… ..
Bahattin elli yaşındaydı. Sakatlandığından beri askerliği terketmiş, Hacı Yahya Paşa’nın malını mülkünü idare işini üstlenmişti. Kereste fabrikası, şarap bağları ve tütün tarlaları, onun, son on altı senedir haşır neşir olduğu işlerdi. Hepsini özleyecekti. Üzüm bağlarının, taze kopan tütünün taze kerestenin kokusunu özleyecekti. Yanlarında götüremedikleri kızlarını özleyecekti. Özleyecekleri bir yana, şimdiye dek içini hiç böylesine bir endişe sarmamıştı. Ne Ruslar geldiğinde, ne isyancılar ortalığı kana buladığında.
Bahattin, 1876’nın mayısına kadar dinç, yakışıklı bir süvari subayıydı. O zaman, henüz otuz dört yaşındaydı. O yıl Bulgaristan’da kan gövdeyi götürmüştü. 1860’lıo yıllarda Romanya’da çalışmaya başlayan gizli örgütlerin desteği v e teşviki ile güçlenen isyancılar, bu yıllar zarfında kendilerini Rodop ve Rila dağlarının kuş uçmayan, kervan geçmeyen yüksekliklerinde saklamışlardı. İsyancıların akınlar halinde kopup geldikleri gün, Ayşe, Süleyman'ın doğum sancılarını çekmekteydi. Bahattin ise, isyancılara karşı çarpışan Hacı Yahya Paşa’nın komutasındaki birliğin içindeydi. Balkan Dağları’nın kuzeyindeki çarpışmalar çok şiddetli geçmişti. Bahattin, o günü tüyler, ürpererek hatırlardı. Hâlâ nasıl yaşadığına inanamıyordu.
İsyancıların pes edip dağılmaya başlamalarına az kalmıştı ki, Bahattin’in atı, alnını ikiye ayıran bir kılıç darbesi ile, yere cansız yığılırken kendisi de boynuna dolanan kementle bir isyancının atının ardı sıra sürüklenmeye başlamıştı. Uzun müddet, boynundaki düğümün sıkışmasını ve kendisini boğmasını önlemek için can havliyle kemente asılıp olağanüstü bir gayret göstermişti. Taşların, vücudunun muhtelif eklem, kas ve kemiklerindeki kopmaları, kırılmaları ızdırapla hissetmiş ama inadı elinden bırakmamıştı. Ancak, çektiği acı onu bayılma raddesine getirip kendini çaresiz kaldığı ölüme teslim etmek üzereyken , Tanrı’nın bir lütfu olmalı, şansı dönmüştü. Bahattin, topraklara bulanmış,