26 Şubat 2023 Pazar

Mengene Göçmenleri*


 

… ..

Bahattin elli yaşındaydı. Sakatlandığından beri askerliği terketmiş, Hacı Yahya Paşa’nın malını mülkünü idare işini üstlenmişti. Kereste fabrikası, şarap bağları ve tütün tarlaları, onun, son on altı senedir haşır neşir olduğu işlerdi. Hepsini özleyecekti. Üzüm bağlarının, taze kopan tütünün taze kerestenin kokusunu özleyecekti. Yanlarında götüremedikleri kızlarını özleyecekti. Özleyecekleri bir yana, şimdiye dek içini hiç böylesine bir endişe sarmamıştı. Ne Ruslar geldiğinde, ne isyancılar ortalığı kana buladığında.

Bahattin, 1876’nın mayısına kadar dinç, yakışıklı bir süvari subayıydı. O zaman, henüz otuz dört  yaşındaydı. O yıl Bulgaristan’da kan gövdeyi götürmüştü. 1860’lıo yıllarda Romanya’da çalışmaya başlayan gizli örgütlerin desteği v e teşviki ile güçlenen isyancılar, bu yıllar zarfında kendilerini Rodop ve Rila dağlarının kuş uçmayan, kervan geçmeyen yüksekliklerinde saklamışlardı. İsyancıların akınlar halinde kopup geldikleri gün, Ayşe, Süleyman'ın doğum sancılarını çekmekteydi. Bahattin ise, isyancılara karşı çarpışan Hacı Yahya Paşa’nın komutasındaki birliğin içindeydi. Balkan Dağları’nın kuzeyindeki çarpışmalar çok şiddetli geçmişti. Bahattin, o günü tüyler, ürpererek hatırlardı. Hâlâ nasıl yaşadığına inanamıyordu.

İsyancıların pes edip dağılmaya başlamalarına az kalmıştı ki, Bahattin’in atı, alnını ikiye ayıran bir kılıç darbesi ile, yere cansız yığılırken kendisi de boynuna dolanan kementle bir isyancının atının ardı sıra sürüklenmeye başlamıştı.  Uzun müddet, boynundaki düğümün sıkışmasını ve kendisini boğmasını önlemek için can havliyle kemente asılıp olağanüstü  bir gayret göstermişti. Taşların, vücudunun muhtelif eklem, kas ve kemiklerindeki kopmaları, kırılmaları ızdırapla hissetmiş ama inadı elinden bırakmamıştı. Ancak, çektiği acı onu bayılma raddesine getirip kendini çaresiz kaldığı ölüme teslim etmek üzereyken , Tanrı’nın bir lütfu olmalı, şansı dönmüştü. Bahattin, topraklara bulanmış,

Yolların Başlangıcı*


 

Göçenler, kalanlar, tartışmalar,aşklar, söylenceler, din değiştirmeler, küskünlükler, bağışlamalar, gerçek insanlar…

Yazar annesinden aldığı , titizlikle saklanmış  aile belgeleriyle dolu bir bavuldan hareketler kendi ailesinin olduğu kadar insanlığın da yakın geçmişine ışık tutuyor. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Atatürk’e ilişkin çok ilgi çekici yorumlar da içeren kitapta iki kahraman öne çıkıyor: Maalouf’un dedesi Butros ve dedesinin kardeşi Cebrail.

İki kardeşin yazışmalarından ortaya çıkarılan olay örgüsü göçebe ruhu, ülküleri, koşulları koşullar karşısındaki farklı insanların tutumlarını küçücük notlardan ya da uzun araştırmalardan aydınlığa kavuşturup Beyrut’tan Küba’ya uzak anakaralara birleştiriyor. … 


Başlangıçlar

Başka biri olsaydı, “Kökler”den söz ederdi… Benim sık kullandığım bir sözcük değil bu. “Kök” sözcüğünü sevmem, imgesinden daha da az hoşlanırım. Kökler toprağa gömülür, çamurun içinde kıvrılıp bükülür, karanlıklarda dal budak salar; daha doğumundan başlayarak ağacı tutsak eder ve gözünü korkutarak beslerler: “Özgür kalırsan ölürsün!”

Ağaçlar boyun eğmek zorundadır; kökleri onlara gereklidir; insanlar değildir oysa. Bir ışığı soluruz, gözümüz göklerdedir ve toprağın altına girdiğimizde, çürüyüp gitmek içindir bu. Doğduğumuz toprağın can suyu, ayaklarımızdan başımıza doğru yükselmez; ayaklar yalnızca yürümeye yarar. Bizim için, yalnızca yollar önemlidir. Bize göz diken, biri isteyen onlardır - yoksulluktan zenginliğe ya da başka bir yoksulluğa, kölelikten özgürlüğe ya da kanlı bir ölüme giderken. Bize sözler verir, bizi taşır, itekler, sonra da terk ederler. Ve o zaman, tıpkı doğduğumuz gibi, kendi seçmediğimiz bir yolun kıyısında ölüp gideriz.

David Copperfield *


 Endüstrinin emekleme çağında, kapitalizmin acımasızlığı altında, günde on altı saate varan çalışma koşullarıyla ezilen işçiler…

Dönemin İngilteresinin, üretim mekanizmasının ve toplumunun Dickens tarafından ustaca çizilen portresi…


Ben Doğdum

Gözlemlerim

Benim İçin Bir Değişiklik

Göden Düşüyorum

Kapı açıldı, ben duyduğum o tatlı özlem içinde, yarı gülerek yarı ağlayarak içeriye, anneme baktım. Gelen o değildi; yabancı bir hizmetçiydi.

Üzgün bir halle “A! Peggotty, annem daha dönmedi mi?” diye sordum.

“Evet, evet, Küçük bey, annen eve döndü. Biraz sabret, Küçük bey, şey… ben, sana bir şey anlatacağım.”

Üzüntüsü, arabadan inmekteki o her zamanki beceriksizliği arasında Peggotty, kendini pek gülünç bir hale getirmişti., ama benim de zihnim öylesine boşalmış, kendimi öyle garip hissediyorum ki, bu arada ona durumu anlatamadım. Arabadan aşağı inince beni elimde tuttu; mutfağa götürdü, kapıyı da kapadı. Adamakıllı korkmuştum.

“Ne var, Peggotty?” dedim.

“Valla bir şey yok Küçük bey.” Peggotty bunu söylerken neşeli bir havaya bür,ünmüştü.

“Mutlaka bir şey oldu, buna eminim. Annem nerede?”

21 Şubat 2023 Salı

A-71 *


 

“Mayday … Mayday … Mayday… el-Ariş Kule, mayday! Burası Metrjet Alpha Tango One. Şarm el-Şeyh-Antalya seferi. Squawk 7700… KUzey istikameti, 9500 feet irtifa… Pistinize…” 

Nöbetçi amiri anonsu duyup yerinden fırladı. Antalya’da, Beydağları Tahtalı sırtlarında gün batmak üzereydi.  Ses cızırtılı gelmişti. Doğru duyduğundan emin oldu. “Hay Allah,” dedi içinden., “başım belaya girecek!” Derhâl gözlerini hava radarına çevirdi. Özellikle bu gece takip etmesi gereken uçağın sinyali işte orada, gidip gidip gelmekteydi. Telsizin düğmesiyle oynadı.  Airbus pilotu büyük ihtimalle Kahire Hava Kontrol ile iletişime geçmek istiyordu. Telsizi kurcaladı, duyduklarını doğrulatmaktı amacı. Nafile!.. Ses tamamen kesilmiş, çağrısın gerisi gelmemişti. Kontrol etti; evet, Airbus A 321. Bir saat on dakika sonra Antalya’ya inişi vardı. Bu gece sırf o uçak için nöbet vardiyasını değiştirmiş, tatilini kesip nöbetçi amiri olarak göreve gelmişti. Telsizi başka frekanslardan dinlemeyi denedi. Bir gözü yine hava radarındaydı. Seyir hâlindeki bütün uçakların sinyallerini izleyebiliyordu ama koca ekranda Airbus’tan yanıp sönen bir iz bile kalmamıştı. Yardımcı operatör derhâl Kahire, Nicosia ve Ercan Hava Kontrolörü’nü aramasını söyledi. Pilotun oralarla iletişime geçme ihtimali yüksektir. Cevap kısa süreden geldi; diğerleri “Olumsuz” Uçağın yolcu listesine yeniden baktı. A-71’den -ki listeye adı Yusuf Nalbant olarak geçmişti- gayrı on altısı çocuk 224 yolcu vardı.1 de mürettebat. Kahire'ye ulaşan çağrının kesinleşen neticesini yeniden kontrol ettirdi. Evet onlar imdat çağrısını doğruluyorlardı ama uçakla irtibatları artık kopmuştu

Nöbetçi amiri kuledeki herkesle birlikte pilotun girdiği kodu yeniden inceledi. İşin içinde bir bit yeniği olabilirdi. Guard kanalı 121,50 frekansını yeniden kontrol ettiler. Ses kaydını cızırtılı hâliyle bir kez daha dinlediler. Doğru duymuşlardı. Kod 7700 idi. Bunun anlamı uçakta acil durum meydana gelmeseydi. Eğer bir kaçırma olsaydı pilot 7500 kodunu girerdi. “Peki ama ne olabilir?” Transponder arızalı değildi. Elektronik panelin uydu bilgileri doğruydu. 3B-1 uydusuna sinyal göndermek geldi

10 Şubat 2023 Cuma

türklerle omuz omuza*

… ..Bu hatırat, Almanya’nın Doğu’daki muhariplerine Anadolu’nun karlı dağlarında, Mezopotamya’nın kor gibi yanan kumlarında ve Filistin’in kana bulanmış muharebe meydanlarında yapılan şiddetli savaşlarda müttefiklerimizle pekiştirdiğimiz silah arkadaşlığını, dilerim bir kere daha hatırlatsın. 

… ..

.. ..Bulgaristan’da, Sofya’daydık. İyi görünümlü askerle ve şık giyimli siviller peronu doldurmuşlardı. … ..

Üçüncü günün sabahında Türk sınırına ulaştık. Sayısız köyün bulunduğu ekili biçili alanlar kaybolmuş, onun yerini güneşten kavrulmuş otların bittiği, yer yer kelleşmiş ıssız bozkırlar almıştı. Demiryolunun hemen kenarında cesur görünümlü, koyu renk gözlü, perişan giyimli, hayduda benzeyen kişiler ortaya çıktı: hattı korumak için bekleyen Osmanlı demiryolu muhafızları. 

… .. 29. Osmanlı Tümeni’nin komutanlığına tayin edilen -sabırsızlıkla beklediğim- sultanın iradesi gelmişti. Tümen, Vehip Paşa’nın komuta ettiği 3. Ordu’nun IX. Kolordu’suna bağlıydı ve Doğu Anadolu yaylasında Erzincan’ın batısında bir yerde siper muharebesi yapıyordu.

… ..


1914’ten 1916 yazına dek Anadolu’daki muharebeler

Başımdan geçenleri anlatmaya devam etmeden önce benim gelişime kadar harp esnasında Anadolu’da olup bitenlerden kısaca bahsedeceğim.

Türkiye, İtilaf Devletleri’nin imparatorluğu bölüşme tehlikesinden kaçınmak için Mihver Devletleri’nin  zafer kazanacağını ümit ederek bizim tarafımıza geçmişti. Buna yaparkenki sebepleri hiçbir şekilde dostluk değildi, varlığını korumak içgüdüsüydü, ama gücünün son kertesine kadar müttefik olarak sorumluluklarını yerine getirdi. Buna rağmen başından beri iki millet arasında samimi bir anlayışa dayanan güven yoktu.

Osmanlı Devleti savaşta taraf olduğun için, bundan böyle kendi topraklarında da şiddetli

Afrikalı Leo*

Ben, Hasan, tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu, ben Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum, ama Afrikalı değilim., Avrupalı da Arabistanlı da değilim. Bana Granadalı, Faslı, Zeyyatlı da derler ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim. Yolların oğluyum ben, ülkem kervan yaşamımsa yolculukların en beklenmedik olanı.

Bileklerim sırasıyla ipeğin okşayışlarını duyumsadı, kaba yünden incindi, prens bileziklerini ve kölelik zincirlerini taşıdı. Parmaklarım bin peçe araladı, gözlerim kentlerin yok oluşunu, imparatorlukların çöküşünü gördü.

Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyancası konuştuğumu duyacaksın; çünkü bütün diller ve bütün dualar benim dillerim, benim dualarım. Fakat be hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrı’ya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine ona döneceğim.

Ve sen oğlum, sen benden sonra yaşayacaksın; beni anılarında yaşatacaksın. Ve kitaplarımı okutacaksın. Ve şu sahneyi yeniden göreceksin. Bir Napolili gibi giyinmiş baban, onu Afrika’ya götürmekte olan geminin güvertesinde, tıpkı uzun bir yolculuğun sonunda hesaplarını tutan bir tüccar gibi, bir şeyler karalamakta.

Fakat benim de yaptığım bir tür hesap değil mi? Ne kazandım, ne yitirdim? Ulu Tanrı’ya ne diyeceğim? Bana, türlü yolculukların beni alıp götürdüğü yerlerde geçirdiğim kırk yıl bağışladı: Zekâm Roma’da gelişti, tutkum Kahire’de  , üzüncüm Fas’ta, çocukluk saflığımsa hâlâ Granada’da yaşıyor.


Granada Kitabı

Selma El-Hürre* Yılı

Hicri 894 (5 Aralık 1488-14 Kasım 1489)


O yıl kutsal Ramazan ayı yaz ortalarına rastlamıştı. Babam akşam olmadan pek sokağa çıkmazdı, çünkü Granada halkı gün içinde çabuk öfkeye kapılıyor, sık sık kavga çıkarıyordu ve iç karartıcı yüz ifadeleri

9 Şubat 2023 Perşembe

Milli Mücadele Hatıraları*

 


Cepheler Yıkılırken

Sultan Mehmet Reşad’ın vefatını ve Veliaht Vahidettin Efendi’nin Mehmet sâdis ünvanıyla Osmanlı tahtına cülûs ettiği haberini Filistin Cephesinde iken haber almıştım. Siyasî hayattan uzak bulunmama rağmen selefine nazaran muhteris bir zat olan yeni padişahın İttihat ve Terakki Fırkası ile bağdaşmayacağını herkes gibi ben de biliyordum. Sultan Vahidetttin’in İttihatçıların tesir ve nüfuzundan kurtulmak maksadıyla ve mümkünse yapacağı mevkiini kuvvetlendirmek için itimat ettiği kimseleri veyahut kendi adamlarını iş başına getireceği belli idi. Hürriyet ve İtilâf Fırkası  tabiatıyla faal bir rol oynayacaktı. Bununla beraber harbin  en buhranlı bir devresinde İttihatçılara ve onu temsil eden hükûmete karşı hemen cephe alması beklenmezdi. Talât Paşa Kabinesinin sükûtunu gün meselesi addetmek de doğru değildi. Yalnız Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın elinde toplanmış olan geniş selâhiyetlerin alınacağını tabiî görüyordum.

Cülûstan kısa bir müddet sonra Talât Paşa, uhdesinde bulundurduğu Dahiliye Nezaretini İsmail Canbulat Bey’e devretmişti. Canbulat Bey benim de arkadaşımdı.


Almanya’nın durumu

Saltanat tebeddülünün harbin inkişafı üzerine müsbet bir tesiri olabilecek mi idi? Sultan Vahidettin ‘den medet uman bazı safdiller, boş yere hayale kapılmışlardı. Fakat ahvale vâkıf olanlar bunun imkânsızlığını biliyorlardı.

Avrupa merkezî devletler blokunun liderliğini üzerine alan Almanya, bence son kozunu oynamış sayılırdı. Garp cephesinde 15 Temmuzda büyük taarruzu muvaffakiyetle karşıladıktan sonra mukabil taarruza geçen General Foş kumandasındaki İngiliz, Fransız ve Amerikan orduları 4 Ağustos zaferini kazanmışlardı. Alman askerî kudreti artık bu mağlubiyeti telâfi edecek bir durumda değildi.

4 Şubat 2023 Cumartesi

Çivisi Çıkmış Dünya*

“Bu kitabı yazmamdaki amaç, … .. geç kalındığını, ama çok geç kalınmadığını söylemek. Çöküşü ve gerilemeyi önlemek amacıyla bütün gücümüzle harekete geçmemenin bir intihar, bir suç olduğunu söylemek… .. Düşünce ve davranış alışkanlıklarımızı kökünden değiştirme, hayali gerçekliklerimizi kökünden değiştirme ve öncelikler ölçeğimizi yeniden oluşturma cesaretinin gösterilmesi gereğimi dile getirmek.”

… ..

Çivisi Çıkmış Dünya bir yandan küresel ısınma, iklim değişiklikleri ve doğal felaketler, bir yanda yanlış ve çıkarcı politikaların doğurduğu ekonomik ve siyasal krizlerle mücadele eden insanlık içinbir yol haritası; içinde yaşadığımız horgörü çağında, her şeye rağmen birbirimize saygı duymayı ve birlikte yaşamayı başarmak isteyenler için bir pusula.


            Aldatıcı Zaferler

Pusulasız bir halde girdik yeni yüzyıla.

Daha ilk aylardan başlayarak, dünyanın hepten çivisinin çıktığını düşündüren kaygı verici olaylar meydana geliyor; üstelik bunlar birçok alanda birden gerçekleşiyor -entelektüel dünyanın, finans dünyasının, iklimin, jeopolitiğin,etiğin çivisi çıkmış durumda.

Şurası da bir gerçek ki arada sırada umulmadık, yararlı dönüşümler e de tanık olunuyor; o zaman da çamaza sürüklendiklerini fark eden insanların, öyle ya da böyle, sanki bir mucize eseriyle bu açmazdan çıkmanın yollarını bulacağına inanmaya başlanıyor. Ama bunun hemen sonrasında bambaşka, daha karanlık, daha sıradan insani itkileri açığa vuran başka kargaşalar açığa çıkıyor ve türümüzün manevi yetersizliğinin eşiğine varıp varmadığı sorgulanıyor yine; tabii eğer hâlâ ilerlemeyi sürdürüyorsa; ya da birbiri ardına sıralanan onca kuşağın kurmaya çabaladığı şeyi yeniden tartışma konusu edebilecek şekilde gerilemeye başlamadıysa.

Buda söz konusu olan ne bir bin yıldan diğerine geçerken hissedilen akıldışı sıkıntılar, ne de değişimden ödü patlayanların ya da değişim hızından korkanların ezelden beri ortaya attıkları,

1 Şubat 2023 Çarşamba

Sultan ve Kraliçe*

Katolik güçlerin I. Elizabeth’e karşı düzenlediği komploları ve suikastları, 1570 yılında Papa’nın onu aforoz etmesi izledi. Ülke içinde ve dışında katolik kuşatması altında kalan Elizabeth “düşmanımın düşmanı dostumdur” düsturuyla hareket ederek, İspanya’nın başını çektiği Katolik devletlerle çatışma hâlinde olan Müslüman devletlerle modern çağa kadar eşi benzeri görülmeyecek siyasi, ekonomik, askeri ve ticari ilişkiler ve ittifaklar kurdu.


İngiltere bu süreçte Babıâli’yle anlaşmalar imzaladı. Kraliçe, Sultan’ın kendisine eşitiymiş gibi muamele etmemesine aldırmadan Sultan’la ve Sultan’ın eşi Haseki Safiye Sultan’la mektuplaştı. Sultan’a zamanı için teknoloji harikası bir kurmalı saat-org hediye etti. Hatta Katolik Hıristiyanlara karşın kullanmaları için Müslüman devletlere mühimmat desteği sağladı.


Bu yeni ilişkiler ve ittifaklar İngiliz toplumunda Müslümanlara dair farkındalığı artırdı ve bu farkındalık, oldukça karışık ve kafa karıştırıcı bir şekilde de olsa da, başta Shakespeare'in Othello ve Venedik Taciri eserleri olmak zere, o dönem üretilen çok sayıda kültürel ürüne yansıdı.


… ..

… .. Elizabeth’in tahta çıktığı 1558 yılı (bu yıl aynı zamanda Faslı elçinin doğduğu yıldır … ..

Elizabeth her yıl 17 Kasım’da Windsor’daki yazlık ikametgâhından, Richmond’dan ya da Hampton Sarayı’ndan gelip özenle tertiplenmiş bir törenle Londra’ya girerdi. … ..

… .. Elizabeth yaşlanıyordu. Evlenmeyi ya da bir erkek veliaht belirlemeyi reddetmesi krallığı gerçekleşmesi an meselesi bir siyasi halef kriziyle karşı karşıya bırakıyordu. Daha da kötüsü , tahtına talip güçlü ve enerjik bir genç adamın siyasi meydan okumasıyla karşı karşıyaydı: Yakın zamanda kendisine muhalefet etmeye başlamış eski gözdesi II. Essex Kontu Robert Devereux. Yakışıklı, karizmatik, siyaseten hırslı ve kararlı bir militan Protestanlık yandaşı olan Essex Kontu, ihtiyatlı bir

Monte Kristo Kontu*

... ..

… .. Mektubu yazıp bitirdikten sonra Fernan’a uzattı:

-Oku bakalım, olmuş mu?

Beriki kısık sesle okumaya başladı:


“Sayın Kraliyet Savcılığına,

İzmir’den kalkıp Napoli ve Porto Ferrajo yoluyla Marsilya’ya gelirken, Faraun gemisinin ikinci kaptanı Edmon Dantes, Murat’tan aldığı bir mektubu Elbe adasındaki devrik imparatora vermiştir. Gasıp’tan(Napolyon) aldığı bir mektubu da Paris’teki Bonapartçılar Komiştesi’ne götürecektir. Bu mektup, şu anda, ya üzerinde ya babasının yanında ya da Faraun gemisindeki kamarasında gizlidir.


Tahtın, Kral’ın ve dinimizin sadık bir hizmetkarı tarafından ihbar olunur.”


Danglar:

-Anladın mı Katalanlı? İntikam nasıl alınırmış anladın mı? Şimdi mektubu dörde katlar, bir zarfa koyar üzerine de, “Sayın Kraliyet Savcısına” diye yazarsan; olur biter…

Kadrus, son bir gayretle, başını masadan kaldırmaya çalışırken:

-Olur biter ama, alçaklık denir buna!... Hıh, kralımızın ve dinimizin bir hizmetkarı imiş…

Danaglar:

-Yahu, bu adamın hala kafası çalışıyor!...

-Ne zannettin ya! dedi Kadrus, elini mektuba uzatırken.

Fernan telaşla mektubu ondan uzaklaştırdı. Danglar ondan daha telaşlı idi:

-Şaka, dostum… Bunların hepsi bir şaka…Arkadaşım Edmon’a bir şey olursa, herkesten evvel ben üzülürüm. Bak, ciddi olmadığımı sen de gör…

Yıllar*

 


… .. tipik bir İngiliz orta sınıf ailesi olan Pargiter’lerin 1880’lerden başlayıp 1930’ların sonuna uzanan hikâyesine odaklanıyor. Viktorya dönemi yasakları, ataerkil toplumun baskısı, Birinci Dünya Savaşı, kapitalizm ve üzerinde güneş batmayan bir “İmparatorluk”un altında ezilen üç kuşağın bireylerini birbiri ardına sahneye çıkartıyor.

Durmaksızın değişen bakış açıları, ütopik sayılabilecek bir insan severlik ile kıyasıya eleştirilen düzenden kaynaklanan çaresizlik, “özgürlük ve adaletin” gerçekten mümkün olduğu bir topluma duyulan özlemin yansıdığı satırlarda yan yana geliyor.

Elli yıllık bir zaman dilimini kapsayan aile tarihinden hareketle tek tek bireylerin ve bütün toplumun gelgitleri gözler önüne seriliyor. Woolf, çeşitli yazın tekniklerini kullanarak Yıllarla birlikte yeni bir tür gerçekçilik yaratıyor.


1880

İstikrarsız bir ilkbahardı. Sürekli değişen hava, mavi ve mor bulutlar gönderiyordu yere doğru, Kırsalda, çiftçiler tarlalara kaygılı gözlerle bakıyorlardı; Londra’da, gökyüzüne bakan insanlar şemsiyelerini önce açıyor, sonra da kapatıyorlardı. Ancak nisan ayında böyle bir hava normaldi. Whiteley’s ile Ordu Pazarları mağazalarında çalışan binlerce satış elemanı, tezgâhın diğer tarafında duran farbalı elbiseler giymiş kadınlara zarif paketleri verirken aynı yorumu yapıyordu. West End’de alışveriş yapan insanlardan, East End’de iş adamlarından oluşan sonsuz bir insan kalabalığı kaldırımlarda, durup dinlenmeden yürüyen kafileler gibi geçit halindeydi -durmak için herhangi bir nedeni olan, örneğin postaya mektup vermek ya da Piccadilly’de bir kulübün penceresinden bakmak gibi, herkese öyle görünüyordu. İki tekerlekli veya dört tekerlekli faytonlar, at arabaları durmaksızın, peş