26 Şubat 2023 Pazar

Yolların Başlangıcı*


 

Göçenler, kalanlar, tartışmalar,aşklar, söylenceler, din değiştirmeler, küskünlükler, bağışlamalar, gerçek insanlar…

Yazar annesinden aldığı , titizlikle saklanmış  aile belgeleriyle dolu bir bavuldan hareketler kendi ailesinin olduğu kadar insanlığın da yakın geçmişine ışık tutuyor. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Atatürk’e ilişkin çok ilgi çekici yorumlar da içeren kitapta iki kahraman öne çıkıyor: Maalouf’un dedesi Butros ve dedesinin kardeşi Cebrail.

İki kardeşin yazışmalarından ortaya çıkarılan olay örgüsü göçebe ruhu, ülküleri, koşulları koşullar karşısındaki farklı insanların tutumlarını küçücük notlardan ya da uzun araştırmalardan aydınlığa kavuşturup Beyrut’tan Küba’ya uzak anakaralara birleştiriyor. … 


Başlangıçlar

Başka biri olsaydı, “Kökler”den söz ederdi… Benim sık kullandığım bir sözcük değil bu. “Kök” sözcüğünü sevmem, imgesinden daha da az hoşlanırım. Kökler toprağa gömülür, çamurun içinde kıvrılıp bükülür, karanlıklarda dal budak salar; daha doğumundan başlayarak ağacı tutsak eder ve gözünü korkutarak beslerler: “Özgür kalırsan ölürsün!”

Ağaçlar boyun eğmek zorundadır; kökleri onlara gereklidir; insanlar değildir oysa. Bir ışığı soluruz, gözümüz göklerdedir ve toprağın altına girdiğimizde, çürüyüp gitmek içindir bu. Doğduğumuz toprağın can suyu, ayaklarımızdan başımıza doğru yükselmez; ayaklar yalnızca yürümeye yarar. Bizim için, yalnızca yollar önemlidir. Bize göz diken, biri isteyen onlardır - yoksulluktan zenginliğe ya da başka bir yoksulluğa, kölelikten özgürlüğe ya da kanlı bir ölüme giderken. Bize sözler verir, bizi taşır, itekler, sonra da terk ederler. Ve o zaman, tıpkı doğduğumuz gibi, kendi seçmediğimiz bir yolun kıyısında ölüp gideriz.

Ağaçların tersine, yollar rastgele atılmış tohumlarla topraktan fışkırmaz. Bizim gibi onların da bir başlangıcı vardır. Aldatıcı bir başlangıçtır bu, çünkü hiçbir zaman bir yolun gerçek bir başlama noktası yoktur; birinci dönemeçten önce, orada, hemen arkasında başka bir dönemeç daha vardır ve ondan önce bir tane daha… Ele avuca sığmaz bir başlangıçtır bu; çünkü her kavşakta başka başlangıçlardan gelen, başka yollar katılmıştır. Bütün bu bileşenleri hesaba katmaya kalkarsak, yüz kere çevresini döneriz Yeryüzü’nün.

Benimkiler söz konusu olduğunda, bunu yapmak da gerekiyor! Çünkü ben, ben Dünya boyutlarında bir çölde göçüp durmuş bir kabilenin çocuğuyum. Yaşadığımız ülkeler, kuruyunca terkettiğimiz vahalardı; evlerimiz, taş giydirilmiş çadırlardı ve uyrukluğumuz, günlere, aylara ya da gemilere göre değişirdi. Bizi kuşaklar ötesinden, denizlerin ötesinden, dillerin Babil Kulesi ötesinden birbirimize bağlayan tek şey, bir adın fısıltısıydı yalnızca.

Yurt niyetine sadece bir soyadı mı? Evet öyle! Din yerine de eski bir bağlılık duygusu!

... ..

… ..


Bir armağan aldım sevgilimden,

Nasıl da eli açık olduğunu,

Anımsatan bir armağan.

Dudaklarıma götürdüm öptüm,

Çünkü ona ellerriyle dokunmuştu.

Kuşkusuz değerlidir sevgilinin armağanı

Ama ben de, en değerli şeyimi

Armağan etmiştim ona, Yüreğimi…


(s.82)Müstakbel dedem, bu satırların yanına “Amerikan topraklarındaki bir dostun gönderdiği bir armağan vesilesiyle” yazdığını not etmiş. … .. “sevgili”, “el-habîb” … .. 

… ..

(s.83)Bu dizelerden, gereğinden fazla sonuç çıkarmak istemiyorum. Olsa olsa dedemi Amerika’ya götüren nedenlerin birden çok olabileceğini düşündürüyor bana: O zaman dek Yeni Dünya’ya yerleşmiş , çok sayıda kuzeni ve dostu olmuştu; büyük olasılıkla da hepsinden daha çok sevdiği ve yeniden görmek için sabırsızlandığı bir kadın vardı bunların arasında; ve bir de, birkaç yıldır Küba’dan, yanına gelmesi için ısrar edip duran bir erkek kardeş….

… ..

Bu izlenimimi doğrulayan başka bir tanıklık daha gerekirse, aynı 1900 yılında, kısa süre önce New York’a yerleşen, Selim adında ve çok sevdiği bir kuzenine yazdığı şu dizeleri gösterebilirim: 


Yüreğim şimdiden senin olduğun ülkede,

Gözlerim hep o uzak kıyılara çevrili.

Bir zamanlar Cennet gibi gördüğüm Zahle’yi

Şimdiyse dar geliyor taşı toprağı,

Tiksiniyorum sürdüğüm yaşamdan, öğretmenlikten

Kaçıp gidecek gibi oluyorum kimi zaman, koşarak,

Birinden kaçar gibi, utanç içinde, yenik…

… .. 

Dedem, bu tatsız serüvenden gerekli sonuçları çıkarmakta ve yapılması gerekeni anlamakta gecikmemiş olmalıydı. Havana’yı terketmek, bu öyküyü olabildiğince çabuk unutmak ve bir hayır işi masalıyla, el değmemiş bir saygınlığa yeniden bürünmek gerekiyordu: Kardeşli onu yardıma çağırmış, o da Küba’ya gitmiş, kardeşini beladan kurtarmış ve işini bitirip evine dönmüştü; üstelik bir de yolda İspanyolca öğrenmişti… Ailede kimse, öykünün bunun dışında bir biçimini duymayacaktı artık.

… ..

… .. nasıl bir Cebrail getiriyor gözümüzün önüne? Çevirdiği dolaplar yüzünden ya hapse atılan ya da atılmak üzere olan, dedemin bilgeliği yardımseverliği ve zekâsı olmasa, hiçbir zaman bu işin içinden çıkamayacak, yola gelmez bir genç adam. Oysa belli ki gerçek başkaydı: İşlerinin gelişmeye başladığını gören ve artık onlarla doğru dürüst ilgilenmesinin zorlaştığını düşünen Cebrail, en güvendiği kişiyi, Butros’u yanına getirmek istemişti. Butros da yola çıkmış, büyük olasılıkla bir süre işe el vermiş, ama kardeşinin ona -ve elbette kendi kendine- dayattığı yaşam koşullarını kaldıramamıştı; Cebrail, mektuplarında hiçbir zaman açıkça söz etmemiş olmalıydı bu koşullardan. Ayrıca yirmi beş yaşında, gözünü budaktan sakınmayan, saldırgan, korkusuz genç adamla, daha güçlü, besbelli biraz alıngan ve küçüğünün emri altında olmayı kaldıramayan büyük kardeş arasında gerginlik de doğmuştu belki. Ve dedemin, dönüşünde biçimlendirdiği dengeleyici söylencenin nedeni buydu. Arşivindeki suskunluğun nedeni de buydu. 

… ..

Dedem, New York’ta, yaşamının  en güzel zamanlarından birini yaşamışa benziyor… ..

… ..

(s.93) Öykü şöyle: Bir zamanlar bütün ailemiz, tıpkı Rumları, Ermenilerin, Sırpların çoğunluğu gibi, Hıristiyan Ortodoks topluluğunun bir parçasıydıç Bir de elbette Ruslar vardı bu topluluğun içinde; en kalabalık da onlardı. Sonra biz de kendi bölünmemizi yaşadık. Çok eski bir olay değildir b büyük olasılıkla Tennus’un babası ya da en fazla dedesi zamanında, demek kiXVIII. yüzyılın başlarında meydana gelmiş olmalı.Günün birinde bizimkilerden bir bölümü, karanlıkta kalmış nedenlerle, Roma Kilisesi’ne bağlanmaya ve Papalık yetkesini tanımaya karar verdi. … .. Her evde, tartışmalar, bozuşmalar çatışmalar yaşandı.

… ..

Ne olursa olsun, yara çok derinlemesniydi ve bugün bile bizim aile, ikiye -o küçükProtestan topluluğunu da eklersek üçe bölünmüş durumda.

… ..

1904-1905 Rus-Japon savaşı … ..

… ..


(s.142) 1909 yılı ortalarında… .. önemli bir Osmanlı devlet görevlisi , kanını beynine sıçratan bir olay üzerine, bir daha dönmemecesine İstanbul’u terk etmeye karar verdi.

Bir Osmanlı yargıcıydı bu adam; Sayda kökenliydi ama ailesi -Hristiyan Maruni bir ail- yıllardır Boğaziçi kıyılarına yerleşmişti.Yazın, bir pazar günü, geleneksel aile yemeğinin sonunda, sakin bir edayla karısına ve on üç çocuğuna, neleri var neleri yoksa sandıklara yerleştirmelerini emretti. Hem onlar, hem de evdeki tüm çalışanlar için, İskenderiye’ye giden ilk gemiye bilet alınmıştı.

Yargıcın adı İskender'di; Kızların en küçüğü Virginie, bu göç sırasında yedi yaşındaydı.. İstanbul’da doğmuştu ve Türkçe dışında bir dil bilmiyordu. Daha sonra Mısır’da Arapça ve Fransızca öğrenecek ama Türkçe, ömrünün sonuna dek anadili olarak kalacaktı. Aile, uzun yıllar Nil deltasında yaşayacak ve Virginie , orada, Lübnan dağından gelen, Amin adında bir göçmenle evlenecek, ilk kıııııızını da -benim annemi- orada doğuracaktı.

Anne tarafımdan büyükannem, elli dört yaşında kanserden öldü ve Kahire’nin bir mezarlığına, kocasının yanına gömüldü. Ona zar zor yetiştim ve belleğimde tek bir görüşmemizin hayal meyal anısı var ancak.

… ..

… ..

Butros … Beyrut Doğu Kolejinde ikinci defa öğretmenlik… .. gazete yayımcılığı,,,  kitabevi hisselerinden satın almayı, ardından Beyrut’ta büyük bir oteli -Amerika Oteli’ni- yönetimini üstlenmeyi, daha sonra da arkadaşlarıyla ortaklaşa bir dışalım-dışsatım şirketi kurmayı düşündüğünü öğreniyorum.

… ..

1912 yılı… ..

Butros… ..  Kalkıp Halil’e gitti ve … .. kızını istemeye geldiğini söyledi…. .. Gidip eski öğretmenine istediğini bildirdiğinde, onun yanından hiç kuşku duymuyordu. … ..Nâzirenin ağabeyi, uzun zamandır Butros’un en iyi arkadaşıydı. … ..

… ..

Nâzire, on yedisine yeni girmişti, damat adayıysa kırk dört yaşındaydı. … ..

… ..

İki yüreğim olmalıydı, birincisi duygusuz, ikincisi her dem sevdalı.

Hangi güzel için atıyorsa ona verirdim ikinciyi; öbürüyle de mutlu yaşardım.


Hep aşktan söz ederek geçirdim ömrümü

Aşklarımdan da sadece, kendi sözlerim kaldı geriye…


Elbette, yüreğimin sesini dinleseydim eğer,

En çılgını olurdum, aşktan çıldıranların.

Ama yalnızca gülümsemeler istedim kadınlardan,

Ama yalnızca gülümsemeler gördüm kadınlardan.

Yerin dibine geçeyim yalan söylüyorsam!

… ..

... ..

... .. Protestan bir aileden gelen Sofiya, Botros'un din konularındaki kayıtsız tavrından hiç hoşlanmıyordu. Hele bu konuda kafasında ne gibi "düzenler" kurduğunu bir bilseydi!...

    Yine de vaiz, duygularını belli etmemesini ve bu dikenli sorunu en iyi şekilde çözme işini kendisine bırakmasını karısından rica etti.. Kalkıp Beyrut'a , kızının yatılı okuduğu Amerikan School for Girls’a gitti ve onunla uzun uzun konuştu. Hem kendisinin hem de annesinin bu konudaki görüşlerini kızına aktardı ve onunla da bunları paylaştığını görerek rahatladı. … .. 

… ..

Butros kendisine “hayır” dendiğini hemen anlamadı. … ..

… ..

Butros’un, kendisiyle evlenmeye ikna etmek için Nâzire’ye neler söylediğini hiçbir zaman bilemeyeceğim. .. ..

… ..

Nâzire… ..  -kocası artık yok ama annesi Sofiya hâlâ dimdik yanında; henüz yaşlanmamış bir büyükanne ve önünde, gururla dizine yaslanmış, kısa pantolonlu ben; en sonunda da kucağında torunlarından birinin çocuğuyla, çok yaşlı bir kadın…

… ..

Büyükannemle dedemin kesin evlenme tarihini bulamadım; ama büyük olasılıkla bu evlilik 1912 Ekim’in ikinci haftasında, birbirini izleyen ve birincisi Beyrut’ta Protestan kilisesinde, ikincisi de köyüb Katolik kilisesinde yapılan iki törenle gerçekleştirilmişti. 

… ..

… .. ülke bütünüyle yeni ve gelecek vaat eden bir döneme giriyoruz. 1918’de yenilen Osmanlı İmparatorluğu, Doğu Akdeniz'e dört yüzyıldan uzun bir süre egemen olduktan sonra parçalanmıştı. Suriye’yi ve Lübnan’ı oluşturan topraklarda, nöbeti geçici olarak, bu ülkeleri Milletler Cemiyeti’nin mandası altında özgürlük dönemine hazırlamak üzere, Fransa devralmıştı. Ve kanayan bir yara halini almış göçe son vermek için, kısa süre sonra, eğitimi geliştirme kararı almıştı.

… ..

(s.335) Babaannem o sırada hamileydi. Resimde bu belli belirsiz farkediliyor ama ben bunu tarihlerden biliyorum. 1921 yılının aralığında doğuracaktı ve dedem daha o zamandan, çocuğuna koyacağı adı seçmişti: Adı “Kamal” olacaktı, Atatürk’ün onuruna.

... ..



*Yolların Başlangıcı & Amin Maalouf

Özgün adı: Origines

Çevirenler: Semih Rıfat (1-39) Aykut Derman (40-71)

Yapı Kredi Yayınları

6.Baskı: Mayıs 2004


27 yorum:

  1. Önce New York, sonra Küba'ya yerleşen kardeş Cebrail (Gabriel) .... Cebrail'in çağırması üzerine Havana'ya giden Butros (yazarın dedesi)....

    YanıtlaSil
  2. 1909 - II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi, V. Mehmed Reşad'ın tahta çıkarılması (27 Nisan) yıldönümüne denk gelen “Hürriyet Bayramı” kutlamalarında yükselen “Özgürlük, Kardeşlik ve Eşitlik” sloganları, Osmanlı toplumunun; Türkler dışındaki dini ve etnik nüfus tarafından algılanış şeklini anlamak gerekiyor….

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tarihi süreci ders almak anlamında tekrar okumak gerekirse; Jön Türkler ya da İttihat Terakki bakış açısı ile; Osmanlıyı oluşturan ve Amin Maalouf’un aile büyüklerinin de içinde yer aldığı, o zamanki sosyal yapının, Türkler dışındaki vatandaşlarının çok da mutlu olmadığı görülüyor.

      Sil
    2. Abdülhamid’in düşürülmesi, Sultan Reşad / V. Mehmed’in başa geçmesi, devrimci subayların vadettikleri “Özgürlük, Kardeşlik ve Eşitlik” sözlerinin ortaya çıkardığı beklentiler yanında bu yöneticilerden “tepeden bakar bir eda” ile söz etmeleri giderek artan bir hayal kırıklığına da işaret ediyordu.

      Sil
    3. Diğer bir ifade ile “azınlıklar konusu” çözüm bulmuş görünmüyordu….

      Sil
    4. Azınlıkların; haklarının korunuyor ya da yeni haklar tanındığı algısı yerine, zafer kazananların yenilenlere ‘bahşettiği’, diğer bir ifade ile “‘küçümseyici’ bir tavırla koruma mantığının rahatsızlık yaratığı algı dikkati çekici.

      Sil
  3. Amin Maalouf‘un bu durumu; aile büyüklerine ait yazışmalarında edindiği izlenim ve kendisinin de paylaştığı duyguları olarak kaleme alması dikkat çekici…

    YanıtlaSil
  4. Ne oldu, nasıl oldu anlamında geçmişin analizini yaparken; “Hoş görülmek istemiyoruz, sahibi olduğumuz aitlikleri yadsımak zorunda bırakılmadan tüm yurttaş ayrıcalıklarımızın tanınmasını istiyoruz” sözlerini dikkate almak gerekiyor

    YanıtlaSil
  5. Yazar, dedesine tercüman olurcasına şunları söylüyor: Butros’un… .. -tüm heyecanlarını, tüm düşüncelerini, tüm eylemlerini belirleyen şey desem daha doğru olur- onun gibi Hıristiyan ve Arapça konuşan bir azınlık topluluğun içinde doğmuş birinin, çağdaşlaşmış bir Osmanlı İmparatorluğu içinde, bir yaşam boyu doğumunun bedelini ödemek zorunda kalmadan tam bir yurttaş konumuna sahip olup olamayacağıydı.

    YanıtlaSil
  6. İşte, Osmanlı'nın çöküşüne giden o günlerden başlayan ve giderek safların daha da belirginleşmesine sebep olan ulusçuluk anlayışının yol açtığı gelişmeler özetleniyor... hem de kendini vatandaş olmaktan çok azınlık gören tarafın algılarıyla...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir tarafta Adriyatik'ten Çin sınırlarına kadar uzanan, tek dilli, tek başkanlı Enver Paşa'nın yönettiği, aşırı ulusalcı grup ve diğerleri...

      Sil
    2. Yazarın sözleriyle; "Yurtseverle içinde değişik dilleri kullanan, değişik inançları olan, ama geniş ve çağdaş bir yurdu kurma istemiyle bir araya gelmiş çok sayıda halkın bir arada yaşayacağı ve Batı'nın yücelttiği ilkelere, Doğulu ruhların incelikli bilgeliğini esinleyecek bir imparatorluğun hayallerini kuruyorlardı. Ulusçulara gelince çoğunluğu oluşturan etnik grubun üyesiyseler salt egemenlik, azınlıktaysalar ayrılıkçılık düşleri kuruyorlardı; bugünün sefil Doğusu, onların yan yana gelen düşlerinden doğan canavardır işte." ...

      Sil
    3. Olup bitenlere biraz daha yukarıdan bakarak büyük resmin tamamını görmeye çalışılmasında yarar olmalı; Fransız devriminde itibaren önce Avrupa'ya sonraları bütün dünyayı etkisi altına alan ve sadece Osmanlının değil o dönemin diğer imparatorluklarının da tarih sahnesinden çekilmesine yol açan gelişmeleri anlamak ve sonra Osmanlı ve sonrasını yorumlamak gerekiyor...

      Sil
  7. Kübalı büyükamca Cebrail (Gabriel)... Havana'daki La Verdad isimli iş yeri...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Girişimci bir ruh sahibi.... Beyrut, New York'tan sonra Küba'da başarılı iş adamı .....

      Sil
    2. Butros'un kendinden küçük diğer kardeşi Theodoros...

      Sil
    3. Butros, Peter, Pierre
      Alis, Alicia

      Sil
    4. Tennus, Tom,
      Ferid, Fred
      Nedim, Ned

      Sil
  8. Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüne giden günlerde gerek Osmanlı vatandaşları içindeki azınlıklardan bir bölümünün, Lübnan’daki şartların da etkisiyle dünyanın çeşitli ülkelerine (Amerika, Küba, Mıdır, Fransa, porto Riko, Dominik Cumhuriyeti…) dağılmaları, zaman içinde, iletişim bağının kopması e üç nesil sonra kendisi de göçmen olan yazarın dağılan aile fertlerinin izlerini ortaya çıkarması roman tadında kalem alınmış.

    YanıtlaSil
  9. Göç ettikleri ülkeler ve sonradan gittikleri yeni ülkelerde yine dünyanın başka yerlerinde gelmiş olan çeşitli milliyetten insanlarla yeni aileler oluşturulması, her birinin değişik öyküleri roman tadında ilginç olması yanında Osmanlı’nın çöküşü ve Cumhuriyete ilk şeklini veren Mustafa Kemal Atatürk ve onun dönemindeki gelişmeler de yerini bulmuş kitapta…

    YanıtlaSil
  10. Romanı okurken, insanların tarih boyunca yer değiştiren ve bazen de şartların insanları göçe zorlamasının ortaya çıkardığı acı verici ayrılıklar, ailelerin dağılması, gidilen yeni ülkelerde kurulan yeni hayatlar insanı düşündürüyor…

    YanıtlaSil
  11. Yazarın dedesi Butros 1921 yılının Aralık ayında doğan çocuğuna "Kamal" adını vermişti. Atatürk'ün anısına.

    YanıtlaSil
  12. 9 Aralık’ta doğan çocuklarının kız olmasına rağmen Butros bu kararından vazgeçmemişti. Kızına, yani yazarın halasına bir erkek adı olmasına rağmen “Kamal” adını vermişti. Yazar dedesi gibi kendisinin de duygularını yansıttığı satırları şöyle kaleme alıyor:

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. “(s.338) Kamal- ondan söz etmek miçin bu anı bekliyordum. Önceki bölümlerde ondan birçok kez, kimi zaman tırnak içinde, kimi zaman tırnaksız söz ettim ama gerçek adını kullanmak için, adının öyküsünün anlatıldığı bu anı beklemeye özen gösterdim. Oysa, o, kocasıyla birlikte ilk sayfalarda yer alıyor, çünkü bu kitap öncelikle ona adandı.

      Sil
    2. Teta Nâzire için
      Kamal ve Ebû Şa’r için
      Ve Laurice Sadr Şedid’in anısına

      Sil