önem vermiş, daha çok Kuzey Afrika’daki tasavvuf kültürünün Osmanlı dünyasında tanınması yolunda gayret göstermiştir.

Eserleri. A) Dinî ve Fikrî Eserler. 1. Senûsîler ve Onüçüncü Asrın En Büyük Mütefekkir-i İslâmîsi Seyyid Muhammed es-Senûsî (İstanbul 1325, 1333). Alt başlığı, Abdülhamid ve Seyyid Muhammed el-Mehdî ve Asr-ı Hamîdi’de Âlem-i İslâm ve Senûsîler olan eser, Senûsîler ve Sultan Abdülhamid adıyla İsmail Cömert tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır (İstanbul 1992).

2. Müslümanlar Dinleyiniz (İstanbul 1326). Şeyh Mihridîn Arûsî takma adıyla yazılmış olan eserde halka dinî bilgiler verilmektedir.

3. Târîh-i İslâm (I-II, İstanbul 1326-1327). R. Dozy’nin Târîh-i İslâm adıyla Abdullah Cevdet tarafından Türkçe’ye çevrilen eserindeki hatalı görüşleri tenkit amacıyla kaleme alınmış olup Şehbenderzâde’nin en önemli kitabıdır. Eser, Ziya Nur tarafından çeşitli ilâvelerle üç misli genişletilerek yeni harflerle de yayımlanmıştır (İstanbul 1971, 1974).

4. İlm-i Ahvâl-i Rûh (İstanbul 1327).

5. Allah’ı İnkâr Mümkün müdür? Yahut Huzûr-ı Fende Mesâlik-i Küfür (İstanbul 1327). Modern inkârcılığa cevap olarak yazılan eseri Necip Taylan ve Eyüp Onart kısmen sadeleştirerek yayımlamıştır (İstanbul 1977).

6. Yirminci Asırda Âlem-i İslâm ve Avrupa: Müslümanlara Rehber-i Siyâset (İstanbul 1327, Şeyh Mihridîn Arûsî takma adıyla).

7. Akvâm-ı Cihân (İstanbul 1329). Asya ve Afrika topluluklarıyla ilgili etnografik bir eserdir.

8. İki Gavs-ı Enâm: Abdülkadir ve Abdüsselâm (İstanbul 1331, Mihridîn Arûsî takma adıyla). Şeyh Abdülkādir-i Geylânî ve Arûsiyye tarikatı şeyhi Abdüsselâm el-Esmer el-Feytûrî hakkındadır.

9. Türk Rûhu Nasıl Yapılıyor? (İstanbul 1329, Özdemir takma adıyla). Türkler’in özelliklerini ve tarihteki yerlerini ele alan bir kitaptır.

10. Hangi Meslek-i Felsefîyi Kabul Etmeliyiz?: Dârülfünun Efendilerine Tahrîrî Konferans (İstanbul 1329). Üniversiteli Gençlerle Bir Konuşma adıyla yeniden yayımlanmıştır (İstanbul 1963).

11. Beşeriyetin Fahr-i Ebedîsi Nebîmizi Bilelim (İstanbul 1331). Hocaoğlu İ. Hakkı tarafından aynı adla neşredilmiştir (İstanbul 1980).

12. Huzûr-ı Akl ü Fende Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti (İstanbul 1332). Celâl Nuri’nin Târîh-i İstikbâl adlı eserinin ilk cildinin tenkidi olup İlim Karşısında Maddecilik adıyla Sadık Albayrak tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır (İstanbul 1975).

13. Muhalefetin İflâsı (İstanbul 1331). Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na yönelik eleştirileri içermekte olup aynı adla Ahmet Eryüksel tarafından neşredilmiştir (İstanbul 1991).

14. Üss-i İslâm: Hakāik-i İslâmiyye’ye Müstenid Yeni İlm-i Akāid (İstanbul 1332). Temel itikadî esasları sade bir dille anlatan bu risâleyi Ahmet Özalp İslâm İnancının Temel İlkeleri (İstanbul 1987), A. Bülent Baloğlu ve Halife Keskin İslâm’ın Esası (Ankara 1997) adıyla yayımlamışlardır.

B) Edebî Eserler. 1. Vay Kız Bekçiyi Seviyor (İstanbul 1326). Kalender Gedâ takma adıyla yazılmış bir tiyatro eseridir.

2. İstibdâdın Vahşetleri yahut Bir Fedâinin Ölümü (Oyun, İstanbul 1326).

3. A‘mâk-ı Hayâl. İç huzurunu arayan bir gencin mânevî seyahatini ve tasavvufî macerasını anlatan felsefî bir roman olup büyük ilgi görmüş ve defalarca basılmış (İstanbul 1326, 1341, 1958, 1998), Refik Algan tarafından Awakend Dreams: Raji’s Journey with the Mirror Dede adıyla İngilizce’ye çevrilmiştir (Putney 1993).

4. Öksüz Turgut (İstanbul 1326). Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemini anlatan bir romandır. Yiğit Osmanlı Akıncısı Öksüz Turgut (İstanbul 1972) ve Öksüz Turgut (İstanbul 1977) adıyla da yayımlanmıştır.

5. Şiirler. Müellifin “Özdemir” mahlasıyla yazdığı şiirleri Fevziye A. Tansel derlemiştir.

Şehbenderzâde hakkında yapılan çalışmalarda onun neşredilmemiş birçok eserinin bulunduğu kaydedilir. Sadık Albayrak, yayıma hazırladığı Huzûr-ı Akl ü Fende Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti’nin başında dergi ve gazetelerde çıkan makalelerinin listesini vermiş, bir kısmının muhtevasını özetlemiştir. M. Zeki Ekici yaptığı doktora çalışmasında müellifin eserlerini ele alıp tanıtmış (bk. bibl.), Ahmet Koçak, Hikmet dergisinde çıkan yazılarını

bir araya getirerek Hikmet Yazıları adıyla yayımlamıştır (İstanbul 2005).


(..... ) gördüğünüz resim Titanik mi? Hayır değil, onun adı “Karadeniz” vapuru. Bizzat Mustafa Kemal'in projesiydi, yüzen fuar'dı, dünyada ilkti. 1924 de satın alındı. 130 metre boyunda, 16 metre genişliğindeydi. Aslında siyahtı, Haliç'e çekildi, bembeyaz boyandı kuğu gibi oldu. 1926 Cumhuriyetin ilanından sadece 3 yıl sonra hazırdı.


Mustafa Kemal Mudanya'dan bindi son denetlemeyi bizzat yaptı. İçinde Türk Malı ürünlerden oluşan bir sergiydi. İçinde üzüm, incir, Hereke halıları, Kütahya çinileri, lokum, Edirne sabunu, nakışlar, bakır tepsiler, tütün, yün, deri, koza, fındık tamamı Türk Malı ürünlerden oluşan sergiydi. Sergi salonları Sanayi Nefise Mektebi öğrencilerinin yaptığı heykel, resim ve biblolarla süslenmişti. İbrahim Çallı gibi ressamlarımızın tabloları asılıydı.


“Dünyanın bize gelmesini beklemeyelim, biz dünyaya gidelim” vizyonuydu; genç Türkiye'nin uluslararası halkla ilişkiler gemisiydi. 180 yolcusu 105 mürettebatı vardı, yolcuları Türkiye'nin aydınlarıydı.


Milletvekilleri, gazeteciler, heykeltraşlar, ses sanatçıları, tiyatro sanatçıları, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, İstiklal Marşı'nın bestecisi Zeki Üngör’ün yönetiminde 47 sanatçısıyla gemideydi. Her gidilen limanında o ülkenin milli marşı çalınıyor, konserler veriliyordu.  

Kaptanlığını Atlantik'i geçen ilk yolcu gemimiz Gülcemal'in efsane kaptanı Lütfü bey yapıyordu. Liman İşletmeleri Genel Müdürü Rauf Manyas da sergilerin müdürüydü. 7 lisan bilen Semiha Hanım protokol müdürüydü, dekorasyonu mimar Naci bey tarafından yapılmıştı. Bu kadroyu Mustafa Kemal seçmişti.


İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça broşürler basıldı. Ürünlerin üzerinde 4 lisanda etiketler yapıştırılmıştı. Yabancı tüccarların Türkiye'den ithal bağlantısı kurabilmesi için standar vardı. İş Bankası şubesi bile vardı. Her standın başında iki üç dil bilen öğrenciler vardı.


12 ülkede, 16 şehri ziyaret etti.

Barcelona İspanya,  Le Havre Fransa, Londra İngiltere, Amsterdam Hollanda, Hamburg Almanya, Stockholm İsveç, Helsinki Finlandiya, Leningrad Rusya, Gdansk Polonya, Kopenhag Danimarka, Anvers Belçika, Marsilya Fransa, Cenova İtalya, Napoli İtalya, limanlarına uğradı.


İngiliz, Fransız ve Alman gazeteleri “Kemal Paşa'nın kısa saçlı kızları” manşetleri atmıştı, mürettebatın yarısından fazlası kolejlerden seçilen İngilizce, Fransızca konuşan kızlarımızdı. Rengarenk elbiseler giymişlerdi, Avrupa kültürüne hakimdiler. Fesli insanların ülkesi imajını bir anda yıkmışlardı. Avrupa hayretler içinde Türkiye'nin çağdaş yüzü ile tanışıyordu. 


Limanlarda verilen konserlerde adeta izdiham yaşanıyordu 10.000 civarında insan izlemişti. Karadeniz Vapuru'nun pürüzsüz İngilizce konuşan Bediha Celal'in rehberliğinde gezen Amsterdam Belediye Başkanı “böyle bir Türk kadını ile karşılaşacağımı düşünemezdim” diyordu.


Erkek mürettebatımız, lacivert ceket, lacivert pantolon, tiril tiril beyaz gömlekler giyiyordu. Zarif boyun bağları takıyorlardı. Doğudan gelen bir vapurun "Orient esintisi" getireceğini düşünenler fena halde yanılıyordu. 

Güler yüzlü modern Türklerle karşılaşmışlardı.


Mustafa Kemal zekâsının yansımasıydı. Türkiye'nin sosyoekonomik tanıtımını yapan, bu yüzden fuar İzmir Enternasyonal Fuarı'nın işaret fişeğiydi. Ekonomi o yıllarda ve o şartlarda böyle yapıldı.

(Alıntı: TC Yıldan Sert&Miray Kara)

23 yorum:

  1. Mustafa Kemal Atatürk hakkında bir ömür boyu kitap okumama rağmen, özellikle onunla aynı dönem yerli ve yabancı şahsiyetlerin hatıralarını okuyarak Cumhuriyetimizin kurucusu hakkındaki kanaatlerini güncellemek ve tarihi süreci daha iyi anlamak keyif verici....İlker Başbug'un kitap önsözünde de vurguladığı üzere "Mustafa Kemal 'i dar kalıplara, slogonlara sıkıştırmak ve onun düşüncelerinden doğmadan çıkarmaya çalışmak ".... yerine ömrünün önemli bir kısmını askerleriyle irlikte arazide

    YanıtlaSil
  2. birlikleri ile birlikte omuz omuza geçiren bu komutanın yaptıkları ve yapamadıklarından dersler çıkarmak, gerek geçmişte ve içinde bulunulan süreçte yaşandığı üzere kişileri ilahlaştırmak gafletine düşmeden , tarihin acılarla dolu yanlarinin tekerrür etmemesi için gele ege ışık tutmak hedeflemesi....

    YanıtlaSil
  3. İşte bu kitabin ilerleyen sayfalarında da anlıyoruz ki, Mustafa Kemal yoğun ortamlarda bile yanında kitaplar taşıyor okuyor ve gelecek için notlar alıyor....

    YanıtlaSil
  4. Sadece görev yaptığı coğrafyalarda alt alta sıralanmasi bile aziz milleti ve vatanı için yaptıklarının anlaşılmasına yardim edebilir

    YanıtlaSil
  5. Ölümünden sonraki dönemden itibaren yapılan olumsuz eleştirilerin büyük bir bölümü cımbızla seçilir gibi kusur arayanların tek yanlı yaklaşımlarının ifadesi olarak kayda geciyor

    YanıtlaSil
  6. Bunun yanında, tarihi gerçekleri anlamaya calısirken; o dönemin şartları ve zamanın ruhunu da dikkate almak gerekiyor ....
    Mustafa Kemal Atatürk'ü yaşadığı dönem Emperyalist Batı'nın "Hasta Adam' adını koyduğu ama açıkça telaffuz etmedikleri yeni bir Haçlı Seferi'nin kurgulandığini da unutmamak gerekiyor.

    YanıtlaSil
  7. Zaten, Mehmet Akif Ersoy 'a da şiirlerini ama özellikle de İstiklal Marşımızı ya,diren zamanın o ruhu değil mi?

    YanıtlaSil
  8. Sadece Viyana kapıları dan Anadolu'daki kadar çekilen bir imparatorluk meselesi değil aynı zamanda; Konstantinopis'in İstanbul olmasını hazmedemeyen Batının (günümüzde de devam eden) rövanş alma kararlılığını da aklımızda tutmak gerekiyor

    YanıtlaSil
  9. Mustafa Kemal'in Çanakkale muharebesi ve sonraki dönemde muharebe alanlarında bile kitap okuması ilgi çekici.... Bu arada;Alphonse Daudet'in romanının kısa bir özetini yazdığı not defterine " şimdiye jadarlüzumundan fazla sevdim, artık sevilek istiyorum" cümlesini not etmesi benim için de ilginç bir bilgi (sf.95)

    YanıtlaSil
  10. Mustafa Kemal'in 30 Haziran- 28 Temmuz 1918 tarihleri arasında rahatsızlığı nedeniyle önce Viyana sonra Karlsbad'da geçen günleri de ilgi çekici.... o zamanın tedavisinin yurt dışına gitmeyi gerektirmesi ülkenin durumunu da anlamda yardım ediyor.... Karlsbad'daki Doktor Vermer'in sorusu üzerine 36-37 yaşında general olunması cevabını hayretle karşılayan doktora hak vermemek mümkün değil.... aynı zamanda Balkan bozgunu öncesi de başlayan alaylı- mektepli komutanlar meselesi ve İT iktidarı ile komuta kademesi deki tasviyeler ve yeni nesil komuta heyeti Enver Paşa'nın damat olmanın kazandırdığı hız ile Harbiye Nazırlığına çıkan basamaklarda hızla yükselmesinin zamanın ruhuna işaret ettiğini de unutmamak gerekiyor..

    YanıtlaSil
  11. Yeni nesil genç komutanların orduya kazandırdığı dinamizm ve gözüpeklik karşısında duyguların yönlendirdiği hesapsız kararlar ve büyük savaşa girilmesi , Sarıkamış başta olmak üzere kaybeden muharebeler, kaybedilen topraklar, sonuçta ders alınacak tablolar çekinmeden yeni nesil siyasilere, askerlere sebep-sinuc sorgulamalar ile ögretilmeli....

    YanıtlaSil
  12. Mustafa Kemal 'in Sutiye Cephesindeki 7. Ordu komutanı olarak grev alması ve istifasından sonra ( Vahdettln'in padişah olmasını takip eden gunlerde) Mustafa Kemal'i kendi ifadesiyle, "adeta Enver Paşa'nın kendisi den intikam alması" anlamında aynı 7.Ordu'ya tekrar komutan olarak görevlendirilmesi.. Bu arada Mondros Müterakesi'nin imzalanması.... ardından 3 Kasım 1918 tarihli Yıldırım Ordular Grup Komutanı olarak verdiği ilk emrinin 8cinde dikkat çeken aşağıdaki detay üzerinde durmaya deger:

    YanıtlaSil
  13. (sf.182) " İskenderun, Antakya, Cebel-i Serkan, Katma, Kilis havalısın ve Halep halkının dörtte üçünün Arapça konuşan Türk olduğu her vesileyle hatırda tutulmalı ve her davada bu esas alınmalıdır.
    Suriye sınırı, Suriye vilayetinin kuzey sınırı sayılmalıdır. Bu sinir Lazkiye kuzeyinden Hanşeyhun güneyinden geçerek doğuya kadar uzanır.

    YanıtlaSil
  14. Çocukluğumdan itibaren konu anlamında Atatürk ve Osmanlı in son dönemi dahil Cumhuriyet ilanına kadar olan tarih hakkında çok sayıda kitap okudum. Bu kitabı Ayşe teyzenin tavsiyesi üzerine ( aynı zamanda teyzemiz olan saygi-sevgim gereği) satın almaya karar verdiğimde; neredeyse uzmanı olacak jandarma iyi bildiğim bir konuyu tekrar etmek sıkıcı olabilir mi sorusunu da, düşündüğümü itiraf etmek istiyorum....

    YanıtlaSil
  15. Kitabı bitirdikten sonra; bu sefer de yanıldığımı itiraf ediyorum.... şöyle ki, daha o ce gerek Mustafa Kemal Atatürk özelinde, gerekse yukarıda vurgulamak çalıştığım tarihi süreç hakkında çok detaylara inen ayrı ayrı kaynaklarda geçen konuları, diğer bir ifade ile Mustafa Kemal 'in Atatürk oluşuna kadar gecen süreci daha önce okumadığım başka kaynaklardan yapılan alıntılar da dahil tek bir kitapta özetleyen bir çalışma olarak değerlendiriyorum.....

    YanıtlaSil
  16. Yine bir başka ifade ile; bu kitap ile Mustafa Kemal Atatürk ve onun da içinde yer aldığı Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyetine geçişi kapsayan hafizamdaki büyük resmi oluşturan yap-bozun eksik parçalarının giderek tamamladığını görmekten memnunum.... Bu nedenle kitaba emek verenlere ve kitabı okumsm konusunda tavsiyede bulunan Ayşe teyzenin teşekkürü borç biliyorum.

    YanıtlaSil
  17. ‘; lütfen dikkatle okuyunuz;;:
    İzmir doğumluydu Latife.

    ABD'nin ve İngiltere'nin tütün ve pamuk borsalarında söz sahibi olan, şehrin en zengin tüccarı Muammer beyin kızıydı.

    İlkokul eğitimini eve getirilen İngiliz ve Alman öğretmenlerle tamamlamış, sonrasında İstanbul'da Arnavutköy Amerikan Koleji'nde okumuştu, İngiltere'de Tudor Hall School'da lisanını ilerletmişti.

    Halide Edip Adıvar'ın öğrencisiydi, Tevfik Fikret'ten Halit Ziya Uşaklıgil'den ders almıştı.

    Anadili seviyesinde İngilizce, ileri düzeyde Almanca, Fransızca, Farsça konuşuyordu, Rumca ve İtalyanca biliyordu.

    Piyano çalıyordu.

    Mükemmel biniciydi, atın eyerine süvari gibi otururdu.

    Sorbonne Üniversitesi'nde siyaset ve hukuk okudu.

    29 Ocak 1923'te evlendiler.

    Koyu gri sade bir elbise giymişti, Paris'ten almıştı.

    Saçına beyaz ipek başörtüsü atmıştı.

    Aslında elbette bembeyaz bir gelinlik giymek istiyordu ama, kayınvalidesi Zübeyde Hanım yeni vefat etmişti, onun matemi vardı, hayatının bu en mutlu gününde fedakarlıkta bulunmak, vakarlı olmak zorundaydı, bu olgunlukta bir kızdı.

    Mustafa Kemal üç parçalı lacivert takım elbise giymişti, kırmızı kravat tercih etmişti, ceketinin üst cebinde beyaz keten mendil vardı, astragan kalpak takmıştı.

    Mustafa Kemal, kibrit kutusu büyüklüğünde altın muhafaza içinde elyazması Kuran-ı Kerim ve akik taşlı broş hediye etti eşine… Latife ise, gümüş sigara tabakasıyla bir kravat iğnesi verdi.

    Nikahtan sonra 50 kadar davetliye çay partisi düzenlediler.

    Şekerleme ikram edildi, fakirlere yemek dağıtıldı.

    Mustafa Kemal'in tabiriyle “dişi yaveri”ydi.

    Çok erken kalkıyor, yabancı gazeteleri okuyup notlar alıyor, sabah kahvesiyle birlikte Mustafa Kemal'e sunum yapıyordu.

    Yurt gezilerine eşlik ediyor, bağnazlığa karşı Anadolu kadınını yüreklendiriyor, yabancı diplomatlara ayrılan locadan TBMM oturumlarını izliyor, bazı keyifli akşamlar Mustafa Kemal'in sevdiği şarkıları piyanosuyla çalıyordu.

    “Kemal” diye hitap ediyordu.

    Eşinin bulunmadığı ortamlarda üçüncü kişilerle sohbet ederken de asla “Gazi” veya “Cumhurreisi” diye bahsetmezdi. “Kemal şu kararı verdi, Kemal şuraya gitti” gibi, hep “Kemal” derdi.

    Sadece “eş” durumunda değil, daima “eşit” durumundaydı.

    “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal'in, “bağımsız karakterli aşkı”ydı.

    Türkiye'de kadınların henüz seçme ve seçilme hakkı yokken, kendisine oy verilen tarihteki ilk kadındı…

    Haziran 1923'te yapılan Türkiye'nin ilk genel seçiminde, aday olmadığı halde, hukuken aday olma imkanı bulunmadığı halde, İzmir'de ve Konya'da Latife'ye oy çıktı.

    Gazeteler aracılığıyla teşekkür telgrafı yayınladı.

    “Bana mebus seçiminde oy verilmiş olmasını, şahsım adına değil, Türk kadınına yönelik bir takdir olması nedeniyle heyecanla karşılıyorum, şükranlarımı arz ederim” dedi.

    Kadın haklarının işaret fişeğiydi.

    Olağanüstü zengindi.

    Ne Mustafa Kemal'in bütçesinden tek kuruş kullandı, ne devletin bütçesinden, harcamalarının tamamını kendisi yapıyordu.

    Babasından intikal eden servet değerinde mücevherlere sahipti, İstanbul'da İzmir'de köşkleri apartmanları işhanları arsaları vardı.

    Kendisini büyüten dadısıyla, aşçısını Ankara'ya getirmişti.

    İzmir'den taşıttığı eşyalarla Çankaya'yı kendi zevkine göre yeniden döşedi, yatak odası takımı mesela XV. Louis tarzındaydı, sanatsal eser niteliğindeydi, misafir salonundaki koltukları kaldırtmış, Fransa'dan getirttiği mavi koltuklarla değiştirmişti.

    YanıtlaSil
  18. Fransa'dan getirttiği mavi koltuklarla değiştirmişti.

    Cumartesi günleri öğleden sonra paşa eşlerini, milletvekili eşlerini, gazeteci eşlerini ağırlıyordu. Pastalı kurabiyeli açıkbüfe sofralar hazırlıyordu. Çay ayakta servis ediliyordu. Ankara'nın o güne kadar görmediği duymadığı şeylerdi. Çeyiz sandığından çıkardığı kristal bardaklar, gümüş çatal bıçak takımları, işlemeli örtüler büyüleyiciydi.

    Paris'ten Milano'dan giyinirdi.

    Misafir hanımlar, Latife'nin elbiselerinden, ayakkabılarından ve özellikle de babası Muammer beyin armağanı olan dört karatlık tek taş yüzüğünden gözlerini alamazlardı.

    Zerafeti ve evsahipliği mükemmeldi.

    Ömrü boyunca asla eve kapanmadı.

    Gezmekten, seyahatten hiç vazgeçmedi.

    Tanınmasın, rahatsız edilmesin diye, Atatürk'ün isteğiyle “Fatma Sadık” adıyla pasaport düzenlenmişti, yurtdışına giderken “Latife” kimliğini değil, “Fatma Sadık” kimliğini kullanıyordu.

    Konser, tiyatro kaçırmazdı.

    Kenter Tiyatrosu'ndan sezonluk koltuk alırdı.

    Beyoğlu'na sinemaya giderdi.

    Yemesine içmesine dikkat ederdi, hiçbir yaşında kilo almadı.

    Saçını boyamadı, bembeyaz saçları gür ve ışıl ışıldı.

    Topuz yapardı, daima fildişi tarağıyla tuttururdu.

    Müthiş kütüphanesi vardı.

    Shakespeare, Goethe, Schiller, Corneille, orijinalinden okurdu.

    Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, ezbere bilirdi.

    50 yaşından sonra Rusça öğrendi, Puşkin hayranıydı.

    Emektar Rum kadın hizmetlisi vardı.

    İrfan hanım adında aşçısı vardı.

    Şoför kullanmazdı, taksiyle dolaşırdı.

    Göğüs kanseri oldu.

    1975 yılında 76 yaşındayken gözlerini yumdu.

    Devlet töreni yapılmadı.

    Tabutuna Türk Bayrağı örtüldü.

    Cenaze namazı Teşvikiye Camisi'nde kılındı, Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verildi.

    Ziraat Bankası'nda ve Osmanlı Bankası'nda iki kasası vardı.

    Bu kasalar, vefatından dört sene sonra açıldı.

    Cumhuriyet tarihine ait belgeler mirasçıları tarafından Türk Tarih Kurumu'na verildi.

    Özel eşyaları tasnif edilirken nikah yüzüğü çıktı.

    Platindi.

    İçinde “Latife 1339” yazıyordu.

    Yüzüğü pembe bir kağıtla paketleyip, mücevher kutusuna koymuş, kutuyu da tülbentle sarmıştı.



    Atatürk vefat ettiğinde de, özel eşyaları arasında incecik platin bir yüzük bulundu, şu anda Anıtkabir müzesinde yeralan o yüzüğün içinde “Gazi M. Kemal 1339” yazıyordu.

    Ayrılırken yüzüklerini birbirlerine iade etmişlerdi.



    Her ikisinin de ömürlerinin sonuna kadar sakladıkları nikah yüzükleri, İsmet İnönü'nün hediyesiydi.

    Lozan'dan getirmişti.



    Çünkü…



    Mustafa Kemal evlilik kararını kalbiyle vermişti ama, evlilik tarihini aklıyla belirlemişti.

    Bir ay önce dünyayla masaya oturmuştuk, Lozan görüşmeleri başlamıştı, Lozan Antlaşması imzalanana kadar, tarihi satranç hamleleri altı yedi ay devam edecekti.

    Latife'nin Batılı kadınlardan çok daha ileri seviyede eğitime sahip olması, müslüman Türk kadınları için “rol model” olması, Avrupa basınında çoook geniş yer buluyordu, müthiş sempati yaratıyordu.

    Türkiye'deki dönüşümün vücut bulmuş haliydi.

    Modern Türkiye'nin modern yüzüydü.

    Ankara'ya yönelik algıyı değiştirmişti.

    Hem uluslararası imajımızı güçlendirmiş, hem de Lozan'daki Türk heyetinin elini güçlendirmişti.

    Nikah tarihi bu anlamda çok çok önemliydi.



    Bana sorarsanız, Lozan Antlaşması'nın yazılmayan yönüdür bu.



    Lozan Antlaşması, sadece Kurtuluş Savaşı'nın neticesi değildir.

    Aynı zamanda, kadın-erkek eşitliğinin zaferidir.



    Lozan Antlaşması, sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusu değildir.

    Kadınların eşit eğitim hakkıdır, medeni nikah hakkıdır, boşanma hakkıdır, velayet hakkıdır, miras hakkıdır, seçme hakkıdır, seçilme hakkıdır, meslek edinme hakkıdır, çalışma hayatına katılabilme özgürlüğüdür, eşit işe eşit ücret hakkıdır, kürtaj hakkıdır, gebeliği önleme hakkıdır, kızlık soyadını kullanma hakkıdır.

    Lozan Antlaşması, kadınların kafesten peçeden kurtulmasının antlaşmasıdır, kadınların sokağa çıkabilme özgürlüğüdür, seyahat özgürlüğüdür, yanında erkek olmadan restorana, sinemaya, tiyatroya, konsere gidebilme özgürlüğüdür, sanatçı olabilme özgürlüğüdür, spor yapabilme özgürlüğüdür.

    YanıtlaSil
  19. spor yapabilme özgürlüğüdür.

    Lozan Antlaşması, kadınların artık bu topraklarda “ikinci sınıf insan olmadığının” belgesidir.



    Bu yüzden… Neredeyse 100 yıl sonra, 2015 yılında, Avrupa'nın en köklü üniversitelerinden olan Viyana Üniversitesi “cinsiyet eşitliği” temasıyla küresel sergi açtı.

    Dünya çapında değerlendirme yapıldı, dünya kadınlarına tarih boyunca “rol model” olmuş 36 kadın tespit edildi.

    Büstleri üniversitenin avlusuna yerleştirildi.

    Dünya çapındaki 36 öncü kadından biri, Latife'ydi.

    Mecdelli Meryem, Marie Curie, Mileva Einstein, Frida Kahlo, Elisabeth Oppenheim, Sylvia Plath, Virginia Woolf, Josephine Baker, Maria Callas, Sara Baartman, Ana Mendieta, Hapşetsut, Janis Joplin, Sappho, Maria Montessori, Papstin Johanna, Gertrude Stein, Susan Sontag…

    Latife onların arasındaydı.

    Dünyanın saygı duyduğu “rol model”di.



    Lozan Antlaşması budur.

    YanıtlaSil
  20. Aklıma gelen bir şeyleri anlatmak istiyorum. Sonu yine İlber Ortaylı’ya getireceğim.
    İlker Başbuğ ile, önce J.Asyş K.lığı K.Yrd. iken uzaktan da olsa çalışmıştık. O Diyarbakır'da bizde Siirt, Seslice’de…
    Sizin Kaval Dağı’na bizim de Herekol’a çıktığımız operasyonda; İğneli J. Karakolu’na geldi. Rahmetli Keçi ....., daha ilk günlerde, G2 Bnb. .... ...’ü kovmuştu.
    Operasyonun sonlarına doğru İlker Başbuğ geldi.
    “G2 gelsin terörist durumunu anlatsın…” dedi.
    Çıktım, mevcut duruma göre temas yok. Başlangıç durumunda şu kadar şurada bu kadar şu şu yerlerde anlatmaya başladım. Sözümü kesti. “Kardeşim teröristler nerede? “ horozlandıkça ben de geveleyip, lafı “değerlendirimektedir” diye bitiriyordum. Elinden zor kurtuldum.
    Bu sefer “G3 çıksın dedi. Henüz yerimden ayrılmamıştım. Bu sefer kendimi g3 olarak takrar tanıttım.
    Başbuğ, ağzını burnunu oynatmaya başladı, Keçi ..... hiç tırsmadan birşeyler söyledi .
    Başbuğ, fazlaca bir şey söylemeden ayrılmıştı.
    O günden beri Başbuğ’a karşı sempatim yoktu.
    K.K.K. iken de zaten sevimsizdi. Bazı g başkanlarını da kovaladığını biliyorum. Uzun lafı hiç sevmez. Bizim yanımızda Atilla Işık’ı resmen hakaretimsi bir tarzla yüksek sesle azarlamıştı. Nefesimiz kesilmişti.

    YanıtlaSil
  21. Ama geçen yaz, bir kitabı çıkmıştı ve hemen almıştım. Okuyunca aynı Yılmaz Özdil’in kitabında olduğu gibi Atatürk’ü yeniden öğrendim. Kitabın önsözünde Y. A. ve A: Y.’un destek verdiğini de yazıyor.
    İşte çok beğendiğim ve yararlandığım bu kitabın baş sayfalarında İlker Başbuğ (sf.8) ;

    “Bu durumda Mustafa Kemal’i dar kalıplara, sloganlara sıkıştırmak, ve onun düşüncelerinden dogmalar çıkarmaya çalışmak; onu hiç anlayamamış olmanın yanında, belki de ona yapılabilecek en büyük kötülüktür.

    Kitabını çok değerli buluyor ve şimdi biraz daha sempati ile anıyorum komutanımızı.

    YanıtlaSil
  22. Alıntı : SAKARYA melhame-i Kübra savaşı
    23ağs-13 eyl gününe kadar 22gün 22gece aralıksız devam eden Mustafa Kemal Paşa'nın ifadesiyle "Subay muharebesi ve Sakarya melhame-i Kübrası"yani kan gölü, kan deryası "demiştir.
    Atatürk büyük zaferi anlatıyor:
    12Ağustos 1921 günü Gnlkrmbşk.Fevzi Paşa Hz.leriyle birlikte Polatlı'ya cephe kh.gittim.Düşman ordusunun 23ağs1921de cephemize taarruzu başladı. Birçok kanlı safhalar oldu.Savunma hattımızın bazı yerlerde mukavemeti kırıldı. Meydan muharebesi yüz km.lik cephede oluşuyordu.
    Sol kanadımız Ankara'nın 50km.güneyine kadar çekilmişti. Ordunun yönü batıya iken güneye döndü.Arkası Ankara'ya iken kuzeye çevrildi cephenin yönü değiştirilmiş oldu.
    Memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnenerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Dedim ki;"savunma hattı yoktur savunma sathı vardır".O satıh bütün vatandır.(Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır.O satıh bütün vatandır.)Vatanın her toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkca asla terkolunamaz.Onun için küçük büyük her birlik ilk bulunduğu mevziden atılabilir.Fakat küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder,yanında ki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona uymaz.Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya karşı koymaya mecburdur. durabildiği noktada yeniden düşmana karşı cephe alıp derhal mevzilenir savaşı sürdürür.
    İşte ordumuzun her ferdi bu sistem içinde her adımda en büyük fedakarlıklığını göstererek düşmanın taarruza devam güçünü zayıflattı.
    Düşmanın bu zafiyetinden istifadeyle karşı taarruza geçtik yunan ordusu yanıldı ve geri çekilmeye mecbur oldu.
    13Eylül 1921 günü Sakarya ırmağının doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı.
    Türk 'ün zaferi ile sonuçlandı.
    Stratejik savunmadan Stratejik taarruza dönüş oldu.
    Kurtuluş Savaşının önsözü, zaferle sonuçlanacağının en büyük müjdecisi oldu.
    Başta Gazi Meraşal Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının şehit ve gazi olup ahirete intikal eden onurlu ve şerefli kahraman Türk askerlerinin ruhları şad olsun, Allah hepsinden razı olsun, saygı,ve rahmetle minnetle anıyoruz.
    Sakarya Zaferinin 102.yılı kutlu olsun.

    YanıtlaSil