4 Şubat 2023 Cumartesi

Çivisi Çıkmış Dünya*

“Bu kitabı yazmamdaki amaç, … .. geç kalındığını, ama çok geç kalınmadığını söylemek. Çöküşü ve gerilemeyi önlemek amacıyla bütün gücümüzle harekete geçmemenin bir intihar, bir suç olduğunu söylemek… .. Düşünce ve davranış alışkanlıklarımızı kökünden değiştirme, hayali gerçekliklerimizi kökünden değiştirme ve öncelikler ölçeğimizi yeniden oluşturma cesaretinin gösterilmesi gereğimi dile getirmek.”

… ..

Çivisi Çıkmış Dünya bir yandan küresel ısınma, iklim değişiklikleri ve doğal felaketler, bir yanda yanlış ve çıkarcı politikaların doğurduğu ekonomik ve siyasal krizlerle mücadele eden insanlık içinbir yol haritası; içinde yaşadığımız horgörü çağında, her şeye rağmen birbirimize saygı duymayı ve birlikte yaşamayı başarmak isteyenler için bir pusula.


            Aldatıcı Zaferler

Pusulasız bir halde girdik yeni yüzyıla.

Daha ilk aylardan başlayarak, dünyanın hepten çivisinin çıktığını düşündüren kaygı verici olaylar meydana geliyor; üstelik bunlar birçok alanda birden gerçekleşiyor -entelektüel dünyanın, finans dünyasının, iklimin, jeopolitiğin,etiğin çivisi çıkmış durumda.

Şurası da bir gerçek ki arada sırada umulmadık, yararlı dönüşümler e de tanık olunuyor; o zaman da çamaza sürüklendiklerini fark eden insanların, öyle ya da böyle, sanki bir mucize eseriyle bu açmazdan çıkmanın yollarını bulacağına inanmaya başlanıyor. Ama bunun hemen sonrasında bambaşka, daha karanlık, daha sıradan insani itkileri açığa vuran başka kargaşalar açığa çıkıyor ve türümüzün manevi yetersizliğinin eşiğine varıp varmadığı sorgulanıyor yine; tabii eğer hâlâ ilerlemeyi sürdürüyorsa; ya da birbiri ardına sıralanan onca kuşağın kurmaya çabaladığı şeyi yeniden tartışma konusu edebilecek şekilde gerilemeye başlamadıysa.

Buda söz konusu olan ne bir bin yıldan diğerine geçerken hissedilen akıldışı sıkıntılar, ne de değişimden ödü patlayanların ya da değişim hızından korkanların ezelden beri ortaya attıkları,

durmaksızın yineledikleri lanetler.Benim derdim bambaşka; Aydınlanma Çağı’nın bocaladığını, zayıfladığını ve kimi ülkelerde sona ermek üzere olduğunu gören bir Aydınlanma yanlısının; bir zamanlar özgürlüğün, dünyanın tamamına yayılmakta olduğuna inanan, şimdiyse ona yer olmayan bir dünyanın biçimlendiğini gören, eli kolu bağlı biçimde fanatizmin, şiddetin, dışlamanın ve umutsuzluğun yükselişine tanık olan bir özgürlük tutkusunun; her şeyden önce de, aslında sadece, pusuda bekleyen yok oluşa boyun eğmek istemeyen bir yaşam âşığının endişeleri benimkiler. 
… ..

Asya’nın büyük uluslarının ekonomik kalkınma atılımına girmesinin bir başka ö, yüz milyonlarca insanın şimdiye kadar dışında tuttukları önemli sonucu dabir tüketim tarzına erişmesi oldu.

… ..

… .. Bunları söylerken, daha az öznel bir not olarak şunu da eklemem gerekir ki, Çin’deki, Hindistan’daki, Rusya’daki, Brezilya’daki orta sınıfların bütün dünyada olduğu gibi, baş döndürücü bir biçimde büyümesi, dünyanın şu anki işleyişiyle pek de ayak uyduramayacağı bir gerçeklik. Yakında üç ya da dört milyar insan, kişi başına, Avrupalılar ya da Japonlar kadar -Amerikalılardan söz etmiyorum bile- tüketime başlarsa, doğal olarak hem ekolojik hem de ekonomik alanda büyük kargaşalar yaşanacaktır…. .. Doğal kaynaklar üstündeki baskı -özellikle petrol tatlı su, hammaddeler, et balık, tahıl vb.- ile üretim alanlarının denetimi mücadelesi; kimilerinin ellerindeki doğal zenginlikleri korumak için canla başla çabalaması, kimilerinin de  onların kaynaklarını ele geçirmek için uğraşması; bunlar birçok kanlı çatışmaya yol açabilecek türden şeyler.

… ..

ABD; Aralık 1989’da, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, altı haftada General Noriga’ya karşı Panama’ya askeri müdahalede bulundu; … .. Bundan böyle herkes bu dünyayı kimin yönettiğini ve kimlerin sadece boyun eğmek zorunda olduğunu bilmesi gerekiyordu. 1991’de, Birinci Irak Savaşı; 1992-1993’te, Somali’deki hazin serüven; 1994’te, … .. Haiti’ye yaptığı müdahale; 1995’t, Bosna Savaşı,; Aralık 1998’de, Irak’a karşı düzenlenen Çöl Tilkisi” adlı yoğun bombardıman harekâtı; 2001’den sonra, Afganistan Svaşı,; 2003’ten sonra, İkinci Irak Savaşı, 2004’te …. Haitşi’ye düzenlenen yeni sefer, Kolombiya’daki, Paakistan’daki ve başka yerlerdeki cezalandırma amacı güden bombardımanları ve daha küçk çaplı diğer askeri harekatları… ..

… .. ABD’nin dünya ekonomisindeki ağırlığı ciddi biçimde geriliyor, borçlar durmadan artıyor, eldeki olanaklar açıkça tükeniyor, buna karşın ülkenin yadsınamaz bir askeri üstünlüğü bulunuyor.İlke öteki alanklarda güçsüzleşmesini telafi etmek için bu önemli kozdan yararlanma eğilimine nasıl karşı koyabilirdi ki?

ABD başkanının duyarlılığı ya da siyasal inançları ne olursa olsun, ABD artık dünya üstündeki etkisini yumuşatamaz; ne başta petrol olmak üzere ekonomisi için vazgeçilmez olan kaynakların denetimini yitirebilri; ne ona zarar vermek isteyen güçlerin özgürce hareket etmelerine izin verebilir; ne de günün birinde onun üstünlüğünü yadsıyabilecek düşman güçlerin ortaya çıkışını hiçbir şey yapmadan izleyebilir. Dünya sorunlarını yakından ve güç kullanarak yönetmekten vazgeçerse, büyük olasılıkla zayıflamaya ve yoksullaşmaya başlar.

(s.39)Bazı analistler “sert güç” ile “yumuşak güç” ayrımı yapıp bununla bir devletin her seferinde silahlı kuvvetlerine başvurmasına ihtiyaç olmadan, farklı şekillerde yetkesini kullanabileceğini göstermek istiyorlar. Stalin bu gerçeği anlayamamıştı, o kadar ki Papa’nın “kaç tümeni” olduğunu sormuştu.Öte yandan, Sovyetler Birliği dağılırken, askeri açıda rakiplerini tamamen ortadan kaldırabilecek olanaklara büyük ölçüde hâlâ sahipti. Ama zafer ile yenilgi zırhlı birliklerin, megatonlarca bombanın ya da füze başlıklarının sayısının belirlediği şeyler değildir. Bunlar etkenlerden yalnızca biridir, kuşkusuz büyük bir güç için vazgeçilmezdir bu etken, ama kesinlikle yeterli değildir. Her türlü çatışmada bireyler, grupla, devletler arasındaki çatışmalarda-  birçok etken devreye girer, bunların kimisi fiziksel güçle, kimisi ekonomik yapısıyla, kimisi de manevi etkisiyle ilgilidir. Sovyetler Birliği konusunda, onun manevi açıdan değerini yitirdiği, ekonomik anlamda da güçsüzleştiği açıktır, bu da o olağanüstü askeri gücünü etkisiz kılmıştır.

…..

Kendi adıma, Batı uygarlığının diğer uygarlıklardan daga fazla evrensel değer ürettiğine inanıyorum hâlâ; ama onları başkalarına gerektiği gibi aktarmayı başaramadı. Bugünün  bütün insanlığın bedelini ödediği bir kusur bu.

… ..

Büyük Amerikan demokrasisinin Irak halkına bu şekilde zehirli bir armağan verip tarikatçılığı benimsemesini sağlaması utanç kaynağıdır. Bilmeden yaptıysa, üzüntü vericidir; hayâsız bir hesapla yapıldıysa, suçtur.

… ..

… .. Batılı güçlerin siyaseti, genel olarak, açgözlü şirketler, sömürgelerde yaşayan ve ayrıcalıklarını kaptırmak istemeyen Avrupalılar tarafından belirlenmekteydi ve bu siyaset için “yerliler”in ilerlemesinden daha korkutucu bir şey yoktu. Arada sırada, kendi yurdundan gelen bir siyasetçi başka bir siyaseti salık verirse, onu etki altında bırakmaya, ona rüşvet vermeye, gözünü korkutmaya çalışılıyordu; ayak diretirse, kendisini görevinden almanın yolları aranıyordu…. ..

Güney ülkelerinde, sık sık Batı’nın, en modernlik yanlısı seçkinleri “bile” kendine yabancılaştırdığını söyleniyor. … .. Batı “özellikle” modernlik yanlısı seçkinleri kendilerine yabancılaştırdı, bir yandan da gerici güçlerle sürekli olarak uzlaşma sağladı, ittifak alanları yarattı, çıkar ortaklıkları yaptı.

Batı’nın yüzyıllardan beri, dün olduğu gibi bugün de içinde bulunduğu dram, dünyayı uygarlaştırma arzusu ile ona egemen olma isteği-iki uzlaşmaz dilek- arasında sürekli bocalamasından kaynaklandı. Her yerde en soylu ilkeleri dile getirirken, o ilkeleri, ele geçirdiği topraklarda uygulamaktan titizlikle sakındı.

… ..

… .. Karbon yayılımı  yüzünden, dünya gittikçe hızlanan ve gelecek kuşaklar için felaket sonuçlar doğurabilecek bir ısınmayla karşı karşıya kaldığında, “Bu alandaki tutumumuz annelerimizinkinden, babalarımızınkinden dedelerimizinkinden, ninelerimzinkinden daha mı iyi? diye sormak yersiz kaçıyor; asıl sorulması gereken soru şu: “Bu alandaki tutumumuz çocuklarımızı ve torunlarımzıı tehdit eden ölümcül tehlikeyi ortadan kadırmaya yetiyor mu?

… ..

… ..Ulusların “kutsal bencilliği”nin tek sınırı bütün sistemin çökmesini engelleme zorunluluğudur.

Bir şekilde, özellikle Çinliler ile Amerikalılar arasında yeni bir korku dengesi oluşuyor bu noktada: “ Beni yıkmaya çalışırsanız, sizi de beraberimde götürürüm.” Bu, bütün dünyanın yazgısını bütünüyle birinin ayağının kayıp kaymamasına bağlayan ve kesinlikle gerçek bir dayanışmanın yerini tutmayacak, tehlikeli bir oyun.

… ..


… ..

... .. “tarihin hızlanması”... ..

… ..”Anındalık”... .. 

… ..Worldwide Web “ağı”nın yaygınlaşması… .. her yere ulaşan “dünya çağındaki ağ”la , aynı zamanda cep telefonu gibi ,bütün dünyada insanlar arasında anlık bağlantılar kuran, uzaklıkları ortadan kaldıran, tepkime sürelerini sıfırlayan; dolayısıyla da gelişmelerini daha da hızlandıran başka doğrudan iletişim araçlarıyla olayın yapısının değiştiği bile söylenebilir. ... .. … Sovyetler Birlği’nin çöküşü, Avrupa Birliği’nin büyümesi, Çin’in ve Hindistan’ın kalkınma atılımları, Barack Obama’nın yükselişi ve bütün dünyada, çeşitli alanlarda meydana gelen binbir türlü çarpıcı olay için de aynı şey düşünülebilir.

… .. 1980’li yılların sonundan itibaren Toynbee’nin tanımladığı bütünleşmiş bir uygarlığa doğru ilerleyen evrim, bambaşka bir hız kazandı ve hissedilir şekilde değişen bir stratejik ortamda gelişti.

Bir hükümet, Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, dünya çapındaki yetke rolüne soyunuverdi; onun değer sistemi evrensel ilke haline geldi, ordusu küresel güvenlik gücüne dönüştü, müttefikleri bağımlı, düşmanlarıysa kanun kaçağı oldu. … ..

… ..

ABD, salt üstünlüğünün manevi meşruiyetine dünyanın geri kalanını ikna edemediği sürece, insanlık sıkıyönetim halinde kalacaktır.

… ..



Yoldan Çıkmış Meşruiyetler

… .. şu “yurtsever meşruiyet kavramını biraz daha belirginleştirmek istiyorum. Özel, hem de çok özel, hatta belki de İslam âleminde bir eşine daha rastlanmamış bir örnekten, halkını yıkımdan kurtarmayı başarmış, bu yüzden de savaşçı meşruiyetini hak etmiş, böylesi bir kozun ne kadar güçlü olabileceğini ve ondan nasıl yararlanılabileceğini açıkça göstermiş bir önderden hareketle yapacağım bunu. Atatürk’ten söz etmek istiyorum.

Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, bugünkü Türkiye toprakları çeşitli İtilaf orduları arasında paylaşılırken ve Versalles’da ya da Sevres’de toplanan Batılı güçler duygusuz biçimde insanlara ve topraklara sahip olurken, Osmanlı ordusunun bu subayı galiplere hayır deme cesaretini göstermiştir. Birçokları karşılaştıkları haksızlıklardan yakınırken, Mustafa Kemal Paşa silaha sarılmış, ülkesini işgal eden yabancı birlikleri kovmuş ve diğer güçleri tasarılarını gözden geçirmek zorunda bırakmıştır.

… .. 


Hayali Gerçeklikler

… ..(s.175)... .. “Onlar” diye yazıyorum ama ”biz” de diyebilirdim pekâlâ, çünkü iki zamire de eşit uzaklıkta hissediyorum kendim.: Aynı oranda takın, aynı oran da uzak;... ..

(s.176) Bu yüzden, acılarla dolu bu çağda, Müslüman toplumların yaşadığı sorun din ile siyaset arasındaki ilişkiden ziyade, din ile tarih, din ile onur arasındaki ilişkiyle bağlantılı. Müslüman ülkelerde dinin yaşanma biçimi, halkların içinde bulunduğu açmazı yansıtıyor; halbuki şu durumdan kutulabilsekler ve demokrasiye, modernliğe, laikliğe, birlikte yaşamaya, bilginin önceliğine, yaşamın övgüsüne uytan ayetleri yeniden bulabilseler, metinlere olan harfi harfine bağlılıkları daha yumuşak, daha sevecen, daha esnek olacak. Ana yalnızca kutsal metinlerin yeniden yorumlanmasıyla bir değişim olacağını ummak yanıltıcı olur. Bir kez daha yineleyeceğim için bağışlayın: Ne sorun ne de bunun çözümü kutsal metinlerde:


İslam âleminin içinde bulunduğu bu tarihsel açmazı, bütün bütün insanlığın gözleri kapalı biçimde yöneldiği gerilemenin en açık belirtilerinden biri olduğuna kuşku yok. Bu, Araplardan, Müslümanlardan ve onların dinlerini yaşama tarzlarından kaynaklanan ve onların dinlerini yaşama tarzlarında kaynaklanan bir hata mı? Kısmen, evet. Aynı şekilde, Batılılar ve onların yüzyıllardır öteki halklarla olan ilişkilerini yönetme biçimlerinin de payı yok mu? Kesinlikle, var tabii. Peki, son on yıllarda, Amerikalıların, ve İsraillilerin de özel bir kabahati yok mu bu durumda? Kesinlikle var. Bugün Ortadoğu'nun kanayan yarasından hareketle, bütün dünyayı kangrenleştirmeye başlayan ve uygarlığımızın bütün kazanımlarını tehdit eden bir duruma son vermek isteniyorsa, bütün bu oyuncuların tutumlarını kökünden değiştirmeleri gerekiyor.

 Bu gerçekliği dile getirmek, olmayacak bir duaya amin demek gibi, ama omuz silkip boşveremeyiz ona. Hem Yahudi halkının trajedisini hem Filistin halkının trajedisini hem İslam âleminin trajedisini hem Doğu Hıristiyanlarının trajedisini ve aynı zamanda Batı’nın içine düştüğü açmazı göz önünde bulunduracak bir tarihsel uzlaşmayı yürürlüğe koymak için çok mu geç kalındı?

Bu yüzyılın başında, ufuk kapkaranlık görünse de, bazı çözüm yolları inatla aranmalı.


Umut verici çözümlerden biri, Arap ve Yahudi diyasporalarının Ortadoğu’yu güçsüz düşüren tüketici ve kısır çatışmayı bütün dünyada sürdürmek yerine, kendiliklerinden, kurtarıcı bir yakınlaşmaya girişmeleriidr.

Bugün bir Arap ile Yahudinin, Beyrut, CEzayir, Kudüs ya da İskenderiye’den ziyade, Paris’te, Roma’da, Glaskow’da, Barselona’da, Chicago’da, Stockholm’de, Sao Paulo’da ya da Sydney’de buluşup serinkanlılıkla yarenlik etmesi çok daha kolay değil mi? Orada, onlarındiyasporalarının birlikte yaşadığı geniş dünyada,yan yana oturup yeniden birlikte yaşadığı geniş dünyada, yan yana oturup yeniden ilişki kuramazlar mı, Ortadoğu’daki onca sevdikleri halklar için bir gelecek kurmak amacıyla kafa kafaya verip düşünemezler mi?

Bunu zaten yapıyorlar diye karşılık verilecektir. Kuşkusuz yapıyorlar, ama kesinlikle gerektiği kadar değil. Bu çok önemli konuya ilişkin, daha önce başka konularla ilgili olarak söylediğim her şeyi yineleyeceğim: Asıl dert Araplar ile Yahudilerin eskisine göre çok konuşup konuşmamaları, kişiler arasında ilişki kurulup kurulmadığı değil; asıl sorun, onların durmak bilmeyen ve dünyanın çivisinin çıkmasında payı bulunan bir çatışmayı çözüp çözemeyecek olduklarını anlamak.


(s.178) Diyasporalara düşen rolle ilgili az önce dile getirdiğim dileğin yanında, nerede olurlarsa olsunlar, nereden gelmiş olurlarsa olsunlar ve hangi güzergâhı izlemiş olurlarsa olsunlar, göçmen halkların tümü için çok daha yoğun bir umut taşıyorum içimde…. ..

… ..

… ..”Kendiniz olmaktan çıkmadan, tamamen bizden biri olabilirsiniz.”... ..

… .. 










*Çivisi Çıkmış Dünya & Amin Maalouf

Yapı Kredi Yayınları

Özgün adı : Le dereglement du monde

1.Baskı: İstanbul, Mayıs 2009

Çeviren : Orçun Türkay



*Amin Maalouf - Vikipedi (wikipedia.org)

Amin Maalouf ya da Emin Maluf (d. 25 Şubat 1949, Beyrut), kitaplarını Fransızca yazan Lübnanlı yazardır. 1976'dan beri Fransa'da yaşamaktadır. Yazar, 1993 yılında Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür. Kitapları 40'tan fazla dile çevrilmiş ve eserleri, Fransa'da ve çevrildiği birçok dilde geniş okur kitlesine ulaşmıştır

*Amin Maalouf, 25 Şubat 1949'da Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta doğdu. Annesi Türk[4] kökenli Mısırlı, babası ise Lübnan'ın Baskinta köyü yakınlarındaki bir Melkite Katolik cemaatindendi. Maalouf, ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. Lübnan'da iç savaşın çıktığı 1975'e kadar Lübnan'da gazetecilik yaptı. Bu tarihte Paris'e göç etti. Yazar, hâlen Paris'te yaşamaktadır. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.



 

13 yorum:

  1. Maalouf’un, son yüzyılın özetini yaptığı başlangıç bölümünde eski sömürge, şimdilerin ise emperyalist ve gücün verdiği kibirle, Batılı devletlerin; insani değerleri yok sayarcasına dünyanın neredeyse her bölgesinde silahlı güç kullanmaya varan tutumlarıyla; insanlık ve doğaya verdiği zararların giderek kendilerini de yok edebilecek boyutlara varan kısır döngüyü anlatmaya çalıştığını anlıyoruz….

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir taraftan gelişmiş tüketim ekonomi toplumlarının, diğer taraftan da onların yaşam tarzını model almış gelişmekte olan ülke nüfuslarının; doğayı tahrip edercesine giriştikleri savurganlıklarının, giderek ekolojik dengeyi bozmasını ortaya çıkaracağı sonuçlar endişe ile dile getiriliyor…

      Sil
    2. Bu arada dünyadaki büyük oyunun kurucusu beni diyen kibirli Amerika Birleşik Devletleri ve karşısında hayır diyen Doğu’daki diğer güçlerin pastayı paylaşma mücadeleleri… aslında bu durum eskiden de vardı …. sadece Avrupa’nın yerini ABD aldı ve yeni ortaklıklar kuruluyor ve bu ortaklıklar şekil değiştiriyor…

      Sil
    3. Pasta paylaşımında petrolün yeri çok belirginken, giderek diğer enerji kaynakları ve ticaret yolları başta olmak üzere nüfuz alanlarını geliştirmek konusunda dünyayı yangın yerine verircesine ve de doğaya zarar vermek pahasına yeni savaş taktikleri ortaya çıkarılıyor….

      Sil
  2. Her geçem gün yeni teknoloji ürünü harp silah ve araçlarının; klasik savaş yöntemleri yerine asimetrik, hibrit vb. gibi isimler altında paralı savacıların oluşturduğu şirketlerin cepheye sürüldüğü ve acımasızlığın zirve yaptığı yeni yöntemler sıradanlaşmaya başladı….

    YanıtlaSil
  3. Maalouf’un bile sonuçlarını tam olarak tahmin edemeyeceği, 2022’de başlayan ve görünüşte Ukranya-Rusya arasında başlayan savaşın giderek iki kutuplu dünya savaşına dönüşmesinin sonuçları belirsizliğini korumakla birlikte; görünen o ki bu savaşın kazananı az, kaybedeni ise insanlık olacak. Bu sürecin arka planını oluşturan, “Daha büyük güç mücadelesine giden yolun öncü sarsıntıları mı? “ sorusuna cevap aranıyor…

    YanıtlaSil
  4. … .. zafer ile yenilgi zırhlı birliklerin, megatonlarca bombanın ya da füze başlıklarının sayısının belirlediği şeyler değildir. Bunlar etkenlerden yalnızca biridir, kuşkusuz büyük bir güç için vazgeçilmezdir bu etken, ama kesinlikle yeterli değildir.

    YanıtlaSil
  5. Maalouf’un şu sözleri dikkat çekici: (s.44) Büyük Amerikan demokrasisinin Irak halkına bu şekilde zehirli bir armağan verip tarikatçılığı benişmsemesini sağlaması utanç kaynağıdır. Bilmeden yaptıysa, üzüntü vericidir; hayâsız bir hesapla yapıldıysa, suçtur.

    YanıtlaSil
  6. Yazar doğrudan suçlamak yerine dolaylı olarak anlatmış ki; Teoman Duralı’nın “Çapğdaş İngiliz ve Yahudi Uygarlığı “ kitabında da vurguladığı üzere “İkinci Dünya Harbi öncesinde İngiliz aklının, sonrasında ise onun yerine geçen ABD’nin “Böl-Parçala-Yut” taktiğini hayata geçirmenin en kolay yolunun; inançları kullanırken, inananları da çeşitli isimler altında birbirlerine rakip/düşman alt gruplara/hiziplere ayırma prensibini önce Osmanlı topraklarında, şimdi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına uygulama çabası içinde; 15 Temmuz hain darbe girişimi ile de bu ahlaksız girişimleri açığa çıkmıştı….
    Annesi Türk kökenli Mısırlı, babası ise Lübnan'ın Baskinta köyü yakınlarındaki bir Melkite Katolik cemaatinden olan, 1949 LÜbnan doğumlu, 1976’dan beri Fransa’da yaşayan Amin Maaalouf’un şu sözleri;
    Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında maruz kalınan isyanlar, gerici hareketleri akıllara getiriyor;

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. “Güney ülkelerinde, sık sık Batı’nın, en modernlik yanlısı seçkinleri “bile” kendine yabancılaştırdığını söyleniyor. … .. Batı “özellikle” modernlik yanlısı seçkinleri kendilerine yabancılaştırdı, bir yandan da gerici güçlerle sürekli olarak uzlaşma sağladı, ittifak alanları yarattı, çıkar ortaklıkları yaptı.”

      Sil
    2. Babası, aynı zamanda Lübnan'da bir gazete yöneticisi...

      Sil
  7. İkinci bölümde yapılan analizde, Mustafa Kemal Atatürk üzerine yazılanlar tarihi çarpıtmaya çalışanlara kapak olsun!

    YanıtlaSil
  8. İlk okumayı bitirdikten sonra, kitabı tekrar okumaya karar verdim.

    YanıtlaSil